01 Nisan 2024 Pazartesi
SOSYAL BELEDİYECİLİK VE HALKÇI YÖNETİM
SEÇİMİN ARDINDAN
ALMANYA’DA IRKÇILIK VE YABANCI DÜŞMANLIĞI ARTIYOR
İSRAİL-FİLİSTİN SAVAŞINDA TÜRKİYE´NİN TAKINMASI GEREKEN TAVIR
İNSAN DÜŞÜNCELERİNİN EFENDİSİDİR!
PAHALILIK İÇİN HÜKÜMETİ PROTESTO ETMELİYİZ!
Aşağıdaki yazımı Ekrem İmamoğlu İstanbul Belediye Başkanlık seçimini 5 yıl önce kazandıktan hemen sonra Cumhuriyet Gazetesinde ve internet sitesi Dünya Türk Forumunda yayınlamıştım. Yanılmadığıma çok seviniyorum. Çünkü Türkiye’mizin gerçekten de geniş kitlelerde güven duyulan yeni bir lidere gereksinimi var.
“Siyasette hiç umulmadık ve beklenmedik durumlarda önemli değişikliklerin olabileceğini unutmamak gerekir. AKP’nin ve Cumhurbaşkanı’nın tüm devlet olanaklarını sonuna dek kullanmalarına karşın, Ankara ve İstanbul’da seçimi kaybetmeleri bunun en somut örneğidir.
Ekrem İmamoğlu
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, daha ilk günden yönetim anlayışını, “mutlak demokrasi, mutlak şeffaflık, mutlak katılımcılık” olarak tanımladı. Bu üç kavram amaca yönelik çok önemli içeriklere vurgu yapmaktadır. Bunların uygulanması, Türkiye’de özlemi duyulan bir yaşam biçimini tanımlamaktadır.
Ekrem İmamoğlu seçim sürecinde önemle ve sürekli olarak toplumsal barışın sağlanabilmesi için, toplumun tüm kesimlerini kucaklamayı amaçladığına vurgu yaptı. Kullandığı dil, üslup, inandırıcı yaklaşımıyla, toplumu ayrıştırma politikalarının aksine, barışçı ve birleştirici bir politikayı amaçlamaktadır. Siyasi çizgisi CHP’ye yakın olmayan ve hatta karşı olan bazı seçmenleri de, izlediği bu politikaya inandırarak kazanmayı başardı İmamoğlu. Bana öyle geliyor ki, Türkiye Ekrem İmamoğlu ile gerçek demokrasiye, hukuka, laikliğe, çağdaşlığa bağlı karizmatik yeni bir lidere kavuştu. Dilerim yanılmam. (…).”
25 Mart 2024 tarihinde aşağıdaki çağrıyı yapmış ve on binlerce kişiye ulaştırmıştım!
Lütfen bu çağrıyı destekleyiniz ve çevrenize yayınız!
Türkiye`de Demokrasinin Geleceği Bakımından, İstanbul Başta Olmak Üzere, Büyük Şehir Belediye Seçimleri Mutlaka Kazanılmalıdır!
Halkın özgür iradesinin kanıtı olarak her seçim önemlidir. Ancak Türkiye`de büyük baskı altında bulunan Demokrasi, Hukuk Devleti ve Özgürlüklerin yok olmalarının önlenmesi bakımından, 31 Mart 2024 Seçimleri büyük öneme sahiptir.
Özellikle de İstanbul seçimi bu anlamda çok daha büyük öneme sahiptir. Çünkü İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nun yeniden seçilmesi, tek kişiye dayanan otoriter yönetime karşı, demokrasi iradesinin direnişi ve güvencesi olacaktır. Çünkü seçmenlerde büyük sempatisi bulunan Ekrem İmamoğlu’nun, bir sonraki seçimlerde Cumhurbaşkanı olabilmesinin de önemli bir adımı ve kanıtı olacaktır.
