GERÇEK…

4

BEĞENDİM

ABONE OL

Dostlar bu sıralarda yazılarıma ara vermemin nedenini sorguluyorlar.
Oysa yazmaya ara vermiş falan değilim.
Sadece yazdıklarımı yayınlayamıyorum… Daha doğrusu düzeltmeleri yapıp, yayınlayamıyorum.
Bir usta “Herkesin konuştuğu yerde susmasını bilmek gerek” demişti. Eh, bende susma hakkımı kullanıyorum.
Bu durum bana trafikte sizi geçmek için can atan acelecilereyol verme olgunluğunu göstermekle eş değer gibi geliyor.
Yazma alışkanlığını edindiğinizde sabahın beşinde uyanır, tuşların başına geçer, aklınıza üşüşen ve “Beni de yaz, benide yaz…” diyerek acele eden, akıl girdaplarına yığılandüşünceleriniz ile boğuşmaya başlarsınız. Böyle bir alışkanlığınız var ise ”Vaz geçtim, yazmıyorum” demenizmümkün değildir… Bir süre sonra yazmadıklarınız rahatsızlık vermeye, size kızmaya başlar, düşüncelerinizi esir alırlar. O nedenle yazmak en iyisidir. Yayınlamasanız bile… Yazmak bir nevi kurtulmaktır.
***
Ayrıca çok fazla tanışınız olunca bu sıralarda uzaktan-yakından pek çok kayıp haberi aldık. Hastalarla ilgilenmektezamanımızın çoğunu alıyor. Kafamızı kuma gömüp, etrafımızda olup-bitenler ile ilgilenmeden devekuşu gibi yaşamamız bize göre değil. Üstüne-üstlük havaların değişmesi ile birlikte nükseden eski hastalıklarınız var ise zamanınızın bir bölümünü de kendinize ayırmak zorundasınız.
Tek teselliniz sizi arayan ve merak eden dostlarınız olur…
Eh işte bende bir süre yazılarıma ara vermemin mazeretlerini sıraladım…
Bildiğiniz gibi gerçek TEK’tir ve değişmez. Gerçeği duyurmak çoğu insanın ümitlerini kırmak demektir. Onun yerine hayal satmak, hayal kurmalarını teşvik etmek güzeldir. Güzeldir de, hayaller gerçekleşmeyince olanları biliyor ve görüyorsunuz.
Daha önceleri de söylediğim gibi herkes, her şeyi söylüyor ve size söz bırakmıyorsa sıranızı beklemeniz kadar doğal bir davranış yoktur. Sırf yazmış ya da konuşmuş olmak için sözleri sarf etmek, avcılıkla karanlığa ateş etmek kadar tehlikeli bir eylemdir. Hele, hele böyle dönemlerde yaptığınız her harekete ve söylediğiniz her söze dikkat etmeniz gerekir. Bir de, yazdıklarınızı biriktirmenin ne kadar önemli bir hazine olduğunu keşfediyorsunuz.
Yazarların kalkanı yoktur gelecek olan tehlikelere karşı kendilerini koruyamazlar. Dolayısı ile başınıza bir iş geldiğinde arkanızda dostlarınızdan başka kimse durmaz. Gerçekleri ifade etmek işte böylesine sıkıntılı bir iştir. Bazenyaşadığınız dönem gerçekleri dinleme değil, dillendirenleri susturma dönemidir. Yeterince zengin değilseniz zaten haklı da değilsinizdir. O nedenle tek sermayesi kalemi olan bizim gibilerin kalemleri ile nerede ne zaman yazacaklarını ve nerede kıracaklarını bilmesi gerekir.
***
Ülkemizde değişmeyen tek şey siyasetin ortak dili, ortak kaygıları ve kavgalarıdır. Her seçim döneminde ayni senaryoların uygulamaya konması bizi temsil ettiklerini söyleyen ve yararımızı düşündüklerini ifade edenlerin süregelen davranış biçimleridir. Ortaya yeni bir anlayış, bir yenilikçi bir fikir koymaları ve bunu savunmalarına sistem izin vermemektedir. Yerel seçimlerde aday olanların ortak dil kullanmaları bundandır. İzlediğimizde; şehirlere yeni bir vizyon getireceğini iddia etmekten çok yapılan yanlışlarıeleştiren –sanki o yanlışları bizim insanlarımız yapmamış gibi- yerden yere vuran, ya da daha önce olan bitende hiç payları yokmuş gibi davranan, sil baştan yeniymiş gibi ortaya çıkan eski siyasetçilerden başka bir şey göremiyoruz. Tabii, yaptıkları söylemler de bundan öncesini hatırlatıyor. Bir yenilik getirmiyor…
Büyük şehirler geleceğe taşıdıkları sorunlar ile tam bir kaos yuvası haline gelmişken, buralarda yaşama zorunluluğu olmayanların evini barkını terk edip kırsala kaçmalarını ya da yavaş kentlere akın etmelerini yadırgamamak lazım.
Doğrusu, bu dönemde aday olmak ve görev almak akıllı insanlar için çok zor bir tercih. Mangal gibi yürek ve güç istiyor. Ayrıca kaba gücün karşısında durmak yerine, kenara çekilmeyi tercih eden pek çok insan var. Oysa siyasette uzman kadrolara her zamankinden daha çok ihtiyaç var. Hele, hele Türkiye deprem, terör ve doğal afetler ile sarsılırken…
***
Pek çok konuda Milli politikaların üretilememesi ve tavır sergilenmemesi, davranış ve kararlılık gösterilmemesi işimizidaha da zorlaştırdı. Gerek düşüncelerimizi, gerekse yapmak istediklerimizi denetlemeye tabi tutacağımız ölçüp biçme alışkanlığımız da yok. Ben yaptım oldu modeli en çok tercih ettiğimiz şey.
Oysa Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ve silah arkadaşlarının ortaya koyduğu ilke ve inkılaplar bizim tek doğrumuz olması gerekirken, içinde yer aldığımız geminin rotası geleceğimizin belirlenmesi için başka ülkelerin sanal kaptanlarına endekslenmiş durumda. Daha doğrusu çakma kaptanlar ile zikzaklar çizerek asıl hedeften uzaklaşmaya devam ediyoruz. Umarız bu seçimler –hilesiz, hurdasız yapılabilir ise- halk mesajını Millîlikten yana verme fırsatını bulur da dümene gerçek bir kaptan buluruz.
Yoksa eskilerin değimi ile, Allah sonumuzu hayreylesin.“Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete”