18 Ocak 2025 Cumartesi
Scholz, Kartalkaya'daki otel yangınından derin üzüntü duyduğunu belirtti
ALEVİTİSCHE GEMEİNDE HAMBURG-MİTTE KAHVALTISINDA SİYASİLER BULUŞTU!
RÜŞVETİN KÖK HÜCRESİNE İNMEK
IŞIKLAR İÇERİSİNDE UYUSUN YANLIŞI
BİRLİĞİMİZİ GÜÇLENDİRELİM!
İSRAİL-FİLİSTİN SAVAŞINDA TÜRKİYE´NİN TAKINMASI GEREKEN TAVIR
Rüşvete, yalnızca bireysel ahlaki zaaflardan kaynaklanan sorun olarak bakamayız. Kamu yönetim sistemine bulaşan virüse cerrahi müdahalenin yapılarak, neşter vurulmadan ortadan kalkmaz. Türkiye’de yerel yönetimler ve kamuda her gün medyada rüşvet haberleri yer alınca adeta bir organizmanın damarlarında dolaşan kirli bir kan gibi, tüm sistemi tehdit ettiği korkusuna kapılıyoruz. Bu tehditti ortadan kaldırmak için yüzeydeki belirtilere odaklanmak yerine, rüşvetin kaynağına, yani “kök hücresine” inmek gerekiyor.
Rüşvetin Kaynağı
Bir organizmada kök hücre, tüm hücrelerin temelini oluşturan ve organizmayı yöneten bir merkezdir. Eğer kök hücre düzgün çalışmazsa, organizmanın diğer tüm yapıları bozulur.
Kök hücre, sistemi yöneten beyin ve komut merkezi olduğuna göre, rüşvetin sistematik bir şekilde işleyebilmesi için kök hücrenin buna izin veren bir yapı oluşturması gerekir. Yani, rüşvet sadece bireylerin kötü niyetinden değil, yerleşmiş bir kültür ve bu kültürü destekleyen yönetim mekanizmalarından beslenir.
Tıkanan Damarlar ve İşlevsiz Sistem
Rüşvet, organizmada damarların tıkanmasına neden olan bir pıhtı gibi düşünülebilir. Damarlar kan taşıyamadığında, organlar işlevsiz hale gelir ve organizma çöker. Yerel yönetimlerde rüşvetin yarattığı tıkanıklık, kamu kaynaklarının etkin kullanılmasını engeller, vatandaşa hizmet sunumunu aksatır ve güven duygusunu zedeler.
Ancak, sorun tıkanan damarları keserek, stent takılarak çözülemez. Yani bireysel suçluların cezalandırılması ya da kısa vadeli tedbirlerle rüşveti önlemeye çalışmak, problemi ortadan kaldırmaz. Sorunun çözümü, organizmanın kök hücresine, yani rüşvetin doğmasına neden olan sistematik sorunlara odaklanarak teşhisi burada koyarak çözmek gerekir.
Çözüm önerileri
1. Şeffaflık ve hesap verebilirlik
Yerel yönetimlerde şeffaflık kültürünün hâkim kılınması, rüşvetin kök hücresine darbe vurur. İhale süreçlerinden bütçe harcamalarına kadar her adımın vatandaşın ve bağımsız kurumların denetimine açık hale getirilmesi gerekir.
2. Bağımsız denetim mekanizmaları
Yerel yönetimlerde rüşvetin yayılmasının temel nedenlerinden biri, denetim mekanizmalarının zayıflığıdır. Bu mekanizmalar siyasi baskılardan bağımsız hale getirilmeli ve düzenli denetimler sağlanmalıdır.
3. Eğitim ve kültür değişimi
Kamu görevlilerine etik değerler ve şeffaflık konusunda sürekli eğitimler verilmesi, denetlenmesi, rüşveti doğuran kültürel faktörlerle mücadelede etkili mücadele edilmeli.
4. Hukukun üstünlüğü ve etkin yaptırımlar
Rüşvet alan ve veren kişilere karşı hukuksal mücadeleye siyasi müdahale yapılmadan etkin yaptırımlar uygulanmalı. Yaptırımların tarafsız ve adil bir şekilde uygulanması elzemdir.
Sonuç olarak:
Rüşvetle mücadele, organizmanın tıkanan damarları kesmekle değil, kök hücresine müdahale ederek mümkündür. Türkiye’de yerel yönetimler ve kamunun diğer alanlarında rüşvetin ortadan kaldırılması, köklü bir sistem reformunu, şeffaflık kültürünün yerleştirilmesini ve etkin denetim mekanizmalarının oluşturulmasını gerektirir.