Çünkü İstanbul`da İmamoğlu’nun seçimi kazanması, bitme aşamasına gelen demokrasi, hukuk devleti ve özgürlüklere ilişkin güvencenin ve umudun, yeniden filiz vermesi ve bu yöndeki özgüvenin yeniden doğmasını sağlayacaktır. Türkiye`nin ve Türk halkının tamda bu aşamada böyle bir umuda ve özgüvene büyük gereksinimi vardır.
Türkiye`de Demokrasi, Hukuk Devleti, Özgürlükler ve Laiklik temel ilkelerinden yana olan ve bunların yeniden güvenceye alınmasını isteyen herkesin, mutlaka oyunu bu amaç doğrultusunda kullanması, vazgeçilemez bir yurtseverlik görevidir.
CHP`nin 1977’den bu yana yeniden Türkiye`nin en büyük Siyasi Partisi olması, Türkiye`nin geleceği bakımından son derece önemli bir gelişmedir. Türkiye yeniden Cumhuriyetin Kuruluş değerlerine, Atatürk İlkelerine, Demokratik, Laik Hukuk Devleti Anayasal Prensiplerine yeniden dönecektir.
Çok ama çok mutluyum. Halkımıza ve ülkemize hayırlı olsun!
Şeyh Said isyanında asker olarak bulunmuş olan babam Hasan Keskin’le bu olayın ayrıntılarını yaptığım uzun söyleşimizde ses alıcıyla kaydetmiştim. İsyanın bastırılmasında bulunan bir canlı tanığın anlattıkları hayli ilginçti.
Batum`a tütün demetleme işçisi olarak 1913’te çocuk yaşında götürülen babam, Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasında 1914`te çıkan Birinci Dünya Savaşı nedeniyle, Türkiye’ye, 11 yıl sonra ancak 1924’te dönebildi. 1917 Ekim Devrimi sürecinde bulunduğu Rusya`da Kızıl Ordu`da süvari olarak iki yıl askerlik yaptı. Birçok kez ölümle burun buruna gelen babamın bu çok ilginç yaşamöyküsünün ses kaydını bugüne değin korudum. Türkiye’ye duyduğu derin özlem nedeniyle askerlik görevini dönebildiği yurdunda gönüllü olarak yaptı.
Almanya Türk Öğrenci Federasyonu Başkanı olarak yaptığım eleştiriler nedeniyle, 1969 ve 1971’de iki kez vatandaşlıktan çıkarıldım. Şükranla andığım avukatlarım Uğur Mumcu ve Uğur Alacakaptan’ın danıştaydaki savunmalarıyla, Türkiye ve dünya kamuoyundaki tepkiler sonucu vatandaşlığımı geri kazandım. Almanyalı Türklerin ve göçmenlerin eşit haklara kavuşmaları konusunda 50 yılı bulan örgütlü mücadelem oldu. Babamın ses kaydında anlattıklarıyla kendi yaşamöykümü harmanlayıp kaleme aldığım kitap, Kızıl Ordu Süvarisi Trabzonlu Hacı Hasan ve Yedinci Oğlu adıyla Cumhuriyet yayınlarında iki baskı yaptı. Kitabımın editörlüğünü yapanlardan değerli yazarımız Ahmet Özer, internetteki açıklamasında Şeyh Said İsyanının ve bastırılmasının canlı tanığı olan babam Hasan Keskin`in anlattıklarına dikkat çekince, ben de bu yazımla konuyu dile getirme gereği duydum. (Bu konuya ilişkin bilgi için, binlerce sayfalık değişik kaynakları inceledim. Bakınız kitabın 440-449 sayfaları).
