İSRAİL-FİLİSTİN SAVAŞINDA TÜRKİYE´NİN TAKINMASI GEREKEN TAVIR

4

BEĞENDİM

ABONE OL

Kudüs’te her zaman olduğu gibi yine kan, acı ve gözyaşı hâkim. Hiçbir suçu, günahı olmayan siviller, kana susamış siyasetçiler yüzünden ölüyor.

Olaya insani açıdan bakarsak büyük bir insanlık dramı yaşanıyor. Hastanelerin, camilerin bombalanması hiçbir şekilde kabul edilemez.

Ancak konunun bir de gerçekçi tarafı var. İsrail ve Filistin’in savaşı bugün başlamadı. Dün de savaşıyorlardı. Bugün de savaşıyorlar. Yarın da savaşacaklar.

Çünkü bu iki halk arasındaki meselenin temelinde din var. Yani kutsal bir şey uğruna savaş var. Böyle bir mesele masaya oturularak çözülemez. Maalesef biri diğerini tamamen etkisiz hale getirene kadar devam eder.

Bir gerçeğin farkına varmamız gerekiyor. Karşımızda biri laik diğeri şeriat ülkesi olan 2 devletin savaşı yok. İkisi de din devleti.

İsrail devletinin varlık nedeni din. Bayrakları bile dini sembol ediyor. İsrail bayrağının mavi-beyaz renkte olmasının nedeni Tallit şalıdır. Tallit şalı Yahudilerin kutsal günlerinde ağlama duvarındaki dini törenlerde giydiği mavi beyaz renkte bir şaldır.  Bayrağın ortasındaki yıldız ise Davut yıldızıdır. Yahudilerin dini ve milli sembolüdür.

İsrail’in diğer din devletlerinden bir farkı daha vardır. Yahudiliği hem dini hem milli bir kimlik olarak kabul ederler. İslam’da böyle bir durum yoktur. Müslümanlık milli bir kimlik değildir.

Yahudilerde böyle istisnai bir durumun olmasının nedeni din anlayışlarında kendilerini ‘’Tanrının kutsal kıldığı ırk’’ anlayışının olmasıdır. Yahudi anlayışına göre Tanrı, Yahudilere Kudüs şehrini vaat etmiştir.

M.Ö. 1010 yılında Hz. Davud 12 İsrailoğlu kabilesini birleştirip Yahudi krallığını kurduğunda Kudüs’ü başkent ilan etti ve oğlu Hz. Süleyman döneminde ilk mabed kuruldu.

Bugün yapılan ‘’Bu topraklar Filistin’indi. Yahudiler 1948 yılında gelip yerleşti’’ propagandası doğru değildir. Yahudilerin bu topraklarda 3 bin yıllık bir geçmişi var. M.Ö. 587 yılında Babil kralı Nabukadnezar tarafından sürgün edilince 2 bin sene sürgünde yaşadılar.

İsrail ve Filistin savaşında binlerce yıllık tarihe sahip iki milletin savaşı olduğunu bilmeden yapılacak her yorum boştur. Filistin’in bu topraklarda geçmişi ne kadar eskiyse İsrail’in de o kadar eski. İsrail’de ayrıca 2 bin yıl sürgün yaşamanın verdiği bir öfke var.

Meselenin çözümsüzlük noktası da burada başlıyor.

Yahudiler yaşadığı toprakları kendilerine Tanrının verdiğini iddia ediyor. Müslümanlar da ‘Burası bizim ilk kıblemiz’’ diyor.

Bugün Mescid-i Aksa’nın olduğu yer, Süleyman tapınağının inşa edildiği yer. İki taraf da ‘’Burası benim’’ diyor.

Bizim bu meselede tarafımız tarafsızlık olmalıdır. İki milletten hangisinden taraf olursak savaşa dâhil olacağımız için kaybederiz.

Bizim bu savaşta bir kazancımız yok. Şu anda düşünmemiz gereken en önemli şey Filistin’den gelebilecek mülteci akınına engel olmaktır.

Ülkede milyonlarca Suriyeli, Afgan, Pakistanlı varken bir de üstüne Filistinliler eklenirse devletin yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalırız. Hiçbir devlet bu kadar mülteciye dayanamaz.

Türkiye’nin demografik yapısını korumak en öncelikli meselemizdir. Türk milletini milli kimliğinden uzaklaştırıp Araplaştıramayınca dışarıdan milyonlarca Arap transfer ederek demografik, kültürel ve sosyal yapıyı bozmak, devletin temellerini sarsmaktır.

100 yıldır ayakta durabildiysek, diğer 56 İslam ülkesinden farklı olabildiysek bunu Atatürk’ün kurduğu laik Türkiye Cumhuriyetine borçluyuz.

Geçmişte İslam ülkeleri için rol modeldik. İslam ülkeleri Atatürk’ün gerçekleştirdiği devrimleri gerçekleştirmek istiyordu. Mesela Mısır’da Cemal Abdünnâsır bunu denedi. Mısır için ulusal kahramandı.

