DÜNYA BİLİMİ NEREDEDİR YENİ BİLGİLER NASIL ÖĞRENİLİR?

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Ülkemizin değişik üniversitelerinde bulunan çeşitli öğrencilerden, özellikle yüksek lisans öğrencilerinden aldığım mesajlarda bana genellikle bilimsel kaynak arama konusunda yardımcı olmam istenmektedir. Bu genç araştırmacılara yardımcı olmak amacıyla bu yazıyı “kaynak bulma” konusuna ayırdım. Umarım faydalı olur.

Bilim konusunda şu gerçekleri bir hatırlayalım:

1-Bilim bir birikimdir, yani her seferinde tekerleği yeniden icat etmez. Bilim kendinden önceki bulgulardan, bilgilerden yararlanır ve onları biraz daha ileriye götürmeye çalışır.

2-Bilim evrenseldir, bilimsel gerçekler bazı ülkelerin özel koşularına uygulanırsa da bulguların başka koşullarda, başka ülkelerde de kullanılabileceği gerçeğini göz önüne alır.

3-Bilim adamları yeni bir konuyu araştırırken, aynı konuda daha önce neler yapıldığını öğrenmek durumundadır. Böylece adına “literatüre taraması” dediğimiz bir ön araştırma ile o konuda bilinen şeylerin ne olduğunu anlamaya çalışır. Yani aynı veya ilgili konuda başkaları neler yapmış, bilimi nereye getirmiş öğrenerek, bu bilinenlere yeni “bilinenler” eklemek için araştırma planları yapar.

4-Bu araştırmalar kuramsal olduğu kadar, bilim için bilim veya bilimin bir soruna veya konuya uygulanarak yeni koşullarda ne gibi sonuçlar elde edileceğini veya var olan yahut kullanılan bir yöntemi daha iyi hale getirmek için yeni yollar araştırır, testler, anketler, gözlemler, ölçümler yapar.

5-Bu bakımdan sadece ülke içinde kendi dilimizde yapılınmış araştırmaları ve yayınları bilmek çoğu kez yeterli olmayabilir veya o konuda bir araştırma yayımlanmamış olabilir. Ayrıca bilimin evrenselliği gereği, başka dillerde yayımlanan araştırmaları ve yayınları da bulmak ve öğrenmek durumundayız.

Peki bu konularda yayımlanan araştırmaları nasıl buluruz? Kanımca bir araştırmacının belirli bir konuda başvuracağı yollar şöyledir:

-Araştıracağı “konu”nun-anahtar kelimelerini-key words” yazarak internette bir tarama yapar. Bunun için Google Scholar arama motoru önemli bir işlev yapabilir. Hem kolay hem parasız hem de güvenli bir system. Tek kusuru aramanın sadece anahtar kelime ve yazar isimi ile sınırlı olması ve karşılaştırmaya yer vermemiş olmasıdır.

-Harzing Publish or Perish Index-“Harzing Yayımla veya Yok Ol” Endeksi-Bu endeks herkese açık, internette kullanılabilecek türden, kapsamı daha geniş olan bir endekstir. Bu sistem de Google arama motorunu kullanır fakat fazladan daha değişik endekslere de başvurur, ayrıca karşılaştırma ve analiz yapabilme olanağı sağlar. Aslında bir yazılım programı olup, objektif olarak yayınları araştırır ve bu araştırmaların başka araştırmalara nasıl katkı yaptığını, etkilediğini (impact) de analiz eder. Bu endeksi dünyanın her tarafında akademisyenler bilimsel araştırmalar için kaynak bulmak, hangi akademisyenin hangi alanda yayın yaptığını araştırmak ve bunlara yeni yayınlarında kaynak olarak atıf verip kullanmak üzere başvururlar. Bazı üniversiteler yeni öğretim üyesi alırken onların yayınlarını ve yayınlara verilen atıfları da burada inceler. Böylece bilimsel atıfların sayısı bu bilim adamının kendi alanında başkalarının çalışmalarına ve bilimsel yayınlarına ne kadar katkıda bulunduğunu ve onların düşüncelerine ne kadar etki ettiğini de ortaya çıkarır. Daha başka bir deyimle onların hem dünya bilimine hem de ülke bilimine katkılarını ölçen bir yöntemdir.

