KAPATILAN KÖY ENSTİTÜLERİ VE AGALARA TESLİM OLAN CHP…

3

BEĞENDİM

ABONE OL

Atatürk ”yoksulluk ve sefaleti yenmek için önce cehaleti yenmek gerek” Diyor. Bugün onun akıl ve bilim mirasını göremeyen toplumlar. Gördüklerine değil de duyduklarına inanmaya devam ettikleri sürece bu sonu yaşamak zorunda kalacaklardır. Toplum gerçeklerden ne kadar uzaklaşırsa, gerçeği söyleyenlerden o kadar nefret eder. Adına cehalet dediğimiz tükenmişliğin hızla büyüdüğü bir ülkede, önce akıl sonra insanlık ölür. Atatürk’ün Köy Enstitülerine verdiği önem burada kendini gösteriyor aslında. Ama cumhuriyet ve aydınlığın anlamını kavrayamayan cehalet, yıkımda kendi geleceğini de hazırlıyor ama bunun da farkında değil. Tıpkı aklın Sokrates’ten bugüne kadar cehaleti hala yenemediği gibi. Tıpkı yüz yıl öncesini düşündüğümde köy enstitüleri bugünün aydınlığıydı, geleceğin Türkiye’sinde yaşanacak çağdaşlığın, demokrasinin, adıydı. CHP ağalara teslim oldu gibi bugünde kendini tüketiyor aynı sonu yaşıyor.

Atatürk Eğitimde kalkınmanın köylerden başlaması konusunda kararlıydı. Bunun içinde köylünün eğitim düzeyinin kalkınmada büyük rol oynayacağını düşünüyordu. Anadolu da başlayacak olan bir eğitim seferberliğinin adını (17, Nisan, 1940) Köy Enstitüleri olarak koydu. Dünyaca ünlü bilim adamı Prof. JOHN DAWAY Türkiye’ye davet edildi. JOHN DAWAY 1924 yılında yaptığı projelerle Köy Enstitülerinde aydınlanma projelerinin adını yazdı. Eğitimde temel felsefenin özünde aydın toplumlar yetiştirmenin öneminden söz etti. Bu projenin içinde Enstitülerin birer yaşam merkezleri haline getirilmesi gereğini vurguladı. Resim yapan, roman yazan, şiir yazan, kitap okuyan, konçerto çalan, aydın öğretmenler çıkarıyordu Köy Enstitüleri. Karanlık geleceğe karşılık aydınlığı gören insanların adıydı. Tolstoy’u, Balzac’ı, okudular Enstitüler de. Koyun giderken Mozart ve Beethoven’i çaldılar dağ başlarında. Moliere’i, Sophokles’i oynadılar, horon teptiler kol kola, halay çektiler el ele Yıldızeli’nde, Türkülere diz vurdular Ortakçılar da. Köy Enstitüleri Türk Rönesans hareketinin adıydı. Yıktılar ağaların saltanatını. 1940-1947 Köy Enstitüleri en etkin bir dönemi yaşadı. Ama ne hazindir ki 1947 de CHP döneminde kapatıldı.

Bugün yaşananlara bakınca toplumsal tıkanmanın tek sorumlusu. Atatürk ve onun kazanımlarına tarihe ihanet eden bir parti olan CHP’dir. Daha o yıllarda bugünün tükenmişliğini hazırlamış sanki. Kendi içindeki hainleri ve sen ben kavgalarının yaşandığı bir partinin, artık topluma inandırıcı olmaktan çok kendisini tükettiğinin ne zaman farkına varacağını merak ediyorum. Ne yaptığı belli değil, adeta Atatürk ve onun değerlerine ihanet eden bir anlayış içinde. Siyaset üretemiyor topluma vereceği umudu yansıtan projesi bile yok. Birilerinin kazanımları doğrultusunda elinden gelen ne varsa yapıyor, halkın beklediği çağdaş değişim adına umut olmaktan çok uzakta, sadece zamanı kurtarmak için ayakta kalmaya çalışıyor. Demokrasiden, cumhuriyetten, çağdaşlıktan anlamıyor. Hala sessiz ve sokağa çıkmaktan korkuyor, çıksa da kendisine hala umut bağlayan halka söyleyecek bir sözü yok. Belediye başkanları seçimlerinde bile ne yaptıkları belli değil. Yarın derinden daldıkları uykudan uyandıklarında tüm belediye başkanlıkları ellerinden gidince ne yapacaklar acaba? Yanlış siyaset anlayışı, kendilerini yok ederken Atatürk’e cumhuriyete ihanet ettiklerinin farkında bile değiller. Sefaletin, açlığın, yoksulluğun, çaresizliğin, içinde boğulup kalan halka umut olmaktan çok uzakta kalan bir parti CHP. Geleceğine korkuyla bakan bir toplum olmak kimin umurunda merak ediyorum. Siyaset yapmanın tam zamanı değil mi? Peki kendi içinde tükenen bir siyasi parti ne zaman umut olarak ortaya çıkacak acaba? Aklın ve vicdan değerlerinin tükendiği bir yerde o toplumlar büyük acılar yaşar. Yaşamsal değerlerin, özgür düşüncenin, çağdaş değişim anlayışının, aydınlığın karanlık iradeye teslim olduğu zaman. Orada aydınlıktan insan hak ve özgürlüklerinden söz etmek mümkün değildir. Gittikçe kendisini tüketen bir partinin halkın umudu olmak adına yapacağı bir şey kalmamış. Ama hala bunun farkında olmayan anlayışın sanal gösterilere zaman ayırmasını anlamak mümkün değil. Karanlıklara sürüklenmenin tek sorumlusu CHP. Bunun başka bir adı yok. Her şeye rağmen hala cumhuriyete sahip çıkacak birilerinin var olması da tek umudum. Yazımın başında bahsettiğim gibi, bugün keşke köy enstitüleri kapanmasaydı CHP buna seyirci kalmasaydı. Tüm dünyanın hayranlıkla seyrettiği bir ülke olmak sanırım çok güzel olacaktı.

Prof. Dr. Levent Seçer

Devamını Oku

CHP’NİN TÜKENİŞİ VE MIRILDAYAN MUHALEFET…

3

BEĞENDİM

ABONE OL

ABD ve İngiltere Avrupa Birliğini istemediği gibi bitirmek istiyor. Buna karşılık ( AB ) NATO harici güçlü bir Avrupa ordusu kurma amacında. NATO 90 bin askerle olası bir savaşa hazır tatbikat yapıyor. Dünyanın küresel bir felakete dönüşünü seyrederken biz ne yapıyoruz acaba? Barışın silah baronlarının elinde yazıldığına bakınca, yaşanacak dehşeti düşünmek korkutuyor insanı. Biz hala sanal şovlar peşindeyiz, siyasetin anlamını bilmeyenlerin elinde makam ve koltuk kavgalarıyla uğraşmaktan öte yaptığımız bir şey yok. Hırs vicdan ve aklın devreden çıktığı anda yaşanacak felaketin adını kimse koyamayacak.
Sorgulayamayan korkak bir toplum olmaksa bunun diğer bir adı değil mi? Başta CHP olmak üzere, hala konuşamayan korkan siyaset üretemeyen muhalefetse koltuk kavgasında. Böyle olmaksa birilerinin işine yarıyor ve cehaletin pençesinde yaşayan halkın büyük kısmı buna inanıyor. Türk toplumunun eğitimi düşük profildeki seçmeni, sorgulamayan duyduğuna inanan yaratılan din korkusuyla kararını veriyor. İnanca saygınlığının bile tüketildiği zamanın içinde değişen bir şey kalmıyor geriye.

MASALIN ADI CHP’NİN TÜKENİŞİ.

