SEÇİM SONUÇLARI VE TÜRKİY`DE YENİ LİDERİN DOĞUŞU

SEÇİM SONUÇLARI VE TÜRKİY`DE YENİ LİDERİN DOĞUŞU
3

BEĞENDİM

ABONE OL

Aşağıdaki yazımı Ekrem İmamoğlu İstanbul Belediye Başkanlık seçimini 5 yıl önce kazandıktan hemen sonra Cumhuriyet Gazetesinde ve internet sitesi Dünya Türk Forumunda yayınlamıştım. Yanılmadığıma çok seviniyorum. Çünkü Türkiye’mizin gerçekten de geniş kitlelerde güven duyulan yeni bir lidere gereksinimi var.

“Siyasette hiç umulmadık ve beklenmedik durumlarda önemli değişikliklerin olabileceğini unutmamak gerekir. AKP’nin ve Cumhurbaşkanı’nın tüm devlet olanaklarını sonuna dek kullanmalarına karşın, Ankara ve İstanbul’da seçimi kaybetmeleri bunun en somut örneğidir.

Ekrem İmamoğlu

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, daha ilk günden yönetim anlayışını, “mutlak demokrasi, mutlak şeffaflık, mutlak katılımcılık” olarak tanımladı. Bu üç kavram amaca yönelik çok önemli içeriklere vurgu yapmaktadır. Bunların uygulanması, Türkiye’de özlemi duyulan bir yaşam biçimini tanımlamaktadır.

Ekrem İmamoğlu seçim sürecinde önemle ve sürekli olarak toplumsal barışın sağlanabilmesi için, toplumun tüm kesimlerini kucaklamayı amaçladığına vurgu yaptı. Kullandığı dil, üslup, inandırıcı yaklaşımıyla, toplumu ayrıştırma politikalarının aksine, barışçı ve birleştirici bir politikayı amaçlamaktadır. Siyasi çizgisi CHP’ye yakın olmayan ve hatta karşı olan bazı seçmenleri de, izlediği bu politikaya inandırarak kazanmayı başardı İmamoğlu. Bana öyle geliyor ki, Türkiye Ekrem İmamoğlu ile gerçek demokrasiye, hukuka, laikliğe, çağdaşlığa bağlı karizmatik yeni bir lidere kavuştu. Dilerim yanılmam. (…).”
25 Mart 2024 tarihinde aşağıdaki çağrıyı yapmış ve on binlerce kişiye ulaştırmıştım!

Lütfen bu çağrıyı destekleyiniz ve çevrenize yayınız!

Türkiye`de Demokrasinin Geleceği Bakımından, İstanbul Başta Olmak Üzere, Büyük Şehir Belediye Seçimleri Mutlaka Kazanılmalıdır!
Halkın özgür iradesinin kanıtı olarak her seçim önemlidir. Ancak Türkiye`de büyük baskı altında bulunan Demokrasi, Hukuk Devleti ve Özgürlüklerin yok olmalarının önlenmesi bakımından, 31 Mart 2024 Seçimleri büyük öneme sahiptir.

Özellikle de İstanbul seçimi bu anlamda çok daha büyük öneme sahiptir. Çünkü İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nun yeniden seçilmesi, tek kişiye dayanan otoriter yönetime karşı, demokrasi iradesinin direnişi ve güvencesi olacaktır. Çünkü seçmenlerde büyük sempatisi bulunan Ekrem İmamoğlu’nun, bir sonraki seçimlerde Cumhurbaşkanı olabilmesinin de önemli bir adımı ve kanıtı olacaktır.

Çünkü İstanbul`da İmamoğlu’nun seçimi kazanması, bitme aşamasına gelen demokrasi, hukuk devleti ve özgürlüklere ilişkin güvencenin ve umudun, yeniden filiz vermesi ve bu yöndeki özgüvenin yeniden doğmasını sağlayacaktır. Türkiye`nin ve Türk halkının tamda bu aşamada böyle bir umuda ve özgüvene büyük gereksinimi vardır.
Türkiye`de Demokrasi, Hukuk Devleti, Özgürlükler ve Laiklik temel ilkelerinden yana olan ve bunların yeniden güvenceye alınmasını isteyen herkesin, mutlaka oyunu bu amaç doğrultusunda kullanması, vazgeçilemez bir yurtseverlik görevidir.