Rüşvetin kökünü kazımak için, bireylerin kendiliğinden hareket etmediği gerçekliğiyle, sistemin yeniden inşa edilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Kök hücre değişmeden damarlar sağlıklı bir şekilde bedeni yaşatamaz.
Hadi hayırlısı…
Türkiye’nin yerel yönetim işleyişi, son dönemde kayyum atamalarıyla yeniden şekilleniyor. Özellikle Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) yönetimindeki Esenyurt , Beşiktaş ve Ovacık belediyelerine, Dem Parti yönetimindeki Mardin, Batman , Tunceli, Halfeti ve Akdeniz belediyelerine kayyum atanması, siyasi tartışmaların omurgasını oluşturuyor. Bu gelişmeler, olası erken seçim öncesinde muhalefeti zayıflatmaya yönelik bir strateji mi, yoksa hukuki gerekçelerle alınan zorunlu kararlar mı? Bu soruya iktidar ve muhalefet çevrelerinin yanıtları doğal olarak farklı olsada muhalefet, “seçim operasyonu” olduğunu iddia ediyor.
Hükümet kanadı, kayyum atamalarını hukuki olduğunu açıklıyor. Esenyurt ve Ovacık Belediyelerini terörle ilişkilendirirken, Beşiktaş’ta belediyecilik faaliyetlerindeki usulsüzlükler, Dem Parti’nin yönettiği Mardin, Batman,Tunceli, Halfeti ve Akdeniz belediyelerinde ise terörle iltisaklı faaliyetler gerekçe gösterilerek kayyum atanması kararlaştırıldı. Muhalefet, bu gerekçelerin siyasi olduğunu ve asıl amacın muhalefeti yerelde zayıflatmak, seçmen tabanında hayal kırıklığı yaratmak olduğunu savunuyor.
Yerel yönetimler, halkın günlük yaşamında doğrudan etkili olan hizmetlerin sunulması nedeniyle siyasi rekabetin en yoğun yaşandığı alanlardan biridir. Bu belediyelere kayyum atanması, SGK borçları için haciz uygulamaları, seçilmiş yöneticilerin yerine atanmış kişilerin getirilmesiyle seçmen iradesine zarar verildiği eleştirilerini beraberinde getiriyor.
Kayyum atamaları, demokrasinin temel ilkelerinden biri olan seçmen iradesine ciddi bir müdahale olarak değerlendiriliyor. Seçilmiş belediye başkanlarının yerine atanmış kişilerin getirilmesi, yerel demokrasinin işleyişine yönelik bir çok soru işaretleri doğuruyor.
CHP ve Dem Parti, bu durumu meydanlarında “zamları gölgeleme, asgari üçret ve emekli maaşlarını gündemden düşürme ve demokratik süreçlere müdahale” olarak ele alıp meydanlara çıkmayı planlıyor. Bu strateji, seçmen nezdinde bir karşılık bulursa, kayyum atamalarının beklenenin aksine iktidar aleyhine bir etki yaratmaz mı?
Esenyurt, Beşiktaş, Ovacık, Mardin, Batman, Tunceli, Halifeti ve Akdeniz belediyelerine yapılan kayyum atamaları, siyasi tartışmaların odağına yerleşmiş durumda. Bu gelişmeler, muhalefeti zayıflatmaya yönelik bir hamle olarak görülse de, seçmenlerin tepkisi bu sürecin asıl sonuçlarını belirleyecektir. Türkiye’nin demokratik geleceği açısından, kayyum atamalarının hukuk, şeffaflık ve demokrasinin temel ilkelerine uygun olarak seçmeni ikna edilebilirler mi bilemiyorum. Aksi takdirde, bu tür müdahaleler yalnızca yerel siyaseti değil, Türkiye’nin genel siyasi istikrarını ve demokrasiye olan güveni de derinden etkileyebilir.
MHP, üzerinden cumhur ittifakı ve Dem Parti’nin barış söylemleri üzerinden el tutuşmasını iktidar heder etmemeli! Barışa en yakın olduğu anda coğrafyanın üzerine gülerek doğan güneş, kara haberlerle batırılmamalı.