CHP de değişim adıyla yapılan son çırpınışlar da tükenişi durduramadı. Kendi içinde yuvalanan karanlık sahte yüzleri dalkavukları temizlemeden diriliş mümkün olmayacak. Hala millete sokağa halka açılmayı beceremeyenlerin masal anlatmaya devam etmeleri yakışmıyor Atatürk’ün partisine. Seçimlere kısa bir zaman kalmışken üretici olamamak, toplum yararına olacak bir yapılanmadan uzak siyaseti yapıyor olmanın bilincinde değil. Sadece makam ve geleceklerini korumak adına siyaset yapmanın tipik bir örneğini gösterenlerin bu partide ne işi var merak ediyorum? Etkin biçimde siyaset üretemeyenlerin konuşamayanların suskun kalanların korkularının yüzlerine vurduğunu görmek acı değil mi? Halka güven vermenin yoksulluğun, fukaralığın, açlığın, yaşandığı bir zaman da toplum için siyaset yapmanın tam da sırasıyken CHP nerede? CHP kendi içindeki kirlenmeyi nasıl temizler bilinmez. Ama değişim adı dedikleri tükenmişlik kimsenin umurunda değil. Yeni Başkan Özgür Özel’de kurtarıcı olmaktan çok uzak, oysa bunca zaman içinde ortaya etkin kalıcı bir programla çıkamadı, sanal söylemlerle kendisini göstermeyi bile başaramıyor. Muhalefet olmanın bile sorumluluğundan uzak bir partinin halka verebileceği ne kalıyor geriye? Özellikle Belediye Başkanlarının seçimlerinde bile ortaya çıkan tablo kaygı verici. Korkularım odur ki çok sayıda belediye başkanlıklarını kaybedecek bunu görüyorum. Belki ben göremeyeceğim ama CHP böyle giderse asla iktidar olamayacak. Atatürk’ün adını koyduğu parti bu sonu yaratanların umurunda bile değil. Seçimlere bu kadar kısa bir süre kalmışken hala konuşamayanların yuvalandığı hainlerin koltuklara yerleştikleri bir parti. Bu kısa zaman içinde halka nasıl inandırıcı olabilirler merak ediyorum. Kısacası CHP artık bundan sonrasında halkın umudu olarak yaşayacağını sanmıyorum.

MIRILDAYAN MUHALEFET.

CHP si kendi içinde birbiriyle kavga ederken, muhalefetin de siyasete getirdiği bir değişim anlaşışı plan ve programı yok. Meral Akşener bunca zamandır siyaseti neden yaptığının farkında bile değil. Yaptığı boş konuşmalarla inandırıcı olmaktan çok sahip olduğu partinin geleceğini de yok ettiğini bilmiyor. En önemlisi de kendi siyasi geleceğini de tüketiyor. Diğer partilere bakınca iyi parti için söylediklerimden farklı bir resim yok. Tüm bu yaşananlar birilerinin işine yarıyor, gördüğüne değil duyduğuna inanan bir toplum ülkenin kaderini çiziyor farkında olmadan. İşte asıl tehlike burada ortaya çıkıyor, beceriksiz siyaseti bilmeyenler kendi içinde kavga ederken. Birileri de buna uzaktan bakarak gülüyor. Halkın bir umut bir kurtarıcı beklerken ağladığını kimse görmüyor. Akşamları semt pazarlarından kalanları toplamak için dondurucu soğukta bekleyenleri kimse görmüyor. Hala naylondan barakada donmamak için battaniye sarılan sabahta soğuktan ölenler kimsenin umurunda değil. Otuz milyon insan gelecek korkusuyla yaşıyorsa. CHP ve adları muhalefet olan masal partilerinin hala ne işi var anlamak mümkün değil. Atatürk’ün bile akıl ve bilim mirasının yok sayıldığı, inanç saygınlığının bile siyasete alet edildiği, aydınlığın cumhuriyetin değerlerinin çağdaş düşünce anlayışına, insan hak ve özgürlüklerinin korunmasına sahip çıkamıyorsanız hala neden siyasetin içindesiniz? Burada en çokta (ADD) Atatürkçü düşünce derneklerinden söz etmek isterim. Bütün bunlar yaşanırken acaba ne yapıyorlar merak ediyorum. Özellikle yurtdışına bakınca sadece tabela olarak kapıdaki yazıdan başka bir yansımaları yok. Bunları kapatın gitsin o zaman en doğrusu bu derim. Bugün her zamankinden daha çok üretici olmaları gerekirken suskun kalmalarının adını koymak mümkün değil. Aynı biçimde Türkiye’de de (ADD ) ortaya çıkardığı bir toplumsal çalışma var mı? Nerede başkanları üyeleri ne yapıyorlar aydınlığın akıl ve bilimin savunuculuğunu nasıl yapıyorlar bilen var mı? Bugün aydınlığın, çağdaşlığın, cumhuriyetin, demokrasinin, vazgeçilmezliğini dünden daha çok savunacak kurumlar ayakta kalmalı. Türkiye cumhuriyetin yüzüncü yılında, tüm dünyanın bakışını çevirdiği bir ülke olmalı derim. Türkiye’nin bunu yaratacak gücü var aslında, yeter ki inanca saygıyla birlikte aklı savunan insanların yaşıyor olmaları.