Geçmişte İslam ülkeleri bize benzemeye çalışırken bugün bizim onlara benzemeye çalışmamız akıl tutulmasıdır. Ortadoğu’nun neyi bize cazip geliyor? Cahilliği mi? Geri kalmışlığı mı? Sefaleti mi?

Türkiye’nin dış politika çizgisini Atatürk özetlemiştir: ‘’Yurtta sulh, cihanda sulh’’

Bu ilkeden yapılacak her sapma bize kaybettirir. ‘’Yurtta sulh, cihanda sulh’’ ilkesini ‘’Yurtta savaş, cihanda savaş’’ ilkesine dönüştürmenin bize yaşatacağı tek şey kan ve gözyaşıdır.

 

Devamını Oku

UMUDUNUZU KAYBETMEYİN, MAÇ DAHA BİTEDİ

3

BEĞENDİM

ABONE OL

14 Mayıs’ta devletin ve milletin geleceğini etkileyecek kritik bir seçimi geride bıraktık ve sandıktan ‘’Adam kazanamadı.’’ Sonucu çıktı.

Seçim öncesi muhalif kesimdeki genel beklenti seçimin ilk turda biteceği olduğu için bu sonuç hayal kırıklığı yarattı ama tekrar yazıyorum. 14 Mayıs’ta ‘’Adam kazanamadı.’’

21 yılda girdiği her seçimi ilk turda kazanan Cumhurbaşkanı Erdoğan ilk kez bir seçimi ilk turda kazanamadı. Bunun anlamı ‘’Halk değişim istiyor.’’ Demektir.

Halk değişim istiyorsa neden ilk turda Kılıçdaroğlu kazanmadı diyebilirsiniz. Bunun da farklı nedenleri var.

Birincisi sandık sonuçlarında bir şaibe olduğu çok açık. Özellikle deprem bölgesinde yüz binlerce insan hayatını kaybetmiş ve evi yıkılmışken seçime katılım oranının çok yüksek olması akla ve mantığa ters bir durum.

İkinci neden ise Kılıçdaroğlu seçim kampanyasını genel olarak ‘’Cumhurbaşkanı seçilirse yapacağı icraatlar’’ üzerine kurdu. Sürekli seçilirse neler yapacağını anlattı.

Erdoğan ise hiçbir vaat vermeden sadece korku pompaladı. Tek sloganı ‘’Biz gidersek teröristler ülkeyi bölecek.’’ Propagandasıydı.

Sonuç ne oldu?

Negatif propaganda, pozitif propagandayı yendi. Halk ‘’Beni seçerseniz maaşınıza zam yapacağım.’’ Diyene değil ‘’Beni seçerseniz ülkeyi böldürmeyeceğim.’’ Diyene oy verdi. Kısacası milliyetçi propaganda soğanı, patatesi yendi.

Böyle bir sonuç çıkması aslında çok normal. Çünkü Türkiye gibi eğitim seviyesi düşük ve halkının çoğunluğunun dini ve milli duygularla hareket ettiği bir ülkede projeye dayalı bir siyaset çok etkili olamıyor.

Yani bir taraftaki aday ‘’Size lüks bir hayat vereceğim, fabrikalar kuracağım, ülkeyi uzaya çıkaracağım’’ dese diğer aday ise sadece ‘’Ezan susmaz, bayrak inmez, vatan bölünmez’’ dese ‘’vatan bölünmez’’ diyen adayın propagandası daha etkili olur.

Çünkü projeye dayalı siyasetin kazanması eğitim seviyesi yüksek olan toplumlarda mümkündür. Belli bir eğitim seviyesine ulaşmış, eleştirme ve sorgulama yeteneğine sahip insanlar, siyasetçilerin vaatlerine bakarak oy verirler. Eğitim seviyesi düşük toplumlar ise dini ve milli propagandaya oy verirler.

Kılıçdaroğlu’nun şu an yapması gereken şey Erdoğan’ın propagandasına aynı şekilde karşılık vermektir.

Erdoğan kazanırsa ülkenin ekonomik açıdan nasıl dibe vuracağını anlatmalı

Erdoğan kazanırsa kadınların kazandığı hakların ellerinden alınacağı anlatılmalı.

Erdoğan kazanırsa sığınmacı sayısının katlanarak artacağı ve devletin parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya kalacağı anlatılmalı.

Erdoğan kazanırsa toplumun daha yoğun bir baskı altında tutulacağı, daha çok muhalifin tutuklanacağı anlatılmalı

Erdoğan kazanırsa gençlerin geleceğinin olmayacağı anlatılmalı

Kısacası Erdoğan kazanırsa yaşanabilecek tüm olumsuzluklar korku filmi gibi anlatılmalı. İnsanlar korkutulmalı.

Özellikle Hüda Par vurgusu yapılarak kadınların hakları kaybedeceği vurgulanmalı ve sandığa gitmeyen kadınlar ayağa kaldırılmalı.

Halka bu seçimin Kılıçdaroğlu’nu seçme seçimi olmadığı anlatılmalı. Bu seçim ‘’Tek adamlığa tamam mı? Devam mı?’’ referandumudur.

Bu seçim korkularımızla umutlarımız arasında bir seçim. Umudu seçmek için korkularımızı canlı tutmalıyız.

