ÖZVERİ…

ÖZVERİ…
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Tekrar Merhaba…

Zorunlu bir sağlık sorunundan kaynaklanan ayrılığım nihayet sona eriyor. Tekrar bilgisayarıma kavuşmak ve tuşlarda gezinmek ne kadar güzel?

Geri dönüp baktığımda ne kadar çok şey olduğunu; kimlerin beni özleyip; kimilerinin uzak durduğunu daha iyi görebiliyorum.

Yaz ve kış patikalarda dolaştığım günleri hayal etmiş, ormanların o insanı dinginleştiren havasını içine çekmiş, ıssız bir dağ başında kurduğumuz çadırın önünde yaktığımız odun ateşinin kokusunu özlemiş biri olarak yaşamın kısalığını, gücümün her geçen gün nasıl azaldığını üzülerek fark ettim.

Bugün her ne kadar gezip, çocuk ve gençlere doğa sevgisini aşıladığımız yeşil yaylalardan, uludağın bakir alanlarından, kulübelerden, tor kayalıklarından geriye bir şey kalmamış; Milli parkın o sihirli dokusu rant uğruna yok edilmiş  olsa da, içimizdeki sevgisinin ve anılarının kaybolmadığını görüyorum.

Tek tesellim, bu güzellikleri yaşamış; izcilerin yaktığı küçük ateşte ısınmış olanların da bütün bunları hissedip unutmamış, ülkemizin geleceği adına ayni kaygıları paylaşmakta olmamızdır.

Tecrübe ettik ki, “Yaşama küskünlük elinizdeki güzellikleri kaybetmeniz ile başlar” sözü ne kadar doğru imiş? Yeni bir depremde sevdiğiniz insanları kaybetmek, onlara ulaşamamanın çaresizliğini yaşamak, hayatta iken ihmal ettiğiniz sevdikleri anımsamak acıların en çaresizi oluyor.

Ağaca, ormana, çiçeğe, kelebeğe, denize, balığa, dalgaların kumsala vururken çıkardığı sese, şafak vakti öten bir kuşun o küçücük hançeresinden dökülen muhteşem nağmelere, özlediğiniz bir dostun sesine değer vermiyorsanız biliniz ki yaşamıyorsunuzdur.

Biz çocukların neşeli çığlıklarını, yüzlerindeki gülümsemelerini, sizi gördükleri zaman gözlerindeki ışıltıları, geleceğe duymaları gereken güvenlerini kaybettik. Sadece rant’ı düşünerek koskoca bir ülkenin geleceğe bırakacağı mirası zehirledik, yakılmasına, yok olmasına göz yumduk. Yardımı ve destek isteyenlerden bunu esirgedik.

Zaman, zaman “Keşke bütün bu yaşananlar kötü bir düş olsa idi ve bir gün bu kabustan uyanabilseydim” diye düşünüyorum.

Maalesef geleceğe bizler çok kötü bir miras bırakıyoruz. Çocuklarımızı ise sonu belirsiz günler bekliyor. Kendi sırça köşklerinde oturanlar, kendi geleceklerini garanti altına almak için her türlü ahlaksızlığı yapan ve göz yumanlar, geçim derdi olmayanlar, fakir fukaranın beslenmesini makarnaya bağlayanlar anlaşılan Fransız ihtilalini okumamışlar. İkinci dünya savaşından; yanıp yıkılıp çıkmış ülkelerin çocuk ve kadınlarının ne tür acılara maruz kaldıklarını, kayıplarının neler olduğunu anlayamamışlar.

Sevgili Atatürk’ün ülkeyi müreffeh kılmak, Türk halkının hiçbir yabancı ülkeye muhtaç olmadan yaşaması için tarımdan sanayi tesislerine, sosyal hayattan fikir ve sanat devrimlerine kadar neler yaptıklarının farkına varmamışlar.

Bugün geldiğimiz noktada böylesine görünmez bir mali yıkımın nasıl yaşandığına, ülkeye getirilen yabancı göçmenlerin işgal kuvvetleri gibi yerleşik düzene geçmelerine, yetiştirdiğimiz onca bilim adamı ve akil insanın bir zamanlar düşman kuvvetlerine yakalanmamak için adeta yurt dışına kaçıp yabancı ülekelere gitmelerine, kendi madenlerimizin, ormanlarımızın, tarım ve zeytinlik alanların yok edilmesine seyirci kalmak, her geçen gün boynumuzdaki geçim ilmeğinin biraz daha sıkılmasına hayret etmemek aklı başındaki hiç kimsenin katlanacağı bir durum değildir.