Prof. Dr. Levent Seçer

Devamını Oku

AYDINLIK İÇİN SANAT

3

BEĞENDİM

ABONE OL

L’ART POUR LA LUMİNOSİTE ( AYDINLIK İÇİN SANAT )

Cesaret ayakta durmak, uygarlık bilim aydınlık araştırmak, korkaklık cehalettir. Bilim, akıl, sanat, itibar görmediği toplumlarda yaşamaz terk eder. Cehaletin teslim aldığı bir toplumda, çağdaş değerlerin sanat ve sanatçının yaşaması mümkün değildir. Gördüğüne değil duyduğuna inanan bir toplumun. Bir gün gerçeklerle yüz yüze kaldığında, işte o zaman sanat sanatçı ve aydınlık özgür kalacaktır. Ama bunu korkan bir cehaletin yapması mümkün mü? Bunu da zaman gösterecek biliyorum. Çünkü sanat, çağdaşlığın toplumun nefes alışıdır. Bugün sanata en çok zarar verenler de sanatın saygınlığını tüketen magazinsel dünyanın boyalı şarlatanlarıdır. Sanat ve değerleri onların umurunda değil. Tek becerebildikleri şey sanatı Televole kültürüne kurban etmek.

Sanatı tüketen anlayışın bilmediği bir gerçek var ”sanat için sanat” 19 yüzyılda. Fransızcadaki ” I’art pour I’art ” sloganının Türkçeye çevrilmiş halidir. Sanatı tanımlamak için tümünü görmek lazım. Resim, heykel, müzik, edebiyat, şiir, opera bale, dans ve diğerleri bu resmin içinde yer alır. Bugün ne yazık ki sanat, tümüyle toplumsal değerleriyle kendini tüketenlerle savaşma gücü bulamıyor. Onlar sanatın çağdaşlığını aydınlığını istemiyorlar. Sosyal kültürel yapıyı şekillendirmede ve sanatın önemini hala göremeyenler, karanlıklara sürüklenmenin adını nasıl koyacaklar acaba? Sanat ve sanatçı bir ülkenin uluslararası saygınlığı değil mi? Batı’da birçok ülke sanatçısına sahip çıkar, yatacak yer verir sanatını toplumla paylaşmak adına onu destekler. Benim ülkemde sanata ”ucube içine tükürürüm böyle sanatın” diyen bir anlayıştan, sanatın kurtulup kendini özgür bırakması ne zaman mümkün olacak acaba? Bakar kör bir toplumsak sanatın çağdaş değerlerini nasıl göreceğiz!.. ” okumamış insan” oranı ilkokul mezuniyetiyle eşdeğer tutuluyorsa o toplum bakar ama göremez. Acı ama gerçek bu. Birileri toplumun aslında böyle kalmasını istiyor. Böylesine körleşmiş bir toplum, doğası gereği duyarsızdır sanata bakışının farklı olması beklenemez. Okumamış körleşmiş ve duyarsız toplumlar korkak ve unutkandır! Bu bir kısır döngüdür aslında. Okumayan araştırmayan sorgulayamayan toplumlar körleşir. Burada sanatın ne denli önemli olduğu gerçeği yaşanmaz sanat daima öksüz kalır.