Şeyh Said, yeni Kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti`ne karşı; dini, isyanın aracı olarak kullanır; bildiriler dağıtılarak vaizler verilerek halka: “Halifelik kaldırıldı, medreseler kapandı, din elden gidiyor.” (…) “Halife sizi bekliyor, Halifesiz Müslüman olmaz, Halife memleketten çıkarılamaz, Şiarımız dindir, Hükümet dinsizdir, Şeriat isteriz, Mekteplerde dinsizlik ilerliyor” diyerek isyanı başlatır. “Türk Cumhuriyeti Reisi Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, Kur’an’ın ahkamına aykırı hareket ederek, Allah ve Peygamberi inkâr ettikleri ve Halife-i İslam’ı sürdükleri için, gayri meşru olan bu idarenin yıkılmasının bütün İslamlar üzerinde farz olduğu, Cumhuriyetin başında bulunanların ve Cumhuriyete tabi olanların mal ve canlarının Muhammed’in şeriatına göre hela olduğunu” “Emir’ül Mücahidin Muhammed Said El-Nakşibendi” imzasıyla halka çeşitli beyannameleriyle açıklar.
Güneydoğu ve bazı doğu illerimizi kapsayan silahlı isyan hareketi, başından beri İngiltere tarafından açıkça destekleniyordu. İngiltere’nin İstanbul Büyükelçilik görevlisi Kidston, 28 Kasım 1919’da Londra’ya gönderdiği raporda, “Kürtlere ne kadar güvenmesek de onları kullanmamız çıkarlarımız gereğidir” diyordu. İngiltere Başbakanı Lloyd George’un 19 Mayıs 1920’de San Remo’da yapılan Konferansta söyledikleri de şöyledir: “Musul bölgesinin, öteki bölümlerinden ayrılarak yeni bağımsız bir Kürdistan Devleti’ne bağlanabileceği düşünülmektedir. Ancak bu konuyu anlaşma yoluyla çözmek çok güç olacaktır.”
Lozan anlaşmasına göre, Musul ve Kerkük şehirlerinde halk oylaması yapılacaktı. Oylamada halkın Türkiye`den yana karar vereceğini düşünen İngiltere hükümeti, bölgede Şeriatçı-Kürtçü bir ayaklanmanın çıkmasına destek oluyordu. Musul sorununun görüşülmesi için İngiltere hükümeti 6 Ağustos 1924’te Türkiye`nin henüz üyesi olmadığı Milletler Cemiyeti’ne başvurdu. Bir gün sonra, 7 Ağustos 1924’te Hakkâri’de İngilizlerle iş birliği içinde olan Kürt “Nesturî Ayaklanması” başladı. Milletler Cemiyeti Konseyi’nin, yerinde incelemeler yapmakla görevlendirdiği üç kişilik İnceleme Komisyonu, Musul vilayetinde göreve başladığı 11 Şubat 1925’ten iki gün sonra da 13 Şubat 1925’te Doğu Anadolu’da Şeyh Said İsyanı başladı.
16 Şubat 1925’te 15 bini bulan silahlı kişiyle başlatılan İsyan: Muş, Ergani, Dersim, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Siverek, Siirt, Bitlis, Van, Hakkâri ve Malatya illeriyle Kiğı, Hani, Maden, Silvan, Kulp ve Hınıs ilçeleri başta olmak üzre çok geniş bir alanı kapsıyordu. Hani, Maden, Silvan, Siverek, Ergani, Varto ve Kulp ilçelerini isyancılar ele geçirmişti. Şeyh Said tarafından yönetilen 10 bin kişilik isyancıyla Diyarbakır kuşatılmıştı. İki ay süren bu silahlı isyanda yüzlerce devlet görevlisi ve vatandaş yaşamını yitirmişti.
İngilizler tarafından desteklenen bu denli geniş kapsamlı silahlı isyanın Türkiye Cumhuriyeti`nin kuruluşundan 27 ay sonra başlaması, genç Cumhuriyeti yok etme amacını taşıyordu. İsyancıların yazılı açıklamaları bunun kanıtıdır. Şeyh Said ayaklanmasının İngiltere tarafından desteklenerek Musul ve Kerkük olayında koçbaşı olarak kullanılması bir yana, aynı İngiltere’nin yeni kurulmuş Cumhuriyet hükümetinin, geniş kapsamlı bu “Şeriatçı-Kürtçü” isyanlarla uğraşırken, Milletler Cemiyeti de araç edilerek Musul ve Kerkük’ün oylamayla Türkiye`ye katılması engellenmiş oldu!
