DIŞ GÜÇLER..!

0

BEĞENDİM

ABONE OL

 PKK terörünün artması ile eski söylemler de yeniden ısıtılıp, birazda değişik biçimde soslanarak servise sunulmaya başlandı… Ergenekon tutuklamaları öncesi meydana gelen terör olaylarının suçlusu olarak, devlet içinde örgütlenen ve dışarıdan da, özellikle statükonun sürmesini isteyen basın tarafından desteklenen, karanlık, terörü bahane ederek hükümeti devirmeyi amaçlayan gizli güçler gösterilirdi… Bu saçmalık öylesine şizofrenim bir hal aldı ki, Ergenekon’dan içeri tıkılma süreci içinde bile, meydana gelen terör olayları, bu nedenlere bağlanarak, sanki öldürülen askerleri bizzat TSK mensupları katlediyormuş gibi bir hava estirildi… Amaçları açık ve basitti… Hem teröre gerekçe yaratılacak, hem de demokrasinin kılıcı gibi kafalarının üzerinde sallandığını sandıkları TSK yıpratılacak, moralman zayıflatılacak ve mücadele gücü kırılacaktı… TSK’nın tüm açıklamaları, kamuoyu önünde ülke demokrasisine bağlılık deklarasyonları, içlerine sinmiş TSK ve Darbe korkularını gidermeye yetmediği gibi, adeta bir intikam süreci başlatıldı… Aslında tek başına bu bile, yandaş basının, iktidar gücünü ellerinden kaçırmamak için ne kadar şerefsiz, ne kadar aşağılık olabileceklerinin açık bir kanıtı idi… Ama kamuoyunun bulanan kafası ve ‘’ Acaba doğru mu..? ‘’ soruları, insanlarımızın doğruyu görmelerini engelledi… Oysaki o yıpratılan, o morali bozulan ve mücadele gücünü yitirmesi istenen TSK, o günlerde dağlarda PKK ile boğuşuyor ve şehit vermeğe devam ediyordu, hala da devam ediyor…

Derken Ergenekon tutuklamaları hızlandı… Artık tutuklanmayan hemen, hemen kimse kalmadı… Ama TERÖR artarak sürüyor… Şimdi; devlet ve TSK içindeki karanlık güçler masalına kimseleri inandıramayacaklarını çok iyi bildikleri için, her zaman ve her başarısızlıkta yaptıkları gibi, kendileri dışında suçlu aramaya başladılar… Isıtılan yemek aynı olsa da, artık Ergenekon sosu kabak tadı verdiğinden bu seferde ‘’ Terörün ardındaki dış güçlerin kimler olduğunu milletimiz biliyor… PKK taşeron bir örgüttür ‘’ sosu ile servis yapmayı denediler… Ama olmadı… Tüm basın ayağa kalkarak ‘’ Ne biliyorsanız açıklayın… Kim bu terörün ardındaki dış güçler..? Millet biliyor diyorsunuz ama vatandaş ve gazeteci olarak bizler bilmiyoruz..! Açıklamazsanız, inanılırlığınızı yitirir, yalancı durumuna düşersiniz..! ‘’ deyiverdi… Konu hassas…” Devlet sırrı ‘’ palavrasına kimsenin inanacak hali kalmadı… Terörün ardında olduğunu ima ettikleri ülkeleri ad vererek açıklasalar, bu defa o ülkeler ayağa kalkacak ve ‘’ İspat et..” diyecekler… Terör ve teröre verilen şehitler de, her geçen gün artarak sürüyor… Eeee…! Kendileri dışında bir suçlu da bulmak lazım… Ne yapsınlar..? Daha muğlâk, daha ‘’ Nereye çeksen oraya gidebilecek ‘’ bir kavram ve bu kavrama uygun gerekçe bulmaları gerekmekteydi… Buldular! ” Türkiye ne zaman ileri gitmeye başlasa, bir kalkınma hamlesi yapsa, terör artıyor..! ‘’
Türkiye nasıl ileri gidiyor..? Nasıl bir kalkınma hamlesinin içinde..? Anlamak ve akıl ile izah etmek mümkün değil..! Ben şu anda Türkiye’deyim… Her şeyin fiyatı, geçen yıla oranla nerdeyse iki misli artmış… Yüzde 60-65’i iç gerisi dış turizme dayalı ve zengin bir yöre sayılan Kaş ilçesinde, Haziran’ın sonunda, ne otelcinin ne de esnafın ağzını bıçak açmıyor… Ana cadde üzerindeki manifaturacı Ersin, 15 yıllık dükkânını ilk defa ciddi olarak kapatmayı düşünüyor… Aslında seracılıktan zengin olan Kaş esnafı, seracılıktan kazandığını, esnaflığını sürdürebilmek için harcamaktan tükenme noktasına gelmiş…
Bu durumda, ‘’ Türkiye ileriye gidiyor ve kalkınma hamlesi içinde..! ‘’ öyle mi..? Şimdi bu palavraları geçelim de ana soruyu soralım…
İster iç güçler, ister dış güçler olsun…! Ağlamayı, başkalarını suçlamayı, şikâyet etmeyi bırakın..! Siz iktidarsınız… ÇÖZÜM BULUN, ÇÖZÜM…! Siz bu iktidarı 2002’de sıfır terörle devraldınız… Bu noktaya da, sizin yanlış ve altı boş politikalarınızla gelindi… İç ve dış politikada, gizli gündemleriniz uğruna, yerinden söküp çıkarttığınız temel çivilerin faturası, şimdi millete ve şehitlerimize çıkıyor… Ama siz ve yandaş basınınız, büyük bir pişkinlik içinde, yerden yere vurduğunuz, moralini bozmaya, mücadele gücünü kırmaya çalıştığınız TSK mensuplarının, hala kahramanca dövüşerek şehit düşmesine seyirci kalmaktan ve uzaktan timsah gözyaşları dökmekten öteye geçemiyorsunuz, geçemeyeceksiniz de… Çünkü şehit cenazelerinde halk ufak, ufak sesini yükseltip üstünüze gelmeye başladı… Daha bu başlangıç… İleriki gelişmeleri hep birlikte göreceğiz…
Plansız, programsız, alt yapısız, hiç kimseyle görüşmeden, kimselere danışmadan, bir uzlaşı ortamı yaratmaya çalışmadan ‘’ Ben bilirim, ben yaptım oldu..! ‘’ havası ile başlattığınız, adı konmamış, konamamış, konulanı da değiştirilmiş ‘’ Açılım ‘’ ın sonuçlarını, şimdi dış güçlere bağlamaya çalışmanız, ne kadar gülünç ve çaresiz bir duruma düştüğünüzün en açık delilidir…
Kalın sağlıcakla efendim…
 
M. Deniz Olcayto   
Devamını Oku

SÜTTEN AĞZI YANAN

0

BEĞENDİM

ABONE OL

 Güzel atasözlerinden biridir ” Sütten ağzı yanan, yoğurdu üfleyerek yer..! ” derler.. Şu anda Suriye’de olup bitenlere karşı, ABD’nin tavrına bakınca bu atasözünü hatırlamamak mümkün değil..

Biraz daha açıkça yazmak gerekirse ” Irak’tan ağzı yanan ABD, Suriye’ye temkinli yaklaşıyor..” demek daha doğru olur.. Birlikte hatırlayalım.. 1991 yılında, baba Bush’un Başkanlığı döneminde, Kuveyt’i işgal eden ve zengin petrol yataklarına el koyan Saddam Hüseyin’i oradan çıkartmak bahanesi ile ABD bölgeye askeri bir müdahalede bulunmaya hazırlanırken, Türkiye’den de kuzey cephesini açmasını istemiş, o dönemde Cumhurbaşkanı olan rahmetli Özal kabul etmiş, ancak kamuoyunun karşı yöndeki baskısına dayanamayan, dönemin Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay, TSK’nın Başkomutanı konumundaki Cumhurbaşkanı’nın emrini yerine getirmemek için istifa etmişti.. Oysa; o yıllarda PKK terörü henüz 7 yaşındaydı… ABD askeri olarak kısmen başarı sağlayarak Saddam’ın ordularını Kuveyt’ten çıkartmış ancak Saddam’ı devirememişti.. Sovyetler deseniz, 1986’da başlayan çatırdama,1990’lı yıllarda, başta Litvanya olmak üzere, kopmalara dönüşmüş olduğundan, tamamen kendi iç sorunları ile boğuşmak durumundaydı..
2003 yılında, babasının başlattığı Irak operasyonunu sonuçlandırmak isteyen oğul Bush yine Türkiye’ye başvurmuş, ancak 1 Mart 2003’deki Tezkere olayı ile Türkiye yine oyun dışı kalmıştı.. Bu kez gerekçe, Saddam’ın kitle imha silahlarına sahip olması..! Sovyetler deseniz, çoktan dağılmış ve onun küllerinden ortada kalan Rusya’da Putin, iktidarını sağlamlaştırmakta meşguldü.. Saddam devrilmişti ama ABD’de bir hayli hırpalanmış, uluslararası itibarını bir hayli yitirmişti, çünkü iddia edildiği gibi veya CIA’nın iddia ettiği gibi, kitle imha silahları falan bulunamamıştı.. Şimdilerde ise, prestij kaybetmeden bölgeden çekilmenin hesaplarını yapıyor ve Başkan Obama, şu anda Suriye’den gelen CIA raporlarına son derece temkinli yaklaşıyor, ancak tek neden bu raporlarda belirtildiği gibi, kimyevi silahların varlığına olan güvensizlik değil.. Bu kez ciddi bir Rusya varlığı oralarda..
Bilindiği gibi; 300 yılı aşkın süredir, önce Rusya’nın, daha sonraları Sovyetler Birliği’nin bir türlü tam olarak gerçekleştiremediği bir rüyası vardı..
” Sıcak denizlere inmek..!” Burada Sıcak Deniz olarak adlandılar ise Akdeniz.. Gerçi; Cemal Abdul NASIR döneminde Mısır ile olan yakınlığından dolayı Sovyetler Akdeniz’de askeri üslere sahip olmak üzereydiler ama 1967’deki 6 günlük savaşta Sovyetler ‘in Arap dünyasındaki tüm müttefikleri ( Suriye, Irak, Mısır ) İsrail karşısında hezimete varan bir yenilgi alınca, kısa süren bu rüya da bitmiş oldu..
Şimdilerde ise Rusya’nın Akdeniz’deki varlığı, yalnız Suriye’nin Lazkiye limanındaki askeri üsleri değil, aynı zamanda Güney Kıbrıs’taki ekonomik varlığı.. Böylesi bir tablo karşısında, ABD’nin gözü kapalı ve sadece CIA raporlarına güvenerek, Suriye’ye askeri bir operasyonda bulunabilmesi imkânsıza çok yakın gözükmekte.. AB ülkeleri ise, her zaman olduğu gibi, Türkiye’nin sırtını sıvazlayarak öne itmeye çalıştığı gözlenmekte.. Bu koroya ABD’nin de katılacağını tahmin etmek pek güç olmasa gerek.. Ancak Türkiye’nin de eli çok serbest değil.. Bir tarafta, Esad rejimini destekleyen ve enerji konusunda (Gaz ) % 20’lere varan oranda bağlı olduğu İran, öte yanda, siyasi ve özellikle turizm başta olmak üzere, ticari ilişkilerinin çok iyi olduğu, ayrıca Mavi Akım projeleri ile gaz konusunda yaklaşık % 75 bağlı olduğu bir Rusya ve onun etki alanındaki (Ukrayna gibi ) ülkeler var..
Beri yandan, Kuzey Irak sorunu tam anlamı ile çözülmüş, ülke içindeki terör gruplarının ülke dışına çıkışında hangi ülkeye gidecekleri belli değil.. Gerek bu grupların, gerekse Kuzey Irak’takilerin, Kuzey Suriye’de birleşmeleri, oradaki aynı gruplarla bütünleşerek daha da güçlü hale gelmeleri ve orasını gelecekteki üsleri haline getirmeleri olası gözükmekte.. Bu durumda Türkiye’nin en çok ihtiyacı olan müttefiki ise İsrail.. Hoş Başkan Obama’nın itelemesi ile İsrail katı tutumundan uzaklaşarak yumuşamış gözüküyor ama bu yakınlaşma, kısa sürede acaba askeri bir işbirliğine dönüşür mü bilinmez..
Uluslararası gelişmeler Türkiye’yi yine son derece zor ve kritik kararlar almaya doğru iteliyor.. Son 11 yıl içerisinde, dış politikada atılan yanlış ve hayalci adımların, ideolojik zorlamaların faturası yavaş, yavaş Türkiye’nin önüne getiriliyor.. Bütün bunları yıllardır yazıyoruz, söylüyoruz.. 2001’de Kemal Derviş’in yaptığı ekonomik programı hiç bozmadan 2007’ye kadar getirerek, bu alanda başarılı olan hükümet, 2007 seçimlerinde ayarı kaçırmıştı ama yine de işi toparlayarak, AB ülkelerinin hayalini bile göremediği büyüme oranlarını yakalamıştı.. Özellikle dış politikada, fazlaca etliye, sütlüye karışmadan işini yürüteceği yerde, saçma sapan ve hiçbir sonuç getirmeyen açılımlarla, durup, dururken ona buna babalanarak, kendi dizine kurşun sıktı.. Oysa; geçmişten biliyoruz ki, ne zaman Türkiye istikrarı ve ekonomik büyümeyi yakalasa, başına bir bela sarılır.. Bunu, ASALA’da yaşadık.. O bitti hemen ardından PKK başladı ve hala da sürüyor..
Derken Irak ve oluşan yönetim boşluğu.. Şimdi de Suriye.. Böylesi bir coğrafyada çok dikkatli dış politikaların yürütülmesi gerekiyor.. Türkiye kendi başını derde sokacak yanlışlıklar yapacağı yerde, büyüyen ekonominin halka yansımasını sağlamalıydı.. Oysa, başta gelir dağılımındaki adaletsizlik olmak üzere, halka yansıyan olumlu bir gelişme pek görülmüyor.. Bunca açmazın var olduğu bir ortamda, şimdide yeni Anayasa ve Başkanlık sistemi..
11 yıldır kesintisiz ve tek başına iktidar olan AKP, hala mağdur rolü oynuyor ve ne yazık ki halkın çoğunluğu da bu masallara inanıyor… Hayırlısı olur inşallah..
Kalın sağlıcakla efendim
Devamını Oku

1975 – 2013

0

BEĞENDİM

ABONE OL

 Daha dün gibi hatırlıyorum.. Ankara Bahçelievler’deki Arı Sineması Arı Stüdyosu haline getirilmiş, geniş katılımlı seyircili programlar yapılabilir olmuş ve adı da resmi olarak, çok genç yaşta kaybettiğimiz, TRT Ankara Televizyonu Müdürü Güntekin ORKUT’un hatırasına ORKUT Stüdyosu olmuştu ama biz aramızda hep Arı Stüdyosu derdik.

Yıl 1975..TRT ilk defa Eurovision şarkı yarışmasına katılma kararı almış.. Yıllarca EBU (European Brodcasting Union ) yani Avrupa Yayın Birliği üyesi olan TRT, kendisine yıllardır yapılan daveti kabul etmiş.. 1975, öyle dört sayının bir araya gelmesinden oluşmuş bir tarih değildir.. Batı dünyasının gözü kapalı bir şekilde ve tek taraflı olarak İsrail’i desteklemesine küçük bir misilleme olarak, petrol üreten Arap ülkeleri üretimlerine kısıtlama getirmiş, dünyada petrol arzı azalmış ve OPEC fiyatları yükselmiş.. Türkiye ise 1974’de Kıbrıs Barış Harekâtını yaparak batı dünyasının şımarık çocuğu Yunanistan’a unutamayacağı bir tokat atmış.. Tabii bu arada Yunanistan’daki ” Albaylar Cuntası “nın yıkılması ve demokrasinin geri gelmesine katkıda bulunduğu göz ardı edilerek tüm batı Türkiye’ye adeta düşman kesilmiş.. Ayrıca; CHP + MSP koalisyonu yeni yıkılmış… Yani; Türkiye’de batı karşıtı ve muhafazakâr çevreler iktidar ortağı olabilecek kadar güçlü.. İşte böylesi bir ortamda TRT Eurovision Şarkı Yarışmasına katılma kararı almış.. Arı stüdyosundayız.. Çekilecek programın yönetmeni İskender Salgırlı.. Sol kanat kamerada (1) ben, sağ kenet kamerada (2) Utku Gürel, orta kamerada İsa Okutan (3) balkondaki kamerada (4) Şemsi Demirci.. Yarışmaya katılacak sanatçı, çelimsiz bir genç kız Semiha Yankı.. Şarkısı ise ” Seninle Bir Dakika “..Menajeri de, benim Ankara Radyosu ” Radyo Çocuk Saati ” programlarından tanıdığım (1956 ) Erkan Özerman.. Hem bilgili, hem tecrübeli hem de mükemmel Fransızca konuşan birisi.. Çok güzel bir program çekip yolladık.. Günü geldi ve hepimiz Stockholm’den yapılan canlı yayının başına oturduk.. O akşam Ankara sokaklarında sanki hiç insan kalmadı.. Semiha da çok iyiydi ama… Sonuncu olduk.. Olduk da ne oldu..? Dünya mı yıkıldı..? Türkiye mi battı ..? Hiç bir şey olmadı ama ” Batı kulübüne girmeğe çalışırsak böyle olur..! ” diyenler, adeta sonucun böyle olmasına seviniyorlardı..
Bir kaç yılın dışında TRT ve Türkiye yolundan sapmadı.. Sabırla katılımını sürdürdü.. Sonunda ne oldu..? Sonunda Sertap Erener birinci oldu.. Kötü mü oldu..? Ertesi yıl yarışma İstanbul’da yapıldı.. Kötü mü oldu..? Zaman, zaman futbolda büyük başarılara imza attık.. Galatasaray Avrupa Şampiyonu oldu.. Türk Milli Takımı dünya üçüncüsü oldu.. Bunlar nasıl oldu..? Eğer biz Osmanlı’dan kalma ” Bizden adam olmaz ” diyerek kenara çekilseydik bu başarıların hiç birine imza atamazdık..