Bu endeks çok değişik başka endekslerden de yararlandığı için kapsamı daha geniştir. Endeksin Internet sitesinde yararlandığı değişik endekslerin isimleri verilmiş ve nitelikleri özetlenmiştir. Bu endeksin arama motoru internetten para ödemeden indirilerek istenilen dalda, istenilen konuda yapılan bilimsel araştırmaları kimlerin yaptığı-yayınlarına bakarak-veya istenilen bilim adamının yayınlarına verilen atıflar öğrenilebilir. Bu atıflara ulaşılarak yayın taraması genişletilebilir. Bu endekste dikkat edilecek nokta eğer aranan konu veya kaynağın uluslararası boyutu, yanı dünya biliminin ulaştığı nokta incelenecekse sadece yabancı dille yapılan taramalar dikkate alınmalıdır. İlgilenenler bu indeksin arama motorunu oluşturan yazılım programını aşağıdaki internet bağlantısından indirilebilirler: http://www.harzing.com/ –Bazı araştırmalar özel olarak hazırlanmış fihristli dergilerden veya özel bilgi bankalarından bulunabilir, örneğin AIB/INFORM bu konuda saygın bir konuma sahiptir. Fakat pahalı bir abonelik gerektirir.

-Bazı araştırmalar özel olarak hazırlanmış fihristli dergilerden veya özel bilgi bankalarından bulunabilir, örneğin AIB/INFORM bu konuda saygın bir konuma sahiptir. Fakat pahalı bir abonelik gerektirir.

-Science Citations Index-Bilimsel Atıflar Endeksi isimli bir özel yayında konuyu veya yazarın adını koyup araştırarak belirli disiplin veya daha dar ve özel ilgi alanlarında kimlerin yayın yaptığını veya belirli kişilerin bu konudaki yayınlarını kimlerin kullandığını veya bu kişilerin yayınlarının listesini elde eder. Bilimsel Atıflar Endeksi, bir bilimsel çalışmayı, araştırmayı, kimlerin kullandığını, yani bu araştırmaların başka araştırmalara nasıl etki ettiğini, kimlerin bu araştırmadan yararlanarak yeni araştırmalar yaptığını ölçer. Bilimsel Atıflar Endeksi herkese açık olan bir kaynak değildir. Ona belirli bir ödeme yapılarak üniversite kütüphaneleri abone olurlar. Böylece bu kaynaklara ulaşmak sayıca kısıtlanmış bir grup kullanıcıya ait hale gelir. Bilimsel Atıflar Endeksi hem temel bilimleri hem uygulamalı bilimleri hem de toplumsal bilimlere ait atıfları kapsayan türleri vardır-Social Science Citations Index gibi. Bu kaynakları kullanarak istediğiniz konuda kimlerin ne yazdığını ve bu yazılarının kimlere kaynak olduğunu, yani bu kişilerin dünya bilimine olan katkılarını ve etkilerini öğrenebiliriz. Science Citations Index her akademik yayını listesine almadığı için kapsam alanı sınırlıdır ve ulaşılacak yayın sayısı da buna göre daha küçüktür. Dünya`nın en saygın akademik atıflar dergisi olarak kabul görmektedir…

Tevfik Dalgıç

Devamını Oku

GAYRI RESMİ KÜLTÜRLER VE ÇÜRÜME

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bu makalenin değişik bir şeklini 5 yıl önce Cumhuriyet’te yazmıştım. Aradan geçen süre içinde ülke giderek daha laubali, daha gayri-resmi ve daha çok Arap kültürüne yöneldi ve ülke kültürel olarak aklın ve bilimin etkisinden daha çok hurafeye söylentiye dedikoduya önem veren bir yola girdi. Kültürün değişik etmenlerinden sadece din etmenine yönlendirildi. Ahlaken yasak olan ayıp olan çok eylem adeta resmiyet kazandı. Hakkaniyet, ehliyet, emeğe saygı gibi kavramların yerini siyasi biatçılık, yalakalık ve belirli bir siyasiye sadakat aldı.

Ulusal kültür, eğitim ve deneyim ile teknoloji üretimi, aktarımı ve kullanımı arasında bazı ilişkiler olduğunu ortaya koyan çok sayıda bilimsel görüş var. Özellikle informel kültür-gayri resmi kültürler dediğimiz kültürlerde, insan ilişkileri belirli bir norm içinde yürümez, daha doğrusu formel değildir. Kişiler arasındaki ilişkilerde sınırlar, sorumluluk ve görevlerin nerede bitip nerede başladığı kalın çizgilerle ayrılmamıştır. Ciddiyet ile laubalilik, sorumluluk ile sorumsuzluk, zaman kavramına uymak ile uymamak arasında hep yorum farkları ortaya çıkar. Çünkü bunları belirleyecek kurallar toplumun tüm katmanlarında tanımlanmamış, eğitime yerleşmemiş, yerleşmiş ise de “iyi ile kötü, ahlak ile ahlaksızlık, etik ile etiksizlik, kanunlara uygunluk ile uygunsuzluk” arasındaki resim biraz karmaşık hale getirilmiştir zaman içerisinde.