Hadi hayırlısı…
Dünden bugüne Suriye: Fransızlar, San Remo Antlaşması’ndan sonra Suriye’yi parçalayarak Şam ve Halep Devletleri kurdu. Ayrıca 1922’de Lazkiye’de Alevi, Cebel-i Dürzi Dağı çevresinde de Dürzi Devleti kuruldu. 5 Aralık 1924’te Şam ve Halep Devletleri birleştirilerek Suriye kuruldu.
ABD’nin “beş yıl hapiste tuttum” dediği Colani gerçekte kim?
Gerçek ismi Ahmed Hussein al-Sharaa olan Colani, 1982’de Suudi Arabistan’ın Riyad kentinde doğdu. 1989 yılında ailesiyle Suriye’ye geldi. 2003 yılında ABD’nin Irak işgali döneminde Suriye’den Irak’a giden Colani, IŞİD’in eski lideri El Bağdadi ile saldırılara katıldı. 2006 yılında ABD tarafından tutuklandı. Beş yılın ardından Suriye’ye geri dönen Colani, 2016’da fikir farklılıkları olduğu gerekçesiyle IŞİD ile bağlarını kopardıklarını açıkladı.
Temmuz 2016’da Halep, Rusya’nın yardımıyla Suriye ordusunun kontrolüne geçti. Buradaki cihatçılar, İdlib’e yöneldi. Aynı dönemde Colani, örgütün adını “Şam’ın Fethi Cephesi” olarak değiştirdiğini duyurdu. El Kaide’yle bağlarını kestiklerini söyledi. Colani, 2017’de birkaç cihatçı örgütle birleşerek HTŞ’yi (Heyet Tahrir el Şam) kurduğunu açıkladı.
Suriyeliler neyi kutluyor?
Suriye’nin ordusu, toprakları, zenginlikleri, ülkeleri paramparça oldu. Suriyeliler, karmaşık siyasi, dini ve etnik çatışmaların ortasında “zafer” mi kutluyor? Esad’ın baskıcı rejimine karşı kazanıldığı düşünülen “zafer” gerçek Suriye halklarının iradesiyle ortaya çıkan bir birlik veya kalıcı çözüm getirmedi. Aksine Suriye’nin daha fazla bölünmesine ve zayıflamasına neden oldu.
Esad diktatörlüğünün çökmesiyle “zafer” kutlamaları yakın gelecekte artçı depremlerle ağıtlara dönüşeceği bugünden belli değil mi? Suriye halkları, kendi iç dinamikleriyle değişim gerçekleştirmediklerini biliyorlar. Irak, Libya, Tunus gibi ülkelerde 2011 sonrası “zafer” kutlamalarının hayal kırıklığı yaratarak, ağıtlara dönüştüğünü dünya âlem gördü. O gün, küresel güçlerin Saddam, Kaddafi, Zeynel Abidin Bin Ali’nin baskıcı rejiminden kurtardıklarına inanarak naralar atıp, zafer kutlayanlar bugün vatan diyecekleri toprak bütünlüklerini, merkezi devlet yapılarını arıyorlar.
Cihatçı imajıyla, demokrasi iması
Küresel güçlerin açtığı parkurda ilerleyen cihatçılar yol boyunca ABD ve Rusya üslerini selamlayarak, parçaladıkları Suriye toprakları üzerinden Şam’ a geldiler.
Küresel güçlerin Ortadoğu’daki etkisi, cihatçı örgütlerin ve yerel liderlerin rolleri sonucu ortaya çıkan Suriye’deki parçalanmış yapı bölge halkları için kuşkusuz kalıcı bir felaket olacak.
Colani, ideolojik bir imaj yaratarak, kısaltılmış sakalı ve takım elbisesiyle “ehlileşmiş” bir lider görüntüsüyle; cihat söylemlerini sessize alıp, havanda demokrasi döverek ABD’nin CNN kanalına mülakat verdi.
HTŞ, ABD ve Rusya’nın açtığı güvenli yoldan;
Roma döneminde Jüpiter’e adanmış bir pagan tapınağı olarak inşa edilen, 391 yılında Roma İmparatoru I. Theodosius döneminde Aziz Yahya Kilisesi adını alan ve daha sonra 634’te Arap ordularınca Şam’ın alınması sonrası ibadete açılan Emevi Camisi’ne girdi.
“Colonilere yapay zeka donanımlı liderler”
Suriye’nin birlikte yaşam isteyen halkları saf dışı edilerek, ABD, AB, İngiltere, Rusya ve İsrail yazılımı ateş hattında Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yeni nesil “koloniler” oluşturuluyor.