Kılıçdaroğlu kazanırsa cennetin kapıları açılmayacak ama cehennemin kapılarını kapatacağız.

Devamını Oku

KILIÇDAROĞLU CUMHURBAŞKANLIĞI ADAYLIĞI DOĞRU SEÇİM Mİ?

3

BEĞENDİM

ABONE OL

Milletimiz ve devletimiz için çok kritik bir seçim bizi bekliyor. Bu seçim sıradan bir seçim olmayacak. Milletin ve devletin gelecek 30-40 yılını etkileyecek bir kırılma noktası olacak.

Ya Atatürk’ün kurduğu laik Türkiye Cumhuriyeti yaşamaya devam edecek ya da Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet sona erip bir Ortadoğu devleti olacağız.

Bu nedenle milletçe önümüzdeki seçimin anlam ve önemini tam olarak anlamamız gerekiyor. Bu seçimde bir Cumhurbaşkanı seçmeyeceğiz, bir yol seçeceğiz. Bu yollardan biri aydınlık, diğeri karanlık.

Eğer durumun ciddiyetini kavrayabilirsek aylardır aday tartışmalarıyla boşa zaman harcadığımızı da göreceğiz. Anketlerde ismi geçen 4 aday vardı. Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı adayı oldu.

Sürpriz aday mıydı? Hayır. Aylardır kamuoyu Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı adayı olacağını tahmin ediyordu. Gerek Kılıçdaroğlu’nun söylemleri, gerek CHP yöneticilerinin sürekli Cumhurbaşkanı adaylarının Kılıçdaroğlu olduğunu açıklamaları Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı adayı olacağının habercisiydi.

Kısacası beklenen oldu. Doğru seçim mi? Evet

Milliyetçi kesimin gönlündeki aday Mansur Yavaş olsa da doğru aday Kılıçdaroğlu’ydu. Çünkü bu seçimde bize ‘’Bir kesimin Cumhurbaşkanı’’ olacak bir Cumhurbaşkanı değil ‘’her kesimin Cumhurbaşkanı’’ olacak biri lazım.

Mansur Yavaş aday olsaydı kazanabilirdi ama asla herkesin Cumhurbaşkanı olamazdı. İstese de olamazdı. Çünkü ‘’ülkücü’’ kimliği var.

Ayrıca Belediye Başkanlığı dışında hiçbir tecrübesi olmayan birinin bir anda Cumhurbaşkanı olması tarihimizde yok. Erdoğan bile Cumhurbaşkanı olana kadar 12 yıl Başbakanlık yaptı.

Kılıçdaroğlu ise herkesi temsil edecek bir Cumhurbaşkanı. Kılıçdaroğlu’na bakınca net bir ideolojik sınıfı temsil ettiğini göremezsiniz. Kemalist mi? Komünist mi? Sosyalist mi? Net bir sınıfı yok. Bunun da nedeni Kılıçdaroğlu’nun siyaset tarzıdır.

Kılıçdaroğlu özellikle adalet yürüyüşünden sonra siyasette ‘’ezilen her kesimin sözcüsü’’ rolünü üstlendi. Yani bugünkü Cumhurbaşkanlığı adaylığının temellerini adalet yürüyüşünde attı.

O günden sonra her geçen gün bir adım daha ilerledi ve kendini tam olarak hazır hissettiği an Cumhurbaşkanı adayı oldu. Kılıçdaroğlu’nun bir anda Cumhurbaşkanı adayı olduğunu düşünenler yanılıyor. Kılıçdaroğlu yıllardır bugün için hazırlandı.

Şu an seçim sürecini nasıl yöneteceğini bilen ve yıllardır bu günler için hazırlanmış bir Kılıçdaroğlu var. Adaylığı açıklandıktan sonra ilk olarak depremzedeleri ziyaret etmesi de nasıl bir yol haritası izleyeceğinin işaretini veriyor.

Önümüzdeki 2 ay mazlumların, ez<ilmişlerin yanında olan bir Kılıçdaroğlu izleyeceğiz. Mitinglerdeki konuşmalarında sık sık hak, hukuk, adalet kavramlarından bahsettiğini duyacağız. Sokakta her kesimden insanın elini sıktığını göreceğiz.

Çünkü Kılıçdaroğlu çok hassas dengelerin olduğu bir denklemin tam ortasında bulunduğunu biliyor. Bu nedenle herhangi bir kesimin tepkisini alabilecek en küçük ideolojik söylemlerden uzak duracağını düşünüyorum.

Seçim propagandasını ideolojilerden uzak, sosyal meseleler üzerinden yapacağını tahmin ediyorum. Sağcı ya da solcu herkesin ortak sorunlarından bahsederek bir yol çizecek.

Bu yol Kılıçdaroğlu’na seçimleri kazandırır mı? Evet.

Önümüzdeki seçim ‘’Sağcılar, sola oy vermez’’ gibi klasik siyasi ezberlerle değerlendirilecek bir seçim değil… Derin bir ekonomik ve sosyal bunalımın dışa vuracağı bir seçim olacak.