Bunda ülkeyi yöneten siyasilerin olduğu kadar, bu siyasilerin atadıkları, göreve getirdikleri ve topluma ve yeni nesillere örnek olması gereken kişi veya kişilerin eğitimleri, deneyimleri, dünyaya bakışları, görev sorumlulukları ve etik değerleri çok önem taşır. Onların kişisel davranışları, kanunlar ve yönetmeliklerin belirli bir eğilime göre yorumlanması daha büyük bir rol oynar. Bilinçli olarak yozlaştırılan kültürel değerler ve bozulan eğitim, kamu görevlilerinin yeni teknolojilerden haberdar olmasını önler, sınırlar.

Çoğu bürokratın bilgi ve becerisi zaten bu yeni teknolojileri anlamaktan ve kullanabilmekten çok uzaktadır. Çünkü bunlar ehil oldukları için değil siyasi yakınlıktan dolayı görev almışlardır. Siyaset “Emanetleri Ehline değil Cehline vermiş “kutsal değerler altüst edilmiştir.

Bu yüzden Teknoloji ithal edilse bile ya tam kullanılmaz veya kötüye kullanılır, amacı dışında birer araç haline getirilir. Bir tür bir ülkede kültürel değerler belirli politik veya ekonomik kazanımlar için bilinçli olarak bozulunca, toplumda sürekliliği sağlamak ve toplumun büyük yıkımlara uğramasını önlemek için gerek kamu görevlerinde gerekse özel kurum ve kuruluşlarda “görev yapan ile savsaklayan, görevi yapmayan ile yapan” arasındaki sınırı yasalar ile daha belirgin hale getirmek, görev yapmamayı, görev savsaklamayı bir suç haline getirecek yeni yasal önlemler alınmalıdır.

Eğer siyasi iktidarlar bu konuda da görevlerini tam yapmazlarsa toplumların, özellikle informel toplumların büyük felaketlerle karşılaşmasını önlemek çok zordur. Bugün Türkiye’de yaşanan olgu budur. Siyaset kokan tutuklamalar paralel devlet adı değişen dinci vakıflar, hep alacakaranlıkta, yasal boşluklarda, ahlak ile ahlaksızlık sınırları arasındaki gri renkli boşlukta siyasi çıkar, siyasi güç ve rant ile avanta sağlamaya çalışan siyasi ikbal sahiplerinin ve bir zamanlar aynı yolda beraber yürüdükleri kişi ve kuruluşların ortak ürünüdür.

FORMEL (RESMİ) KÜLTÜRLER Formel kültürlü toplumlarda ise gerek kamu yaşamında gerekse özel kesimde her şey, roller, sınırlar, görevler, hep tanımlanmış, yetki ve sorumluluklar boşluğa yer bırakmadan, kötüye kullanmaya ve toplumun çöküşüne mâni olacak şekilde oluşturulur, yasalar uygulanır, uygulamayanlar suçlu duruma düşerler. Göreve getirilenler, eski deyim ile “müktesebatları” yani kazanımları ile atanırlar. Bu atamalarda siyasi yandaşlık, çıkar ortaklığı, belirli bir siyasi yalakalık “political cronyism”, yakınlara iltimas gibi uygulamalar pek kolay olmaz, çünkü bu türatamalarda kamuya bilgi vermek, başvuruların bilgi ve belgelerini kamuya açıklamak zorunluluğu vardır. Bu yüzden bu toplumlardaki dalgalanmalar, çalkantılar daha sınırlıdır, büyük siyasi çalkalanmalar olmaz, toplum çaresizlikten bunalmaz, büyük yıkımlar önlenir, önlenemeyenler ise belirli kurallar ve yöntemlerle çözüme bağlanır. Burada özellikle kamu görevlilerinin bilgilerinin artırılması teşvik edilir, teknoloji eğitimine büyük önem verilir. Gerekirse herkes yeni eğitimler almak zorunda bırakılırlar. Yeni gelişmelerden haberdar olmaları bir zorunluluk haline getirilir.

Maalesef siyasi zihniyete hâkim olan cehalet ve yeteneksizlik ekonomide, tarımda, hayvancılıkta olduğu kadar dış politikada da büyük sorunlar yaratmaya devam etmektedir.