CHP`nin 1977’den bu yana yeniden Türkiye`nin en büyük Siyasi Partisi olması, Türkiye`nin geleceği bakımından son derece önemli bir gelişmedir. Türkiye yeniden Cumhuriyetin Kuruluş değerlerine, Atatürk İlkelerine, Demokratik, Laik Hukuk Devleti Anayasal Prensiplerine yeniden dönecektir.

Çok ama çok mutluyum. Halkımıza ve ülkemize hayırlı olsun!

Devamını Oku

ŞEYH SAİD TARTIŞMASI AKP´NİN SEÇİM ÖNCESI YENİ BİR GİRİŞİMİDİR!

3

BEĞENDİM

ABONE OL

Şeyh Said isyanında asker olarak bulunmuş olan babam Hasan Keskin’le bu olayın ayrıntılarını yaptığım uzun söyleşimizde ses alıcıyla kaydetmiştim. İsyanın bastırılmasında bulunan bir canlı tanığın anlattıkları hayli ilginçti.

Batum`a tütün demetleme işçisi olarak 1913’te çocuk yaşında götürülen babam, Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasında 1914`te çıkan Birinci Dünya Savaşı nedeniyle, Türkiye’ye, 11 yıl sonra ancak 1924’te dönebildi. 1917 Ekim Devrimi sürecinde bulunduğu Rusya`da Kızıl Ordu`da süvari olarak iki yıl askerlik yaptı. Birçok kez ölümle burun buruna gelen babamın bu çok ilginç yaşamöyküsünün ses kaydını bugüne değin korudum. Türkiye’ye duyduğu derin özlem nedeniyle askerlik görevini dönebildiği yurdunda gönüllü olarak yaptı.

Almanya Türk Öğrenci Federasyonu Başkanı olarak yaptığım eleştiriler nedeniyle, 1969 ve 1971’de iki kez vatandaşlıktan çıkarıldım. Şükranla andığım avukatlarım Uğur Mumcu ve Uğur Alacakaptan’ın danıştaydaki savunmalarıyla, Türkiye ve dünya kamuoyundaki tepkiler sonucu vatandaşlığımı geri kazandım. Almanyalı Türklerin ve göçmenlerin eşit haklara kavuşmaları konusunda 50 yılı bulan örgütlü mücadelem oldu. Babamın ses kaydında anlattıklarıyla kendi yaşamöykümü harmanlayıp kaleme aldığım kitap, Kızıl Ordu Süvarisi Trabzonlu Hacı Hasan ve Yedinci Oğlu adıyla Cumhuriyet yayınlarında iki baskı yaptı. Kitabımın editörlüğünü yapanlardan değerli yazarımız Ahmet Özer, internetteki açıklamasında Şeyh Said İsyanının ve bastırılmasının canlı tanığı olan babam Hasan Keskin`in anlattıklarına dikkat çekince, ben de bu yazımla konuyu dile getirme gereği duydum. (Bu konuya ilişkin bilgi için, binlerce sayfalık değişik kaynakları inceledim. Bakınız kitabın 440-449 sayfaları).

Şeyh Said, yeni Kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti`ne karşı; dini, isyanın aracı olarak kullanır; bildiriler dağıtılarak vaizler verilerek halka: “Halifelik kaldırıldı, medreseler kapandı, din elden gidiyor.” (…) “Halife sizi bekliyor, Halifesiz Müslüman olmaz, Halife memleketten çıkarılamaz, Şiarımız dindir, Hükümet dinsizdir, Şeriat isteriz, Mekteplerde dinsizlik ilerliyor” diyerek isyanı başlatır. “Türk Cumhuriyeti Reisi Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, Kur’an’ın ahkamına aykırı hareket ederek, Allah ve Peygamberi inkâr ettikleri ve Halife-i İslam’ı sürdükleri için, gayri meşru olan bu idarenin yıkılmasının bütün İslamlar üzerinde farz olduğu, Cumhuriyetin başında bulunanların ve Cumhuriyete tabi olanların mal ve canlarının Muhammed’in şeriatına göre hela olduğunu” “Emir’ül Mücahidin Muhammed Said El-Nakşibendi” imzasıyla halka çeşitli beyannameleriyle açıklar.
Güneydoğu ve bazı doğu illerimizi kapsayan silahlı isyan hareketi, başından beri İngiltere tarafından açıkça destekleniyordu. İngiltere’nin İstanbul Büyükelçilik görevlisi Kidston, 28 Kasım 1919’da Londra’ya gönderdiği raporda, “Kürtlere ne kadar güvenmesek de onları kullanmamız çıkarlarımız gereğidir” diyordu. İngiltere Başbakanı Lloyd George’un 19 Mayıs 1920’de San Remo’da yapılan Konferansta söyledikleri de şöyledir: “Musul bölgesinin, öteki bölümlerinden ayrılarak yeni bağımsız bir Kürdistan Devleti’ne bağlanabileceği düşünülmektedir. Ancak bu konuyu anlaşma yoluyla çözmek çok güç olacaktır.”