Toplumlar, çöküş yaşadıkları kararlarda radikal kararlar alarak sürpriz seçimler yaparlar. Tarihte bu durumun çok örneği vardır.

Türkiye’de şartlar sol iktidar için hiçbir zaman olmadığı kadar uygun bir durumda… Kısacası sol için bir iktidar zamanı varsa o gün bu gündür. Her açıdan dibe vurmuş bir milleti sadece halkçı, sol bir anlayış düzlüğe çıkartır.

Kılıçdaroğlu bu görevi layıkıyla yapacak niteliğe sahip. Gerisi Türk milletinin kararı olacak. Bekleyip göreceğiz.

Devamını Oku

KUDÜS´Ü TANIYALIM: ZEYTİNDAĞI VE KUTSAL KABİR KİLİSESİ

3

BEĞENDİM

ABONE OL

Kudüs, Yahudiler ve Müslümanlar kadar Hıristiyanlar için de kutsal bir şehirdir. Çünkü İslam ve Yahudilik gibi Hıristiyanlığın da kökleri Kudüs’e dayanır.

Kudüs, Hıristiyanlara göre Hz. İsa’nın çarmıha gerilerek öldürüldüğü ve ardından dirilip Allah katına yükseldiği şehirdir. Ayrıca Hıristiyan inancına göre Hz. İsa’nın Mesih olarak tekrar yeryüzüne ineceği ve cennetin krallığını ilan edeceği şehir de Kudüs’tür.

Hz. İsa hakkındaki kaynaklar, Beytüllahim’de doğduğunu, Nasıra’da peygamberlik tebliğine başladığını ve Kudüs’te öldüğünü söylemektedir. Ölümü konusu İslam ve Hristiyanlık’ta farklı anlatılır.

İslam’a göre Hz. İsa çarmıha gerilmemiş, çarmıha gerilmeden önce Allah katına yükselmiştir. Çarmıha gerilen Allah tarafından Hz. İsa’ya benzetilen hain havaridir.

Hıristiyanlığa göre ise Hz. İsa çarmıha gerilip öldürülmüş, öldükten 3 gün sonra dirilmiş ve 40 gün boyunca havarileri arasında yaşadıktan sonra Allah katına yükselmiştir.

Kudüs’te Hıristiyanlar için en kutsal mekânlar, Zeytindağı, Via Dolarosa (Çile yolu), Kutsal kabir kilisesi ve doğuş kilisesidir.

Zeytindağı

Zeytindağı, 3 semavi din açısından da kutsal bir dağdır. Mescidi Aksa’nın karşısında yer alan Zeytindağı, Kudüs’ü panoramik olarak en iyi görebileceğiniz yerdir. Ayrıca Falih Rıfkı Atay’ın bir romanının da ismidir.

Zeytindağı 3 semavi din için de mesihin yeryüzüne ineceği yerdir.

İslam inancına göre Hz. İsa, kendisini idam etmek isteyen Roma askerlerinden kurtulup Zeytindağı’na gelmiş ve Zeytindağı’ndan göğe yükselmiştir. Nisa suresinin 157 ve 158. Ayetlerinde Hz. İsa’nın göğe yükselişi şöyle anlatılmaktadır:

Bu, bir de inkârlarından, Meryem’e büyük bir iftirada bulunmalarından ve: “Meryem oğlu İsa Mesih’i, Allah’ın elçisini öldürdük” demelerinden ötürüdür. Oysa onu öldürmediler ve asmadılar, fakat onlara öyle göründü. Ayrılığa düştükleri şeyde doğrusu şüphededirler, bu husustaki bilgileri ancak sanıya uymaktan ibarettir, kesin olarak onu öldürmediler, bilakis Allah onu kendi katına yükseltti. Allah Güçlü’dür, Hâkim’dir.

İslam açısından Zeytindağı’nın kutsal olmasının diğer nedeni ise Rabiatül Adeviye ve Selmani Farisi’nin mezarlarının Zeytindağı’nda olmasıdır.

Hıristiyanlık ve Yahudilere göre ise Zeytindağı, Mesih’in yeryüzüne ineceği yerdir. İnanışa göre Mesih, zeytindağına inecek ve Zeytindağı ile Kudüs surları arasındaki Kidron vadisinin üstüne kurulacak bir köprüden geçip Kudüs surlarındaki ‘’Golden gate’’ yani altın kapı olarak adlandırılan kapıdan geçecek ve Kubbetü’s Sahra’daki muallâk taşı üstünde tahtını kurup cennetin krallığını ilan edecektir.

Mesih’in Zeytindağı’na ineceğine inanıldığı için Zeytindağı’nın eteklerinde Yahudi Mezarlığı vardır. İnanışa göre burada gömülü olanlar, Mesih geldiğinde onu ilk karşılayacak kişiler olacaktır.

Bu yüzden Zeytindağı’nda bir mezara sahip olmak isteyen bir Yahudi, büyük bir servet ödemek zorundadır. Zeytindağı’ndaki Yahudi mezarlarının yönü Mescid-i Aksa’ya doğrudur ve Yahudi mezarlarının üstü mermerle kaplıdır. Yahudi inancına göre mezara gül bırakmak, pagan inancı olduğu için yasaktır ve hakaret sayılır.