MEDYA VE TELEVİZYONLAR

Bugün sanatı tüketen yok sayan anlayışın yanında, televizyonlar ve aynı dili konuşan medya geliyor. Sabahtan akşama kadar içi boş anlamsız programların adını koymak mümkün değil. Sabahın sultanı, gelin kaynana ve yemek programları. SURVİVOR masalı ve sabahtan akşama kadar kurgulanarak sergilenen sabah kuşağının kadın programları. RÜTÜK hala bu tür programları nasıl denetlemez merak ediyorum. Televizyon dizileri sanatı toplumla buluşturmaktan çok uzak, aynı konular ve sanatın adını göremeyeceğimiz ucuz senaryolarla kurgulanmış hikayeler. Sabahtan akşama kadar Türk toplumu 8-9 saat televizyon başında zaman tüketiyor. Bunu yaparken de aydınlıktan, çağdaşlıktan, cumhuriyetten, uzakta kaldığının farkında bile değil. Televizyon dizileri inadına kırsal kültür anlayışını sergilemek için ne gerekiyorsa yapıyorlar. Bunların yanında asıl önemlisi de din üzerinden narkoz lanmış bir toplum yaratmanın getirdiği tükenmişlik. Uyuyan bir toplumun bir türlü uyanamadığı yerde sanata bakışını beklemek mümkün mü? Televizyonlar ve diziler özellikle bunu çok iyi beceriyorlar. Halkın cehalete ve sefalete teslim olduğu bir yerde Seçtikleri yöneticiler bir gün yok olsa dahi, kendileri sefaletten yokluktan köle olmaktan kurtulamayacaklardır. Çağdaş değerlerin aydınlık ve özgür yaşamın yok sayıldığı yerde sanatın gücü burada kendini gösteriyor. Ama kafese kapatılmış sanat özgü kalmadığı sürece sefaletin, açlığın, köleliğin, ortadan kalkacağını düşünmek mümkün olmayacaktır.

İnadına sergilenen medya ve televizyonlardaki programlar diziler gelinen tükenmişliğin resmini yansıtmıyorlar mı? Sanatın tek bir anlamda çağdaş değerlerinin verilmediği mistik diziler, inadına topluma narkoz lanmış bir senaryonun yansıtılması görevini yapmıyor mu? Burada sanatın aydınlık yüzünü değil soytarılığı sanat adına sergilediklerinin farkındalar mı acaba? Tarihe bakınca sarayda kralı eğlendiren soytarılar vardı, şimdi bu soytarılara bakınca sanatın asıl anlamının arkasına sığınarak sanata ihanet eden soytarılar demek daha doğru olacak sanırım.

Kitap okumayan bir toplum var önümüzde. Bugün parlamento üyelerine sorsanız en son hangi kitabı okudunuz diye. Bunun yanıtını alamazsınız biliyorum. Siyasetin bile tükenmiş haliyle topluma yansıtıldığını görmek bu sorunun cevabı değil mi? Yeni bir yılda sanat ve sanatçı her zaman olduğu gibi yine karanlıklara sürüklenecek çarklar arasında kalacak. Ancak sanat kendini çarkların arasından kurtarıp özgür kalmadığı sürece çağdaş özgürlüğün adı yazılı olamayacak. Sanat özgür kalırsa, işte o zaman insan hak ve özgürlükleri ve aydınlık hayatta kalabilir. Sanatın aydınlık gücünden yoksun bırakılmış toplumlar üçüncü bir ülke olmanın adıdır. LORD ACTİON ” Totaliter yönetime giren toplumlar da insan hayatı ve onun aydınlık ve özgür kalması hiçbir şey ifade etmez, burada en başta kişisel çıkarlar ve makam sevdası yatar” diyor. Sanat ve sanatçının görevi bir toplumu modern anlamda değiştirmektir. Eğer sanat bu görevini yapmaktan geri bırakılıyorsa, evrensel kültür değerlerinden kopartılan toplumlarda sanat barınamaz kendisini tüketir. Sanat la dini karşı karşıya getirmenin de burada acı gerçeğini görmek mümkün. ” Din cahil bir toplumu teslim almak için kullanılan bir narkozdur, cahil toplumlar evrensel sanatın varlığından habersizdir. Şimdi KARL MARX sözlerindeki bu gerçeği görmek mümkün değil mi?

