Türk ve Alman hukuku birlikte test ediliyor

Türk ve Alman hukuku birlikte test ediliyor
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Almanya’da 3 milyonu geride bırakan bir Türkiye kökenli nüfusun “hukuki dertlerinin” de dönüştüğünü hatırlatan Frankfurtlu avukat Fatma Bostan’a göre, artık daha farklı konu ve talepler gündemi belirliyor.

Türkiye’den kitlesel işgücü göçünün 60’ıncı yılında, kuşaklar arası hukuk zincirinin farklı boyutlar almaya başladığı kaydedildi. Çalışmalarını uzun yıllardır Frankfurt’ta sürdüren Avukat Fatma Bostan, Türk toplumunun önemli bir bölümünün, özellikle de genç kuşakların, “çalışan ve çalıştırılan” konumundan “çalıştıran” konumuna geçiş yaptığını belirterek, toplumsal yerleşiklik içindeki konumlarının hukuksal taleplerini değiştirdiğine dikkat çekti. Yaşlanan kuşağın vasilik ve miras davalarına konu olduğunu hatırlatan Fatma Bostan, son dönemde de Türkiye kökenli nitelikli işgücü göçünün getirdiği sorunları yorumladı.

– Sayın Bostan, göçmen olarak insanlarımız daha çok hangi dava türleriyle kapınızı çalıyor? Dikkatinizi çeken yeni gelişmeler var mı? 

FATMA BOSTAN – Almanya’daki Türklerin her türlü ve her alanda hukuki problemleri ve davaları oluyor. Bunları aile hukukundan tutun da ceza hukuku, idari hukuk, miras hukuku, kira hukuku, iş hukukuna kadar uzatabiliriz. Bilindiği gibi, 30 Ekim 1961 tarihinde Bonn’da Almanya ile Türkiye arasında “İşgücü Alımı Anlaşması” imzalandı. Türkiye’den Almanya’ya işgücü göçünün 60’ıncı yılını dolduruyoruz. Almanya’daki Türkler dört nesildir burada yaşıyorlar.

Birinci nesil emeklilik yaşını doldurdu, neredeyse ikinci nesil de emeklilik yaşını doldurmak üzere. İlerleyen onlarca yıldan sonra birinci nesilden vefat olayları arttı, bu sebeple son yıllarda miras davalarında da artış oldu. Miras davası derken, birinci ve özellikle de ikinci neslin hem Almanya’da hem Türkiye’de mal varlığı bulunabiliyor. Bu durumlarda Türk ve Alman hukuku birlikte devreye giriyor. Bu tür miras sorunlarında son iki yılda artış gözlemliyoruz.

VASİ TESPİTİ ÖNEMLİ KONU 

Yine son 2 -3 yıldır artış gözlemlediğiniz bir başka konu da, hukuki sorunlarda vasi tespiti. Her yaşlanan insan gibi, birinci veya ikinci nesilden Türk müvekkillerimiz de yaşlanınca sağlık sebebiyle kendi işlerini göremez hale geliyor ya da vesayet altına alınmak zorunda kalıyorlar. Bu müvekkillerin bir kısmının Almanya’da vasileri kısmen hukuki yolla görevlendirilen üçüncü kişiler olsa da, daha çok aile üyeleri, çoğunlukla da kendi çocukları oluyor. Alman mahkemelerince vasi olarak atanmak teknik ve bürokratik olarak çok zor değil. Dilekçe üzerine, vasi altına alınacak kişinin sağlık tespiti yapıldıktan sonra mahkeme hızlı bir şekilde vasi atıyor.

Ancak müvekkillerimizin Almanya’da almış oldukları vasi kararları ile Türkiye’de işlem yapmaları mümkün olmuyor. Bu nedenle, Türkiye’de işlem yapabilmeleri için tekrar Türk Hukuku’nca da bir vasi kararı çıkartmak veya Almanya’da alınan vasi kararını Türkiye’de tanıtma işlemini  yaptırmak gerekiyor.

– Bizim insanımız hukuksal konularda hangi alanlarda sıklıkla sorun yaşıyor?

 FATMA BOSTAN – 1961 yılı itibariyle Almanya’ya gelen Türkler rotasyon mantığıyla “misafir işçi” olarak gelmiş olsalar da artık misafir değiller ve bu toplumun bir parçası oldular. Toplumun her alanında mevcutlar, hemen her meslekte çalışıyorlar ve Almanya’nın her yerine yerleşmiş olduklarını görüyoruz. Mesleğe başladığım yıllarda müvekkillerimiz bize daha çok kiracı ve işçi sıfatıyla gelirken, bugün Türklerin sayıca  azımsanamayacak kadarı Almanya’da mal-mülk ve gayrimenkul sahibi oldu. Ya aldıkları evde kendileri oturuyorlar ya da çok daireli binaları alıp kiraya veriyorlar. Bu şekilde bize sadece kiracı olarak değil, artık ev sahibi olarak da kira hukukuna dahil problemlerini getiriyorlar.

TÜRKLER ARTIK ŞİRKET YÖNETİYOR

– Türkler daha çok hangi alanlarda ticaret sektörüne giriyor?

FATMA BOSTAN – Türkler burada yıllar önce küçük döner dükkanları veya eksport dükkanları ile ticaret hayatına adım atarken, bugün binlerce kişinin çalıştığı şirketleri yönetir noktaya geldiler.  Ayrıca Türkleri her türlü ticari alanda görebiliyoruz. Örnek verecek olursak: Temizlik sektöründe işveren ve çalışan olarak, güvenlik ve nakliye sektöründe yine işveren ve çalışan olarak, gastronomi sektöründe ise lokanta, kahvehane, fırın sahibi olarak geçimlerini sağlıyorlar. Ayrıca yine çok amaçlı kullanılan seminer, toplantı ya da düğün salonlarının yanı sıra çeşitli organizasyon ve etkinlikler için kamuya açık mekânları işleterek de katma değer üretiyorlar.

Hayatın her alanına dağılmış biçimde çok yaygın olarak Türkiye kökenli avukat, doktor, mühendis, sosyal danışman, psikolog, teknisyen, işletmeci, sigortacı, gazeteci, vergi uzmanı, bankacı, eğitmen, öğretmen, memur görüyoruz. Yıllar önce Türkler bizden çoğunlukla işçi olarak işverenle olan sıkıntıları için hukuk danışmanlığı hizmeti alırken, bugün işveren olarak şirketleriyle ilgili sorulardan tutun da, iş akdinin sona erdirilmesi, idare hukuku, sosyal hukuk gibi alanlarda hukuki sorunlarla işveren olarak geliyorlar.

HER MİLLETTEN MÜVEKKİLİMİZ OLUYOR

– Frankfurt çok fazla göçmenin yaşadığı büyük bir şehir. Burada küçük şehirlere oranla sorunlar nasıl farklılaşıyor, toplumun her kesiminden müvekkiliniz var mı?