Lozan anlaşmasına göre, Musul ve Kerkük şehirlerinde halk oylaması yapılacaktı. Oylamada halkın Türkiye`den yana karar vereceğini düşünen İngiltere hükümeti, bölgede Şeriatçı-Kürtçü bir ayaklanmanın çıkmasına destek oluyordu. Musul sorununun görüşülmesi için İngiltere hükümeti 6 Ağustos 1924’te Türkiye`nin henüz üyesi olmadığı Milletler Cemiyeti’ne başvurdu. Bir gün sonra, 7 Ağustos 1924’te Hakkâri’de İngilizlerle iş birliği içinde olan Kürt “Nesturî Ayaklanması” başladı. Milletler Cemiyeti Konseyi’nin, yerinde incelemeler yapmakla görevlendirdiği üç kişilik İnceleme Komisyonu, Musul vilayetinde göreve başladığı 11 Şubat 1925’ten iki gün sonra da 13 Şubat 1925’te Doğu Anadolu’da Şeyh Said İsyanı başladı.

16 Şubat 1925’te 15 bini bulan silahlı kişiyle başlatılan İsyan: Muş, Ergani, Dersim, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Siverek, Siirt, Bitlis, Van, Hakkâri ve Malatya illeriyle Kiğı, Hani, Maden, Silvan, Kulp ve Hınıs ilçeleri başta olmak üzre çok geniş bir alanı kapsıyordu. Hani, Maden, Silvan, Siverek, Ergani, Varto ve Kulp ilçelerini isyancılar ele geçirmişti. Şeyh Said tarafından yönetilen 10 bin kişilik isyancıyla Diyarbakır kuşatılmıştı. İki ay süren bu silahlı isyanda yüzlerce devlet görevlisi ve vatandaş yaşamını yitirmişti.

İngilizler tarafından desteklenen bu denli geniş kapsamlı silahlı isyanın Türkiye Cumhuriyeti`nin kuruluşundan 27 ay sonra başlaması, genç Cumhuriyeti yok etme amacını taşıyordu. İsyancıların yazılı açıklamaları bunun kanıtıdır. Şeyh Said ayaklanmasının İngiltere tarafından desteklenerek Musul ve Kerkük olayında koçbaşı olarak kullanılması bir yana, aynı İngiltere’nin yeni kurulmuş Cumhuriyet hükümetinin, geniş kapsamlı bu “Şeriatçı-Kürtçü” isyanlarla uğraşırken, Milletler Cemiyeti de araç edilerek Musul ve Kerkük’ün oylamayla Türkiye`ye katılması engellenmiş oldu!

Son günlerde Şeyh Said İsyanı ve bastırılması konusu, çok değer verdiğim gazeteciler ve siyasi parti yöneticileri tarafından da konuşulmaya başlandı. Cumhur İttifakının ortağı olan Hüdapar denen örgütün yöneticileri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yardımıyla meclise taşındı. Türkiye Cumhuriyeti ve laiklik düşmanı olan bu kuruluşun, övgüler dizdiği Şeyh Said, böylece gündeme taşınır oldu.

Yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti`ni ortadan kaldırmak amacıyla ve İngiltere`nin o tarihte gündemdeki Musul sorununun kendi yararına çözülebilmesi amacıyla başlatılan ve çok sayıda vatandaşın katledilmesine yol açan silahlı isyana karşı, Türkiye Cumhuriyeti, her ülkenin en tabii hakkı olanı yapmış; silahlı isyanı bastırmıştır. Bunun yüz yıl sonra haklılık bakımından tartışılacak bir yönü yoktur.

