ALMANYA’DA İZ BIRAKANLAR (2): Dr. SAMİ ÖZKARA ve AYDINLAR SEMİNERİ

0

BEĞENDİM

ABONE OL

24-26 Mayıs 1985 ile 30 Ekim 1988 tarihleri arasında yapılan “Aydınlar Semineri” veya “Extertal Seminerleri”

Nerede ve hangi ülkede yaşarsa yaşasın insanın kendi başına çözebileceği, ama içinde yaşadığı toplumda yalnız kaldığı, çözemeyeceği ve benzer sorunları yaşayan insanlar da vardır. Bu sorunlar kendiliğinden çözülmez. Çözülmesi için önce, o sorunları yaşayanların bir araya gelerek neler olduğunu saptamaları ve çözüm yollarını araştırmaları ve belirlemeleri gerekir. Çağdaş toplumlarda dernekler, kooperatifler, vakıflar hatta siyasal partiler bu gereksinimden dolayı kurulmuşlardır. 1980’li yılların başından itibaren Türkiye kökenli toplumun Türkiye’ye geri dönme eğilimlerinin azalması ve Almanya’da yerleşmeye başlaması ile bu gereksinim daha da artmıştır. Almanya’da yaşayan insanlarımızın gün be gün artan siyasal, sosyal, kültürel, hukuksal, eğitsel, dinsel, toplumsal, konut, dışlanma, yabancı ve Türklere karşı düşmanlık gibi… sorunları yoğunluk kazanmaya başlamıştır. Şimdi bu sorunların ayrıntılarının saptanması, çözüm yollarının öneri ve istem haline getirilmesi gerekmektedir. Bu da yetmez çözülmesi için öneri ve istemleri siyaset kurumuna, yani hükümete ve bakanlıklara sunacak ve hatta onları bu sorunları çözmeye ikna etmek ve zorlamak için meşruiyeti olan yapılanmalara, örgütlere gereksinim vardır.

İşte bu dönemde Türkiye kökenli göçmenlerin Almanya düzeyinde sorunlarının saptanması, çözümü ile ilgili görüş, öneri ve istemlerinin oluşturulması konusunda Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti’nin Extertal-Lindenhofe kasabasında “Aydınlar Seminerleri” adıyla yapılan dizi seminerlerin büyük katkısı olmuştur. Bu seminerlerin tümüne katılanlardan biri olarak bu konuyu anlatarak gelecek kuşaklara neler yaptığımız konusunda bilgi vermenin yararlı olacağını düşünüyorum.

Türkiye kökenli bilim insanlarının, yazarlarının, öğretmenlerinin, sendikacıların ve sosyal danışmanların, gazetecilerin Federal Almanya’daki yabancıların ve özellikle Türkiye kökenlilerin durumları, sorunları ve yabancılar ve entegrasyon politikasına ilişkin görüşleri ile ilgili federal düzeyde 24 Mayıs 1985 tarihinden 30 Ekim 1988 tarihine değin 12 Hafta Sonu Semineri yapılır. Bu seminerler dizisinin nasıl başladığını ve sürdürüldüğünü, bu seminerlerin baş girişimcisi ve düzenleyicisi sosyal bilimci Dr. Sami Özkara şöyle anlatıyor:

“Son yıllarda bilhassa 1982’den beri Türk meslektaşlarımla yaptığım konuşmalardaki izlenimlerim, bende de olduğu gibi, birçok arkadaşımın kendi aralarındaki bilgi ve deneyim alışverişi eksikliğini ortaya koyuyordu. Birçoğu zaman zaman seminerlerde buluşuyorlar, fakat bu insanların kendi aralarında buluşmaları bu inisiyatifin meydana gelişine kadar mümkün olmamıştı. Görüşüme göre göçmen işçi ve ailelerinin sorunlarının teorik ve pratik olarak tartışılması belirli arkadaşımızın ihtiyacı olduğu gibi, böyle bir tartışmanın göçmenlerin sorunlarının çözümünde yararlı olacağına inanıyorum.”