FATMA BOSTAN – Tabii ki Rhein-Main bölgesi çok çeşitli kültürden insanın bir arada yaşadığı bir bölge. Frankfurt’ta bildiğim kadarıyla 153 milletten insan yaşıyor. Bizlere de sadece Türkler değil tabii ki diğer göçmenlerden de müvekkil olarak gelen çok insan oluyor. Örnek verecek olursak, Faslı, Pakistanlı, Afganistanlı, İranlı, Azeri, Balkan ülkelerinden müvekkillerimiz var. Bunların sorunları da, yine ne kadar zamandır burada yaşıyor olduklarına bağlı olarak, farklı hukuki alanlarda olabiliyor.

BEYAZ YAKALI TÜRKLER ARTIŞTA

– Son yıllarda beyaz yakalı dediğimiz “Expat Türkler” (nitelikli Türk işgücü) sayıca arttı. “Expatlar” hangi hukuki yollarla Almanya’ya giriş yapıyorlar, burada kalabilmek için hangi yolları kullanıyorlar? Gelenler genelde hangi mesleki alanlardan geliyorlar, topluma uyum konusunda sıkıntı yaşıyorlar mı?

FATMA BOSTAN – Son yıllarda Almanya’ya da Türkiye’den gelen nitelikli işgücünün sayısı arttı. Geçmiş yıllarda nitelikli işgücünü daha çok üniversite mezunları oluşturuyordu ve mavi kart uygulaması ile geliyorlardı. Ancak bilindiği gibi Almanya’da 1 Mart 2020 tarihinde “Nitelikli İşgücü Göç Yasası” (Fachkräfteeinwanderungsgesetz) yürürlüğe girdi. Bu yasanın getirdiği en önemli yenilik, üniversite mezunlarının yanı sıra meslek eğitimi bulunan veya uzun süre meslek tecrübesi bulunan işgücüne de kapıları açmış olması.

Nitelikli İşgücü Göç Yasası’na bağlı olarak daha çok sağlık branşında ve bilişim teknolojisi alanında başvuru olduğunu gözlemliyoruz. Yasa mesleki nitelikleri ve eğitimleri Almanya tarafından tanınan kişilere Almanya’da iş aramak üzere altı aylık bir “iş arama vizesi” sağlıyor ve bunun yanı sıra haftada on saate kadar deneme amaçlı istihdama da izin veriyor.

 

Adayların denklik alabilmek için Türkiye’den aldıkları diplomalarını ve mesleki yeterliliklerini gösteren belgeleri yetkili kurumlar aracılığıyla Almanya’ya iletmesi gerekiyor. Almanya’daki yetkililer ise Türkiye’de edinilen eğitim ve mesleki deneyimlerin Alman iş piyasasında karşılığı olup olmadığını inceleyip denklik kararını veriyor.

2020 yılı başında başvurularda oldukça artış görüyorduk, ancak daha sonra pandemi sebebiyle burada da tıkanma ve yavaşlama olduğunu görüyoruz.

“EXPATLAR” VE SORUNLARI

– “Expat” olarak Almanya’ya gelmenin avantajları ve dezavantajları nedir, sıkıntılar daha çok nerelerde yaşanıyor?

FATMA BOSTAN – Almanya’ya gelebilmek için temel Almanca bilgisi şartı isteniyor. Mesleği icra etmek için Almanca bilmek gerektiği için, adayların geldikten sonra Almancalarını burada da geliştirmeleri için belli bir süre tanınıyor. Nitelikli işgücü olarak gelen kişilerin süresiz oturum izni alma şartları da vize türüne göre değişebiliyor. Bu durumda çalıştıkları sektör, aldıkları ücret ve iş sözleşmesi şartları belirleyici oluyor. Süresiz oturma izni almaları ise 21 ile 48 ay arası değişebiliyor.

Çalıştıkları branşlarda devamlı personel açığı bulunduğu için, bu insanlar kolay işyeri değiştirebiliyor veya işsiz kalmıyorlar. Günlük hayatta sıkıntı çekmediklerini, kısmen kamu dairelerinde zorluklarla karşılaştıklarını dile getiriyorlar.

Devamını Oku

Almanya’da görme engelli bir insan olarak yaşam mücadelesi

Almanya’da görme engelli bir insan olarak yaşam mücadelesi
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Sosyal pedagog İsmail S., görme engellilerin yaşadığı sorunları ve haklarını, bu arada yararlanabilecekleri olanakları anlattı.

Fiziksel veya zihinsel bir takım yetersizliklerle “engelli” bir insan olarak yaşamak, bugünkü teknik kolaylıklara rağmen yeterince zor, sıkıntılı, masraflı ve umut kırıcı iken, görme engelli bir insan olarak yaşamak, başedilmesi bundan daha da zor bir duruma karşılık geliyor.

Çünkü başka insanlara, kurumlara ya da materyallere bağımlılık, bu engel türünde diğerlerine oranla çok daha fazla. Görme engelli bir birey olarak kapıdan çıktığınız anda, evde olduğunuzdan çok daha ağır oranda yardıma muhtaç kalıyorsunuz.

GÖRME ENGELLİLER İÇİN HAK VE ÖZGÜRLÜKLER

Sosyal bir devlet olarak Federal Almanya, Türkiye gibi bir ülkeyle kıyaslandığında, engelli bir insana sosyal ve bireysel olarak sunduğu imkânlar göz önüne alındığında, imrenilecek haklara sahip. Görme engelliler için bireysel haklar, refah düzeyleri ve özgürlükler konusunda bilgi almak üzere görme engelli bir birey olarak dünyaya gelen ve sosyal hizmetler alanında eğitim almış, sosyal pedagog İsmail S. ile yasal haklar üzerine kısa bir görüşme yaptık ve sorunlarını konuştuk.

İsmail S.’nin görme engeline doğuştan “Glaukom” adı verilen göz içi tolere edilemeyen basınç sorunu sebep olmuş. Bu sorun sebebiyle görme yetisini kaybetmiş, yasal olarak yüzde 100 engellilik derecesini almaya hak kazanmış.

İsmail S., gözlem, değerlendirme ve önerilerini bizimle paylaştı:

GÜNDELİK HAYAT, HASSASLAŞAN DUYULAR

“Görme engelli bir insan olarak yaşamak çok farklıdır,  görme duyunuz iptal olduğundan onun yerine ikame edeceğiniz diğer duyuları, mesela  koklama, dokunma ve duyma  duyunuza daha fazla  yüklenirsiniz, o duyularınız daha  fazla  gelişir, diğer insanlardan daha erken duyar,  kokuları daha keskin alır ve dokunduğunuz  materyalleri daha fazla hissedersiniz. Bu duyular sağlıklı insanlardakine oranla görme engellilerde daha fazla önem kazanır.

TEMEL SORUNLAR

Görme engellilerin temel olarak iki tür sorunu vardır; birincisi hakiki bariyerler ki bunlar; fiziki engeller, bir de insanların önyargılarıyla kendi oluşturdukları bariyerler; mesela birtakım bilinçli ve bilinçsizce yapılan dışlamalar, görmezden gelmeler, yok saymalar. 