Kanuni Sultan Süleyman döneminde sahte Mesih iddiaları çoğalınca Kanuni Sultan Süleyman, Kudüs surlarındaki altın kapıyı kapatmış ve kapının önüne Müslüman mezarlığı yaptırmıştır. Böylece Mesih iddialarının önüne geçmiştir.

Kanuni Sultan Süleyman’ın altın kapı önüne Müslüman Mezarlığı yaptırmasının nedeni ise Yahudi inancına göre kohenlerin mezar üstünden geçememesidir. İnanışa göre yeryüzüne inecek olan Mesih, Hz. Harun’un soyundan gelen bir kohen olacaktır. Kanuni Sultan Süleyman, kapının önüne mezarlık yaptırarak Yahudi inancındaki mesihin altın kapıdan girişini engellemiştir.

Kutsal Kabir Kilisesi

Hıristiyanlar için Kutsal kabir kilisesi en kutsal mekânlardan biridir. Çünkü Hıristiyan inancına göre Kutsal kabir kilisesi, Hz. İsa’nın çarmıha gerildikten sonra gömüldüğü yerdir. Hz. İsa’nın burada gömüldüğüne inanıldığı için ismi’’kutsal kabir kilisesidir’’. İngilizcedeki karşılığı  “Holy Sepulchre” dir.

Kutsal kabir kilisesinin diğer ismi ‘’Diriliş kilisesidir’’. Çünkü Hıristiyanların inancına göre Hz. İsa, kutsal kabir kilisesine gömüldükten 3 gün sonra dirilmiş ve 40 gün boyunca havarilerinin arasında yaşadıktan sonra göğe yükselmiştir.

Kutsal kabir kilisesini inşa ettiren kişi ise Roma İmparatoru Konstantin’in annesi Aziz Helena’dır. 326 yılında Kudüs’e gelen Helena, Kudüs’te 2 önemli kilise inşa ettirmiştir. Bunlardan biri Hz. İsa’nın mezarını simgeleyen ‘’kutsal kabir kilisesi’’, diğeri ise Hz. İsa’nın doğuşunu temsil eden ‘’doğuş kilisesidir.’’

Hz. Ömer, Kudüs’ü fethettiğinde kendisine namaz kılacağı bir yer gösterilmesini istediğinde şehrin ileri gelenleri, kutsal kabir kilisesinde namaz kılabileceğini söylediler ama Hz. Ömer bu teklifi reddetti. Çünkü kutsal kabir kilisesinde namaz kılarsa kilisenin camiye çevrileceğini, bu yüzden Hıristiyanların kilisesine dokunmak istemediğini söylemiştir.

Bunun üzerine Hz. Ömer, kilisenin dışında, kiliseye yakın bir yerde namaz kılmıştır. Bugün Hz. Ömer’in namaz kıldığı yerde Ömer Camisi vardır. Camiiyi yaptıran kişi ise Selahaddin Eyyubi’dir. Camiinin avlusunda Hz. Ömer’in Kudüs halkına hitaben yazdığı ferman vardır.

Kutsal kabir kilisesine giden yol ise Latince ‘’Via Dolarosa’’ olarak adlandırılmaktır. Yani çile yolu

Hıristiyan inancına göre Hz. İsa, sırtına çarmıhını yükleyerek bu yoldan yürümüş ve kutsal kabir kilisesinin olduğu Golgota tepesine geldiğinde çarmıha gerilmiş ve buraya gömülmüştür. Via Dolarosa yaklaşık 450-500 metre uzunluğunda olup 14 bölümden oluşmaktadır. 14 bölümden sonuncusu kutsal kabir kilisesidir.

Kutsal kabir kilisesinde sadece Hz. İsa’nın mezarı yoktur. 1. Haçlı seferi sonrası Kudüs krallığını ilan eden Kudüs kralları I. Baudouin, II. Baudouin, III. Baudouin, IV. Baudouin, V. Baudouin, Godefroy de Bouillon ve Fulk’ûn mezarları da kutsal kabir kilisesindedir.

1187 yılında Selahaddin Eyyubi, Kudüs’ü fethettikten sonra 1192 yılında kutsal kabir kilisesinin anahtarlarını Müslüman bir aileye vermiştir. Bunun nedeni Ortodoks ve Katolikler arasındaki anlaşmazlıktır. İki taraf da kutsal kabir kilisesinin anahtarına sahip olmak isteyince Selahaddin Eyyubi, anahtarları Müslüman bir aileye vererek orta yolu bulmuştur.

Doğuş kilisesinin anahtarları ise Kanuni Sultan Süleyman döneminde Katolik papazlara verilmiştir. 1630 lu yıllarda ise kapının anahtarları Katoliklerden alınıp Ortodokslara verilmiş, Sultan Abdülmecid dönemine kadar Ortodoksların elinde kalmıştır.