ABD, AB, Rusya ve İsrail’in kapsama alanı içinde navigasyonla yönlendirilen güzergahtan cihatçılar Şam’a yürüdüler. 15 Mart 2011 tarihinden bugüne Türkiye ve diğer dünya ülkelerinde yaşayan Suriyeliler, evlerine döndüklerinde Suriye’nin parçalanmış hangi kolonisine yerleşeceklerini, nasıl yaşayacaklarını bilmeden zafer kutlamaları yapıyorlar. Esad zulmünden kaçarken bırakıp geldikleri topraklarda hangi mezhebin, ulusun veya milliyetin yönetimi altında olan kolonilerde yaşayacaklarından habersizler.
Parçalanmış Suriye içinde ABD, İngiltere ve Rusya koloniler kurarak, kendi yazılımlarıyla donattıkları yapay zekâ yöneticileri lider olarak atıyorlar.
Elbette, böyle geldi, böyle gitmeyecek!
Bugün küresel güçlerin Suriye halklarını bertaraf ederek, öbek öbek seyyar montaj yönetim oluşumlarına destek verenlerin, zafer naraları atanların çocukları, yarın koloni yönetimlerinin baskı, zulüm ve işkenceleri altında inim inim inleyecekler. Atalarının bugünkü işbirlikçi tutumlarından utanç duyan yoksul halklar, birlikte özgürlük mücadelesi verecekler.
Sonuç olarak:
Küresel güçler, yeni dünya düzenini “Arap Baharı” barbarlığıyla Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da merkezi devletleri kolonilere evirdi.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yeni işbirlikçi kabile kolonileri oluşumu, Amerika’yı, Rusya’yı, İngiltere’yi, Avrupa Birliği ülkelerini ve İsrail’i rahatlattı. Ortadoğu ve Kuzey Afrika halkları, özgürlük vaatleriyle sokaklara salındı. Yerli işbirlikçiler aracılığıyla cihatçı örgütler kurularak liderler atandı. Mezhep, ulus ve milliyet ayrışması üzerinden kendi halklarını katlederek, ülkelerini yıkıp yağmalayarak kendi sonlarını hazırladılar. Suriyelilerin içinde bulunduğu belirsizlik bölgede daha büyük jeopolitik çıkar oyunlarını yansıtan derinlikte bir hareket olarak ortaya çıktı.
Daha önce şahı seçerek, vezirini atayarak, kaleleri piyonlarıyla koruyan küresel güçler, bugün yeni model koloniler üzerinde laboratuvar deneylerine devam ediyorlar. Kontrolü kolay, değişimi zahmetsiz, tasfiyesi masrafsız yapay zekâ üretimi koloni modeline mat olup vatansız kalan ahaliye hayırlı olsun.
Hadi hayırlısı…
MUSTAFA BECERİKLİ’NİN ANISINA!
Mustafa Becerikli’nin sonsuzluğa uğurlandığını ortak yoldaşımız Sadık Çalışkan’dan dün gece dudum!
Önce köy köy dolaştığın motorsikletinin sesi sustu
Şimdi susarak sen mi sonsuzluğa gittin…
Mustafa Becerikli, Halkın Kurtuluşu’nun Hekimhan, Hasançelebi ve köylerinde okuyucuya ulaşmasında, Yurtsever Devrimci Gençlik Federasyonu taraftarı kazanımı, Partisinin örgütlü toplum oluşumununda yer aldı. 1970’li yılların yarısından başlayıp 1980 Eylü darbesine kadar yörenin öncü devrimcilerindendi.
Şah Hüseyin Aksüt, Sadık Çalışkan, Mustafa Becerikli üçlüsünün üniversite yıllarında etkilendikleri Halkın Kurtuluşu ve YDGD (Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği) içinde devrimci düşünceyi 1970’li yıllarda kendi kasabalarına, nahiyelerine, köylerine taşıdılar
Mustafa Becerikli; Harman yerlerinde, dere kenarında, çayırlarında, kaysı bahçelerinde, bağ evlerinde verilen seminerlerde konuşmacıydı. Yeni kararların duyurucusu, sorunlara çözüm üreten devrimci kişilikti.
Mustafa Becerikli; dağa, taşa, köye, şehire ‘TDKP-İÖ kuruldu’ yazılamasını yapan, yöre bildirisin yazan, özel yayınını dağıtan, seminerler veren, gençlik örgütlenmesininin öncülerindendir.