1924-1925 yıllarında babam Hasan Keskin, bu isyanın bastırılmasında Hınıs’ta askerdi. Olayların canlı tanığı olarak isyancılarla çatışmaları ve isyanın bastırılması hakkında yaşadıklarını anlattığı ve benim kayda geçtiğim çalışma, bu konuda önemli bir belge niteliği taşır:
“Duyduk ki yeni kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti`ne ve Atatürk`e karşı bir isyan başlatıldı. Bunun İngilizlerin desteğiyle padişahlığı ve şeriatı geri getirmek isteyen bir isyan hareketi olduğunu öğrendik. Yani İngilizlerin desteklediği eski sistemi, padişahlığı ve şeriatı geri getirmeyi amaçlayan bir isyan hareketi. Bu isyancıların bazı yerleri işgal ettiğini duyduk. Duyduk ki, Sultan Vahdettin taraftarları İngilizlerle ilişkiye geçerek bir isyan hareketi başlatmak istiyorlar.”

Erzurum’un ilçesi Hınıs’a bağlı Kolhisar köyünde doğan Şeyh Said`in evi, babamın askerlik yaptığı Hınıs’taki askeri şubenin karşısındaydı. Hatta bir cuma günü camiden çıkarken kendisine Şeyh Sait’in gösterildiğini anlatır.

İsyancıların Hınıs’ı kuşatarak, Ruslardan ele geçirilen çok miktarda silah ve cephanenin bulunduğu deponun, ele geçmemesi için babam Hasan Keskin, bir grup asker arkadaşıyla, burayı ele geçirmek isteyen isyancılara karşı yaşadıkları silahlı çatışmaları anlatır.

Şeyh Said, iki ay kadar süren silahlı çatışma sonunda, “25 kadar şeyhiyle Varto yakınlarındaki Çarpuh deresi üzerinde bulunan köprüden İran’a kaçmak isterken yakalandığını” anlatan babam sözlerini şöyle sürdürür: “Söylendiğine göre Şeyh Said`in yanında iki katıra yüklenmiş çok miktarda altın para götürülmekteydi. Şeyh Said, 12.ci Fırka Kumandanı Asım Paşa’ya teslim edildi. Asım Paşa din konusunda son derece bilgili biriydi. Şeyh Said’e, ‘Bu yaptığınla çok sayıda insanın kanı döküldü, buna yazık değil mi? Bu isyanı neden yaptın? Öteki dünyaya gidip ne diyeceksin?’ diye sordu. Söylendiğine göre Şeyh Said bu soruya: ‘Sebep olanın gözü çıksın, sebep olanın gözü çıksın, Allah’tan bulsunlar’ diye cevap vermiş.”

Şeyh Said, 26 Mayıs 1925’te yakalanan diğer isyancılarla birlikte Şark İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmak üzere Diyarbakır’a götürüldü. Onunla yakalanan çoğu şeyh unvanı olan kişilerin, 26 Mayıs-27 Haziran 1925 arasında yargılanmaları sonucunda 29’unun idamına karar verildi. Ayni mahkemede yargılanan diğer kişiler ise farklı cezalara çarptırıldı. İdam mahkûmları, 28 Haziran 1925 gece yarısı idam edildiler. Hâkim Mehmet Aydoğan mahkeme kararında: “Senelerden beri şeyhlerin, ağaların, beylerin baskısı altında sömürülen, eriyen, inleyen bu bölgenin zavallı halkı, artık sizin kışkırtıcılığınızdan ve kötülüğünüzden kurtularak Cumhuriyetimizin verimli illerinde ve saadet vaat eden yollarında yürüyerek refah ve saadet içinde yaşayacaktır. Siz döktüğünüz kanların, söndürdüğünüz ocakların cezasını adalet sehpasında hayatınızla ödeyerek hesap vereceksiniz. İşte Cumhuriyet`in sert fakat adil kanunlarının hükmü budur”. Bakınız: Hakkı Keskin, Kızıl Ordu Süvarisi Trabzonlu Hacı Hasan ve Yedinci Oğlu, s. 447-448). 18.12.2023

Prof. Dr. Hakkı Keskin
Siyaset Bilimci, Almanya Parlamentosu ve Avrupa Parlamenterler Meclisi Eski Üyesi

Devamını Oku

DEĞERLI DOSTUM ERTEKİN ÖZCAN´I ANARKEN!

3

BEĞENDİM

ABONE OL

Almanyalı Türklerin eşit koşullarda ve eşit haklarla yaşamaları için on yıllardır kararlılıkla mücadele eden Dr. Ertekin Özcan’ı, bugün, 30 Ağustos 2023`te kaybettik.