Son günlerde Şeyh Said İsyanı ve bastırılması konusu, çok değer verdiğim gazeteciler ve siyasi parti yöneticileri tarafından da konuşulmaya başlandı. Cumhur İttifakının ortağı olan Hüdapar denen örgütün yöneticileri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yardımıyla meclise taşındı. Türkiye Cumhuriyeti ve laiklik düşmanı olan bu kuruluşun, övgüler dizdiği Şeyh Said, böylece gündeme taşınır oldu.
Yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti`ni ortadan kaldırmak amacıyla ve İngiltere`nin o tarihte gündemdeki Musul sorununun kendi yararına çözülebilmesi amacıyla başlatılan ve çok sayıda vatandaşın katledilmesine yol açan silahlı isyana karşı, Türkiye Cumhuriyeti, her ülkenin en tabii hakkı olanı yapmış; silahlı isyanı bastırmıştır. Bunun yüz yıl sonra haklılık bakımından tartışılacak bir yönü yoktur.
1924-1925 yıllarında babam Hasan Keskin, bu isyanın bastırılmasında Hınıs’ta askerdi. Olayların canlı tanığı olarak isyancılarla çatışmaları ve isyanın bastırılması hakkında yaşadıklarını anlattığı ve benim kayda geçtiğim çalışma, bu konuda önemli bir belge niteliği taşır:
“Duyduk ki yeni kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti`ne ve Atatürk`e karşı bir isyan başlatıldı. Bunun İngilizlerin desteğiyle padişahlığı ve şeriatı geri getirmek isteyen bir isyan hareketi olduğunu öğrendik. Yani İngilizlerin desteklediği eski sistemi, padişahlığı ve şeriatı geri getirmeyi amaçlayan bir isyan hareketi. Bu isyancıların bazı yerleri işgal ettiğini duyduk. Duyduk ki, Sultan Vahdettin taraftarları İngilizlerle ilişkiye geçerek bir isyan hareketi başlatmak istiyorlar.”
Erzurum’un ilçesi Hınıs’a bağlı Kolhisar köyünde doğan Şeyh Said`in evi, babamın askerlik yaptığı Hınıs’taki askeri şubenin karşısındaydı. Hatta bir cuma günü camiden çıkarken kendisine Şeyh Sait’in gösterildiğini anlatır.
İsyancıların Hınıs’ı kuşatarak, Ruslardan ele geçirilen çok miktarda silah ve cephanenin bulunduğu deponun, ele geçmemesi için babam Hasan Keskin, bir grup asker arkadaşıyla, burayı ele geçirmek isteyen isyancılara karşı yaşadıkları silahlı çatışmaları anlatır.
Şeyh Said, iki ay kadar süren silahlı çatışma sonunda, “25 kadar şeyhiyle Varto yakınlarındaki Çarpuh deresi üzerinde bulunan köprüden İran’a kaçmak isterken yakalandığını” anlatan babam sözlerini şöyle sürdürür: “Söylendiğine göre Şeyh Said`in yanında iki katıra yüklenmiş çok miktarda altın para götürülmekteydi. Şeyh Said, 12.ci Fırka Kumandanı Asım Paşa’ya teslim edildi. Asım Paşa din konusunda son derece bilgili biriydi. Şeyh Said’e, ‘Bu yaptığınla çok sayıda insanın kanı döküldü, buna yazık değil mi? Bu isyanı neden yaptın? Öteki dünyaya gidip ne diyeceksin?’ diye sordu. Söylendiğine göre Şeyh Said bu soruya: ‘Sebep olanın gözü çıksın, sebep olanın gözü çıksın, Allah’tan bulsunlar’ diye cevap vermiş.”
Şeyh Said, 26 Mayıs 1925’te yakalanan diğer isyancılarla birlikte Şark İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmak üzere Diyarbakır’a götürüldü. Onunla yakalanan çoğu şeyh unvanı olan kişilerin, 26 Mayıs-27 Haziran 1925 arasında yargılanmaları sonucunda 29’unun idamına karar verildi. Ayni mahkemede yargılanan diğer kişiler ise farklı cezalara çarptırıldı. İdam mahkûmları, 28 Haziran 1925 gece yarısı idam edildiler. Hâkim Mehmet Aydoğan mahkeme kararında: “Senelerden beri şeyhlerin, ağaların, beylerin baskısı altında sömürülen, eriyen, inleyen bu bölgenin zavallı halkı, artık sizin kışkırtıcılığınızdan ve kötülüğünüzden kurtularak Cumhuriyetimizin verimli illerinde ve saadet vaat eden yollarında yürüyerek refah ve saadet içinde yaşayacaktır. Siz döktüğünüz kanların, söndürdüğünüz ocakların cezasını adalet sehpasında hayatınızla ödeyerek hesap vereceksiniz. İşte Cumhuriyet`in sert fakat adil kanunlarının hükmü budur”. Bakınız: Hakkı Keskin, Kızıl Ordu Süvarisi Trabzonlu Hacı Hasan ve Yedinci Oğlu, s. 447-448). 18.12.2023
Prof. Dr. Hakkı Keskin
Siyaset Bilimci, Almanya Parlamentosu ve Avrupa Parlamenterler Meclisi Eski Üyesi
Almanyalı Türklerin eşit koşullarda ve eşit haklarla yaşamaları için on yıllardır kararlılıkla mücadele eden Dr. Ertekin Özcan’ı, bugün, 30 Ağustos 2023`te kaybettik.
Dr. Ertekin Özcan, Almanyalı Türklerin, toplumun her alanında eşit haklara ulaşmaları, dışlanmamaları ve ırkçı saldırılara uğramamaları için, öncelikle örgütlenmeleri gereğini gördü. Bunun için Almanya`daki yaşamı boyunca çalıştı uğraş verdi. Bu nedenle “Almanya Türk Toplumu” `nin (TGD) kurulmasına öncülük edenler arasında bulundu. Almanya Türk Toplumu`nun 1994 de Kurucu Genel Başkanı oldu.
Almanyalı Türklerin örgütlenmelerine ilişkin doktora çalışmasını yaptı. Bu alanda Almanca Türkçe birçok yayını bulunmaktadır. Son olarak da yine bu konuda Türkçe kitabi yayına hazır durumdaydı.
Ertekin Özcan inanmış bir Sosyal Demokrattı. Kararlı bir Atatürkçüydü. Ertekin ve birçok arkadaşımızla birlikte Berlin`de 1975’te “HDB -Türkiye Halkçı Devrimci Birliği Batı-Berlin”’ örgütünü kurduk. 1976-1977 yılları arasında sosyal demokrat eğilimli “HDF-Türkiye Halkçı Devrimci Federasyonu-Avrupa’nın kuruluş çalışmalarına aktif olarak katıldı. 1977-1979’ yıllarında HDF ’nin Kurucu Genel Başkanı oldu. 1985’te Ertekin Özcan öncülüğünde “Berlin Türk Veliler Birliği” kuruldu ve 1988 yılına değin bu örgütün başkanlığını yaptı.
Çok ve farklı yetenekleri olan Dr. Ertekin Özcan aynı zamanda şair, araştırmacı, politikacı ve kararlı bir mücadele insani olarak asla unutulmayacak ve kalbimizdeki yerini koruyacaktır.
Ertekin Özcan evliydi ve iki kızı bulunmaktadır. Akrabalarına, aile yakınlarına ve tüm dostlarına yürekten başsağlığı ve sabırlar diliyorum. Derin bir acı ve üzüntü içindeyim!
Prof. Dr. Hakkı Keskin
30.8.2023