HASANÇELEBİ’NİN ÜÇ ÇINARI!
Mustafa’nın sesiz sakin vurgulu anlatımları, sabırlı dinleyişi, not alımları, Şah Hüseyin’in hareketli hiperaktif hali, Sadık Çalışkan’ın kararlılığı, heyecanı her birinin halleri; 1978 kuşağı yöre gençliğine yansıdı. Onların çalışkan, dirençli, inançlı tutumunun, yörede duyarlı gençliğin oluşmasındaki katkılarını küçümsemek hiç kuşkusuz insanlıktan çıkmak olur. Bugün, iyi baba, eş, kardeş, insan olmalarına o dönem okumaya teşvik, sosyal yaşam, kişilik kazanma, emeğine sahip çıkma, insani der… eğitimleriyle katkı sundular.
MOTORSİKLET SESİ!
O yıllarda bölgede bir elin parmakları kadar motorsiklet vardı. Motorsiklet sesini duyan köylüler evlerinden, bahçelerinden, tarlalarından köy meydanına giderler. Şah Hüseyin ya Mustafa ‘nın olduğunu bilirler. Mustafa’nın olduğunu köye yaklaştıklarında iri yarı duruşundan anlarlar. Onlar henüz motorsikletten inmeden çevrelerinde köylülerce halka oluştur. Kadın, kız, yaşlı, genç köylüler çerçiden alışveriş yaparcasına heyecanla heybede çıkarılacak olan Halkın Kurtuluşu gazetesi, Parti Bayrağı dergisi, Gençlik eklerini görmek için sabırsızlanırlardı. Dergiler, gazeteler o an düzelince dağıtılır, Mustafa bir köylü tarafından yemeğe davet edilirdi.
Yer sofraları kurulur, haftanın gündemi, güncel konularda sohbetler yapılırdı.
Bölgenin bir çok genci, yaşlısı, çocuğu; Proleteyraya, Sosyalizim, Faşizm, Feodalizm… kelimelerini onlardan öğrendiler.
BİRAZDA MİZAH!
Okuma yazmadı olmayan köylülerden, onların getirdikleri dergilerin kapağındaki Stalin’in bıyıklı fotoğrafını görüp, “bu Alevi dedesi mi?” Diye soranlar oldu. Orak çekiç’i n fotoğrafını görenlerden “ Mustafa orak, çekiç mi satıyorsun ? Yoksa bilemek için mi dolaşıyorsun?” diyenler oldu.
ANILAR!
Şüphesiz hepisi; Üç yoldaşın Ahlaklarını, duruşlarını, dirençlerini, halkını bağlılığını, saygılı hallerini, çalışkanlıklarını yöre halkı çok ama çok sevdiler.
Mustafa Becerikli, sürekli çok şık ve temiz giyinen devrimciydi. Sohbetlerde, tartışmalarda, konuşmacı olduğu panel ve seminerlerden insanları dinler, gömlek cebinden çıkardığı o dönemin ünlü sheaffer marka kalemiyle küçük kağıt parçalarına inci gibi yazısıyla not alır, sonra sesiz ama vurgulu tonlarla tane tane cevap verirdi.
Mustafa, Şahüseyin, Sadık ayrılmaz üçlüydüler… Istanbul’ da faşistlerce kaçırılarak katledilen yöremizin ilk devrim şehidi Hasan Doğan’ın arkadaşı, yoldaşıydılar.
Mustafa Becerikli teorik olarak birikimli, anlatımıyla toplumu etkilemesi beğeni kazandı, güven oluşturdu. O dönem gençlerinin idolü oldu.
“ÜLKENİN KADERİ GİBİ!”
Türkiye’ye karabasan gibi çöken 1980 darbesi sonrası Şah Hüseyin Aksüt trafik kazası sonucu fiziken aramızdan ayrıldı. Mustafa Becerik’li onbinlerce devrimci gibi 12 Eylül 1980 darbesi sonrası; vahşi saldırılar, amansız baskılar, zulümlerin karanlığını aşamayarak devrime inancını gönül bağı ile sürdürdü.
Fırtınalı yılların yarattığı olumsuzluklar, sosyal ve ekonomik sorunlar, baskı psikolojisi binlerce insan gibi Mustafa Becerikli’nin yaşamını zorlaştırdı.