Kültürel yozlaşma ülkenin geleceğini karartmak üzeredir.

Devamını Oku

ÇAĞDAŞ DÜNYADAN SOYUTLANDIK

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Türkiye AKP’li CB döneminde her alanda geriye gitmeyi ve çağdaş dünyadan soyutlanmaya hız verdi. Tek adamın imzası ile atanan bakanlar ki yaptıkları ile müktesebatları, deneyimleri ve eğitimleri konusunda kamuoyunun kafası karışık. Ekonomideki mismanagement (kötü yönetim) insanları soğan patates kuyruklarında uzun süre bekletirken, dolar manipülasyonları ile uyduruk günden değiştirmeleri ile halk oyalanıyor. Enflasyonu küçük rakamlarda tutmak için piyasada hiç kullanılmayan ve talebi olmayan fiyatı düşük mallar enflasyon sepetine ekleniyor.

Dış borçlar yarım trilyonla ulaşmışken onun faizlerine ödenecek dolarlar yurt dışındaki tefeci bankalardan yüksek faizler ödeyerek toparlanıyor. Yabancı sermaye artık ilgiyi kesti, bazı yabancı yatırımcılar ülkeyi terk etti. Damat Maliye Bakanı da ekonomi konusundaki derin vukufu ile nerede ise tüm iktidar dünyasının eğlencesine döndü. Yalaka yandaş ve havuz medyası denen bazı basın-yayın organları tıpkı mütareke medyası gibi yalan ve hayali haberlerle pembe ufuklar çizmeye devam ediyor.

2003 yılından beri Doğu Akdeniz’deki olaylara seyirci kalan AKP ve lideri aradan 16 yıl geçtikten sonra Libya ile anlaşma yapmak zorunda kaldı, Libya’da ise durumlar karışık. Yılların birikimli dış işleri diplomatlarına dinci yobazların uydurduğu sıfatla” Monşer” diye hitap eden AKP yönetimi bu ülkenin asırlık geleneklerini, ülkenin diplomatik teamül ve geleneklerini bozarak içeriye hiçbir müktesebatı olmayan tek özellikleri dinci görünmeleri ve AKP başkanına biatçılıkları dışında lisan bilgileri bile kuşkulu kimselerle doldurarak kendi kendimize en büyük kötülükleri yaptık.

Aynı şeyi Türk Silahlı Kuvvetlerinin asırlık geleneklerini de yandaş ve gizli koalisyon ortakları Fetoculerle tahrip eden, orduya siyaseti ve gericiliği sokan, ordunun yapısını da bozdu AKP. Emir ve Komuta Birliğini hatta selamlaşma sistemini de kendi eğitimsiz cahil düzeyine indirgedi.

Ülkedeki boş kadroları ya tarikatlar ya da AKP yanlısı müktesebatı olmayanlarla dolduruldu. Emanetleri ehline vermesi gerekenler emanetleri cehline verdiler. Tek nitelikleri dinci gözükmeleri ve AKP liderine biatçılıklılarıdır. Onların yönetemediği her şey ülkeye büyük sorunlar olarak geri dönüyor. Ve katlanarak büyüyor. Partili Cumhur başkanı konuşmalarında tarihleri karıştırıyor, yanlış bilgiler paylaşıyor, sosyal medyada günlerce konu oluyor.

 

İkide bir ortaya atılan ve gündem değiştirme amaçlı konuşmalar ve hayali projeler de artık halkın ilgisini çekmiyor, halk ekmek derdinde, halk ısınma derdinde halk işsizlikle boğuşuyor. Üniversite mezunların üçe biri işsiz durumda,

Partili Cumhurbaşkanının Katar isimli eski İngiliz sömürgesi petrol zengini Arap ülkesinin şeyhi ile olan ilişkilerine rağmen bu ülkenin İsrail ve Mısırla yakın ilişkileri de merak konusu.

Suriye ile durup dururken çıkarılan düşmanlık ve bu ülkeye dünyanın dört bucağından gelip Türkiye üzerinden giriş yapan dinci terörist kan içiciler milyonlarca insanı yollara döktü binlerce can telef oldu.

Bir iddiaya göre Suriyelilere 40 milyar dolar ödenmiş aylıklar bağlanmış, öncelikler verilmiş. Bu 40 milyar doların kime nasıl ne zaman ne için harcandığını gösteren bir resmî belge görmedik henüz.

Dünya Şeffaflık Örgütü ülkede şeffafkik kalmadığını ülkenin şeffaf olmayan ülkeler arasına girdiğini belirledi.