Gelelim Almanya’ya.. Dünyanın ikinci büyük müzik pazarı Almanya.. Dünya çapında ünlü müzik aletleri üreticisi Almanya.. Dünyanın en ünlü bestecilerini yetiştirmiş Almanya.. EBU’nun kurucu üyelerinden olan Almanya.. Eurovision Şarkı Yarışması’nın motoru konumundaki Almanya.. Sonuçta, her kilisesinde bir koronun bulunduğu 82 milyonluk bir Almanya.. Dünyanın üçüncü, Avrupa’nın en büyük ekonomisine sahip Almanya. Bu yıl yarışmaya yolladığı şarkı Cascade, hiç kulak ardı edilecek bir şarkı değil.. Ama sonuç 21.cilik.. Hem de en az 125 milyon seyircinin önünde ve sadece 26 ülkenin katıldığı yarışmada elde edebildiği sonuç bu.. Şimdi ne olacak..? Bizde olduğu gibi ” Bize nasıl olsa oy vermezler ” mantığı ile gelecek yıl yarışmaya katılmayacak mı sanıyorsunuz..? Özellikle Euro krizinde takındığı tavırdan dolayı sevimsizleşen bu Almanya, gerekirse sonuncu olmayı bile göze alarak önümüzdeki yıl katılmayı sürdürecektir, hiç şüpheniz olmasın.. Hem de Euro krizi Portekiz, İspanya, İtalya, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ta henüz devam ederken.. Rusya gibi bir dev beşinci olabildi.. Gelecek yıl katılmayacak mı sanıyorsunuz..?
Gelelim bize..” Nasıl olsa bize oy vermezler ” diyenlere sormak gerekir.. Sertap Erener gökten zembille mi indi..? Her yıl iyi dereceler almayı hiç bir ülke başaramadı ki biz başaralım.. Ayrıca; futbolda dünya üçüncüsü olduk ama bir sonraki dünya kupasına katılabildik mi..? Galatasaray Avrupa şampiyonu oldu.. Güzel, peki sonraki yıllar ne oldu..? Londra Olimpiyatlarında kaç madalya aldık ve madalya sıralamasında kaçıncıyız..? Bu soruları arttırmak gerekir.. Nüfus 75 milyon olmuş ama ekonomide dünya 16.cısıyız.. Fert başına düşen milli hasılada nerelerdeyiz, gelir dağılımında nerelerdeyiz..?
Hiçbir koruda dünya veya Avrupa birincisi olup bu başarısını sürdürebilen bir Türkiye bulabilmek mümkün değil ama iş Eurovision Şarkı Yarışması’na gelince o karanlık kafa devreye giriyor..” Nasıl olsa bize oy vermezler..! “
Ne diyelim, Allah ıslah etsin demekten başkaca yapacak bir şey kalmıyor..
Kalın sağlıcakla efendim
M. Deniz Olcayto   
Devamını Oku

DAKİKA BİR, GOL BİR..

0

BEĞENDİM

ABONE OL

 Daha bir önceki yazının mürekkebi kurumadan, orada bahsettiklerim gerçekleşmeğe başladı bile… İlk duruşma güya yapıldı.. Duruşmada herkesin merakı haklı olarak dişi terörist’in üzerindeydi.. Acaba nasıl davranacaktı..? Bence bu soruyu sormak bile, eskilerin değimi ile abesle iştigal… On kişiyi katleden, onlarca soygun gerçekleştiren azılı katillerle özel ilişkilere giren ve on yılı aşkın süre aynı evde yaşayan, birçok soygun ve cinayetin ardından hep birlikte tatile çıkan, çetenin kasası olarak görev yapan, evleri, garajları kendi adına kiralayan bir kişinin, kurbanların yakınlarının bulunduğu bir duruşmada nasıl davranması beklenebilir sizce..? Üzgün, pişman ve hatta, kendi olmasa bile, avukatları aracılığı ile özür dileyen bir davranış mı sergileyecekti..? Ben kendi adıma başka türlü davranacağını düşünüyordum ve sonunda da haklı olduğumu gördüm.. Pişkin, soğukkanlı, izleyicilerin ve basın mensuplarının bulunduğu bölüme sırtını dönüp, kollarını göğsünde kavuşturup, hâkimin oturun demesini bekledi..