Sultan Abdülmecid döneminde Rusya ve Fransa, anahtarların kendilerinde olması için padişaha baskı yaptı. Ruslar, anahtarın Ortodokslara verilmesini istiyordu. Fransa ise Katoliklere

Bunun üzerine Sultan Abdülmecid, 1852 yılında kilisenin kilidini değiştirerek anahtarı Müslüman bir aileye vermiştir.

Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı eserinde anahtarın hikâyesini şöyle anlatmıştır:

“…Zeytindağı’nın tepesindeyim. Lut denizine ve Gerek dağlarına bakıyorum. Daha ötede Kızıldeniz’in bütün sol kıyısı, Hicaz ve Yemen var. Başımı çevirdiğim zaman Kamame Kilisesi’nin kubbesi gözüme batıyor; burası Filistin’dir. Daha aşağıda Lübnan var, Suriye var. Bir taraftan Süveyş Kanalı’na, öbür taraftan Basra Körfezi’ne kadar çöller, şehirler ve hepsinin üstünde bizim bayrağımız! Ben bu hudutsuz imparatorluğun çocuğuyum.

…Kamame Kilisesi’nin Hıristiyan milletler arasında taksim edilmiş olduğunu bilirsiniz, içerisinin her parçası ve bütün kilisenin her hizmeti bir başka cemaatindir. Bu cemaatler yalnız anahtarı pay edememişlerdi. Onun için Kamame’nin anahtarı bir hocanın elindedir. Bütün bu kıt’alarda biz işte bu hocanın vazifesini yapıyoruz: Ticaret, kültür, çiftçilik, sanayi, binalar, her şey Arapların veya diğer devletlerindir. Yalnız jandarma bizim idi; jandarma bile değil, jandarmanın esvabı.

…İsa’nın mezarı, üstünü temizlemenin sevabı pay edilemediği için toz toprak içindedir. İpi koparak düşen çanı hiç kimse kaldırıp yerine takamaz. Beytüllâhim Kilisesi de böyle idi: Enver Paşa kilise camlarının niçin kırık bırakıldığını sorduğu zaman, masraf etmek sevabını milletlerin paylaşamadığını ve her teşebbüsün arkasından kan ve kavga çıktığını söylemişlerdi. Başkumandan, kiliseyi bir jandarma müfrezesi ile sardırdı ve kilisenin pencerelerine yeni camlar ancak öyle takılabildi.

Kamame Kilisesi’nin en büyük günü ateş günüdür: İsa’nın ruhunun göğe çıktığı gün! Karargâh gençleri, hepimiz, bu büyük günü görmeğe karar vermiştik. …Evvelâ tıknaz bir hoca efendi, anahtar bekçisi ile selâmlaştık.

…İsa’nın ruhu, eğer bugün içinden çıkmış olduğu yere inerek bu sahneyi görseydi, kim bilir patriklerini hangi oduna çakardı? Daha biz arabamıza binmeden, kilise kapısının dışında sönmüş mumların ilk piyasası kuruluyor ve Müslüman hoca kilise kapısını kapamak için anahtarını hazırlıyordu…”

Kutsal Kabir kilisesindeki Merdivenin hikâyesi

Kutsal kabir kilisesinin avlusuna girdiğinizde eğer çevreye dikkatli bakarsanız üst pencerelerden birinde küçük bir merdiven görürsünüz. Bu merdivenin hikâyesi kısaca şöyledir:

Sultan Abdülmecid döneminde Katolikler ve Ortodokslar arasında kilise anahtarı konusunda kavga çıkınca, Sultan Abdülmecid, anahtarı Müslüman bir aileye vermeye karar vermiştir. Sultanın fermanı kilise avlusunda okunduğu sürede kilise penceresini temizleyen Ermeni bir hizmetçi, işini bırakıp fermanı dinlemek için aşağı iner.

İşte o günden beri Ermeniler, o merdiven sayesinde kutsal kabir kilisesinde haklarının olduğunu iddia ederler. Sultan Abdülmecid döneminden beri orada duran merdiven, zaman zaman çürümeye bağlı olarak değiştirilse de her zaman aynı yerde durmaktadır.

Kutsal Ateş Ayini

Hıristiyanların kutsal kabir kilisesindeki en önemli ayinlerinden biri kutsal ateş ayinidir. Ortodoks Hıristiyanlar, her sene Paskalya bayramından önceki Cumartesi günü, Via Dolarosa dan törenle geçip kutsal kabir kilisesine gelirler.

Kiliseye bir papazın önderliğinde girildikten sonra Hz. İsa’nın mezarının olduğu bölüme girilir ve mezarında bulunan kutsal ateşle mumlar yakılır. Herkes elindeki mumu, kutsal ateşle yakmak için birbiriyle yarışır. Çünkü Hıristiyan inancına göre bu ateş, gökten inmiştir.

Herkes elindeki mumu kutsal ateşle yaktıktan sonra çanlar çalınıp dualar okunur. Törenin bitiminden sonra ise mumlar söndürülür.

Hıristiyanlar için kutsal kabir kilisesindeki diğer önemli yer ise Hz. İsa’nın naaşının yıkanıldığına inanılan tahtadır. İnanışa göre Hz. İsa, çarmıha gerildikten sonra cesedi bu tahtanın üzerine yatırılıp yıkanmıştır. Kutsal kabir kilisesine gelen Hıristiyanlar, Hz. İsa’nın cesedinin yıkandığı tahtaya ellerini, yüzlerini sürerek kutsandıklarına inanırlar.

