HEPSİ HAYAL ŞİMDİ

HEPSİ HAYAL ŞİMDİ
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Bir nereden nereye konusu da bayramlar…

Eskiden birkaç hafta öncesinden başlardı hazırlıklar…

Anneler evi dip köşe temizler, camlar halılar silinir, perdeler yıkanırdı…

Daha da eskilerde yer döşemesi tahtalar iyice fırçalanırmış…

Bir yandan da önce giysi, sonra da yiyecek alışverişleri yapılırdı. Birkaç kilo et alınırdı, birkaç kilo ikramlık çikolata, gidilecek kişi sayısınca birer kiloluk çikolata paketleri… Kahve de gramla alınmazdı, gelen giden çok olurdu, o nedenle gramla alınan kahve yetmezdi. Komşular, akrabalar, arkadaş ve ahbaplar gelecekti çünkü… Bazıları için kahvenin yanında, özellikle de nane likörü olmazsa olmazdı. Çocuklar için de mendil, çorap alınır, içlerine de harçlıklar konularak hazır edilirdi.

Son birkaç gün çay saati gelebilecekler için de yemek vakti gelecekler için de ayı ayrı hazırlanılırdı. Dolmalar, sarmalar, diğer zetinyağlılar, bol etli yemekler, börekler, pilavlar, baklava ya da kadayıflar hazırlanırdı. Öyle dışarıdan alınmazdı tatlılar, zaten daha da eskilerde öyle adım başı baklavacılar yoktu. Çay saati gelecekler için de, tepsi tepsi poğaça, kek, börek, ay ve paskalya çöreği yapılırdı. Çocuklara mutlaka her bayram çorabından ayakkabısından üst giysilerine kadar yeni alınır, anne babalar ise bazen yeni almaz ama anneler daha önce alınmışları yıkar ütüler, babaların gömlek yaka ve kol manşetlerini kolalar ya da temizleyiciye verir, ayakkabılar boyanıp gıcır gıcır cilalanırdı ama mutlaka yeni bir çorap alınırdı… Akşamdan da sabaha hazır edilirdi. Çocukların giysileri mutlaka yattıkları yerden görecekleri bir yerde ya da başuçlarında olurdu. Uyku tutmazdı sabahına giyecekleri bayramlıkları ve gidecekleri yerlerin, alacakları harçlıkların heyacanıyla… Harçlıklar da bol bol olurdu. Hatta, kapıya gelen çocuklara bile bol bol çikolata ya da şeker ama mutlaka harçlık verilirdi…

Şimdiki gibi elektrikli doğal gazlı şofbenler, günısılar falan da yoktu. Arefe akşamı termosifonlar yakılır, aile fertleri sırayla banyolarını yapardı…

Erkekler bayram namazına gider, dönüşte de fırına uğrar, sıcak sıcak fazla fazla simit ve ekmek alıp gelirdi. Eller öpülerek bayramlaşılır, neşeyle kahvaltı yapılırdı. Kahvaltıda her zaman olduğu gibi, birkaç çeşit peynir zeytin olur; kokacağı için bayram sabahı sucuk pastırma yenmez ama onların yerine yumurtalı ya da sade kavurma da olurdu. Kurban Bayramlarında zaten mutlaka… Kurban Bayramlarında geç kahvaltı edilirdi. Anne babalar oruçlu olur, kurban kesildikten sonra, sağ böbreği kızartılarak oruç onunla bozulurdu. Hemen herkes kurban kestiğinden ziyaretler Ramazan Bayramına oranla daha geç yapılırdı. Ramazan Bayramındaki tüm hazırlıklar Kurban bayramında da yapılır, ancak yemeklere mutlaka kuzu ciğerli gömlek sarması da eklenirdi.

Kahvaltı sonrası bayramlıklar giyilir, aile büyüklerine birer kutu çikolata ve hediyelerle gidilirdi. Ertesi gün de onlar gelirdi birer kutu çikolatayla iadeye… Başkalarını bilmem ama benim ailem, akrabalarım ve çevremde böyleydi…

Hepsi anılarda kaldı, hepsi sanki hayal, sanki masal, hiç yaşanmamış, sadece rüyaymış gibi!..