Görme engelli bir insan olarak yakın çevremde her yere  gidebiliyorum, tabii ki bu rahatlığı Almanya’da yaşıyor olmama borçluyum: Düzen var ve insanlar buna uyuyorlar. Altyapı  sorunu  yok, organize  oluyorlar. Görme engelli bir vatandaş olarak yaşadığımız şehrin önemli yolları ve sokaklarını bulmamız, sağsalim adrese ulaşmamız için nelere dikkat etmemiz gerektiği eğitimli rehabilitasyon hocaları sayesinde teknik olarak okullarda öğretildi.

GÖRME ENGELLİLER İÇİN İMKÂNLAR NASIL?

Almanya sosyal bir devlet olarak bizlere yasal haklarımızı  sağladı, bu hakları kimse elimizden kolay kolay alamaz. Gelişmiş bir ülke olduğu için altyapı sorunları yok, şehir planlaması, kaldırım sistemi ya da trafik lambası sistemi, engelli vatandaşların trafiğe çıkabilmelerine uygun.

6 yaşında ilk olarak engelliler için özel olarak dizayn edilmiş ve müfredatı buna uygun olan olan bir yatılı okula gittim. 9 yıl sonra ise başka bir okula geçtim, orada da 3 yıl eğitim gördüm. Temelde sağlıklı çocukların gittiği okullarla aynı müfredata sahip bu okulların tek  farkları, sağlıklı çocuklara verilmeyen, görme engellilere özel, ulaşım sorunundan, yemek yapma, alışveriş ve ev temizliği,  sosyal hayata katılım, özbakımı içeren özel teknik destek, yardımcı materyal ve uygulama yöntemlerinin anlatıldığı ve öğretildiği ‘rehabilitasyon’ eğitimini de veriyor olmaları. Sağlıklı  çocuklar gibi matematik, fizik, sağlık, gibi dersler verilirken, kimya, bilgisayar kullanma, kabartma yazı tekniği gibi teknik dersler görme engelli bireylerin kullanabileceği materyallarle zenginleştirilmiş laboratuvarlarda veriliyor. 

Aklınıza gelebilecek her türlü spor dersi ise türüne göre kaza ve yaralanmalara sebebiyet vermeyecek ortam ve salonlarda teknik ve  personal desteğiyle  gerçekleştiriliyor. Bu okulların en büyük özelliği rehabilitasyon hizmetlerini  hem danışmanlık hem materyale ulaşma konusunda iyi seviyede veriyor olabilmeleri. Tabii ki bu okulların da dezavantajlı tarafları var: İnsanı ailesinden ve sosyal çevresinden uzaklaştırıyor, yaşıtlarından izole ediyor, hafta sonu ev izni ve tatiller dışında  sürekli okul ve yurt arasında bir dünyanız oluyor.

Görme engelli bir  çocuk normal bir okula da  gidebilir, bu durumda gerekli materyalin okul tarafından ekstra olarak karşılanması gerekir, aileye Jugendamt tarafından ‘Integrationskraft’ adı verilen bir yardımcı verilir ve çocuk bu yardımcı ile okula gider ve  derslere katılım gösterir, bu  yöntem tabii ki çok da tavsiye  edilebilir bir yöntem değildir, kağıt üzerinde  var olup pratikte çok da başarılı olmamıştır.

ANNE VE BABALARA TAVSİYELER

Her konuda olduğu gibi  görme engelinin üstesinden gelmek için zamanı çok doğru kullanmak gerekir. Teşhis konulduktan sonra biran evvel bu gerçeği kabullenip  bu  doğrultuda gerekli adımların ivedilikle atılması gerekir, gerek okul, gerek tedavi ve  terapiler gerekse bürokratik  meselelerin çözümünde  bu kabul aşaması en temel konudur, çok zaman kazandırır. ‘Frühforderung’ adı verilen ‘erken destek’ süreci anaokulu döneminde çok önemlidir. Almanya’daki görme engelliler için verilen eğitimin farkı tam da bu dönemde ortaya çıkar. Ailelerin bu dönemi iyi değerlendirmelerini  tavsiye ederim. Danışma hizmetlerinden ve uzmanlardan gerekli bilgi ve teknik desteği hiç çekinmeden, sıkılmadan alabilirler. Meselenin tüm aile üyeleri ve  kardeşlerle bir araya gelinerek, konuşularak kabul edilmesi, bu noktadan sonra beklemeden harekete geçmek çok önemli.

GÖRME ENGELİ VE MESLEK SEÇİMİ

Eskiden görme engelliler için  tavsiye edilen ve desteklenen klasik meslekler vardı: Telefon santrallerinde, Call-Center’larda sekreterlik, masörlük, fizyoterapistlik gibi. Artık bu tür sınırlayıcı engeller ortadan kalktı. Artık birçok görme engelli akademisyen ya da devlet memuru, sesli bilgisayarlar sayesinde sağlıklı insanlar gibi çalışabiliyor, herhangi bir kurumda  ‘Ausbildung’ adı verilen ‘meslek eğitimi’ni alabiliyor, araştırmalarını oturduğu yerden yapabiliyor. Devlet  gerekli teknik materyal ve asistan desteğini ödüyor. Buna rağmen hâlâ görme engelliler iş piyasasına girmekte  zorlanıyorlar, ayrıca  göçmen görme engellilerin eğitim seviyesi  ve meslek edinme kapasiteleri Alman görme engellilere oranla hâlâ daha düşük. Maalesef bu durum her türlü engeli kapsayan bir gerçekliktir.

GÖRME ENGELLİLERE EK YARDIMLAR

Görme engelliler için verilen ek yardımlar ise ikiye ayrılıyor: 750 euroya kadar ‘Blindengeld’ ve ‘Blindenhilfe’ adı verilen iki ayrı yardım miktarı var. Bu iki ayrı yardım 750 euro olana kadar birbirini tamamlar. Bu yardımlar Hartz-IV adı verilen sosyal yardım ya da ‘Wohngeld’ adı verilen kira yardımının dışında yapılan ek katkı yardımlarıdır. Yıllık 7400 euroya kadar vergi muafiyeti yine  görme  engelliler için kazanılmış  bir haktır, tabii bu hakkı sadece çalışabilen görme  engelli vatandaşlar  kullanabilir. Bunların dışında hastalık kasası ya da sigorta adı verilen ‘Krankenkasse’larda hasta ve engelli insanların birçok malzeme, ameliyat ve tedavi masraflarını üstlenmekle  yükümlü kurumlardır.

KENDİNİ GERÇEKLEŞTİRME İMKÂNI 

Engelli insanların Almanya’daki en büyük sorunu  son derece yavaş işleyen bürokrasisi ve kırtasiyeciliğin teknolojik gelişmelere rağmen azaltılamamış olması. Haklarımız  mevcut, bunlardan haberdarız, fakat bunlara ulaşmak konusundaki en büyük sıkıntı son derece yavaş işleyen bir bürokrasi ve işleri yokuşa sürme  politikasının izlenmesidir. Bu da sanırım engellilerin yaşadığı en genel sorundur. 