Türkiye’nin 2019 yılı Ekonomik Özgürlükler endeksinde yeri 68 inci sıradadır, yani geçen yıldan 10 sıra daha aşağıya düşmüştür. 2018 de 58 inci sırada idik. Türkiye’yi Avrupa’daki 44 ülke arasında 28 inci sıraya yerleştirmektedir, Türkiye’de mülkiyet hakları. Finansman durumu ve iş yaşamındaki özgürlüklerde geriye gitmiştir. Bu durum ile Türkiye 44 ülke ortalamasının altında yer almaktadır.

Siyasi dengesizliklerin yoğunlaşması yabancı sermaye girişleri üzerinde olumsuz bir etki yapmayadır. Hükümet uygulamalarındaki şeffaflığın ortadan kalkması, hukuk kurallarının erozyona uğratılması ve hukuk sistemine siyasi etkilerin artması büyük sorunlar yaratmaktadır.

Türkiye artık Batıdan kopmuş, çağdaş dünyadan soyutlanmış, günlük çıkarlara bağlı olarak yön değiştiren ne yapacağını bilemeyen bir ülke durumuna getirilmiştir.

 

Devamını Oku

İLKELERİ OLMAYAN SİYASİ FIRSATÇILIĞIN KISA BİR ÖYKÜSÜ

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Siyasette değişik kişiler değişik yöntemler kullanmışlardır. Bu kişilerin bir kısmı tarih kitaplarına yaptıkları, yaşamları, siyasi mücadelede kullandıkları yöntemlerin niteliklerine göre isimlendirilerek geçmişlerdir. Bunlar Demagoglar-Yalanı doğru gibi söyleyenler ve “Nefret Teşvikçileri-Hatemongers” adı verilmektedir.

Siyaset yaşamında yalanı doğru gibi söylemek eylemine eskiler mügalata derdi. Yani laf cambazlığı yapıp, doğru söyler gibi davranıp yalan söylemek sanatına bu isim verilir. Bu deyimin yabancı dillerdeki karşılığı ise Demagoji yapmaktır. Yani çıkara odaklı fırsatçılık.

Dünya siyaset tarihinde demagojiyi ve nefret teşvikçiliğini kullanarak meşhur olmuş çok siyasetçi gelip geçmiştir. Bu kişilerin siyaset yaşamındaki parlaklıkları sonradan karanlıklara dönüşmüş, söylediklerinin yalan olduğu ortaya çıkınca büyük çöküntülere uğramışlardır.

İnternet ansiklopedisi Vikipedia’nın demogog tanımı şöyledir: “Demokrasilerde yoksul, eğitimsiz ve cahil halk yığınlarının bilgisizliğini, ön yargılarını, duygularını ve korkularını kullanarak güç kazanan siyasetçi”.

Demagoglar genellikle fazla düşünmeden, duyguları ile hareket ederek, kendi taraftarı olmayan kişilere ve muhaliflerine karşı şiddet ve hiddetle saldırıya geçerler, orta yolda olan ve daha düşünceli davranan kişileri bile zayıflıkla, korkaklıkla suçlarlar. Demokratik sistemlerin en zayıf yani bu tür demagogların iktidara gelmelerini önleyememiş olmasıdır.

Demagoglar demokrasi tarihinin ilk yıllarından beri var olagelmiş özel bir siyasetçi türüdür. Çünkü demokrasilerde halkın oyu en güçlü karar mekanizmasıdır. Demagoglar ise halk yığınlarının en alt ortak paydasına hitap ettikleri için kolayca iktidar olurlar. Dünyanın en eski demokrasilerinden sayılan eski Atina’da Cleon isimli lider tarihin en zalim demagogu olarak tanımlanır. Mitylene kentinin başarısız ihtilal girişiminden sonra Cleon, Atina halkını kandırarak sadece esir alınanları değil, bu kentteki her erkeğin öldürülüp, karılarının ve çocuklarının köle olarak satılmasına ikna eder. Atina halkı bir gün sonra verdikleri kararın yanlış olduğunu anlayıp verdikleri yetkiyi geri alır. Aynı demagog Cleon, Peloponez savaşlarından sonra yenilgiye uğrayan ve kayıtsız şartsız teslim olmak isteyen Ispartalıların bu isteğini reddetmeye ikna eder Atina halkını.