Şimdi bırakın büyükleri, çocuklara bile pek çok aile bayramlık alamamakta ya da çok zorlanmakta. Çikolata ne ki sıradan bir şekeri bile almakta zorlanmakta insanlar, hele de öyle gidilen yerlere çikolata götürmeyi bırakın ikramlık bile almakta zorlanmakta…

Ne kilolarca et, ne çeşit çeşit zeytin, peynir ne de fazla fazla simit alınabilmekte. Evet, adım başı baklavacılar var artık ama alabilene aşk olsun. Evde yapalım dense, ona da güç yetecek gibi değil. Ne etli yemekler, börekler, ne sarmalar, dolmalar hiçbiri yok artık sofralarda. Eskiden gelinmiyor diye üzülünür hatta gücenilirken, şimdilerde gelenler olacak diye korkulmakta. Çünkü yeterince ağırlayamayacak olmanın mahcubiyetinden korkulmakta…

Kurban kesmek ise, çok kişi için hayal olduğu gibi, pek çok kişi belki bir yerden et gelir umuduyla, Kurban Bayramını iple çekmekte…

Bırakın kapıya gelecek çocukları, insanlar çocuklarına, torunlarına yeterince harçlık verememenin üzüntüsünü yaşamakta…

Memlekete gitmek şöyle dursun, şehir içindeki akraba ve yakınlara gitmekte zorlanmakta insanlar, hele de öyle çikolatayla falan…

Pek çok konuda, neredeeen nereye diye sözüm ona çağ atlamışlığımıza, refaha kavuşmuşluğumuza, görmediğimiz, erişemediğimiz pek çok şeye sayelerinde kavuşmuşluğumuza methiye ve övünç adına müstehzi müstehzi, dalga geçer gibi, aşağılar gibi soruluyor ya hani…

İşte oralardan buralara!!!

Perıhan Reyhan Alkan

Devamını Oku

SÖZÜNÜ TUTACAK MI?

SÖZÜNÜ TUTACAK MI?
3

BEĞENDİM

ABONE OL

Seçimden bir hafta kadar önce adaylardan biri çıktı karşıma, tokalaştık, hâl hatır soruştuk…

Başladığı saymaya: Gençler için şunu yapacağız, bunu yapacağız, şöyle yapacağız…

Güldüm gözlerinin içine bakarak; “Gözleriniz mi iyi görmüyor, ben çok genç mi görünüyorum?” dedim, şaşırdı…

“Gözlerim iyi görüyor, siz de yaşlı değil, gençsiniz halâ ama neden sordunuz?” dedi.

Teşekkür ederim ama şimdiden yalana başlamayın lütfen. Sizin yaşınızda oğlum var benim. Gençler için de bir şeyler yapın tabii, memnun oluruz lakin bizler için ne yapacaksınız, ondan haber verin. Gençler diyorsunuz, park bahçe diyorsunuz, ilaçlama, aydınlatma diyorsunuz, ulaşım diyorsunuz, yardım diyorsunuz, et, süt, maddi destek ve daha pek çok şey söylüyorsunuz ama yaşlılar için de şunları şunları yapacağız demiyorsunuz!..” dedim. “E tabii onlar için de gerekenleri yapacağız.” dedi.
Etrafı zaten kalabalıktı, iyice kalabalıklaştı, araya girenler, el uzatıp başarı dileyenler de oldu… O karmaşada, “Neleri gerekli görüyorsunuz?” diye soramadım. Dolayısıyla nelerin gerekli olduğunu da söyleyemedim.

Öncelikle herkes gibi benim de tüm adaylardan olduğu gibi, sizden de beklentim asla yalan söylemeyin, yerine getiremeyeceğiniz sözler vermeyin, yemeyin ve yedirmeyin. Göstermelik işler değil, halkın ve ilçenin gerçek ihtiyaçlarını öncel tutarak hizmet edin…

Daha söyleyeceğim pek çok şey, pek çok önerim var ama şimdilik bugüne dek kimsenin dikkate almadığı beklentimi söyleyeyim sadece.