İskandinav ülkeleri bu konuda Almanya’dan daha başarılı müfredat ve politika uyguluyorlar. Görme engelli insanların en temel yaşadığı sorunlar, kurumlarla olan bürokrasi ve insanlar arası önyargı ve  desinformasyondur. Bunun yanı sıra Caritas, ASB, Deutsches Rotes Kreuz ve Internationaler Bund gibi  sosyal hizmet veren kurumların bu alanda  kurmuş oldukları lobinin büyüklüğü sorunların başında geliyor. Devlet bu konuda da engelli insanları ve ailelerini değil, bu kurumları kendine  muhatap alıyor. Bu da, doğal olarak, sorunların anlaşılması ve çözümünde zaman kaybı ve yavaşlamaya sebep oluyor.

ENGELLİLERE  UYGUN EVLER MÜMKÜN

Ev bulmak genel olarak herkes için zor bir konu, buna rağmen tabii ki  görme engelli bir insan için ‘behindertengerecht’ adı verilen, engelin seviyesine göre ev bulmak mümkün. Belediyenin evleri bu konuda daha ucuz ve iddiasız olduğu için daha uygun, ama istenirse ve gerekli şartlar hazırlanırsa serbest  piyasadan da ev bulunabilir. 

Aile kurmaya gelince: Görme engelliler genelde yalnız yaşarlar, tabii arada  evlenen, çocuk sahibi olan ya da hayat arkadaşıyla birlikte  yaşayan engelli bireyler de çıkıyor. Okul çağında çocuk sahibi olan görme engelliler içinse ‘veli dayanışması’ adı verilen okul içi asistanlık sistemi devreye  girer. 

Devamını Oku

Mülteciler ve işsizler için bir çıkış kapısı

Mülteciler ve işsizler için bir çıkış kapısı
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Sosyal danışman Erdem Özbek: “Değişen göçmenlik yasası nedeniyle artık Suriye ve Eritre’den gelen mülteciler avantajlı duruma geçti. Bunlar diğer ülkelerden gelen mültecilere oranla Alman iş piyasasında daha fazla destek alabiliyorlar.”

Federal Almanya’da özellikle son 20 yılda mesleki rehberlik programları ve danışmanlık hizmetleri eğitim ve meslek hayatının, dolayısıyla iş piyasasının olmazsa olmazı haline geldiler. Her alanda olduğu gibi bu alanda da uzmanlaşma ve profesyonelleşme adeta bir zorunluluk oldu.

Rehberlik ve danışmanlık hizmetleriyle uzun süreli işsizlere, çeşitli sebeplerle meslek eğitimini tamamlayamamış gençlere, göçmenlere, engellilere, çalışma hayatına katılmak isteyen kadınlara ve mültecilere mesleki danışmanlık, rehberlik ve sertifika kazandırma hizmeti veriliyor. Bu özel kurumlar verdikleri sertifika programlarıyla Almanya’nın hemen her şehrinde iş piyasasının canlanmasına, işgücünün nitelikli hamlelerle doğru mesleki alanlara yönlendirilmesine ve işgücü kaybının en aza indirilmesine destek oluyorlar. Bu kurumlardan bir tanesi de Starthaus GmbH.

Rhein-Main bölgesinin Offenbach şehrinde faaliyet gösteren Starthaus, daha çok entegrasyon kurslarıyla ve sertifika programlarıyla göçmenlere, uzun ya da kısa süreli işsizlik geçmişi olan bireylere, iş hayatına başlamak ya da dönmek isteyen kadınlara, Almanya’da kalmak isteyen mültecilere mesleki alanlarda iş bulma kurumunun ve Alman işgücü piyasasının talep ettiği diploma, derece ve sertifikaları veriyor.

ÇEŞİTLİ FONLARDAN DESTEK 

Faaliyet alanları hakkında bilgi almak üzere görüştüğümüz sosyal danışman Erdem Özbek kısaca  kurumun hizmet verdiği alanlar ve danışanların genel olarak başvuru şartları hakkında bilgi verdi. Özbek, daha çok İçişleri Bakanlığının yanı sıra, “Çalışma ve Sosyal İşler Bakanlığı”, “Sığınmacı ve Mültecileri İş Piyasasına Hazırlama ve İstihdam Projesi” (İvAF) kapsamında  ve “Federal Göçmenlik ve Mültecilik Dairesi” (BAMF), “Almanya için Avrupa Sosyal Fonu” ve Avrupa Birliği fonlarından aldıkları finansal destek ve projeler doğrultusunda çalıştıklarını anlattı.

Mültecilerin yaşam koşullarını iyileştirme adına katkıda bulunmadıkları tek alanın ev arama ve bulma sorunu olduğunu, bu sorun dışındaki nerdeyse günlük tüm sosyal ve bireysel sorunlarının çözümünde destek verdiklerini belirten Özbek, bir iş bulma kurumu olan JobCenter (Çalışma Merkezi) ile koordineli olarak çalıştıklarını fakat mültecilik statüsü kalkmış olan göçmenlerin iş bulma konusunda destek alma haklarının Almanya’da kalma statülerinin değişmesiyle son bulduğunu belirtti. Erdem Özbek şunları söyledi:

“14-74 yaş aralığındaki tüm mültecilere hizmet veriyoruz. Kurum olarak yaklaşık 1,5 senedir kadınlar için de pozitif ayrımcılık yapıyoruz. Kadınları  iş hayatına kazandırmak ya da yeniden iş hayatına döndürmek üzere hizmet sektöründe, temizlik ve ev idaresi,  gastronomi, endüstriyel mutfak, depolama gibi alanlarda çalışma alanları yaratma çabası içindeyiz. Geçerli bir diploması olmayan kadınlar için en azından ‘Hauptschulabschluss’ adı verilen orta öğretim diploması edindirmeye çalışıyoruz. Onlara iş başvurusu ve özgeçmiş hazırlamada, staj ya da iş bulmalarında destek veriyoruz. Her alanda olduğu gibi iş piyasasında da mültecilerin önlerindeki en büyük sorun, yine dil bariyeri.”

Sosyal danışman Özbek, 2019 yılının ikinci yarısında değişen göçmenlik yasası nedeniyle artık  Suriye ve Eritre’den gelen  mültecilerin avantajlı duruma geçtiğini ve son aylarda diğer ülkelerden gelen mültecilere oranla Alman iş piyasasında daha fazla destek alabildiklerine değindi.