Dr. Ertekin Özcan, Almanyalı Türklerin, toplumun her alanında eşit haklara ulaşmaları, dışlanmamaları ve ırkçı saldırılara uğramamaları için, öncelikle örgütlenmeleri gereğini gördü. Bunun için Almanya`daki yaşamı boyunca çalıştı uğraş verdi. Bu nedenle “Almanya Türk Toplumu” `nin (TGD) kurulmasına öncülük edenler arasında bulundu. Almanya Türk Toplumu`nun 1994 de Kurucu Genel Başkanı oldu.

Almanyalı Türklerin örgütlenmelerine ilişkin doktora çalışmasını yaptı. Bu alanda Almanca Türkçe birçok yayını bulunmaktadır. Son olarak da yine bu konuda Türkçe kitabi yayına hazır durumdaydı.

Ertekin Özcan inanmış bir Sosyal Demokrattı. Kararlı bir Atatürkçüydü. Ertekin ve birçok arkadaşımızla birlikte Berlin`de 1975’te “HDB -Türkiye Halkçı Devrimci Birliği Batı-Berlin”’ örgütünü kurduk. 1976-1977 yılları arasında sosyal demokrat eğilimli “HDF-Türkiye Halkçı Devrimci Federasyonu-Avrupa’nın kuruluş çalışmalarına aktif olarak katıldı. 1977-1979’ yıllarında HDF ’nin Kurucu Genel Başkanı oldu. 1985’te Ertekin Özcan öncülüğünde “Berlin Türk Veliler Birliği kuruldu ve 1988 yılına değin bu örgütün başkanlığını yaptı.

Çok ve farklı yetenekleri olan Dr. Ertekin Özcan aynı zamanda şair, araştırmacı, politikacı ve kararlı bir mücadele insani olarak asla unutulmayacak ve kalbimizdeki yerini koruyacaktır.

Ertekin Özcan evliydi ve iki kızı bulunmaktadır. Akrabalarına, aile yakınlarına ve tüm dostlarına yürekten başsağlığı ve sabırlar diliyorum. Derin bir acı ve üzüntü içindeyim!

Prof. Dr. Hakkı Keskin

30.8.2023

Devamını Oku

LOZAN ANLAŞMASI´NIN 100. YILI TÜRK HALKINA KUTLU OLSUN!

3

BEĞENDİM

ABONE OL
Lozan Anlaşması’nın 100. Yılı Türk Halkına kutlu Olsun!
Almanya’nın yanında girdiği savaşı kaybeden Osmanlı Devleti, Ağustos 1920 de Serv-Anlaşmasını imzaladı. Türk halkının ana vatanı olan Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan tarafından işgal edilerek bölüşülmüştü. Doğu Karadeniz bölgesinde de bir Ermenistan devletinin kurulması kararlaştırılmıştı.
Türk Halkı, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının önderliğinde, Türkiye`nin işgal edilmesini ve sömürgeleşmesini öngören bu anlaşmayı kesinlikle reddederek, zaferle sonuçlanan Ulusal Kurtuluş Savaşını başlatmıştı.
Ulusal Kurtuluş Savaşının lideri Mustafa Kemal ve savaş arkadaşlarının öncülüğünde Türk Halkı, işgal güçlerine karşı eşsiz bir zafer kazanarak, Türkiye`nin tam bağımsızlık yolunu açtı. Tüm Sömürge ülkelerine örnek olan Ulusal Kurtuluş Savaşımız, 1919-1922 yılları arasında çok büyük zorluklar içerisinde işgal güçlerine karşı zaferle sonuçlandı.
Lozan Anlaşması, Mustafa Kemal Atatürk`ün en güvendiği yakın arkadaşı İkinci Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü tarafından büyük bir kararlılıkla sürdürüldü. Türkiye`yi bölüşmek isteyen İşgal güçlerinin tüm direnişlerine karşın, Lozan Anlaşması kabul ettirilerek, böylece yeni Kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin tam bağımsızlığı, uluslararası bir anlaşmayla güvence altına alınması sağlandı.
Çok doğru olarak bu nedenle Lozan Anlaşması, Türkiye`nin uluslararası güvenliğini sağlayan Tapusu olarak görülmektedir.
Türkiye`de özellikle tarikatların ve onlara sempatiye bakanların, 100. Yılını kutladığımız Lozan Anlaşmasına ve Laik Türkiye Cumhuriyeti`ne haince bir propagandayı sürdürmekte olduklarını günümüzde de görmekteyiz. Taliban yanlısı bir düzeni isteyen bu kesimlere karşı, Demokratik, Laik Hukuk Devletini savunanların mücadelesi kararlılıkla sürecektir.
Lozan Anlaşmasında gizli bir maddenin olduğunu, bu nedenle Türkiye`nin bazı madenlerini kullanamadığını, bu madenlere ilişkin yasağın Lozan Anlaşmasının 100. Yılında kalkacağı safsatasını söyleyenlerin, nedenli yalan yanlış iddialar ürettiklerini de halkımız böylece görmüş olacaktır.
Devamını Oku