Derken; Alman basınının asrın duruşması dediği duruşma başladı.. Ardından, dişi teröristin avukatlarından birisi mahkemeye bir dilekçe vererek, hâkimin taraflı davrandığını belirtti.. Gerekçeye göre, izleyiciler ve basın mensupları gibi avukatlarda üst aramasına tabi tutulmuş ama savcı ve hâkimler bu aramaya tabi tutulmamış..! Bu bir taraflılık göstergesiymiş..! Dolayısı ile mahkemenin tarafsızlığı kalmamış mış..! Haydi.. Mahkemeye ara verilip öğleden sonra devamına kara verilir.. Öğleden sonraki duruşmada ise bu sefer, çeteye yardım ve yataklık eden, cinayetlerin işlendiği silahı temin eden kişinin avukatlarından birisi aynı şekilde bir dilekçe vererek mahkemeye olan güvensizliğini belirtir.. Gerekçe..? Bu kişiye mahkemenin tahsis ettiği avukat sayısı nedir iki tanede kalmış da üç avukat tahsis edilmemiş..! Bu; mahkemenin taraflılığını gösterirmiş miş..! Eh, dişi teröristi savunun avukat ordusuna bakınca insanın içi burkuluyor bu zavallıya..! Bu kadar avukat neyi savunacak acaba..? Bu kadar avukatı mahkeme mi tahsis etmiş..? Ücretlerini devlet mi ödüyor..? Yoksa birçoğu gönüllü mü..? Yani aynı, sözüm ona, dünya görüşünü mü paylaşıyorlar..? Yoksa ve en kötüsü, bu avukat ordusunun ardında bir organizasyon veya bir siyasi parti mi var..?
Neyse olan oldu, herhalde yarınki duruşmada durum açıklığa kavuşur derken, açıklanan karar ile izleyenlerin kanı dondu.. Mahkeme on gün ertelenmişti.. Gerekçe..? Mahkeme heyeti dilekçeleri inceleyecekmiş..! İşte buna kargalar bile güler..! Veya başlığa dönecek olursak Dakika bir, gol bir..! Şu rezilliğe bakın.. Yahu bu saçma sapan ve mahkemeyi uzatmayı amaçlayan dilekçelerin nesini, neresini inceleyeceksin..? Duruşmanın ardından kameralara konuşan sanık avukatı, aynı pişkinlikle, böyle bir niyetleri olmadığı söylemez mi..? Gel de çatlama.. Daha sonra kameralara konuşan davacıların avukatlarından birisi, bu gibi durumlarda en çok bir, iki saatte hâkimlerin aralarında yapacakları bir toplantı ile karara bağlanabileceğini, benzeri durumlarla daha önce de karşılaştığını belirtir.. Eh, akılın yolu bir ama gel de bunu mahkemeye anlat.. Aslında, bu mahkeme ile ilgili olanlara bakınca insanın aklına gelen ilk şey, bu mahkemenin taraflı olduğu.. Yani avukatlar haklı olmasına haklı da, ters taraftan haklı.. Bu arada, Almanya’nın farklı eyaletlerinden gelen ve kurbanların yakınları olan kişiler, duruşmaları izleyebilmek için on gün sonra tekrar Münih’e gelecekler.. Bu arada televizyonlara konuşan uzmanlara göre, bu mahkemenin iki yıl içinde sonuçlanması imkânsıza çok yakın ve en az iki buçuk yıl sürer.. Sonuçta neye ve hangi bilgilere ulaşılacak..? Örneğin, çeteye yardım ve yataklık eden kişi, cinayetlerin işlendiği silahı kimden ve kaça aldığını açıklayacak mı..? Silahın parasını kendisi mi vermiş yoksa başkaları da yardım etmiş mi..? Dişi teröristin kiraladığı garajda arama yapılmış, Nazi propaganda malzemelerinin yanı sıra, bomba yapmaya yarayan materyal ile yapılmış bomba bulunmasına rağmen, olayın üzerine gidip tahkikatın geliştirilmesini önleyen kişi veya kişileri açıklayacak mı..? Bu garaj nasıl aranmış..? Yani polis önünden geçerken şüphelenip aramış mı, yoksa tüm hukuki aşamalardan geçerek savcılıktan bir arama emri mi çıkartılmış..? Tabii ki ikincisi.. Demek bu kişilerden şüpheleniliyordu ve polisin elinde savcıyı ikna edecek deliller mevcuttu.. Zaten yapılan aramanın ardından bulunanlar bu şüphelerin haklılığını ortaya koyuyor.. Peki, neden soruşturma ve araştırmalara devam edilip sonuca varılmamış..? Parlamento Araştırma Komisyonu bu ve benzeri soruları, yetkililere, siyasetçilere sormuş ama etli, butlu bir cevap alamamış, herkes işi geçiştirmeye çalışmış..
Bu davayı uzatmamın nedeni ne olabilir..? Ben bir hukuki titizlik olduğunu hiç sanmıyorum.. Sonuçta dişi terörist belki beraat etmeyecek ama ona çok yakın bir karar çıkacak.. Ancak kamuoyu şu an henüz çok sıcak.. Almanların bir atasözü vardır ve mealen Türkçeye tercümesi şöyledir..
” Hiç bir yemek, piştiği kadar sıcak yenmez..! ” Yani bir HALT yenecek ama olayların önce soğuması bekleniyor.. Birilerinin günahını alıyorsam Allah affetsin ama ben şahsi düşüncem budur…
Kalın sağlıcakla efendim
 