Cumhuriyetin yüz yılında insan hak ve özgürlüklerinin tükendiği, çağdaş aydınlık değerlerin demokrasinin kilitlendiği, en acısı da yoksulluğun hızla büyüdüğü bir toplumda sanat sanatçı nasıl özgür kalabilir? İspanyalı şair POUL ELVARD 1936 ” Benim ülkemde sanat ve sanatçı özgür bırakılmadıkça özgür olmaktan söz edemezsiniz, sanata asıl zarar verenler ondan korkanlar ve değerlerini anlamını bilmeyenlerdir” dediği için idam edilmişti. Ama bugüne bakınca açlık, yoksulluk, fukaralık, tüm hayatın tükenmişliği kimin umurunda? Siyasetin teslim aldığı bir yaşam biçiminin içinde sanat ve sanatçı biteviye sürüklendiği çarkın ortasında sarılmış durumda. Halide Adıvar’ın unutulmayan sözleri ” bir ülkede şerefsizce yaşamaktansa toprağın altında ölmek isterim ” Birgün sanat ve sanatçının, özgürlük ve demokrasinin, aydınlık ve cumhuriyetin tükendiğini görmektense. Şerefi.de yaralayanlara inat ölmekten korkmamak gerektiğini anladığımızda zaman tükenmiş olacak.

Prof. Dr. Levent Seçer

Devamını Oku

YENİ BİR YILDA DEMOKRATİK LAİK CUMHURİYET…

4

BEĞENDİM

ABONE OL

Yeni bir rejim adını ilk defa Atatürk 19. Mayıs.1919 da Samsun da son şekliyle hazırlamıştı. Ama bunu son ana kadar kimseyle paylaşmadı. Kurtuluş savaşı ve büyük zaferden bir yıl sonra. Lozan Antlaşması’nın sonrasında Hasan Rıza Soyak’ı Çankaya ya çağırdı ve yazılı belgeyi vererek ” İçindekileri şimdilik sakın ola ki kimseyle paylaşma” dedi. İçinde teşkilat-ı esasiye Kanunu’nun bazı maddeleri değiştirilmişti. ” Türk Devleti’nin Hükümet şekli cumhuriyettir ve tarih boyunca asla değiştirilemez” Fransız gazetesi ( Neue Freie Presse) yaptığı görüşme de ”Teşkilatı esasiye gereği egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, demokrasi ve laik cumhuriyet bu milletin değişmeyen asla değiştirilemeyecek kaderidir” demiştir.

Yeni hükümet şeklini tanımlamak için hangi yapılanma kelime ya da model kullanılırsa kullanılsın bunun adı tek kelimeyle cumhuriyet olarak kalacaktır. Peki sadece cumhuriyet mi? Elbette hayır, cumhuriyetin özü değerleri kazanımları saklı kalacak ve demokrasiyi laik değerleri daima ayakta tutacak değişimler de hayata geçirilecektir. Bunu yaparken de özde dolaysız anlamının içinde daima çağdaşlığın yazılımı ön planda kalacaktır. Atatürk (24.Eylül.1923) yaptığı bir açıklama da. Bugün adını koyduğumuz demokratik laik cumhuriyet hiçbir şekilde Batı cumhuriyetleri esaslarından farklı olmayacaktır. Asıl yaşanansa 29. Ekim. 1923 ve Padişahlar, sultanlar, halifeler devrinin toplumu ” kul ” olarak gördükleri zamanın durmasıdır. Vatan, Devlet, Millet yaşayan değerlerimiz olarak kalmalı diyorum.