Mustafa Becerikli’nin motorsikletinin sesiyleyle bütünleşen, devrimci mücadeleye çağırı konuşmalarını; o dönemin gençleri bugün: Çocuklarına, torunlarına: ‘Başak köyünde coşkulu 1 Mayıs kutladıklarını, Başkınık’da okuma akşamları yapılışını, Akmağara’da çayırda toplanan yüzlerce gencin tartışmalara katılımını, Hekimhan’da öğrenci evlerinde teorik kitaplar okuyup tartıştıklarını anlatıyorlar. Mustafa Becerikli’nin devrimci mücadeleye katkısı anılarıyla, yaşayacak, yaşatılacak.
Hadi hayırlısı…!
Eskiden devletler, gelişmelere göre kendi hükümet şemalarını hazırladı. Kurulan hükümetler; ekonomik, siyasi, sosyal alanlarda devletin kurguları üzerinden yönetimlerini sürdürürlerdi.
Bugüne kadar gözle görülür, elle tutulur olmamış hükümetlerin, devletlerin bağlı olduğu “derin devlet” yapısı konuşulur.
Kontra örgütler, katliamlar, çatışmalar, faili meçhul infazlar, cinayetler… kötülüklerin adresi ‘derin devlet’ gösterirlerdi. Uyuşturucu , fuhuş, kumar, adliye, sağlık, eğitim, ihale… çetelerin arkasında ‘derin devlet’ olduğu söylenir.
Bugün ülkelerin derin devletleri yüzeye çekilerek küresel derinlik bir katman daha aşağı indi. Milli sermaye küresel sermayenin kontrolünden yoksul ülkelerde ekonomik ve siyasi güç oldu.
YOKSUL HALKLARIN MÜCADELESİ
AYNI VAADLER!
İşbirlikçi sermaye yoksul ülkelerin zenginliklerini kendi sermayelerine katarken, ülkelerde daha çok yoksullaşma yayıyor. Ülkelerin iktidarları yoksul halklara yönelik hak ve özgürlükler vaat ediyorlar.
Bu söylemler yoksul ülkelerde yaşayanların çocukluğundan yaşlılığına kulakları aşındırır. Yetmiş yaşlarına, doksan yaşlarına gelirsiniz, kulaklarınız duymaz, hala vaatleri işitme cihazlarına üfürürler.
KÜRESEL GÜÇ YEREL KORKU!
Küresel güçler ; miadı dolmuş savaş zsanayisini eritmek, yenilemek ve askerlerine hareket kabiliyeti kazandırmak için savaş sürdürüyorlar. Küresel güçler ekonomik ve siyasi güç olma yarışındalar.
ABD, AB, Rusya, Çin, İsrail…, yoksul ülkeler Ö ö üzerinde kuzgunlar gibi uçuşuyorlar.
Yoksul ülkelerde ulus, milliyet, inanç, feodal yapı üzerinden halkları ayrıştırıp çatıştırıyorlar.
Ekonomik, siyasi olarak emperyalizme bağımlılığı olan yoksul ülke devletleri ve hükümetlerin kendi manevra kabiliyetlerini kaybettiler. Ülkeler işbirlikçi küresel sermayenin gölgesi olmaya devam ediyorlar. “Aç kalın, susuz kalın, yoksul kalın… vatansız kalmayın.” Kendi ülke halklarını savaş ve işgalle korkutuyorlar. Savaş, işgal propagandası yapıyorlar. Kendilerinin parsel parsel sattıkları vatanları yoksul halklara savunma sorumluluğu yüklüyorlar.
Biliyorlar ki, yoksul halkların ekonomik güçleri kudretleri yok. Biliyorlar ki, yoksul halklar saf temiz ve vatanseverdirler.
Yoksul ülkeler işgal edildiğinde, kimi işbirlikçiler işgalcilerin bilgisi dahilinde ülkeyi terk ederler. Bazıları ihtiyaç dahilinde korunmaya alınarak, işbirlikçilerin yönetim kademelerinde görev alırlar. Küresel korku yayarak yoksul halkların işgalcilere biat etmeleri istenir.
Haliyle, yerli işbirlikçiler kendi sermayelerini güçlendirirler. Vatanı, toprağı, bayrağı, halkları önemsemezler.
Küresel güçlerin işgalinden kurtarmak, ekonomik ve siyasi bağımsızlık, yoksul halkların birlikte mücadelesiyle kazanılır.
Hadi hayırlısı…