Bu ülkenin düşünen, planlayan, geleceği kendi vatandaşı için planlayan ve koruyan insanlara ihtiyacı vardır.

Özveri, bir işin başarılması, bir amaca varılması için yapılır.  Savaş gibi barış gibi…

Yoksa şer güçlerin yaptıklarına kendi menfaati için göz yuman, perde olan, elindeki gücü halkına karşı tehdit olarak kullananların beka’ları için değil…

 

Taner TÜMERDİRİM

[email protected]

 

 

 

Devamını Oku

GERÇEK…

4

BEĞENDİM

ABONE OL

Dostlar bu sıralarda yazılarıma ara vermemin nedenini sorguluyorlar.
Oysa yazmaya ara vermiş falan değilim.
Sadece yazdıklarımı yayınlayamıyorum… Daha doğrusu düzeltmeleri yapıp, yayınlayamıyorum.
Bir usta “Herkesin konuştuğu yerde susmasını bilmek gerek” demişti. Eh, bende susma hakkımı kullanıyorum.
Bu durum bana trafikte sizi geçmek için can atan acelecilereyol verme olgunluğunu göstermekle eş değer gibi geliyor.
Yazma alışkanlığını edindiğinizde sabahın beşinde uyanır, tuşların başına geçer, aklınıza üşüşen ve “Beni de yaz, benide yaz…” diyerek acele eden, akıl girdaplarına yığılandüşünceleriniz ile boğuşmaya başlarsınız. Böyle bir alışkanlığınız var ise ”Vaz geçtim, yazmıyorum” demenizmümkün değildir… Bir süre sonra yazmadıklarınız rahatsızlık vermeye, size kızmaya başlar, düşüncelerinizi esir alırlar. O nedenle yazmak en iyisidir. Yayınlamasanız bile… Yazmak bir nevi kurtulmaktır.
***
Ayrıca çok fazla tanışınız olunca bu sıralarda uzaktan-yakından pek çok kayıp haberi aldık. Hastalarla ilgilenmektezamanımızın çoğunu alıyor. Kafamızı kuma gömüp, etrafımızda olup-bitenler ile ilgilenmeden devekuşu gibi yaşamamız bize göre değil. Üstüne-üstlük havaların değişmesi ile birlikte nükseden eski hastalıklarınız var ise zamanınızın bir bölümünü de kendinize ayırmak zorundasınız.
Tek teselliniz sizi arayan ve merak eden dostlarınız olur…
Eh işte bende bir süre yazılarıma ara vermemin mazeretlerini sıraladım…
Bildiğiniz gibi gerçek TEK’tir ve değişmez. Gerçeği duyurmak çoğu insanın ümitlerini kırmak demektir. Onun yerine hayal satmak, hayal kurmalarını teşvik etmek güzeldir. Güzeldir de, hayaller gerçekleşmeyince olanları biliyor ve görüyorsunuz.
Daha önceleri de söylediğim gibi herkes, her şeyi söylüyor ve size söz bırakmıyorsa sıranızı beklemeniz kadar doğal bir davranış yoktur. Sırf yazmış ya da konuşmuş olmak için sözleri sarf etmek, avcılıkla karanlığa ateş etmek kadar tehlikeli bir eylemdir. Hele, hele böyle dönemlerde yaptığınız her harekete ve söylediğiniz her söze dikkat etmeniz gerekir. Bir de, yazdıklarınızı biriktirmenin ne kadar önemli bir hazine olduğunu keşfediyorsunuz.