Bugün 100 yıllık tarihimizde zaman zaman çok felaketlerden geçtik. Ancak hepsinden ulusal birlik ve bütünlüğümüzle. Demokratik, laik, sosyal hukuk devletimizi ayakta tutarak çıktığımızı da unutmamalıyız. Bugün tarihe ihanet edenlerin yarın nerede hata yaptıklarını gördüklerinde, kaybedilenlerin geri gelmeyeceğini anladıkları zaman asıl kendileri uçurumun kenarında duramayacaklardır. 18 yüzyıl filozoflarından David Hume ” her şeye hakim olduğunu sanan bir otorite, tarihi yok edip kendini şah, padişah, kral, sultan, halife sanarak köle bir halka hükmeder”. Burada demokratik laik bir hukuk devleti yaratamazsanız kötülerden kurtulmak asla mümkün olmayacaktır. Silah baronlarının bile yarattığı yönettiği savaşlarda, önce cepheye zavallı eğitimsiz cahil garibanlar yollanır, onların katledilişleri ölümler kimsenin umurunda değildir. Ama güçlü bir demokratik sistem daima felaketleri değil aydınlığın kazanmasını sağlar. Hukukun üstünlüğüne düşman bir anlayış, hiçbir zaman kalkınmanın aydınlığın sesini asla istemez. Ama istedikleri daima halkın görmediği ama söylediklerine inanan bir aklı satın almak yönetmek yapmak istedikleri budur. Az gelişmiş ülkelerde kamuoyu yoktur beyinleri körelmiş insan yığınları vardır. Doğruyu söyleyenleri değil, kendisini Allah ve kutsal kitapla aldatan politikacılara ruhunu teslim eden bir toplumdan söz etmekte acı veriyor insana. Reha Ören’in Ruhunu Satan Millet

Adlı kitabı bu gerçekleri tümüyle su yüzüne çıkartıyor aslında. Atatürk 1921 de Cehaleti önleme adına düzenlediği Ankara ”maarif kongresin de” Yıllardır padişaha kulluk eden bir anlayışa son vermek istemiş. Ama bugün hala bu resim aksine artarak yükselmektedir. Aydınlar, gazeteciler, akademisyenler, öğretmenler, tüm çağdaş düşünen aydınlar bu sürecin içinde kendini aklama adına mücadele veriyor. Ama beni asıl üzense, bugün kendilerine siyaset adamı adını koyanların basiretsizlikleri. Kendilerini yurtsever aydınlar olarak görenlerin sırf koltuk ve makam adına ruhlarını satmaları. Bunu en güzel yapan değişim masalına kendini kaptıran CHP DİR. Toplumla hala kucaklaşamayan bir partinin bundan sonrasında kendi kaderine milleti ortak etmesi tükeniş değil mi? Söylediklerimiz düşünceye, düşüncelerimiz duygulara, duygularımız davranışlara, alışkanlıklarımız değerlere, değerler karaktere, karakter kaderimize yansır dönüşür. Demokrasi ve cumhuriyeti savunduğunu söyleyen bir parti. Toplumu da kendi kaderine ortak etmeye daha ne kadar devam edecek?

Yeni bir yılda demokratik laik bir cumhuriyet, hak hukuk adalet anlayışının özgürce yansıtıldığı, ümmet kültüründen kurtulmuş aydınlık bir Türkiye tek arzum budur.

Prof. Dr. Levent Seçer

 

Devamını Oku

ORTA DOĞUYA HALİFELİK GELİRMİ?

3

BEĞENDİM

ABONE OL

” Halkını cehalet ve sefalete teslim eden yöneticiler yok olmaya, cehalet ve sefalete sürükleyen yöneticileri seçen halk ise köle olmaya mahkumdur” Atatürk.

Şu anda yaşananlara bakınca bunun başka bir açıklaması var mı? Açlık, yoksulluk, sefalet, yaşananların adı toplumsal travma. Sessiz, korkan, mutsuz, geleceğinden endişe duyan bir halk. Yarınını göremeyecek adını yazamayacak ama gözleri kapalı kör bir toplum. Asıl önemlisi de zamanı sanal yalanlarla idare etmeye çalışanlar gelecekteki acı gerçeğin farkında bile değiller. Yaşanan savaşın adını bile yazamayacak bir toplumdan söz etmeliyiz. Korkunun teslim aldığı bir hayatın içinde gerçekleri görebilecek bir şansımız var mı?