Pek çok büyük şehir de, ilçe belediyeleri de yapıyor bunu. Öykü yarışmaları, roman, şiir yarışmaları düzenliyor, 3-5 bin lira da ödül koyuyorlar. Ödül ve miktarı önemli değil ama 40 bin lira ödül veren bile var.

Bizim belediyemizden de bekliyorum bunu. Lütfen bunu da programınıza alın.” dedim. Yanındaki gence döndü, “Not al, öykü yarışması… Yok ne diyelim, öykü mü, şiir mi, roman mı, hangisi?” diye bana sordu. “Zaman zaman tek tek de olabilir, hepsi birlikte de olabilir ama siz notunuzu edebiyat yarışması olarak alın.” dedim. Teşekkür etti…

Bakın bunu özellikle takip edeceğim ama biz yaşlıların şu an dile getiremediğim bazı gereksinimlerimizi de seçildikten sonra size ileteceğim. Sizden öncekilere bir türlü iletemedim… Hem büyük şehir, hem de ilçe belediye başkanlarına defalarca gittim ama ya görüştürülmedim ya da yerlerinde değillerdi. Kendilerine iletilmesi ricasında bulundum ama ya iletmediler ya da iletildiği halde oralı olmadılar. Seçilirseniz ki seçileceğinizi umut ve tahmin ediyorum.

Dilerim kapınız hep açık olur, zırt pırt gelecek değilim ama geldiğimde size ulaşabilirim, kapıdan döndürülmem…” dedim.

“Merak etmeyin, kapım her zaman açık olacak, yerimdeysem, mutlaka kabul ederim, yoksam da, yardımcılarıma iletebilirsiniz taleplerinizi ki onlar mutlaka bana ileteceklerdir ve ben mutlaka döneceğim size.” dedi.

“İnşallah o koltuğa oturunca unutmazsınız bu sözünüzü…” deyip başarı ve kolaylık dileyerek ayrıldım…

Seçildi… Bakalım sözünü tutacak mı?

Tutarsa, yine seçeriz. Tutmazsa sırtımızda yumurta küfesi yok, bir dahaki seçimde indirir, bir başkasını seçeriz…

Perihan Reyhan Alkan

Devamını Oku

KORKARIM YİNE DE OY VERECEK

KORKARIM YİNE DE OY VERECEK
3

BEĞENDİM

ABONE OL

Emeklilerin bundan sonraki programı belli oldu. Yani, şayet seçimleri kazanırlarsa, böyle olacak.
Malumunuz, gençliğinde varsa yoksa dünya için yaşayanların bile pek çoğu, hele de 60 yaş üstüyse, emekli olunca, gideceği dünyanın endişesine düşerek, namaza başlar…

Sabah namazını kılıp yollara düşse geç kalacak; o nedenle kolunun altına seccadesini alıp et kuyruğuna girecek, beklerken ezan okununca bir kenarda namazını kılıp beklemeye devam edecek. Sıra gelir de et kalırsa etini alacak. Eve dönerken, halk ekmekten de ekmeğini… Fırın önünden geçerken, canı ne kadar çekse ve bu sabah da, güzel bir peynir eşliğinde, simitle kahvaltı yapsak diye arzu etse de, alamayıp evinin yolunu tutacak…

Evde Allah ne verdiyse kahvaltısını yapıp tekrar yollara düşecek, canı sinema mı ister, tiyatro mu hangisinde karar kılarsa ona gidecek. Sinemada bir patlamış mısır ve bir içecek almayı düşünemeyecek bile ama olsun…

Çıkınca acıkacak, yol boyunca rastladığı, kokusuna bile hasret kaldığı dönerlere, kebaplara ciğerci kedisi gibi uzaktan bakıp eve gidene kadar idare etsin diye, hiç değilse bir simit alayım diyecek, cebine bakacak ama sabah olduğu gibi yine alamayacak…