Gene eski Atina’da Alcibiades gene Peloponez savaşları sırasında Atina halkını demagoji yoluyla kandırarak Sicilya adasını zapt edeceğine ikna etti. Atina Meclisi de ona kanarak savaş yetkisi verdi. Atina halkına kahramanlık ve hamaset duyguları ile hitap etti, kısa sürede zafer vadetti, halk da fazla düşünmeden ona kandı. Sonuçta büyük bir hezimete uğradı Atina ordusu.

Eski Roma’da, Gaius Flaminius Romayı yönetenlerden birisi idi; yani Konsül. Ünlü Tresimene Golü savaşında Hannibal’ın ordusuna yenildi. Hannibal savaş sırasında düşmanın zayıf noktalarını iyi bildiği için Romalıları hezimete uğrattı. Ganius Flamınıus ise sadece demagoji yaparak, halkı kandırarak savaşın komutanlığını üstlenmişti. Tek yeteneği demagoji olduğu için savaş ve komuta yeteneği olmadığından ve düşmanın gücünü ve stratejisini anlayamadığından 15 bin Romalı askerin ölümüne neden oldu. Kendisi de ölenler arasındaydı.

Tarihe geçmiş ünlü demagoglar arasında Amerikalı bir papazdan bahsetmek de gerekir. Bir Katolik papaz olan Father Charles Coughlin-ki soyadına bakılırsa İrlanda kökenli olabilir-1930’lu yıllarda radyoyu kullanarak kitlesel bir dinleyici ve takipçi sayısına ulaşmıştı.

Önceleri Demokrat Franklin D. Roosevelt ve onun New Deal diye adlandırılan Amerikan ekonomisini canlandırmak amacıyla kamu yatırımlarına ağırlık veren politikalarını açıkça desteklemiş, daha sonra ise Roosevelt’in acımasız bir tenkitçisi olmuştu. Bu ünlü demagog din adamı daha sonra giderek Yahudi düşmanlığını benimsemiş ve hatta İtalyan Faşist diktatör Musolini’yi andıran politikaları destekler olmuştu.

Bu Katolik papazın tek özelliği dini konuları kullanarak takipçilerini galeyana getirmek ve onları kendi amaçları için kullanmak olmuştu. Kuşkusuz demagogların en büyüğü olan Adolf Hitler Alman halkının etnik gururunu ve komplo teorileri kullanarak Yahudi düşmanlığı yaratmış, Almanya’nın ekonomik sorunlarının temelinde Yahudilerin olduğunu iddia ederek, bir anlamda işsiz ve sıkıntı içindeki Almanlara uygun gelen sözleri onu iktidara taşıdı.

Hitler medya üzerinde sıkı bir kontrol ve baskı uyguladı, muhaliflerini bazan tehdit, bazan yıldırma yöntemleri ile etkisiz hale getirdi. Hitabet yeteneği ve mügalata uzmanlığını kullanarak Almanya’nın topraklarını genişletilmesi gerektiği fikrini işledi ve sonuçta kendi başlattığı savaşı kaybetti, Almanya’nın ikiye bölünmesine, halkının yıllarca sıkıntı içinde yaşamasına neden oldu. Sonuçta intihar etmek zorunda kaldı.

Siyaset tarihine bakılacak olursa Amerikalı ünlü komünist avcısı Senatör Charles Mccarthy en büyük demagoglardan birisidir. Mccarthy, nefret ve kin teşvikçiliği yapıp, basında, medyada ve sanat alanında çok kişiyi yalan yere “komünistlik ve ABD düşmanlığı” ile suçlayıp, onlara karşı bir nefret kampanyası açmıştı.

Yunanistan’ın eski başbakanlarından Andreas Papandreu-Yorgo’nun babası, Chicago’da parlak bir iktisat profesörü iken ülkesine dönüp siyasete atılmış ve gayetle düzenbaz bir demagoji uzmanı olarak ün yapmıştır.

Siyasi demagoglar her devirde, her ülkede boy gösterebilirler. Bunlar yalanı doğru gibi söylemede, halkın hassas olduğu konuları, acıma ve yardım duygularını, işsizliği, adaletsizliği ele alıp, onların iyi niyetini ve heyecanını kendi çıkarları için kullananlar, dini duyguları ranta çevirme ustaları olduğu kadar, milliyetçi ve etnik başkalıkları bir üstünlük aracı olarak kullanıp hayali düşman yaratan çok sayıda demagog siyasetçiye rastlamak mümkündür.