Yazarların kalkanı yoktur gelecek olan tehlikelere karşı kendilerini koruyamazlar. Dolayısı ile başınıza bir iş geldiğinde arkanızda dostlarınızdan başka kimse durmaz. Gerçekleri ifade etmek işte böylesine sıkıntılı bir iştir. Bazenyaşadığınız dönem gerçekleri dinleme değil, dillendirenleri susturma dönemidir. Yeterince zengin değilseniz zaten haklı da değilsinizdir. O nedenle tek sermayesi kalemi olan bizim gibilerin kalemleri ile nerede ne zaman yazacaklarını ve nerede kıracaklarını bilmesi gerekir.
***
Ülkemizde değişmeyen tek şey siyasetin ortak dili, ortak kaygıları ve kavgalarıdır. Her seçim döneminde ayni senaryoların uygulamaya konması bizi temsil ettiklerini söyleyen ve yararımızı düşündüklerini ifade edenlerin süregelen davranış biçimleridir. Ortaya yeni bir anlayış, bir yenilikçi bir fikir koymaları ve bunu savunmalarına sistem izin vermemektedir. Yerel seçimlerde aday olanların ortak dil kullanmaları bundandır. İzlediğimizde; şehirlere yeni bir vizyon getireceğini iddia etmekten çok yapılan yanlışlarıeleştiren –sanki o yanlışları bizim insanlarımız yapmamış gibi- yerden yere vuran, ya da daha önce olan bitende hiç payları yokmuş gibi davranan, sil baştan yeniymiş gibi ortaya çıkan eski siyasetçilerden başka bir şey göremiyoruz. Tabii, yaptıkları söylemler de bundan öncesini hatırlatıyor. Bir yenilik getirmiyor…
Büyük şehirler geleceğe taşıdıkları sorunlar ile tam bir kaos yuvası haline gelmişken, buralarda yaşama zorunluluğu olmayanların evini barkını terk edip kırsala kaçmalarını ya da yavaş kentlere akın etmelerini yadırgamamak lazım.
Doğrusu, bu dönemde aday olmak ve görev almak akıllı insanlar için çok zor bir tercih. Mangal gibi yürek ve güç istiyor. Ayrıca kaba gücün karşısında durmak yerine, kenara çekilmeyi tercih eden pek çok insan var. Oysa siyasette uzman kadrolara her zamankinden daha çok ihtiyaç var. Hele, hele Türkiye deprem, terör ve doğal afetler ile sarsılırken…
***
Pek çok konuda Milli politikaların üretilememesi ve tavır sergilenmemesi, davranış ve kararlılık gösterilmemesi işimizidaha da zorlaştırdı. Gerek düşüncelerimizi, gerekse yapmak istediklerimizi denetlemeye tabi tutacağımız ölçüp biçme alışkanlığımız da yok. Ben yaptım oldu modeli en çok tercih ettiğimiz şey.
Oysa Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ve silah arkadaşlarının ortaya koyduğu ilke ve inkılaplar bizim tek doğrumuz olması gerekirken, içinde yer aldığımız geminin rotası geleceğimizin belirlenmesi için başka ülkelerin sanal kaptanlarına endekslenmiş durumda. Daha doğrusu çakma kaptanlar ile zikzaklar çizerek asıl hedeften uzaklaşmaya devam ediyoruz. Umarız bu seçimler –hilesiz, hurdasız yapılabilir ise- halk mesajını Millîlikten yana verme fırsatını bulur da dümene gerçek bir kaptan buluruz.
Yoksa eskilerin değimi ile, Allah sonumuzu hayreylesin.“Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete”

