BİR SÖYLE BİN AH İŞİT

BİR SÖYLE BİN AH İŞİT
3

BEĞENDİM

ABONE OL

Eski seçim öncelerinde adım başı stant açan tesettürlü kadınlar avaz avaz reklam yapıyor, yanlışları dile getirdiğinizde, bir dayak yemediğiniz kalıyordu.
Ama onlar da uyandı sanırım. Gerçi bu defa sadece bir standa rast geldim, her yerde aynı mıdır bilemem… Beş kadın ve hiçbiri tesettürlü değil, çok şık ve modern kıyafetler içindeydiler. Zor duyulur bir sesle “Alır mısınız?” diye imsakiye ile birlikte, adayın broşürünü uzatıyorlardı gelen geçene. Bana da verdiler. Teşekkür edip aldım ama çenem durur mu? Sormadan edemedim. “Sizler çok mu memnunsunuz halinizden, hiçbir sorununuz yok mu da…” Diye başladım. Gördüğüm ve düşündüğüm ne varsa sıralayıp döktüm pek çok soru eşliğinde ama o da ne, hiç karşılık vermiyorlardı. Başları önde yarı mahcup sadece dinlediler. İçlerinden biri, “Ama bu aday çok iyi birisi…” dedi. “Nereden bileceğim iyi biri olduğunu? Adını ilk kez duyuyorum, kendisini de bu resimde ilk kez görüyorum. Hakkında hiçbir bilgi de yok, neye istinaden oy vereceğim?” Dedim ama yanıt veremediler…

Belki de işsizlik, işi olsa da geçim zorluğu nedeniyle, sadece ellerine tutuşturulan 3-5 kuruşun hatırına yapıyorlar bu işi. Yoksa inandıklarından ya da çok memnun olduklarından değil diye düşündüm!..

Diğer köşede başka partinin standı vardı. Onlar da broşür uzattı. “Lütfen şu müziği kapatır mısınız? Dedim, sesini kıstı, “Neden?” diye sordu. Sinirim bozuluyor.” dedim şaşırdı. Allahtan kibar çocuklarmış; terslemediler, kızıp hakaret etmediler, hatta bazıları gibi küfür etmediler… Sorusuna, “Sürekli bir şey yapmalı diyor ama oyumuzu kullanmaktan başka yapacak bir şey de yok, bildiğiniz malûm nedenlerle, o da artık pek işe yaramıyor ve ben artık yapacak bir şey olmadığını düşünmeye başladım. Her geçen gün umudum tükeniyor, o nedenle de, şarkıda sürekli bir şey yapmalı denmesi sinirime dokunuyor, dalga geçiyor gibi geliyor…” dedim. Bu defa değiştirdi müziği…

Gençlerden biri atıldı, “Umudunuzu yitirmeyin, düzelteceğiz her şeyi…” dedi. Oğlumdan bir yaş büyükmüş… “Evlâdım, kendi adıma üzülmüyorum, ben geldim gidiyorum, son günlerimde hiç de hak etmediğim şeyler yaşıyorum ama siz gençler ve sizin çocuklarınız için üzülüyor ve endişe ediyorum…” dedim. Bir diğeri de aynı yaştaymış; “Ablacım, 42 yaşımdayım, yaşamımın son 22 yılı bunlarla, bu koşullarla geçti ama daha fazla bu şartlarda yaşamak istemiyorum, bir şeyler yapmalı ve dur demeliyiz. Bu böyle devam edemez. Etmemeli…” dedi. 30 yaşında olan sözünü kesti, “Ya ben ne yapayım 8 yaşımdan beri bunların yarattığı koşullarla sürünüyorum. Ne çocukluğumu, ne öğrenciliğimi, ne de gençliğimi gereğince yaşayabildim. Hâlâ atanamadım. Yazılı sınavları kazanıyorum ama sözlüde ağzımla kuş tutsam işe yaramıyor. Hadi mesleğimin dışında da olsa, özel sektörde bir iş yapayım bari diyorum ama onda da tecrübe istiyorlar ve 30 yaştan sonra almıyorlar işe. 30 yaşına kadar iş bulamayanın iş tecrübesi nasıl olacak? Sen şükret, sadece cesaret edip de çocuk sahibi olamıyorum diyorsun, ev alamıyorum, araba alamıyorum diye şikâyet ediyorsun. Ben ne yapayım, Evlenmek, çocuk sahibi olmak, hele de ev ve arabanın hayalini bile kuramıyorum. Atanmaktan da ümidimi kestim. Bu yaşta anne babamdan harçlık almak çok ağrıma gidiyor. O nedenle garsonluk yapıyorum… Bir şeyler değişmedikçe, korkarım ölene kadar garsonluğa devam…”

Zaten biliyordum gençlerimizin durumunu ama karşımda bizzat dile getirilince daha da üzüldüm. Keşke hiçbir şey demeden yürüyüp gitseydim dedim içimden ama belki de iyi yapmışım. Çok doluymuş çocuklar, anlatmak, paylaşmak, ihtiyaçları çok fazlaymış. Kendilerini dinleyen ve anlayan birine rastlamak bir nebze de olsa, iyi hissettirdi belki de…

Sonrasında da üç harfli marketlerden birine uğradım… Konuşurum orada çalışan gençlerle, kolay gelsin derim, hatır sorarım, anlatırlar, dert yanarlar, dinlerim kahrolarak… “Üçümüz de mühendisiz ablacım. Ben deprem bölgesinden buraya atandım, abim de mühendis ama o başka mağazada tezgâhtar. Depremden önce maaşımızı almıştık ama depremde çalışamadık malumunuz, şimdi o çalışamadığımız günlerin parasını maaşımızdan kesiyorlar.” Mağazada bir zayiat olsa ya da bir şey çalınsa, bizden kesiliyor parası…” Daha pek çok konuda dert yandı kasadaki hanım kız. Oradan da başka isimli bir mağazaya uğradım, oradaki genç kız da matematik öğretmeniymiş, o da atanamamış. Kanser hastası bir annesi varmış. “Ona bakmam lazım ama çalışmak zorundayım da, öyle çaresizim ki, aklım hep evde, annemde…” diye epey dert yandı.

İnanın eve dönerken, yol boyu ağladım, düşündüm, düşündüm, kahroldum…

Gerçekten ne olacak bu çocukların durumu? Bu hep böyle sürecek ve toplumun bir kesimi sürünürken bir kesimi servetine servet mi katacak? Bu ülkede sadece belli kesimin çocukları mı işe girebilecek ve de girdikleri işlerde, yüksek mevkilere gelebilecek?

Siyasiler yalanlarına bin yalan daha katacak ve de daha ziyade de, yalanlarına inanıp her defasında oy veren mağdur kesim, hiç sorgulamaksızın inanmaya devam mı edecek? Ne zaman ve nasıl uyanabilecekler, ne zaman anlayabilecekler sömürüldüklerini, kandırıldıklarını ve bu nasıl olacak? Evet, bir şey yapmalıyız yapmasına da ne yapmalıyız, nasıl yapmalıyız bilemiyorum ki? Elimizde tek güç olan oyumuz var sadece.

Haydi, herkes sandığa… Yok öyle küsmek, kızmak, oy kullanmayacağım demek!..

Bir oy bir oydur…

Oyumuzun kıymetini bilelim ve doğru kullanalım lütfen…

Perihan Reyhan Alkan