M. Deniz Olcayto   
Devamını Oku

HADİ BAKALIM KOLAY GELSİN

0

BEĞENDİM

ABONE OL

 İçinde bulunduğumuz hafta, Federal Almanya için büyük bir imtihanın başladığı ama ne yazık ki, sonucunun tatmin edici olmayacağını tahmin ettiğimiz bir hafta..

Bilindiği gibi on yılı aşkın bir süreç içerisinde, sekizi Türk kökenli, biri Yunan kökenli ve biri de Alman vatandaşı olan bir polis bayan olmak üzere toplam on kişi katledildi ve bu cinayetlerin fail veya failleri bulunamadı. Ne hikmetse..? Bu seri cinayetler nerede işleniyor..?
Federal Almanya’da.. Yani, Avrupa’nın en gelişmiş kriminal teknolojisine, en yaygın istihbarat teşkilatlarına ve çok güçlü bir polis teşkilatına sahip olan bir ülkede..! Derken iki kişinin cesetleri, aynı zamanda içinde yaşanabilen ve ” Wohn-Mobil” denilen bir arabanın içinde bulundu.. Bu kişilerin aslında intihar ettikleri ” Anında ” tespit edildi.. Bu kişilerin kimliklerinin açıklanmasının hemen ardından, aynı bölgeye yakın bir yerdeki bir apartman dairesinde patlama meydana geldi.. Ve böylece de, çetenin aslında üç kişiden oluştuğu, intihar edenlerin, aslında bu üçüncü kişi olan bayanın kiraladığı bu dairede hep birlikte kaldıkları belirlendi ve açıklandı.. Bu arada, on yılı aşkın süredir hiç anılmayan bir ihtimalden bahsedilir olmaya başladı.. Bu üç kişilik çetenin ” Aşırı sağcı National Sosyalist ” çevrelerden olabileceği basına yansıdı.. Ne hikmetse..? Çünkü, patlamanın etkisi ile evde işe yarayacak bir belge kalmamıştı ve bulunamadı..
Ortalıklardan kaybolan bayanın arandığı açıklandı ama bulunamadı.. Bir hafta kadar sonra bu bayan kendiliğinden polise teslim oldu.. Derken, kendiliğinden teslim olan bayanın ilk açıklamalarından sonra bu ihtimal kesinleşti.. Ancak, bu bayan fazlaca bir açıklama yapmadı ve ” Susma Hakkını ” kullandığı açıklandı.. Derken, parça, parça gün ışığına çıkan gerçekler, başta Türkiye ve Avrupa kamuoyunda tepkilere neden olunca, konunun üzerine Alman basını da ciddi bir biçimde gitmeye başladı.. Bu durum karşısında Federal Parlamento’da bir araştırma grubu kurulmasına karar verildi ve kuruldu da… Kuruldu da, bu rezaletler dizisi içinde kimin, hangi kuruluşun kabahatli veya ihmali olduğu tam olarak belirlenemedi.. Ne hikmetse..? Oysa ki; bu komisyona akla gelebilecek bütün sorumlular ve yöneticiler çağrılarak dinlendi..
Derken, teslim olan üçüncü kişi, ” Susma Hakkı ” nı kullanıp kullanmayacağını açıklamadığı halde, hakkında açılan davada yargılanmasına karar verildi.. Ve mahkemenin, Bavyera Eyaleti’nin Başkenti olan Münih’te yapılmasına karar verildi.. Oysa ki; bu dava artık bölgesel olmaktan çıkmış, tüm Federal Almanya’yı, Türkiye’yi, Yunanistan’ı ve Avrupa’nın tüm ülkelerini yakından ilgilendirir hale gelmişti, yani istenseydi, Parlamento araştırma komisyonu gibi, mahkeme de Berlin’e alınabilir, çok daha bağımsız bir hava verilebilirdi.. Bu durumda ortaya çıkan soru şudur..” Neden