Devamını Oku

GÖZYAŞI…

4

BEĞENDİM

ABONE OL

İnsan olan sadece canı yandığı için ağlamaz.
İnsan olan, bir başkasının canı yandığı zamanda ağlayabilir.
Vatanını seven, vatanını korumak için göğsünü siper edenler için de ağlar…
Tanısanız da, tanımasanız da… Her hangi bir yakınlığınız olsa da, olmasa da… Gönül bağınız olsa da, olmasa da…
Sonunda ayni halkın bir bireyi iseniz; ayni topraklar üzerinde yaşıyorsanız ve sizin için yaşamını ortaya koymuşsa, zamanında ayni üniformayı giyip ayni yoldan geçmiş, ayni eğitimi almış iseniz, ayni askerlik andını içmişseniz o sizin kardeşinizdir.
Başına bir şey geldiğinde elbette yüreğiniz burulacak, karnınıza yumruk yemiş gibi olacak, ona kötülük edenlere hınçlanacak, çözümsüz kalınca hırçınlaşacak, göz pınarlarınızda biriken gözyaşınızı tutamayacaksınız.
***
Eğer ölen vatan savunmasında görev almış bir fert ise, kahpe bir kurşun ciğerini delip geçmiş ise sizin de ciğeriniz ayni oranda acır. Gözünüze uyku girmez, çözümsüz kalan elleriniz duadan başka bir şey yapamaz.
Ağzınız “Neden”leri sorgulamak istese de susarsınız.
Asker ocağındaki her Mehmetçiğin başta yaradan olmak üzere bir koruyucusu, arkasında binlerce kardeşi, gittiği yerde onun gibi şehit olmuş yüzlerce arkadaşı vardır.
Vardır da, insanın gücüne giden, bir avuç çapulcunun şanlı bir tarihe sahip koca bir Türk ordusuna kafa tutuyor olması, kalleşçe ölüm saçmasıdır.
Eh düşman bu… Karşına mertçe çıkacak hali yok ya? Pusular kuracak, yalanlar söyleyecek, kendi amacını gerçekleştirmek için seni arkadan vuracaktır.
Gündüz külahlı, gece silahlı olacaktır. Senin zayıf noktanı kollayacak, oraya saldıracaktır. Senin saflığından, iyi niyetinden, samimiyetinden faydalanacaktır. Sana içine zehir konmuş elmayı sunacak, sen ölürken gülerek seyredecektir.
***
Tuzağa düşmemenin tek yolu geçmişten ders çıkarmaktır.
Tıpkı Atatürk gibi…
Savaş alanlarında kitap okuyan, geçmişin savaş oyunlarını ezberleyen, dostu düşmanı birbirinden ayırmak için belli bir akıl süzgecinden geçirmek, düşmanının bir sonraki hamlesini “Akletmek” gerek. “Türkiye, Türklere bırakılamayacak kadar önemlidir” diyen ve bunu yüz yıllar sürecek bir savaşın sloganı yapan düşmanlarla çevrili olduğumuzu unutmamak zorundayız.
Bilmeliyiz ki, bundan sonra milletler arasındaki savaşlar silahların, göğüs-göğüse çarpışmaların savaşı olmayacaktır.
Bundan sonraki savaşlar teknolojilerin savaşlarıdır. Akıllı füzelerin, uçan arabaların, derin sularda giden denizaltıların ve güdümlü füzelerin, uzaydan yönetilen uyduların hedefleri saptadığı, belli bir bölgede çıkarılacak yapay fırtınaların, yağmurların, depremlerin, sellerin, yıldırımların, kuraklığın veya sel baskınlarının kullanıldığı savaşlar olacaktır.
Bu nedenle okuma imkanı bulamayan, kazandığı üniversiteyi bırakmak zorunda kalan 728 bin öğrencinin göz yaşlarının silinmesi, bilim yuvalarına dönülmesinin sağlanması, yurt dışına gitmek zorunda olduğunu düşünenlerin vaz geçirilmesi için çabalanması gerekir.
Yoksa vay geldi başımıza…
Vatan toprağı dediğimiz yerde şehit olmaktan başka bir şey gelmez elimizden… O da bizden sonrakilerin yaşamasına yetmez…
Her yer gözyaşı damlaları ile ıslanmadan lütfen harekete geçin…