Evliyse evde eşiyle karşılıklı oturup yıllardır bir tatil yapamadık, bir yerlere gidemedik, hiç değilse birkaç gün bir yerlere gitsek. Gelirimiz yetmez ama nasılsa uçak indirimli, biraz da kredi çeksek diye planlar yapacaklar ama iş uçakla bitmiyor ki. Bir de o krediyi ödemek var. Zaten ayın sonunu zor getiriyoruz, bir de krediyi nasıl ödeyeceğiz der ama ona da çözümü, bir başka bankadan da kredi çekmekte bulurlar… Bulurlar da, bankalar artık o kadar kolay kredi de vermiyor, hele de o yaştakilere, hele de emeklilere!..

Gittikleri yerde nerede kaça konaklayacaklar, karınlarını nerede nasıl doyuracaklar, gitmişken, çoluk çocuğa, torunlara hediye almadan da olmaz; onu da hesaplayacaklar… Sonra aldığı maaş gelecek yine aklına, ardından evin kirası, suyu, elektriği, yakıtı ve gıdası… Iıhh, gelirin gidere yetmeyeceğini görecek yine acı acı. Eşiyle gözgöze gelecekler gözleri dolu dolu; içi burulacak. Bu ahir ömründe eşine şöyle gönlünce bir gün yaşatamadığının, onu bırak karnını bile doyuramadığının acısı saracak yüreğini ve utanması gerekenler yerine kendisi utanacak eşinden!..

Aklına o terbiyesiz vekil gelecek… Onun dediğini mi yapsam acaba, kaç lira getirisi olur ki simit ya da suyun diye düşünecek… Olsun birkaç kuruş kâr kârdır diyecek ama cebine bakacak ki onun sermayesine bile yetmeyecek cebinde kalan para.

Kahredecek, lanet edecek gözünden akan yaşa engel olmayacak… Ama korkarım yine de, bu hallere düşmesinin esas sorumlusunun kendisi olduğunu hiç düşünmeksizin koştura koştura diğer partilere lanetler, hatta küfrederek oy verecek yine o “Geçinemiyorlarsa, su, simit satsınlar.” diyenlerin, “Kiloyla değil, 2 domates alın.” “Porsiyonlarınızı küçültün.” “Sabredin, şükredin” diyenlerin partisine!..

Perihan Reyhan Alkan

Devamını Oku

BİR SÖYLE BİN AH İŞİT

BİR SÖYLE BİN AH İŞİT
3

BEĞENDİM

ABONE OL

Eski seçim öncelerinde adım başı stant açan tesettürlü kadınlar avaz avaz reklam yapıyor, yanlışları dile getirdiğinizde, bir dayak yemediğiniz kalıyordu.
Ama onlar da uyandı sanırım. Gerçi bu defa sadece bir standa rast geldim, her yerde aynı mıdır bilemem… Beş kadın ve hiçbiri tesettürlü değil, çok şık ve modern kıyafetler içindeydiler. Zor duyulur bir sesle “Alır mısınız?” diye imsakiye ile birlikte, adayın broşürünü uzatıyorlardı gelen geçene. Bana da verdiler. Teşekkür edip aldım ama çenem durur mu? Sormadan edemedim. “Sizler çok mu memnunsunuz halinizden, hiçbir sorununuz yok mu da…” Diye başladım. Gördüğüm ve düşündüğüm ne varsa sıralayıp döktüm pek çok soru eşliğinde ama o da ne, hiç karşılık vermiyorlardı. Başları önde yarı mahcup sadece dinlediler. İçlerinden biri, “Ama bu aday çok iyi birisi…” dedi. “Nereden bileceğim iyi biri olduğunu? Adını ilk kez duyuyorum, kendisini de bu resimde ilk kez görüyorum. Hakkında hiçbir bilgi de yok, neye istinaden oy vereceğim?” Dedim ama yanıt veremediler…

Belki de işsizlik, işi olsa da geçim zorluğu nedeniyle, sadece ellerine tutuşturulan 3-5 kuruşun hatırına yapıyorlar bu işi. Yoksa inandıklarından ya da çok memnun olduklarından değil diye düşündüm!..