Parlamento araştırma komisyonu Bavyera Eyalet Parlamento’sunda yapılmadı..? ” Eğer araştırma komisyonu Federal Parlamento’da kurulduysa, neden mahkeme de Berlin’e alınmadı..? Çünkü; hikâyesini başka bir yazıda aktarmak istediğim bir atasözü vardır bu ülkede ” Berlin’de hâkimler var..! ” Derken, mahkemenin yapılacağı salonun küçük olduğu basına yansıdı.. Buna bir çare düşünüleceği yerde inat edilerek bu salonda kalınmasına karar verildi… Derken, mahkemeye katılacak, izleyecek basın mensupları açıklanınca, başka bir skandal ortaya çıktı.. Türk basınına yer verilmemişti ve gerekçe olarak Türk basınının müracaatlarını zamanında yapmadığı gösterildi..
Bu arada, T.C Berlin Büyükelçisi’ne de yer verilemeyeceği açıklandı.. Bazı Alman basın kuruluşları, kendi kontenjanlarını Türk meslektaşları ile paylaşmak istediklerini açıklandı.. Mahkeme ” Olmaz ” dedi.. Derken, bir Türk basın kuruluşu konuyu Anayasa Mahkemesi’ne götürdü.. Tabii; bu belli bir süreci gerektirdiğinden, mahkemenin ertelenme ihtimali ortaya çıktı.. Ancak Anayasa Mahkemesi’nden gelen ters bir kararın ardından, mahkeme, yerlerin çekilişle dağıtılmasına karar verdi ve Türk basını gibi, ilgili diğer ülkelerin basınına da kontenjan tanıdı.. Yapılan çekilişte Türk basınına ayrılan dört yerden ikisi, büyük basın kuruluşuna çıkarken, diğer ikisi küçük kuruluşlar arasında dağıldı.. Ama bu kez de, ilk dağılımda kendisine yer ayırılan bir gazeteci, çekilişten eli boş çıktı ve Anayasa Mahkemesi’ne gideceğini açıkladı.. Derken, yerlerden birisinin, çekilişten ayrılan bir basın organına çıktığı anlaşıldı.. Şimdi elimizi vicdanımıza koyarak düşünelim..
Sekiz Alman vatandaşı, sırf Alman oldukları için Türkiye’de öldürülseler ve failler on yıl bulunamasa, ardından yapılacak mahkemenin başına da benzer durumlar gelse, başta Alman basını olmak üzere tüm Avrupa ve dünya Türkiye’yi linç etmeye kalkmazlar mıydı..? Politik tehditlerin yanı sıra, boykot konuları bile gündeme gelmez miydi..? Yıllar önceki Marco olayını hatırlayın ve daha şimdiden duruşmaların iki yıl sürebileceğinin konuşulduğunu da unutmayın.. Kim ne derse desin, bu ülkede, basında, poliste, istihbarat teşkilatlarında ve hatta mahkemelerde bile kafatasçılık, ırkçılık var ve son gelişmeler artık bu gerçeği inkâr edilemez bir biçimde ortaya çıkartmıştır.. Her şeyi en açık şekli ile soruşturan Parlamento komisyonu bile bir sonuca ulaşamamışken, bu kadar rezilliğe neden olan bir mahkemenin, gerçekleri tam olarak ortaya çıkarabileceğin mi düşünüyorsunuz yoksa..?
O zaman size 90’lı yılların Sezen Aksu damgalı bir şarkısını hatırlatayım…” Hadi bakalım kolay gelsin, bir acayip zor yarış..! “
Kalın sağlıcakla efendim
 
M. Deniz Olcayto   
 
Ps: Yukarıdaki şarkının sözlerini, yıllarca Berlin’deki TD1 televizyonunda müzik, eğlence redaktörlüğü yapmış olan arkadaşım Zühre Şenevrelsel’den aldım.. Kendisine teşekkür ederim..
Devamını Oku