Devamını Oku

YAZMAK, YAŞAMAKTIR…

3

BEĞENDİM

ABONE OL

“Nefes aldığınız sürece yazınız. Çünki yazmak, yaşamaktır„

Bu sıralarda elim kalem tutmaz oldu.
Yazmam gereken onca yazı, şiir karalamalarım, dostlarıma aktarmam gereken konular biriktikçe birikti… Bir yanda hastalıklar, öte yanda yoğunlaşan aktiviteler, cenazeler derken dengem kaçtı.
Neyseki izleniyormuşuz. Hoş, bizim yazılarımızı bir kişi bile okusa, yazma misyonunu üstlendi isek o bir kişi için bile yazmak, okuyucuyu hoşnut etmek gerekiyor.
Geçtiğimiz günlerde Bursa Hakimiyet gazetesinde yıllar önce beraber koşuşturduğumuz, çekirdekten gazeteci ve yazar kardeşimizden bir çağrı aldım. İsminin önüne “Doktor” ünvanını bütün güç şartlara rağmen eklemeyi başaran Murat KUTER artık acemi bir muhabir değil. Aksine günlük yazılar yazan bir dost. O da eskilerden bir rüzgar estirdi. Bir dönem birlikte olduğumuz, güzel işlere imza attığımız, bunu ancak bugün içine düştüğümüz kaos günlerinde değerlendirebildiğimiz o günkü olayların baş mimarı sevgili Yalçın Ağabey (İPBÜKEN) ile kaleme aldıkları “Yalçın İpbükenin yaşamından” isimli kitabın tanıtımına çağrıldık. Gönlüm onlarla ama, uzun yolculuklar yapamıyorum.
Bunca yıl sonra hatırlanmak güzel şey. Tofaş’ın Bursa’da ki lokalinde yapılacak tanıtım benim için çok şey ifade ediyor. Hele, hele Yalçın ağabeyin anıları çok önemli. Yalçın İPBÜKEN, Tofaş’lı günlerinde avukat olduğunu unutup, tüm spor camiasının bugün bile özlediği bir duruş göstererek; rahmetli Hayri KOYUNCU ile birlikte TOFAŞ-SAS kulübünü kuran, Basketbolda, Güreş’te ilklere imza atan; fabrika bünyesinde İşçi çocuklarına ve çalışanlarına sporu sevdiren, fabrikanın boş alanlarına futbol kalelerini, basket ve voleybol potalarını diken; Uludağ Kirazlıyayla’da çocuk ve genç sporcular için İzci ve Sporcu kamplarının yapılmasına emek vermiş bir isim…
O günlerin sıkıntılarını ve zorluklarını, hatta Tofaş’ta bile olsanız yokluklarını, devletin önünüze çıkardığı bürokratik engellerini düşününce ne kadar önemli işler yapmış olduğunu birebir yaşamış biri olarak daha iyi algılıyorsunuz. Tofaş ile birlikte Renault ve Mako’nunda isteklendirilmesinde önemli rol oynadı. Eğer bugün Tofaş’ta bir spor salonu ve sporcu camiası varsa bunu Yalçın İPBÜKEN’e borçlu…
***
Kitabın hazırlanıp, Yalçın ağabeyin isteklendirilmesinde Dr.Murat KUTER’in de Bursa’nın spor yaşamında önemli bir rolü olduğu yadsınamaz. Bir zamanların çırağı, bugünün duayen gazetecisi olan; Bursa basınından her şartta kopmayıp bağını sürdürerek bir vefa örneği gösteren arkadaşımızın gayretleri her türlü takdirin üzerinde… Düşünüyorum da, onun gibi kaç kişi kaldı ki?
İçine sürüklendiğimiz Siyaset, Mafya, Ekonomi ve Cemaat yapılanmalarında öyle saldırılara uğramışız ki, olaylar bizleri öylesine oyalamış ki, bunlardan sıyrılıp; böylesine dostlara zaman ayıramamışız. Bu ayıbı ve zaman kaybını telafi etmek mümkün değil.
Oysa, elimiz tuttuğu; gözümüz gördüğü ve nefes aldığımız sürece yazmak, yaşamaktır diyerek herkesi anılarını bir kitapta toplamaya teşvik ediyoruz.
Sevgili Yalçın İPBÜKEN gibi, yüzlerce insanın hayatına dokunmuş; bir dönem gerek spor yolu ile, gerekse Tofaş gibi büyük bir fabrikanın personel müdürü olarak insanları yönetmiş; onların evlerine ekmek götürmesinde rolü olan bir görevi üstlenmiş olması, kişi olarak çok fazla anı biriktirdiğini, bunları paylaşmanın, öncelikle insan olarak sonra Bursa kent tarihine tanıklık etmiş bir kimse olarak yazıp anlatması önemli bir olay diye düşünüyorum.
Malüm, bizden sonraya kalacak olan tek şey anılarımız olacak…
Bizden sonrakilerin dersler çıkaracağı veya örnek alacağı yaşanmışlıklardır. Bu anılar gelecek nesillere miras olarak kalmalı; çocuk ve gençlerin önlerinde iyi örneklerin sergilenmesine yardım edilmelidir.
Çünkü son yıllarda etrafımızda çok kötü örnekler oluştu.
İyilerine muhtacız.
Ne olur, Yalçın ağabey, yazılan ilk kitabın son kitabın olmasın…
Sevgi ile…

Taner TÜMERDİRİM
[email protected]