MÜLTECİLİK VE HİJYEN KURALLARI

Pandemiden sonra kamusal alana getirilen genel yasaklar doğrultusunda mülteciler ve danışanlar ile olan kurum içi yüz yüze bilgilendirme ve görüşmelerin kısıtlandığını, dolayısıyla bu durumun danışanların iş bulma ya da eğitim alma süreçlerinin otomatik olarak uzamasına sebep olduğunu kaydeden Özbek, bunun yerini telefonla görüşmelerin ya da elektonik posta yoluyla bilgilendirmelerin aldığını vurguladı. Özbek, “Ayrıca, mülteciler, hijyen koşullarına uymalarının mümkün olmadığı yurtlarda ve binalarda yığınsal olarak yaşıyor. Onun için genel olarak toplumun diğer bireyleri kadar koronavirüs konusunda yeterli koruma ve bilgilendirme alamıyorlar. Bunun yanı sıra, dil bariyerleri olduğu için şehre ve kamusal alana getirilen genel ya da bölgesel koronavirüs yasaklarının ciddiyeti ve önemi konusunda bilgilenmekte eksik kalıyorlar” diye konuştu.

“OFFENBACH, DOLU”

Sosyal danışman Özbek, Offenbach’ın hem şehir içinde hem de çevresinde Almanya’nın geneline oranla çok yüksek sayıda göçmene ve mülteciye evsahipliği yaptığını, dolayısıyla şehir içi için artık mülteci danışan kapasitelerinin dolduğunu kaydetti. BAMF tarafından Stadt-Offenbach’a yeni mülteci gönderilmediğini, BAMF’in yeni gelen mültecileri ise Offenbach-Kreis bölgesine yolladığını vurgulayan Özbek, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Özellikle mültecilerin topluma ve iş dünyasına kazandırılmalarının kolaylaştırılması uyum sorunlarının azalmasına sebep olacaktır. Toplumsal bir mutabakatla mültecilere karşı varolan önyargıların azaltılması gerekiyor. Bu nedenle, yerel medya unsurlarının da kullandıkları haber diline dikkat etmeleri bu noktada çok önemli. Sonuç olarak, mülteciler savaştan canlarını kurtarmak için bu ülkelere sığınmacı oldular. Bu sık sık hatırlanması gereken bir gerçek.”

TÜRKİYE’DEN DE SIĞINMACI VAR

Sosyal Danışman Erdem Özbek, Suriye, Somali, Sudan, Afganistan, Eritre ve Ortadoğu ülkelerinin yanı sıra son yıllarda Türkiye’den de mülteci statüsüyle Almanya’ya giriş yapan sığınmacıların sayısının azımsanamayacak kadar olduğunu, çeşitli meslek gruplarından bu insanların sertifika ve  diplomalarını tanıtarak Alman iş piyasasına girmeye çalıştıklarını belirtti.

Devamını Oku

İleri sanayi toplumunda göç ve kültürleri kaynaştırmak

İleri sanayi toplumunda göç ve kültürleri kaynaştırmak
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Frankfurt merkezli KUBI ve yöneticisi Arif Arslaner, on yıllardır eğitim üzerinden göçmen toplumundaki gerilimlerin giderilmesine yönelik çalışmalar yapıyor. KUBI, Almanya’nın bu alandaki büyük kurumları arasında yer alıyor.

Frankfurt’taki KUBI (Verein für Kultur und Bildung e.V. – Kültür ve Eğitim Derneği) Avrupa’daki sanayi ve bilgi toplumunun en gelişmiş bölgelerinden birinde 1993’ten bu yana faaliyet gösteriyor. KUBI Direktörü Arif Arslaner ileri sanayi, bilgi ve göç toplumunda, bu tür bir kurumun etkinliklerine yönelik sorularımızı yanıtladı.

– 27 yıldır bir göçmen derneğini yaşatıyorsunuz. İlk kurulduğunda bu kadar farklı alanlarda hizmet vermiyordu kuşkusuz, ama bugün KUBI Frankfurt’taki en büyük göçmen sosyal hizmet kurumlarından biri oldu. Bu noktaya gelinebileceğini düşünmüş müydünüz, ilk motivasyonunuz ve hedefleriniz neydi?

ARİF ARSLANER – KUBI, kuruluşundan bu yana eğitimi kendine temel almıştır. Bütüncül bir bakışla, kültürün toplumsal iletişimin bir parçası olduğu gerçeğini göz ardı etmeden, eğitim ve kültür faaliyetlerini birlikte yürüten bir şirket olmuştur. Farklılığımız şudur: Kuruluştan itibaren biz, insanların ancak eğitim üzerinden toplumun önemli bir parçası olabileceklerini ve toplumdan mesleki ve kişisel olarak pay almanın ancak eğitimle daha iyi koşullarda mümkün olduğunu vurguladık. Temelimizi bunun üzerine oturttuk.

Tabii ki diplomanız olmadan da para kazanabilirsiniz, ekonomik bağımsızlığınızı elde edersiniz, fakat eğitim yaygın olarak bunun ana lokomotifidir. Özellikle yüksek teknolojinin kullanıldığı gelişmiş ülkelerde eğitimin öneminin çok büyük olduğunu gördük. Bunun ailelerde, okulda başladığını düşündüğümüz için de tüm çalışmalarımızın odak noktası eğitim oldu.

Bir önemli farkımız da, o zamanlar diğer göçmen derneklerinin yaptığı bir hatayı tekrarlamamak oldu. Nedir bu hata? Türk dernekleri Türklerle, İtalyanlar İtalyanlarla, Almanlar Almanlarla gibi bir anlayış vardı, bunu reddettik. Çünkü bu ülkede, bu şehirde yaşıyorsak etnik kökenimiz, siyasi görüşümüz, inancımız ne olursa olsun, evrensel ilkeler çerçevesinde hukuk devletini önceleyen, şiddeti, ırkçılığı reddeden her kurum ve insanla birlikte çalışmayı hedeflemeliydik. İlk çalışmamızı da bu yönde yaptık.

1993 yılında ilk kurulduğumuzda ilk projemizi meslek eğitiminde yardına ihtiyacı olan gençlere İş ajansı üzerinden destek projesine ayırdık. O zamanlar Frankfurt’ta Rusya’dan gençler yoğunluktaydı, öyle ki, göçmen gençler aralarında sıklıkla “ergen çatışmaları” çıkardı. Bu gençlerden bazıları, eğer bizim derneğimizde eğitim alıyorlarsa, bu çatışmalara hiç karışmıyordu. Böyle bir birleştirici etki alanımız oluştu.

KATMA DEĞER YARATMAK

– Peki bu kadar etkin olabileceğinizi, bu noktaya gelebileceğinizi düşünmüş müydünüz?

ARİF ARSLANER – İlk kurduğumda şu kadar çalışanımız olsun, şu projeyi yapalım, şu kadar büyüyelim gibi hedeflerim yoktu. Kafamda sadece şu vardı: Bilgimizi toplumla paylaşarak daha iyi ve güzele nasıl ulaşabiliriz, bu toplumun alt sınıflarında kalmış, eğitimden payını alamamış, sosyal yapısı zayıf, toplumun kenarına itilmiş insanların çocuklarını okullarda ve meslek hayatında nasıl güçlendirebiliriz, toplumun merkezine doğru itebiliriz? Bunun dışında başka bir şey düşünmedim.