Bunların ortak özellikleri arasında kolay yalan söylemek, yalanları gerçekmiş gibi bir siyaset aracı olarak kullanmak, tenkide tahammülsüzlük, kinci olmaları, medya özgürlüğüne karşıtlıkları, değişik fikirlere kapalılık ve kendi ve yakınlarına çıkar sağlamadaki ustalıkları sayılabilir. Vikipedia’nın da yazdığı gibi demokrasilerin en zayıf yanları bu türden kişilerin iktidara gelmelerini önleyememiş olmasıdır. Bu konuda halkların aydınlatılmasının önemi de ayrıca ortaya çıkmaktadır.

Tevfik Dalgıç

Devamını Oku

TÜRKİYE KENDİ OTOMOBİL MARKASINI YARATMALI

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Aşağıdaki yazı  Ağustos 2009  tarihinde, yani 10 yıl önce şimdi yayınına son verilen Referans gazetesindeki köşemde yayımlandı. Yazının önemi sürdüğünden, biraz güncelleştirip yeniden paylaşıyorum.

“Geçenlerde arkadaşımız Jale Özgentürk, Doğuş Otomotiv Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Aclan Acar ile güzel bir söyleşi yaptı ve bu söyleşi Referans’ta genişçe yer buldu. Bu söyleşide Sayın Aclan Acar kısaca Türkiye’nin yerli otomobil markası yaratmaması gerektiğini söyledi ve kendi görüşlerine göre bunun nedenlerini de açıkladı.

İzninizle bu konuda hemfikir olmadığımı söylemek isterim. Sayın Acar diyor ki: “Bugün otomotiv endüstrisi artık doymuş bir endüstri. Bunun yerine, geç kalmanın avantajını kullanıp belki başka bir sektöre girmek lazım. Türkiye’de yetişmiş genç bir insan gücü var. Nüfusun yarısı 28 yaşın altında. Böyle bir ülkenin otomobil üretmemesi lazım.

Çünkü otomobil düşük işgücü ile üretilen bir iş. Robotlar, makineler. Ama mesela yazılım sektörü, bilgisayar sektörü gibi bir sonraki aşamasına atlayabileceğiniz sektörler var. Makroekonomik açıdan böyle bakmak lazım. Bugün tek bir model üretmek için bile 1.5 milyar dolarlık yatırımlar gerekiyor. Volkswagen 70 tane model üretiyor. 70-80 milyar dolar gibi bir para lazım. Bu parayı buraya mı harcamamız lazım yoksa Türkiye’nin altyapısına mı harcamamız lazım? Biraz stratejik bakmak lazım. Bazen çok duygusal oluyoruz.”

Özel sektörün önemi   Kanımızca bu görüş konuya sadece makro açıdan bakan ve otomobil üretimini sanki devlet yapıyormuş gibi bir izlenim veriyor. Biz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin otomobil markası üretmesinden bahsetmeyeceğiz, tam aksine özel girişimin bunu yapmasından yanayız. Sayın Aclan’ın görüşleri belki ekonomi politikaları konusunda hükümete yönelik bir çağrı niteliğinde, altyapı yatırımları vs gibi konulara bakıldığında. Bizim de aynı konudaki görüşlerimiz, yani ülkenin ekonomi politikaları konusunda buna çok yakın.

Sadece borsa-döviz-kur üçgenindeki gündelik gelişmelere bakıp Türkiye ekonomisinin durumu konusunda söyleyenlere katılmıyoruz. Biz yatırımların artmasından, tasarruf eğiliminin çoğalmasından ve istihdam kaynaklarının çoğalmasından yanayız. Ama bu konuların otomobil markası yaratmaya karşı olmadığını da belirtmek istiyoruz.

Konu biraz da Sayın Acar’ın bulunduğu sektördeki otomobil ithal ve dağıtımı görevi nedeniyle oluşan görüşlerini yansıtıyor gibi bir izlenim veriyor.   Önce konuya ülke imajı ile ulusal otomobil markası arasındaki ilişkileri ele alarak girmek istiyorum. Bu konuda bilimsel nitelikli değişik çalışmalar yapıldı. Ülke spesifik imaj konusu ile otomobil markası arasındaki ilişkileri inceleyen bilimsel çalışmalarda elde edilen sonuç, ulusal otomobil markası olan ülkelerin imajının güçlendiğini ortaya çıkarıyor. Yani otomobil markası olan ülkeler ve ülke imajı arasında doğru orantılı bir ilişki mevcut. Ülke imajının artması ise ülkenin diğer ürünlerine ve markalarına karşı duyulan talebi de artırdığını ortaya koydu.