Devamını Oku

HAYDAR HOCA’YI UNUTMAYIN…

3

BEĞENDİM

ABONE OL

Günaydın…
Ne güzel bir sözdür.
Her sabah yaşamın yeniden başladığının bir ifadesidir Günaydın…
Unutmamak, unutulmamak üzerine söylenmiştir…
Evet koskoca bir gece geçti, dünya karardı ve yine aydınlandı. Gece ölüme teslim olduk, sabah güne uyandık demektir. Öyle ise hayat devam ediyor. Kendimize, ailemize, çevremize, vatanımıza ait görevler de devam ediyor demektir.
Cehaletin hüküm sürdüğü ve birilerinin bundan nemalandığı dönemlerde insanoğlu kendi minik aklı ile yaşam kuralları oluşturmaya, üstünlük veya aşağılık duygusu ile savrulmaya hep devam edegelmiş.
Ne yaparsak yapalım insanları düşünce evreninin sınırlarına taşımak, özgürce kendini ifade edeceği kapıları açtırmak, doğru bildiği yanlış alışkanlıklardan koparıp almak mümkün olmuyor. Aklımızda doğru cevabı bulamadığımız sorular oldukça dünya denilen bu koca makine kendi kurgusunda, kimi yerde din, kimi yerde bilim olgusunda dönmeye devam edecektir.
***
Siyaset başladı ve Haydar hoca’nın söylemleri kitaplarda ve yazılarda kalmaya devam ediyor. BTP nin genç başkanı Hüseyin Baş, babasının izinde yürümeye, onun söylemlerine yenilerini katarak yapılan yanlışları göstermek adına kent, kent dolaşmaya ve insanları uyarmaya devam ediyor.
Peki bu yeterli mi?
Değil elbette… Sadece söylemek yetmiyor. Her liderin kendini ifade edeceği bir duruşa, yazılı motto’lara, gelecek ile düşüncelerini, yapmak istediklerini taraftarlarına anlattığı kitap ve broşürlere şiddetle ihtiyacı var.
Türkçe’de benim kullandığım çok güzel bir deyim var. “Laf uçar, yazı kalır…” derler. Yazmak; yazanlar için su gibi, hava gibi, yemek gibi bir ihtiyaçtır. Hoş, karnınız aç bile olsa eğer kafanız dolu ise önce onu boşaltmanız gerekiyor.
Her ne kadar yazdığınız şeyler yeterince anlaşılamasa da…
***
Dünya denilen makine galiba sizin kaderinizi de yazıp, hatalarınızı düzelten bir sekretere de sahip. Sadece “Akletme” kısmını size bir özgürlük alanı olarak tanımış. Doğruyu akletmek, yanlıştan vaz geçip geçmişte yaptığınız hatalardan ötürü pişmanlık duymak tamamen size kalmış.
Günümüzün modası belediye seçimleri ya… Herkes “laci”lerini çekmiş parti liderlerinin peşinde koşuyor. “Acaba bende bir makam kapabilirmiyim?” Diye…
Birilerine seçilmesi için icazet verenlerin işi çok zor.
Gerçek anlamda değerli olan ve çevresinde yapılan yanlışları düzeltmek için göreve talip olan kadrolar ile, kişisel menfaatleri için bir yerlere gelmeye çalışanları birbirinden ayırd etmek peygamber sabrı gerektiriyor.
Dünya her sabah uyandığımızda eski düzeni ile dönmeye devam ediyor ise yapılacak tek şey galiba onun emirlerine uymak… Başka bir çare yok…
Bir yanda savaşlar, bir yanda depremler ve yıkımlar, öte yanda değişen hava şartları ile oluşan sel felaketleri, boranlar dünyanın kafasının kızdığının; insanları cezalandırdığının bir göstergesi…
***
Gelelim yazının başlığına,
Bu seçjm döneminde de Haydar hoca’nın bize miras bırakmış olduğu, daha doğrusu insanlık mirası olarak adlandırılan Milli Ekonomi Modeli ve Milli Devlet kavramlarına söylemlerde daha fazla yer vermemiz gerekiyor. Öylesine ki, Haydar hoca çıkmış, kürsüde konuşuyormuşcasına herkesin Milli Devlet, Milli Para, Milli Ekonomi modeli gibi konuları çok sert bir dil ancak avamın anlayacağı şekilde anlatmak, kısacası Haydar hocayı unutmamak gerekiyor.
Bizden söylemesi.
Belediyeler halkla bütünleşmedikçe ve çözüm arayanların sesi duyulmadıkça herşey eski tas, eski hamam, hamam suyu tabirinde olduğu gibi büyük bir uyuşukluk ile devam edecektir.
Ruhu şadolsun…

Taner TÜMERDİRİM
[email protected].

Devamını Oku