Dr. Sami Özkara’nın davetiyle Federal Almanya düzeyinde Türk bilim insanlarının, yazarlarının, öğretmenlerinin, sendikacıların ve sosyal danışmanların vd. 24-26 Mayıs 1985 tarihleri arasında Eifel’de başlattığı ilk Hafta Sonu seminerine çağırılan 60 kişiden 48’i katılır. (Bak Türkische Migranten in der Bundesrepublik Deutschland Band II/Federal Almanya’da Türk Göçmenler Cilt II, S. 16 ve devamı, Sami Özkara, Hrsg./Derleyen, Köln Önel-Verlag 1990).

Dr. Özkara yaptığı açılış konuşmasında özetle: “Tüm Avrupa’da Yabancı düşmanlığının kendini, yaşamın her alanında hissettirdiğini, Almanya’da Yabancılar Yasası Taslağı, Göçmenlerin Ülkelerine Geri Gönderilmelerindeki zorlamalar ve sınır dışı etmeler, yabancıların siyasal çalışmalar yapmalarının kısıtlanması, Göçmen İşçi çocuklarının ve gençlerinin sorunlarının artması, velilerin karmaşık Alman eğitim ve öğretim sistemini kavrayamadıkları için çocuklarına yardımcı olamadıklarını, kuşaklar arası çelişkilerin arttığını, Alman bilim insanlarının göçmenlerle ilgili yaptıkları bilimsel araştırmalarının sayısal bakımdan doğru olsa da, araştırmayı yapanların konumları gereği, Türk göçmenlerinin sorunlarını derinlemesine anlamalarının güç olduğunun” altını çizer.

Türk bilim insanları ve uzmanlarının ise çok küçük bir bölümünün Türk göçmenlerinin sorunlarıyla ilgilendiklerini, diğerlerinin ise bu konu ve sorunlarla pek ilgilenmediklerini belirtir.

Bu konuşmadan sonra katılımcılar bu konularla ilgili söz alarak görüşlerini dile getirirler ve bu girişimin genelde çok yerinde olduğunu belirtirler. Girişimin sağlıklı yürüyebilmesi için aşağıdaki görüşler saptanır:

Bu çalışmaların ileride örgütlü mü örgütsüz mü devam edeceği uzun uzun tartışılır. Ancak katılımcıların çoğunluğu örgütsüz olarak devamını uygun görür.

Bu girişimde çeşitli nedenlerle ilgilendikleri halde haber verilemeyen ya da gelemeyenlere daha sonraki toplantıda haber verilmesi ve toplantılara katılımlarının sağlanması kararlaştırılır.

Bu tartışmalardan sonra aşağıdaki çalışma gruplarının kurulur:

  • İşyeri sorunları çalışma grubu
  • Kadın sorunları
  • Göçmen işçilerin sağlık sorunları
  • Eğitim Sorunları
  • Yabancı nüfusun konut sorunları
  • Yasal haklar ve politik katılım

Değişik dünya görüşlerini savunan ve siyasal örgütlerde çalışmalar yapan bilim insanları, yazarlar, eğitimciler, sendikacılar, sosyal danışman ve sanatçıların federal düzeyde bir araya gelirler. Ancak uzun yıllar Almanya’da yaşayanlar ile 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinden sonra Almanya’ya gelen değişik görüşlerdeki siyasal mülteci konumunda olanlar arasında sorunların saptanması ve çözüm yolları konusunda çok farklı yaklaşımların ve zaman zaman sert tartışmalar olur. Bu tartışmalara karşın Türkiye kökenli göçmenlerinin konumu ve sorunlarının çözümü konusundaki araştırma yapmaları ve çözüm önerileri geliştirmeleri gerçekleşir. Bu seminerlerin sonuçları ileride gerçekleşebilecek ve kurulacak örgütlerin bilimsel dayanaklarını, istem ve önerilerinin temelini ve yönelimine katkı sağladığı kuşkusuzdur.

İkincisi hafta sonu semineri 15-17 Kasım 1985’te Extertal’da, “Hotel Zur Burg Sternberg”te yapılır. Bu seminerde, üçüncü seminere kadar bir platform yazısı hazırlanması için Sami Özkara, Hakkı Keskin ve Safter Çınar görevlendirilir. 11.03.1986 tarihli seminer için görevlendirilen bu üç arkadaş aşağıdaki konular hakkında taslaklar sunarlar: Yasal çerçeve, Alman sendikalarının yabancılar politikası, Yabancı (Türk) düşmanlığı, Eğitim sorunları, Kültür ve din sorunları, Kadın sorunları, Kültür sorunları, Konut sorunları, Çok kültürlü toplum, sosyal işler, Geri dönüş sorunları.