Diğer köşede başka partinin standı vardı. Onlar da broşür uzattı. “Lütfen şu müziği kapatır mısınız? Dedim, sesini kıstı, “Neden?” diye sordu. Sinirim bozuluyor.” dedim şaşırdı. Allahtan kibar çocuklarmış; terslemediler, kızıp hakaret etmediler, hatta bazıları gibi küfür etmediler… Sorusuna, “Sürekli bir şey yapmalı diyor ama oyumuzu kullanmaktan başka yapacak bir şey de yok, bildiğiniz malûm nedenlerle, o da artık pek işe yaramıyor ve ben artık yapacak bir şey olmadığını düşünmeye başladım. Her geçen gün umudum tükeniyor, o nedenle de, şarkıda sürekli bir şey yapmalı denmesi sinirime dokunuyor, dalga geçiyor gibi geliyor…” dedim. Bu defa değiştirdi müziği…

Gençlerden biri atıldı, “Umudunuzu yitirmeyin, düzelteceğiz her şeyi…” dedi. Oğlumdan bir yaş büyükmüş… “Evlâdım, kendi adıma üzülmüyorum, ben geldim gidiyorum, son günlerimde hiç de hak etmediğim şeyler yaşıyorum ama siz gençler ve sizin çocuklarınız için üzülüyor ve endişe ediyorum…” dedim. Bir diğeri de aynı yaştaymış; “Ablacım, 42 yaşımdayım, yaşamımın son 22 yılı bunlarla, bu koşullarla geçti ama daha fazla bu şartlarda yaşamak istemiyorum, bir şeyler yapmalı ve dur demeliyiz. Bu böyle devam edemez. Etmemeli…” dedi. 30 yaşında olan sözünü kesti, “Ya ben ne yapayım 8 yaşımdan beri bunların yarattığı koşullarla sürünüyorum. Ne çocukluğumu, ne öğrenciliğimi, ne de gençliğimi gereğince yaşayabildim. Hâlâ atanamadım. Yazılı sınavları kazanıyorum ama sözlüde ağzımla kuş tutsam işe yaramıyor. Hadi mesleğimin dışında da olsa, özel sektörde bir iş yapayım bari diyorum ama onda da tecrübe istiyorlar ve 30 yaştan sonra almıyorlar işe. 30 yaşına kadar iş bulamayanın iş tecrübesi nasıl olacak? Sen şükret, sadece cesaret edip de çocuk sahibi olamıyorum diyorsun, ev alamıyorum, araba alamıyorum diye şikâyet ediyorsun. Ben ne yapayım, Evlenmek, çocuk sahibi olmak, hele de ev ve arabanın hayalini bile kuramıyorum. Atanmaktan da ümidimi kestim. Bu yaşta anne babamdan harçlık almak çok ağrıma gidiyor. O nedenle garsonluk yapıyorum… Bir şeyler değişmedikçe, korkarım ölene kadar garsonluğa devam…”

Zaten biliyordum gençlerimizin durumunu ama karşımda bizzat dile getirilince daha da üzüldüm. Keşke hiçbir şey demeden yürüyüp gitseydim dedim içimden ama belki de iyi yapmışım. Çok doluymuş çocuklar, anlatmak, paylaşmak, ihtiyaçları çok fazlaymış. Kendilerini dinleyen ve anlayan birine rastlamak bir nebze de olsa, iyi hissettirdi belki de…

Sonrasında da üç harfli marketlerden birine uğradım… Konuşurum orada çalışan gençlerle, kolay gelsin derim, hatır sorarım, anlatırlar, dert yanarlar, dinlerim kahrolarak… “Üçümüz de mühendisiz ablacım. Ben deprem bölgesinden buraya atandım, abim de mühendis ama o başka mağazada tezgâhtar. Depremden önce maaşımızı almıştık ama depremde çalışamadık malumunuz, şimdi o çalışamadığımız günlerin parasını maaşımızdan kesiyorlar.” Mağazada bir zayiat olsa ya da bir şey çalınsa, bizden kesiliyor parası…” Daha pek çok konuda dert yandı kasadaki hanım kız. Oradan da başka isimli bir mağazaya uğradım, oradaki genç kız da matematik öğretmeniymiş, o da atanamamış. Kanser hastası bir annesi varmış. “Ona bakmam lazım ama çalışmak zorundayım da, öyle çaresizim ki, aklım hep evde, annemde…” diye epey dert yandı.