KILIÇDAROĞLU 28 MAYIS SEÇİMİNDEN SONRA HEMEN İSTİFA ETMELİYDİ

3

BEĞENDİM

ABONE OL
Kılıçdaroğlu 28 Mayıs seçiminden sonra hemen istifa etmeliydi.
CHP`nin önünün açılması için Kılıçdaroğlu derhal istifa etmelidir!
Demokrasiyle yönetilen ülkelerde ve siyasi partilerde etik kuraldır. Seçimi kaybeden Parti Başkanı ertesi günü istifa eder ve yeni bir lidere kapıyı açar. Böylece seçim yenilgisi, parti üyeleri ve oy veren seçmenler arasında, seçim kaybıyla doğan umutsuzluk, hayal kırıklığı ve kırgınlık, yeni bir umudun ve özgüvenin doğması nedeniyle kısa sürede giderilebilir.
Kılıçdaroğlu’nun 14-28 Mayıs seçimlerini kazanarak Cumhurbaşkanı seçilmesi için, yazılarım ve Almanya`daki konferanslarımla büyük uğraş verenlerden biriyim.
Özellikle de Alevi inancı nedeniyle bazı kesimlerden gelen çekincelere karşı, bu inanç sahibi bir Cumhurbaşkanımızın olmasını yürekten diledim ve bunu çevremle de paylaştım. Kılıçdaroğlu’nun bu seçimi kazanmak için büyük bir uğraş verdiğine hepimiz tanık olduk.
Yasalara göre Erdoğan’ın yeniden aday olmaması gerekiyordu. Buna ne yazık ki Millet İttifakı Partileri gereken yasal ve siyasal direnci göstermediler. Bu büyük bir yanılgı ve yanlıştı. Bu seçimlerin demokratik ve eşit koşullara uygun yapılmadığını, Devlet kurumu olan TRT`de seçim kampanyasında Erdoğan’a 48 saat, Kılıçdaroğlu’na 32 dakika süre verilmesi, demokrasiyi yok sayan bir anlayışın ve büyük adaletsizliğin en açık kanıtıdır.
Seçim sonuçları kesinleşerek Erdoğan yeniden Cumhurbaşkanı seçildi. CHP`nin ve Millet İttifakı partilerinin adayı Kılıçdaroğlu bu secimi kaybetti. Nokta. Bu sonucu başarı gibi gösterme çabaları ve yorumları, özellikle CHP`li seçmenlerin aklıyla alay etmektir ve onları öfkelendirmektedir.
Bu değerlendirme ve yorumlar, Kılıçdaroğlu’nun hala parti başkanlığını bırakmak istemediği biçiminde anlaşılmaktadır. Oysa sayın Kılıçdaroğlu kendisine duyulan sempatiyi ve saygıyı koruyabilmesi için, 29 Mayıs sabahı istifa etmesi gerekiyordu. Çünkü beklenmeyen ve büyük hayal kırıklığına yol açan bu sonuç kendisinin 13’üncü seçim kaybıydı. Aslında demokrasiyle yönetilen ülkelerde ve siyasi partilerde, her parti başkanının ilk seçim kaybından sonra istifa etmesi en ahlaki kuraldır. Ne var ki bu etik kural Türkiye`de ve demokratik kurallarla yönetilmeyen Siyasi Partilerde uygulanmamaktadır. Ancak bu denli sayıda seçim kaybetmiş bir liderin hala, birtakım gerekçelerle istifa etmeyişini anlamak, asla kabul edilemez.
Komşu ülkemiz Yunanistan`da 22 Mayıs 2023 tarihlerde Parlamento seçimleri yapıldı. Seçimi kaybeden Radikal Sol Koalisyon (SYRIZA) Lideri ve Eksi Başbakan Aleksis Çipras hemen istifa etti. Kendisi henüz 49 yaşında bir siyasetçidir.
Kılıçdaroğlu bu Politikasıyla Partisine ve Kendine zarar vermektedir!