Tüm Milletler Kilisesi

Zeytindağı eteklerinde inşa edilen tüm milletler kilisesinin diğer adı ‘’Acı kilisesidir’’. Hıristiyan inancına göre Hz. İsa, Roma askerleri tarafından yakalanmadan önce kilisenin inşa edildiği yerde bulunan ızdırap taşının üstüne oturmuş ve burada ağlayıp son duasını etmiştir.

Hz. İsa’nın ızdırap çektiği ızdırap taşının olması nedeniyle diğer adı acı kilisesidir.

Tüm milletler kilisesi, 4. Yüzyılda yapılan bir Katolik şapelinin temelleri üzerine inşa edilmiştir. 746 yılında depremde hasar gören şapel, 1345 yılında tamamen terk edilmiştir.

Şapelin temelleri 20. Yüzyılda yapılan arkeolojik çalışmalar sonucunda bulunmuştur ve şapelin temelleri üzerine 1919-1924 yılları arasında kilise inşa edilmiştir.

Kilise 12 Katolik ülkenin maddi yardımıyla yapıldığı için ismi tüm milletler kilisesidir.

Devamını Oku

KUDÜS´Ü TANIYALIM: AĞLAMA DUVARI

3

BEĞENDİM

ABONE OL

 

Kudüs, Müslümanlar için kutsal olduğu kadar Yahudiler ve Hıristiyanlar için de kutsal bir şehirdir. Tarihi geçmiş açısından bakarsak Kudüs’ün tarihi Yahudilikle başladığı için Yahudiler için diğer dinlere göre daha büyük önem arz etmektedir diyebiliriz.

Çünkü Yahudiler için Kudüs, bir var olma meselesidir. Dini ve milli kimliklerinin hem temeli hem de sembolüdür. Yahudi inancına göre Tanrı, Kudüs’ü Yahudilere vaad etmiş ve vaad edilmiş topraklarla Yahudileri kutsamış ve özel kılmıştır.

Bu nedenle Yahudiler için Kudüs demek Yahudilik demektir. Yahudilik demek Kudüs demektir. Kudüs’te Yahudilerin sembolü de ağlama duvarıdır.

Ağlama Duvarı

Yahudilerin ‘’ha-Kotel ha-Ma’aravi’’ (batı duvarı), Hıristiyanların ise ‘’wailing wall’’ yani ‘’ağlama duvarı’’ ismini verdikleri duvar, Kudüs’te Yahudiler için en kutsal mekândır. Çünkü ağlama duvarı, Yahudiler için bir başlangıç noktasıdır.

Ağlama duvarının tarihi ise Hz. Davud’a kadar uzanır. M.Ö. 1010 yılında Kudüs’ü fethedip başkent ilan ettikten sonra 12 İsrailoğlu ailesini birleştirip ilk Yahudi krallığını ilan etmiş ve Tanrı için büyük bir mabed yapmak istemiştir.

Ancak Tanrı, Hz Davud’a ‘’çok kan döktüğü için’’ mabed yapmasına izin vermez ve mabedin yapılması görevini oğlu Süleyman’a verir.

Hz. Süleyman M.Ö. 970 yılında tahta geçtiğinde kutsal mabedin yapımına başlar ve mabed 7 yıl sonra M.Ö. 963 yılında tamamlanır. Hz. Süleyman, mabedi tamamlarken Tanrıdan 3 şey ister:

– Dünyada kimseye nasip olmayacak güç ve para

– Doğruyu ve yanlışı ayırt edecek adalet yeteneği

– Ahirette cennet

Tanrı, Süleyman’ın 3 dileğinden ikisi olan güç ve adaletle hüküm verme yetkisini vermiştir. Kur’anda Sad suresinin 35- 39 Ayetleri arasında Hz. Süleyman’ın duası şöyle anlatılmaktadır:

Süleyman: “Ey Rabbim! Beni bağışla ve bana öyle bir mülk ihsan et ki, ardımdan hiç kimseye yaraşmasın. Şüphesiz, bütün dilekleri veren sensin.” dedi. Bunun üzerine Biz de, istediği yere onun buyruğu ile kolayca giden rüzgârı, bina kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları, demir halkalarla bağlı diğerlerini onun buyruğu altına verdik. İşte bu bizim ihsanımızdır. Artık sen de (istediğine) hesapsızca ver yahut verme” dedik.

Hz. Süleyman’ın ahit sandığı çevresinde inşa ettiği mabed, İbranicede ‘’Bet Ha Mikdaş’’ yani ‘’kutsal ev’’ kabul edilmektedir.

Süleyman tapınağı, M.Ö. 586 yılında Kudüs’ü ele geçiren Babil kralı Nabukadnezar tarafından yıkıldı ve Yahudileri Kudüs’^ten sürgün ederek Babil’e yolladı.