İnanın eve dönerken, yol boyu ağladım, düşündüm, düşündüm, kahroldum…

Gerçekten ne olacak bu çocukların durumu? Bu hep böyle sürecek ve toplumun bir kesimi sürünürken bir kesimi servetine servet mi katacak? Bu ülkede sadece belli kesimin çocukları mı işe girebilecek ve de girdikleri işlerde, yüksek mevkilere gelebilecek?

Siyasiler yalanlarına bin yalan daha katacak ve de daha ziyade de, yalanlarına inanıp her defasında oy veren mağdur kesim, hiç sorgulamaksızın inanmaya devam mı edecek? Ne zaman ve nasıl uyanabilecekler, ne zaman anlayabilecekler sömürüldüklerini, kandırıldıklarını ve bu nasıl olacak? Evet, bir şey yapmalıyız yapmasına da ne yapmalıyız, nasıl yapmalıyız bilemiyorum ki? Elimizde tek güç olan oyumuz var sadece.

Haydi, herkes sandığa… Yok öyle küsmek, kızmak, oy kullanmayacağım demek!..

Bir oy bir oydur…

Oyumuzun kıymetini bilelim ve doğru kullanalım lütfen…

Perihan Reyhan Alkan

Devamını Oku

OLAN ÇOCUKLARA OLDU

OLAN ÇOCUKLARA OLDU
3

BEĞENDİM

ABONE OL

Malumunuz siyaset ve siyasilerle ilgili konuları gereğince yazamaz olduk. Bunu desem ne sakıncası olur, şöyle desem suç mu olur diye düşüne düşüne, hesaplaya kitaplaya yazmaya çalışınca, yazının tadı kaçıyor. Ne gördüğünüz gerçekleri, ne düşüncenizi, ne de düşünceniz sonucu fikrinizi yeterince dile getirebiliyorsunuz. Hem de yüzeysel, suya sabuna pek dokunamadan yazdığınız için yavan bir yazı çıkıyor ortaya. Yavan yemeğin karnı doyurmadığı gibi, yavan yazı da hem yazanın ruhunu, hem okuyanın beynini doyuramıyor. Tatmin olamıyorsunuz velhasıl.

Hele de şu seçime ramak kalmış günlerde, ülkemizde ve dünyada, kaleme alınacak onca konu varken, içlerinden beni en çok kahredenlerden birini, yani çocuk tacizini ele alayım diye düşündüm. Zaten bu konuda da, sinirim, nefretim tavan yapmış durumda…

Neredeyse her gün birini duymaktayız bu nev’i hadiselerin. Üstelik pek çoğuna da aman aman bir ceza verilmediğini görükçe de kahrolmaktayız…

Denetimli serbestlik diye bir garabetimiz var malumunuz. Bu kişiler, memuriyete de atanabiliyor, pek çoğunun yurt dışına çıkması da yasak değil… Dolayısıyla, yaraladığı da, tacizde bulunduğu, hatta öldürdüğü de yanına kâr kalıyor!..

Bu sorun da uzun uzun ele alınabilir ama başka bir yazıya bırakıp birkaç gündür sinirlerimize tavan yaptıran, midemizi bulandırıp uykularımızı kaçıran konudan söz etmek istiyorum. Kiminin ifadesine göre, 7 yıl, kimininkine göre 10 yıldır çocuklara tecavüz eden suçudan…