Kafamda bir kurum vardı; kültürel etkinlik yapan, sosyal hizmet de veren, eğitim veren bir kurum, hatta akademik çalışmalar yapabilecek bir kurum. Tabii bu bir süreç meselesi, ekonomik imkân meselesi. Benim kafamdaki anlayış, büyümeye yönelik değil, topluma vereceğimiz katma değere, kaliteye, faydaya yönelik oldu her zaman.

IRKÇILIK VE AYRIMCILIK KARŞITI DURUŞ 

– KUBI bugün sosyal hizmetler alanında  katma değer üreten bir çatı örgütü olarak, sosyal hizmetlerde sosyal pedagojik aile desteğinden tutun da uyum-göçmenliğe, eğitim ve okul projelerinden meslek hayatına katkıya, Start-Up-girişimcilerine destekten demokrasi ve şehir içi sosyal katılım ve halkla ilişkilere kadar çok geniş bir alanda çalışıyor. Yakın gelecekte bunlara eklemek istediğiniz başka  kamuya açılabilecek ya da mesleki  projeleriniz var mı?

ARİF ARSLANER- Bizim hedeflerimiz hep bütüncüldür ve birbirini tamamlayan hedeflerdir. İstihdama yönelik olarak, göçmenlerin bu toplumda sosyal, ekonomik, kültürel değerlerini güçlendirir ve yerleştirirsek, bu yolla içinde yaşadığımız Alman toplumunu da güçlendirmiş, onun değerlerine de katkıda bulunmuş oluruz. Böylece ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı bir duruş sergilemiş oluruz.

Bu nedenle, yaptığımız tüm çalışmalar için bir ağ oluşturmak istiyoruz mesela son projemizde. Küçük ve orta ölçekli işletmeleri de bir model projeyle destekledik. Amaç bu işletmelerin fazla kâr etmesi filan değildi, amaç şuydu: Bu işletmeler ne kadar profesyonelleşirse toplumda o kadar fazla istihdam alanı ve gençler için meslek eğitimi imkânı yaratırlar. Zaten o işletmeler de daha çok aile işletmeleri oluyor, büyük zahmetlerle, ufak adımlarla kuruluyor. Bugün anladığımız anlamda “Start-Up işletmelerdir” bunlar.

Yeni bir projemiz daha var, yakın zamanda başlayacak, o da işletme kurmak isteyenlere ya da mevcut bir işletmeyi devralmak isteyenlere verdiğimiz bir destek projesi. Bu projenin finansörü sanayi ve ticaret bakanlığıdır. Katılımcılar için ise ücretsizdir. Katılımcılar proje sonunda bizden birer katılım belgesi alabilecekler.

Bunun dışındaki hedeflerimizden biri de dil konusunda yetişkinlere yönelik akademik çalışmalar yürütmek. Fakat bu proje henüz o olgunluk aşamasında değil.

KUBI’DE GENÇ TÜRK YÖNETİCİ GÖRMEK İSTİYORUZ

– Türk işletmeciler genelde hangi alanda iş yapıyor olurlarsa olsunlar, Türk çalıştırsalar da yönetici seviyesinde Türkleri ve yabancıları pek  üst yönetimde göremezsiniz. Sadece Alman çalışanlara iyi pozisyonlar verilir, bu genel geçer bir Türk işletmeci politikasıdır. KUBI bu alanda bir istisna  yapmamış görünüyor. Türk çalışana karşı gerçekten bir güven sorunu mu var, Türklere şirket teslim edilemez mi? Sizce bu bir önyargı olabilir mi? Bunun asıl sebebi sizce  nedir?

ARİF ARSLANER – Aslında tam tersi, bizde Türk yöneticiler zaman zaman sayıca daha fazla olmuştur. Konjonktürel bir şey, bana bağlı bir durum değil. Mesela bir Türk  yöneticimiz annelik izninde, bir diğeri başka bir şehre taşındı, bir yöneticimiz de hastalık nedeniyle ayrıldı. Bizden kaynaklanmayan sebeplerle yani. Biz istiyoruz ki, gerçekten o vasfa sahip Türk yöneticiler o pozisyonları alsınlar, görevlerinin hakkını verebilecekler gelsinler. Bizim için tek koşul bu olsun. Ben yarın burayı Türkçe konuşan bir yöneticiye teslim etmek isterim. Hatta bizim tüzüğümüzde bile yöneticilerin vasıfları ile ilgili bir madde koydurduk. Genç yöneticiler yetiştirmek istiyoruz, ama bu şu demek değil: Sırf iyi dil biliyor diye o insan iyi yönetici olamıyor, başka hasletler de gerekiyor bir yöneticiye. Belirli bir konuda uzman olmak yetmiyor. Yöneticilik çok geniş bir kavram, vizyon sahibi olmanız, ikna edici olmanız ve aynı anda birçok alana yetişmeniz gerekebiliyor.

Biz gerçekten stratejik olarak Türk gençlerini yönetici olarak yetiştirelim istiyoruz, ama bu sırf bana bağlı değil. Ben işe alırken bile diğer arkadaşlara soruyorum; yöneticilik vasfı var mı, yapabilir mi diye. Takdir edersiniz ki, tam zamanlı çalışmayan bir insanı yönetici yapamazsınız, yarı-zamanlı çalışarak şirket yönetilemez.

KÜLTÜREL KAN UYUŞMAZLIĞI: ÇÖZÜMÜ VAR

– Bir “sosyal hizmetlerci” olarak göçmenlerin en temel sorunu sizce nedir, nasıl aşılacağına inanıyorsunuz?

ARİF ARSLANER – Bunu tek nedene bağlayamayız; ama şu bir gerçek ki, içinde yaşadığımız toplum ile biz Türklerin arasında kültürel olarak bir kan uyuşmazlığı var. Bunu inkâr edemeyiz. Davranışlarımızda, hayata bakışımızda, komşuluk ilişkilerimizde ya da çocuk yetiştirme modellerimizde. Tabii bu çeşitliliği alın, okul ortamına taşıyın, orta sınıf Alman bir öğretmenin Türk çocuklarını yetiştirdiğini düşünün,  arada ciddi sorunlar  doğabiliyor, bizlerin Türk olarak sorun addetmediğimiz birçok şey, o çocuk üzerinde orta sınıf kökenli öğretmen için kültürel ya da sosyal olarak sorun teşkil edebiliyor.

Önyargılardan muaf değiliz hiçbirimiz. Onların da, bizim de, hepimizin önyargıları var. Örnek vereyim:  Aykırı davranan ya da sınıf düzenini bozan bir Alman öğrencinin sosyal kodlaması ile bir Türk öğrencinin sosyal kodlaması o öğretmenin kafasında aynı değil. Bu bir gerçek, sorun hem sınıfsal, hem kültürel, hem de sosyaldir. Zaten orta sınıfların birbirleriyle anlaşması daha kolay oluyor, alt tabakadan biri ile üst tabakalar daha zor anlaşıyor. Bazen işin içine ayrımcılık ve ırkçılık da giriyor.