Rusya Ukrayna savaşı ardından İsrail- Gazze savaşı. Çağrışımlar içine sürüklenen bir dünya gerçeği var önümüzde. Bugün Gazze de yaşananlara bakınca, acı gerçeğin 80 yıl öncesinden yazılmasına sebep olanların ölen masum insanların vebalinden nasıl sorumlu olacaklar acaba? Kendi topraklarını sınırsızca birilerine satanların şimdi yaşadıkları acı gerçek ortada. İşte bir örnek.1878 de ikinci Abdülhamid Kıbrıs’ı İngilizlere 98 bin altına satınca sonuç ortada. Bugünün Türkiye’sinde Gazze’de yaşananlar yaşanmaz umarım. Öyle sanıyorum ki ülkeyi yönetenler bunun farkındalar. Savaşta masum insanlar ölüyor ama kazananlar her zaman olduğu gibi silah baronları değil mi? Dünya da tüm dengeler değişerek korkunç bir sona doğru sürüklenmekte. Türkiye bu yaşanacakların neresinde kalacak acaba? Uluslararası etkin siyaset anlayışından çok uzakta kalmanın bedelini nasıl yaşar merak ediyorum.

Aklın tüketilip adını bile koyamadığımız bir din anlayışına teslim edilmişken, şimdi bu sarmaldan tıkanmışlıktan nasıl uzakta kalınır bunu da birilerine sormak gerek sanırım. İsrail Gazze savaşına bakınca demokrasi getirmek isteyenlerin sorgulanmaları gerekmez mi? Ortadoğu da tüm dengelerin değişmesini isteyenlerin sorgulanmaları gerekmez mi? Ama bunu kim yapacak merak ediyorum. Bugün savaşın sonrasında Orta doğu da çok şeyin değişeceğini görür gibiyim. Cemal Abdülnasır rejiminden bu yana barışın hakim olmadığı bir coğrafya Orta doğu.

Çağdaşlık değil kabile demokrasisi bunun adı., içinde akıl, mantık, bilim, çağdaşlık olmayan bir demokrasi nasıl yaşanır burada. Bugün binlerce masum insanları ölüme sürüklemek hangi demokrasi de yazılı acaba? En büyük endişem de cumhuriyetin yüzüncü yılında kendi ülkemde demokrasinin nasıl yazılacak olması.  Şimdi yaşanan savaşa bakınca masum insanların ölüme sürüklenmeleri aç susuz bırakılmaları özgür demokrasi buna izin verebilir mi?

Küresel güç olma savaşı, toprak savaşı, mezhepler savaşı. Sebep ne olursa olsun hiçbir ülkenin bir başka ülkenin toprak bütünlüğünü hedef alması kabul edilemez.  Türkiye başından beri barış adına ılımlı mesajlar veriyor. Batının bu savaşa seyirci kalması dünya barışının tıkanması anlamına gelmiyor mu? Şimdi insanın aklına BOP içinde Orta doğuya tümüyle hükmetmek,  adına kabile demokrasisi dediğimiz projenin içinde halifelik olacak mı? Buna sanırım kaybettiği gücünün ardından savaşın en sıcak bir anında şov yapan ABD ne diyecek?

Ama onun tek yapmak istediği. Dünya barışı için sürdürdüğü siyaset anlayışı sadece kendi güç dengesini göstermek. Dilerim savaş daha fazla masum insanları öldürmeden barışa dönüşür. Yoksa insanlık adına yaşanacak korkunç felaketin adı yazılamaz.

Bugün İsrail- Filistin savaşına duyarsız kalanlar, yarın bu felakete ortak olduklarını acı gerçekle yüz yüze kaldıklarında anlayacaklardır.

Prof. Dr. Levent Seçer

Devamını Oku