Bu sonuç daha önce yapılan ve kaynak ülke fenomeni adını verdiğimiz (country of origin phenomenon) konusu ile de doğrudan ilgili.   Mal ve ülkenin imajı   Yani bir ülkenin ülke dışındaki imajı olumlu ise o ülkede üretilen mallara ve markalara karşı duyulan dış talep de olumlu. Otomobil markası ise “en pahalı tüketim ürünü” olduğu için insanlar otomobil alırken çok dikkatli olurlar ve çoğu kez ailenin tüm fertleri otomobil konusunda tıpkı ev alımında olduğu gibi satın alma ile ilgili karara katkıda bulunurlar. Bu karar ile ilgili her aşamada ülke imajı ile otomobil markası birlikte anılır.

Markanın imajı iyi ise ülkenin imajı da iyi algılanır. Proton’dan sonra Malezya’nın, Hyundai’den sonra Güney Kore’nin Tata ile de Hindistan’ın ülke imajlarının arttığı bir gerçek.   Unutmamak gerekir ki bu ülke dışarda tanıtım ve imaj yaratma konusunda milyarlarca dolar harcıyor. Niye ülkeninin otomobil markası konusunda teşvikler ve destekleme uygulamaları yapmasın.

Sayın Acar her ne kadar konuya stratejik açıdan bakmayı öneriyorsa da onun bakış açısı sadece ülkenin makro rakamlarına yönelik. Otomobil sektörüne küresel düzeyde stratejik bakmak ise daha başka bir konu. Bu alanda yeni bir araştırmanın ana hatlarını sizlerle paylaşmak istedim bugün.   Amerika’nın ünlü danışmanlık kuruluşu Booz&Co. tarafından yayımlanan “Strategy&Business Exclusive” isimli internet dergisinde dünya otomobil sanayiinin geleceğine yönelik bir araştırma yayımlandı.

“Oto Sanayiinin En Güzel Yılları Henüz Gelmedi” başlıklı, Ronald Haddock ve John Jullens tarafından yapılan bu araştırma 29 Temmuz günü abonelere iletildi. Yazarlar kişi başına düşen gayri safi milli hasılanın 10 bin doları bulduğu ülkelerde otomobile olan talebin patladığına dikkat çektiler. Booz&Company raporunda otomobil piyasasının gelecek 10 yıl içinde 3 büyük gruba ayrılacağı öngörülerek dünya otomobil talebinin 2013 yılında 370 milyona ulaşacağı, aynı rakamın 2018 yılında ise 715 milyon olacağını ortaya koydu.

Rapor, ülkeleri 3 gruba ayırıyor otomobile olan talep bakımından. Bu gruplar şöyle:

1-Çok hızlı gelişen ekonomiler: Bunlar arasında Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve daha sonra da Malezya, Arjantin, Meksika, Türkiye ve Tayland ile İran ve Endonezya var. Bu ülkelerde milyonlarca aile alacakları ilk otomobilin hesaplarını yapmakla meşguller.

2-Düşük hızla gelişen ekonomiler: Bunlar arasında yaklaşık 100 ülke bulunuyor. Bu ülkelerin hükümetleri orta sınıf yaratmak için çalışıyorlar ve 2020 yılından itibaren bu ülkelerde de otomobile yönelik talepler birdenbire patlayacak.

3-Gelişmiş Ekonomiler: Bu ülkeler bugünkü Kuzey Amerika, Avrupa ve Japonya’dan oluşuyor. Buralarda otomobile olan talebi ekonomik kalkınma değil, nüfus artışı ve otomobil yenileme eğilimleri belirleyecek.   Küresel bakmak gerek   Yılda bir milyondan fazla üretim yapabilen ve ihraç edebilen bir ülkede otomobil markası yaratmanın zor olmayacağı kanısındayım.

Tarihe bakarsanız ilginç bir gelişme izlersiniz. Fiat lisansı ile işe başlayan İspanya, Seat markasını, Çekler Skoda markasını, Malezyalılar Japon Mitsubishi lisansı ile Proton markasını ürettiler, Japonların Isuzu şirketi İngiliz Wolseley Motor Company ile Mitsubishi Model A için ise Fiat Tipo 3 lisansı ile işe başladı. Türkiye’de lisans ile araç üreten firmalardan herhangi birisi isterse Türkiye otomobil markasını yaratabilir kanısındayız.

Bunun çok modelli olmasına da gerek yok başlangıçta. Bu konuda ulusal ve yöresel isimler yerine dünya pazarlarında kolayca telaffuz edilecek, ürünle çağrışım yapabilecek ve yazılışı kolay, insan aklına yerleşecek türden markalar bulmak gerekiyor.

 

Devamını Oku