Bütün bunlar nasıl aşılır? Biz eğitimciler biliriz ki, karar verici pozisyonda olan her zaman öğretmendir, bu sebeple kendimizi onun yerine koymalı ya da hassasiyetlerini, kullandığı dili ve terminolojiyi iyi tespit etmeliyiz, iletişimi güçlendirmeliyiz.

TÜRKLER SIKIŞTI VE KUTUPLAŞTI

Başka bir sıkıntı da şurada oluşuyor: Bizler burada Türkler olarak sıkıştık ve kutuplaştık, Türkiye ile Almanya politikası arasında, bizler burada bir araya gelip ortak sorunlarımızı konuşabilme konusunda sıkıntılar yaşıyoruz. Farklılıklarımızı, makûl bir seviyede ortak paydada konuşabilmek, yaşayabilmek konusunda sıkıntılarımız var. KUBI ne yaptı bunun adına?  Bir ağ kurdu. “Göçmenler arası demokrasi ağı” projesiyle spor derneklerini, müzik derneklerini, kültürel dernekleri, Afrikalıların derneklerini, Faslıları ve değişik uluslardan grupları alarak bir ağ oluşturduk, bunun yanına bir danışma kurulu kurduk. Bunun içinde çeşitli isim yapmış akademisyen, politikacı, eğitmen, sendikalar birliğinden, Yahudi cemaatinden isimler yer aldı. Bu, işte KUBI’nin bir  gücü olarak ortaya çıktı. Irkçılığa karşı, antisemitizme ve islamafobiye karşı bir duruş sergiliyoruz.

Biz KUBI olarak farklı kesimleri bir araya getirebiliyoruz, bunun sebebi ise, kamplaşma kültürünün dışında kalmaya çalışmamızdır. Buna özen gösteriyoruz. 27 yıldır buna uğraşıyoruz. Yıllar evvel Frankfurt Çokkültürlülük Dairesi’yle birlikte ilk olarak  “velilerin eğitilmesi projesi”ni gerçekleştirdik mesela. Neden? Çünkü Alevi çocukların okul sorunlarıyla, Sünni çocukların okul sorunları birbirinden farklı değil ki, çözümleri farklı olsun. Biz hepsini kucaklıyoruz.

Sadece Türkleri değil Arapları, Rusları, Yahudileri ve diğer kültürleri, milletleri de katmak istiyoruz projelerimize.

MÜLTECİLERİN ELİNDEN TUTMAYA ÇALIŞIYORUZ

– Mülteci sorununa  gelecek olursak: Bundan 5-6 yıl önce yığınlar halinde  gelen Afgan gençler ve çocuklar,  Suriyeli aileler, Somali, Sudan, Eritrea ve Etiyopyalı gençler için bugün Almanya mesleki olarak ne sunuyor, bu gençler ne tür meslekler edinebildi ya da edinme şansları var? Üniversiteye gidebilen ya da meslek eğitimi yapabilenlerin oranı sizce nedir? Bu gençlerin hepsi gerçekten söylendiği  gibi sadece nitelik gerektirmeyen, ara ve yan mesleklerde çalıştırılmak için mi getirildiler sizce?

ARİF ARSLANER – Biliyorsunuz, bu insanlar 5-6 yıl önce akın akın geldiklerinde Frankfurt belediyesine ilk biz hizmet sunduk, son derece zor şartlar altında. Yerimiz bile  yoktu, sonra bir yer aradık, bulduk, şu anda yurdumuzda 18-25 yaş arası yaklaşık olarak 140 mülteci genç kalıyor.

Ben Frankfurt Belediyesi’ne farklı bir mülteci konseptiyle gittim. Burayı sadece bir yurt olarak değil, yaşam alanı ve eğitim merkezi olarak, danışma hizmeti alabilecekleri, mesleki ön hazırlık yapabilecekleri bir merkez olarak düşündüm. Mekânımızın avantajını da kullanarak bir mesleki geçiş hizmeti vermeyi planladım. Maalesef bunu tam istediğimiz gibi gerçekleştiremedik, şu anda sadece mesleki ve sosyal danışmanlık hizmeti, bunun yanında da Almanca kursu veriyoruz.

Bu gençler Almanya için bir kaynak da olabilir, tabii ki bu, sizin bu insanları nasıl yönlendirdiğinize bağlı. İyi yönlendiremezseniz kriminalite de üretebilirler. Hayat da hep böyle değil midir, ne verirseniz onu alırsınız. Tabii şu da bir gerçek: Siz isteseniz de onların her birinden istediğiniz modelde insan çıkaramazsınız, fakat onların arasından bazılarının, isteklilerin, azimlilerin, mücadelecilerin elinden tutup meslek edindirebilirsiniz.

Bu mültecilerin içlerinde meslek edinenleri var, üniversiteye gidenleri de var, ama büyük çoğunluğu ucuz iş gücü olarak kullanılıyor. Bu da bir gerçek. Aslında bu Almanya için büyük bir şans, çünkü Almanya yüksek teknoloji üreten bir ülke ve Frankfurt’u düşünün neredeyse yüzde 70’i göçmen kökenli insanlardan oluşuyor. Bunların yarısı vasıfsız olursa bu şehrin geleceği de tehlikeye  girer. Bu nedenle ne kadar nitelikli insan yetiştirebilirlerse, toplum dayanışma, barış ve huzur içinde yaşar. Bu tür bilgileri paylaşmaktan geri durmuyoruz.

– Buna yönelik projelere mi öncelik veriyorsunuz?

ARİF ARSLANER – KUBI’nin en önemli özelliği model projeler üretmesidir, yeni projeler üretmesidir. Şöyle düşünmek lazım: Biz mesleki ve eğitim alanında eksiğin nerede olduğunu soruyoruz, eksiğin üzerine yeni bir şey koymaya çabalıyoruz. Burada  KUBI’nin eğitim ve meslek edindirme dışında bir “düşünce kuruluşu” olarak varlığı ve önemi ortaya çıkıyor. Tabii ki idari mercilerden her zaman olumlu yaklaşımlar alamayabiliyoruz. “Sizin alanınız eğitim ve meslek edindirme, siz o işlerle uğraşın” dediklerini de duyuyoruz, ama bu tarz yaklaşımlar bizi yıldırmaz. Çünkü ben geldiğim yeri unutmadım, kendim işçi çocuğuyum. Benimle aynı şartları yaşayan gençlerin ellerinden tutmak isterim, onlara o elverişli şartların sağlanması için uğraşmak isterim, yarışta geri kalmamalarını isterim. Bu iyi bir eğitim almaktan, sosyalleşmekten geçer, meslek eğitiminden geçer. İnsan en çok meslek edinirken sosyalleşir, öğrenir, bu böyledir.

Biz KUBI olarak devletten yardım almaksızın ihtiyacı olan bazı mülteci gençlere ücretsiz Almanca kursu da verdik. Bunu yaparken devletten herhangi bir destek de almadık, tamamen KUBI’nin kendi bütçesini zorlayarak, kendi imkânlarımızla sağladık bunu.