Şeker veriyormuş, gofret veriyormuş, motoruna bindirip gezdiriyormuş, olmadı tehdit ediyormuş ve dükkanındaki ses geçirmez özel odasında bu çocuklara tecavüz ediyormuş. Bu iğrenç adamın ne olduğu malûm, ne dense az, ne ceza verilse yetmez ama anne babaların hiç mi suçu yok? Çocuğunu sokağa salıyorsun, hiç mi takip etmiyorsun, uzun süre ortada görünmeyince, hiç mi endişelenmiyorsun? Çocuğunu motorla gezdirirken hiç mi rastlamıyorsun, bir gören olup haberdar etmiyor mu? Çocuk eve geldiğinde, “Sucu amca beni motoruyla gezdirdi.” de mi demiyor ve sen endişelenmiyorsun? Çocuğunun eve döndüğündeki halinden hiç mi kuşku duymuyorsun? Hatta öylesine vurdumduymazsın ki, çocuğun maruz kaldığı olayı anlattığında, çılgına dönüp adamın kapısına dayanmıyor, karakola koşturmuyorsun da, “Çocuktur, yalan söylüyordur.” diye umursamıyorsun? Hele de kan revan içinde eve gelen çocuğun karşısında, nasıl oluyor da boş verebiliyorsun?

Evde bile çocuk bir süre göz önünde olmazsa, sesi çıkmıyorsa, endişelenip araştırılır benim bildiğim. Sokağa denetimsiz bırakılmaz, hele de 5 yaşındaki bir çocuk. “Kapının önünden ayrılmayacaksın, devamlı kontrol edeceğim, göremezsem bir daha sokağa çıkmana izin vermem. Kimseden bir şey alma, isteme, hele de yabancılarla konuşma, başkalarının arabalarına filan sakın binme…” denir ve sıklıkla da kontrol edilir. Hatta başında durulur… Ondan da önce, sokaktaki tehlikelerden söz edilir, yaşına uygun şekilde anlatılır ve de herhangi bir durumda, korkmadan, çekinmeden gelip anlatması istenir. Ama anneler sokağa salıp evde işine dalıyor ya da komşuya kahve içmeye veya kabul gününe gidiyor, çocuk akşama kadar sokakta kalıyor…

Ya mahalleli, hiç mi suçlu değil? Şimdi, “O dükkâna pek çok çocuk sürekli girip çıkıyor, kimi de uzun süre kalıyordu.” diye ifade veriyorlar. Hiç mi merak etmemişler, hiç mi kuşkulanmamışlar, hatta dükkâna girip bakmamışlar. Sucuya neden sormamışlar, “Bu çocuklar neden sürekli geliyor bu dükkâna, ne işleri var bu dükkânda?” diye. Girip çıkan çocuklara neden sormamışlar, “Orada ne işin vardı?” “Niye sürekli oraya gidiyorsun?” diye… Ya da karakola kuşku duyduklarını bildirmemişler? O dükkâna girip çıkan çocukların ailelerini neden haberdar etmemişler? Ya o bugün 19 yaşına gelmiş ve sürekli tecavüzler sonucu felçli bir şekilde yatmakta olan kızın ailesi, hiç mi kuşku duymamış?

Şimdi o çocukların ruh hali nasıldır, yaşadıkları travma ömür boyu ne etkiler yaratacaktır? Gerçi bundan sonra düşünülse de, artık bir şey ifade etmeyecektir.

Ya o iğrenç adam? 100 yıl hapisle yargılanacakmış. 1000 yıl olsa ne olur, 60 yaşına gelmiş zaten, o kadar ömrü mü var? Üstelik ne diye lütuf gibi, ekmek elden su gölden, benim paramla yiyip içerek, yan gelip yatarak yaşayacak yaşadığı kadar!..

Böylesi durumlarda hazmedemiyorum hapis cezasını, daha ağır cezalar olmalı, kalan ömrünü işkenceler içinde tamamlamalı, acı çeke çeke can vermeli…

Ya o daha önceki olayında, delil yetersizliği nedeniyle ceza vermeyenler, denetimli serbestlikten yararlandıranların hiç mi suçu yok? Hiç mi yüreklendirmiş olmadılar bu iğrenç adamı?

Velhasıl olan sadece çocuklara oldu. Allah yardımcıları olsun…

Perihan Reyhan Alkan

Devamını Oku