2024 Mart sonunda Türkiye`de Yerel Secimler yapılacaktır. Bu nedenle CHP`de olası erken bir tarihte Parti Kurultayı yapılmalı, genç, dinamik, partiye ve seçmene umut ve yeniden güven vadeden bir liderin ve yeni kadroların göreve gelmeleri ertelenemez bir görevdir. Böylece CHP çok önemli olan bu seçimlere tüm gücü, kadroları ve üyeleriyle yönelmelidir. Bunun en erken sürede yapılmaması durumunda, CHP`nin elinde bulunan büyük belediyelerin ve diğerlerinin de kaybedilebileceğini, görmek için kâhin olunması gerekmiyor.
Konuştuğum ve iletişimde olduğum birçok CHP`li, Kılıçdaroğlu istifa etmez ve parti başkanı kalırsa, Yerel seçimlerde oy kullanmayacaklarını açıklıyorlar.
İsmail Saymaz yeni bir araştırma sonuçlarını yayınladı (Sözcü, 10.7.2023). Buna göre CHP`li seçmenin yüzde 78,5’i partide değişim istiyor. Yüzde 72,5`i ise Kılıçdaroğlu’nun CHP Başkanlığını bırakmasını istiyor. Yüzde 64,5`i ise Ekrem İmamoğlu Genel Başkan seçilirse, CHP`ye olumlu yansıyacağını söylüyor.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kuşoğlu partide değişim çağrısına, “Sadece Kemal Bey gitsin`in bir anlamı yok. Yüzde 48`i, 51 yapabiliyorsak bu değişimdir.
Kılıçdaroğlu kurultayda aday olur ama yerel secim sonrasında yeni bir değerlendirme yapar.” diyor. (Cumhuriyet, 10.7.2023).
Öyle anlaşılıyor ki Kılıçdaroğlu, Kuşoğlu kafasındaki yardımcıları tarafından aday olmaya önerilmekte ve sürekli olarak yanıltılmaktadır. Çünkü onlar layik olmadıkları bu göreve yeniden gelemeyeceklerini çok iyi bilmektedirler. Onlar için önemli olan seçimlerin CHP tarafından kazanılması değil, hakketmedikleri bu görevlerde kalabilmeleridir. Kuşoğlu’nun yukardaki bu açıklaması bunun çok açık kanıtıdır.
İmamoğlu Değişimden ne anladığını açıklamalıdır!
Partide değişim önerisini özenle vurgulayan İmamoğlu’nun, bu kavramın ve programın içeriğini daha fazla gecikmeden açıklaması gerekmektedir. Öncelikle CHP`li seçmen kanımca değişimden, CHP`nin temel ilkelerini ve kuruluş felsefesini günümüz koşullarıyla ve de Sosyal Demokrasi ilkeleriyle bütünleştiren yeni bir program beklemektedir. Öncelikle de CHP`de gerçek anlamda demokratik işlerlik ve yeniden yapılanmanın gerçekleşmesini istemektedir.
Bu nedenle CHP tüzüğünde köklü yapısal değişiklikler yapılarak, demokratik işlerlikle bağdaşmayan Genel Başkan yetkileri, CHP kurultayına ve Merkez Yönetim Kuruluna verilmelidir. Genel Başkan yardımcıları, Genel Sekreter ve Sayman başkan tarafından değil, CHP kurultayı tarafından seçilmelidirler. Merkez yönetim kurulu üyelerinin görevden alınmasına parti meclisi karar vermelidir. CHP Milletvekili ve Belediye başkan adayları, CHP ye aidat ödeyen ilgili il ve bölge üyeleri tarafından önseçimle aday olabilmelidirler. Kurultay delegeleri düzenli aidat ödeyen ilgili il ve ilçedeki partili üyeler tarafından özgürce seçilebilmelidirler.
Demokrasiyle yönetilen ülke siyasi partilerinde Parti İçi demokrasi işlerliği böyledir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi olan CHP, Parti içi demokratik işlerliğe de öncülük yapmalıdır! Siyasi Partilerde demokratik kuralların olması ve uygulanması, Genel Başkanların görevlerini özgüvenle ve şeffaflıkla yapabilmelerini de böylece sağlamış olacaktır.
Devamını Oku