DEMOKRASİNİN DEĞERLERİNE KATKI

– Biraz da Frankfurt şehir yönetimiyle birlikte yapmakta olduğunuz Mond projesi (“demokrasi için göçmen örgütleri ağı”) üzerine konuşalım. Bu konudaki hedefleriniz nedir, neden böyle  bir projeye  ihtiyaç duydunuz? Bu  projeden ne bekliyorsunuz? Sizce  yeterince göçmen derneği projeye  katılım  gösterdi mi? Projeyi  büyütme hedefleriniz var mı?

ARİF ARSLANER – Projeden bizim beklentimiz şudur: Dünyada ayrımcılık, ırkçılık, kutuplaşma, ötekileştirme çok fazla konuşuluyor ve her grup birbirine karşı düşmanlaşmaya, diğerini ötekileştirmeye başladı. Almanya’daki ırkçılık da üzerine tuz biber ekti. Fakat burada ırkçılıkla mücadele konusunda hem sendikalar, hem düşünce kuruluşları, hem üniversiteler zaten güzel işler yapıyorlar.

Ben özellikle şubat ayındaki Hanau katliamından sonra gözlemledim: Olay üzerine Alman Sendikalar Birliği (DGB) adına ve camiler birliği adına ardı ardına toplantılar düzenlendi. İkisine de gittim, şu dikkatimi çekti: İkisi de ırkçılığa, ayrımcılığa karşıydı, ama ikisi de kendisinden olmayanı ötekileştiren bir dil, tutum ve üslup kullanıyordu. Şunu söyleyeyim: Irkçılıkla bu şekilde mücadele edemezsiniz; bu böyle olmaz. Irkçılık mağduru katmanları, bileşenleri, bir araya getirdiğiniz gibi, o konuda hassasiyet duyan kurum, kişi ya da örgütlerin temsilcilerini de bir araya getirmeniz gerekir. İçlerinde fikir önderleri, akil insanlar da olmalıdır.

Biz tüm uluslardan göçmen derneklerini, spor derneklerini, kültür derneklerini, inanç derneklerini fark gözetmeksizin bir araya getirmek istiyoruz; Arapları, Afrikalıları, Türkleri, Yahudileri… Bilim Kurulu dediğimiz üniversiteden bilim insanlarını, partilerden siyasi temsilcileri, sendikalar birliğinden, Türk sivil toplum kuruluşlarından  toplumda belli bir yer edinmiş olan insanlardan oluşan bir danışma kurulu oluşturmak istiyoruz. Amacımız  demokrasiyi ve değerlerini güçlendirmek ve ırkçılığa karşı mücadele etmek. Bunun en sağlam yolu, demokratik değerleri güçlendirmektir. Siz, sizin gibi olmayanı ötekileştirerek, aşağılayarak ırkçılıkla mücadele edemezsiniz.

YENİ PROJE: DEMOKRASİ DEĞERLERİ 

Tam da bu sebeple yapacağımız bir çalışmada toplumdaki bu fikir ve düşünce gruplarına şu soruyu soracağız: “Sizler demokrasi ve değerlerinden ne anlıyorsunuz?” Bu soruyu mütedeyyin cami cemaatine de soracağız, kadın gruplarına da soracağız, sendikalar birliğine de soracağız. Mesela “Kadın-erkek eşitliğinden ne anlıyoruz?” Mesela mütedeyyin cami cemaati hep şu eleştiri ile gelir: “Sizler türbanlı hanımlara değer vermiyorsunuz…”

Şimdi burada bundan ne anlıyorsunuz? Biz de şunu öğrenmeye çalışacağız: “Mütedeyyin insanlar kadınlara karşı nasıl bir tutum izliyor, kadınlar orada ön saflarda  çalışabiliyorlar mı, baştacı ediliyorlar mı?” Bunları soracağız, öğreneceğiz. Tabii bütün bunları yaparken kendimize de ayna tutacağız, kendimizi de sınayacağız, soruşturacağız, “Doğru mu yapıyoruz, aynı ülkeden gelip farklı etnik kökenli insanımıza nasıl muamele ediyoruz, birilerini ötekileştiriyor muyuz?” gibi…

Bu projeyi ideolojik perspektifte bakan insanlara teslim etmek istemiyoruz. Böyle bir çalışmanın içinde biz ideolojik kampların içinde hareket etmeyeceğiz.

– Almanya’da yaşlanmakta olan bir göçmen nüfusu var. Bu popülasyon için projeleriniz nedir?

ARİF ARSLANER – Ben inanç bakımından değil, ortak kültürel alışkanlıklar ve kodlar olarak bakarım bu tarz projelere. Dil mesela önemli bir etkendir, ortak değerler önemli bir etkendir, kültür önemlidir. Tabii ki orada bir yurt sakininden namaz kılma talebi gelirse, oraya bir mescit de açarız.  Önemli olan kültürel ortak değerlerdir. Tabii çalışılabilecek birçok sosyal alan var şehirde, ama biz uzmanı olduğumuz alanda üretmeye devam etmek istiyoruz. Alanının uzmanı olan arkadaşlarımız olduğunda, biz hiçbir konuya kategorik olarak hayır demeyiz. Yeni sosyal alanlara her zaman olumlu bakarız.

– KUBI bugün piyasada  geçerli olan hangi mesleki sertifika ya da diplomaları katılımcılarına  verebiliyor? Bunlar piyasada hangi alanlarda insanların işine yarıyor? Gençlere hangilerini tavsiye edersiniz?

ARİF ARSLANER- Biz Oldenburg Üniversitesi ve Frankfurt Goethe Üniversitesi ile ortak bir çalışma yaptık. Kendi ülkelerinde üniversiteyi bitirmiş ama burada eğitim görmemiş ya da yarıda bırakmış insanlara 10 aylık bir eğitim veriyoruz. Bu projeyi de Oldenburg Üniversitesi ve Frankfurt Goethe Üniversitesi olarak birlikte kotarıyoruz; müfredatı Oldenburg Üniversitesi hazırlıyor. Katılımcılara pedagojik alanda üniversite kapısını aralayabilecek bir sertifika veriyoruz. Ama aynı zamanda bu sertifika programı pedagoji alanının alt birimlerinde çalışabilme imkânını veriyor.

GENÇ GİRİŞİMCİLERE DESTEK PROJESİ

– İş kurmak isteyen genç girişimciler, Start Up’çılar  için ne tür projeleriniz var?

ARİF ARSLANER – İş kurmak isteyen gençler için 1 Ocak 2021 de başlayacak bir “Start Up” projemiz var.  Sanayi ve Ticaret Odası (İHK)  tarafından onayı alındı. Hatta mevcut bir işletmeyi üstlenmek isteyen girişimciler için de yeni bir projemiz var. Bizden proje sonunda alacakları sertifikalar ile piyasada  iş bulmaları kolaylaşacaktır.

Devamını Oku