Yahudiler, Kudüs’e Pers kralı Kiros’un Kudüs’ü fethetmesinden sonra dönebildiler ve 2. Mabed, 1. Darius döneminde M.Ö. 515 yılında inşa edildi. Bu mabede Zorobabel mabedi denilmektedir. 2. Mabed, Yahudilerin kendi imkânlarıyla yapıldığı için Süleyman mabedinden küçüktür.

  1. mabedi büyüterek ihtişamlı bir mabed haline getiren ise Roma’nın Kudüs valisi Hirodes’tir. M.Ö. 20 yılında tapınağı genişleten Hirodes, tapınağı tekrar eski ihtişamına kavuşturmuştur.

Hirodes tapınağı ise sadece 90 yıl ayakta kalır. M.S. 70 yılında Kudüs’e giren Roma generali Titus, tapınağı yıkar. Ancak bir askerinin tavsiyesiyle tapınağın batı duvarının yıkılmamasını emreder. Çünkü bu sayede gelecek kuşaklar, nasıl bir tapınağı yıktığını görecektir.

İşte bugün Yahudilerin, önünde dua ettiği ağlama duvarı, Hirodes tapınağından kalan batı duvarıdır. Bugün tapınağın sadece alt kısımları Hirodes tapınağına aittir. Üst kısımları sonradan eklenerek restore edilmiştir.

Ağlama duvarının uzunluğu 485 metre olup yerden yüksekliği 18 metredir.

Yahudiler, ağlama duvarı önünde hem yıkılan mabedleri için ağlarlar hem de 3. Tapınağın yapılması için dua ederler. Tevrat’a göre 3. Tapınağı sadece Mesih inşa edebilir.

Ağlama duvarı, Yahudilerin özel günlerinde de toplanma mekânıdır. Pesah ve sukot bayramlarında Yahudiler, ağlama duvarı önünde ayin düzenlerler. Ayini Hz. Harun’un soyundan gelen kohenler yönetirler.

Yahudiler, ağlama duvarında dua ettikten sonra dileklerini küçük kâğıtlara yazıp duvarın taşları arasına sıkıştırırlar. Her yıl duvarın taşları arasına sıkıştırılan onbinlerce dilek kâğıdı, Roş Aşana ve Pesah Bayramları öncesinde toplanarak zeytindağına gömülür. İnanışa göre Mesih, zeytin dağına inip Yahudilerin dileklerini gerçekleştirecektir.

Yahudiler, Roma döneminde mabedleri yıkıldıktan sonra yüzyıllar boyunca Zeytinyağından ağlama duvarına bakarak dua etmişlerdir. Yahudiler ile ağlama duvarı arasındaki hasreti bitiren kişi ise Kanuni Sultan Süleyman’dır.

Sultan 2. Bayezid döneminde İspanya’dan göç eden Sefarad Yahudilerinden beri Osmanlı, Yahudilerin koruyuculuğunu üstlenmiştir. Kudüs’ü Yavuz Sultan Selim döneminde 1517 yılında fetheden Osmanlı, şehirde yaşayan Yahudilerin inançlarını özgürce yaşamaları için ağlama duvarına yaklaşmalarına izin vermiştir. Kanuni Sultan Süleyman, ayrıca duvarı restore ettirerek bugünkü görünümüne kavuşturmuştur.

Yahudiler 1929 yılında Kudüs’e girdiklerinde ağlama duvarı çevresindeki Müslüman evlerini yıkınca büyük olaylar çıkmış ve sorunun çözümü için konu BM ye taşınmıştır. BM, ağlama duvarının mülkiyetinin Müslümanlara ait olduğuna, Yahudilerin ise duvarda dua edebileceklerine karar vermiştir.

1948 yılında Ürdün, Kudüs’ün doğu bölgesini işgal edince Yahudilerin, ağlama duvarı önünde dua etmesini yasaklamıştır. Bu yasak, 1967 yılında İsrail ordusu Kudüs’ü ele geçirinceye kadar sürmüştür. 1967 yılından itibaren ağlama duvarı ve Kudüs, İsrail’in kontrolündedir.

Yahudilerin kutsal Şalı: Talit Şalı

Ağlama duvarından bahsederken Talit şalından da bahsetmeden olmaz. Çünkü Yahudiler, özel bayramlarında dua ederken talit şalını kullanırlar.

Talit şalı, beyaz ipek ya da pamuklu kumaştan yapılır. Şalın kenarlarında mavi çizgiler bulunur. Bu çizgiler, güneşin doğumunu belirlemek için kullanılır. Eğer talit şalındaki mavi çizgiler, beyazdan ayırt edilecek duruma gelmişse sabah duası yapılabilir.

Talitin omuz kısmına atara denir. Talit’in 4 köşesinde özel biçimde bağlanmış püsküller bulunmaktadır bunlara İbranice’de tsitsit adı verilir bu püsküllerin her biri 8 ipten oluşur ve her püsküldeki düğüm sayısı 10-5-6-5 olacak şekildedir bu da Tanrı’nın isminin İbranice’deki yazılışı olan YHWH harflerinin rakamsal karşılıklarına denk gelmektedir.

İsrail bayrağı, renklerini talit şalından almaktadır.

 

Devamını Oku