Bu hafta sonu Seminerlerinin tümü Extertal’da gerçekleştirilir. Bu seminerlerin kamuoyunda ve katılımcılar arasında “Aydınlar Semineri” ya da “Extertal Seminerleri” olarak adlandırılmasının nedeni de bu olsa gerek. Seminerlerde sunulan konuşmalar ve tartışmalar daha sonra Sami Özkara tarafından derlenerek “Friedrich-Ebert-Vakfı”nın katkıları ile iki dilli kitaplar olarak yayınlanır.

Bu kitaplarda Dr. Sami Özkara’nın Federal Almanya’da Türk Göçmenler, Cilt I ve Cilt II (Türkische Migranten in der Bundesrepublik Deutschland Band I und II) kitaplarına yazdığı ve toplantılarda sunduğu “Konu ve Kitap hakkında Giriş – Türk Aydınları Göç Sorunlarını Tartışıyor konuşma ve yazıları dışında aşağıdaki konuların uzmanlarınca şu sunumlar yapılır ve katılımcılarla tartışılır:

  1. Federal Almanya’da Göçmenlerin Yasal-Politik Yaşam Koşulları ve Geleceğe Yönelik Alternatif Bir Göçmen Politikası: Hakkı Keskin
  2. Federal Almanya Sendikal Hareketinin Göçmeler Politikası: Safter Çınar
  3. Federal Almanya’da “Yabancı Düşmanlığı” Yok mudur? İbrahim Halil Özak
  4. Yeni Teknoloji ve Yabancı Emekçiler: Yılmaz Karahasan
  5. Yabancılar için Sosyal Hizmetlerin Gerekliliği – Yabancıların İşlerine Bakan Sosyal Danışmanların Mesleki Aşamalarına İlişkin Düşünceler: Sami Özkara
  6. Federal Almanya’daki Türklerin Konut Sorunları: Yusuf Hasancebi / Sami Özkara
  7. Federal Almanya’daki Türklerin Sağlık Sorunları: Gönül Göhler
  8. Federal Almanya’da Yaşayan Türk Kadınlarının konumu ve sorunları: Gönül Göhler / Sami Özkara

  1. Türk Anne ve Babaların, Çocuklarının Okul ve Mesleki Eğitimiyle ilgili Düşünceleri-Federal Almanya’daki Türk Çocuklarının Eğitim Sorunları: Sami Özkara
  2. Federal Almanya’da Yaşayan Türk Göçmen Topluluğunun Kültür Sorunları: Hüseyin Hasancebi / İsmail Bulan
  3. Dinin Türkiye’de ve Federal Almanya’daki İşlevi: Ahmet Sezer
  4. Kültür Üzerine ve Resim Sanatının Kültürümüzdeki Yeri: Aydın Karahasan
  5. Federal Almanya’da Çok Kültürlü bir Toplumun Oluşumu – 90’lı Yıllara Bakış: Deniz Kavukçuoğlu
  6. Göçün Öteki Yüzü: Geri Dönüş – Teoriler, Araştırmalar, Bulgular, Sorunlar, Öneriler: Oya Baydar-Engin.

Almanya’daki Türkiye kökenli bilim insanlarının, yazarlarının, eğitimcilerinin, öğretmenlerinin, sendikacıların ve sosyal danışmanların katıldığı bu seminerler dizisinde şöyle bir çalışma sistemi uygulanır:

  • Her toplantının sonunda gelecek seminer için bir veya iki konunun işlenmesi kararlaştırılıyor. Her konu için de bir veya iki arkadaş konuşmacı olarak görevlendiriliyor.
  • Her konu üç bölümde işleniyor: 1. Bölümde Konu ile ilgili o zamana değin yapılmış olan araştırmaların (literatür) sonuçları değerlendiriliyor. 2. Bölümde konuşmacının konuya bakış açısı ve 3. Bölümde de önerileri yer alıyor.
  • Konuşmacının sunumundan sonra, konu seminere katılanların tartışmasına ve katkılarına sunuluyor. Yapılan tartışma ve öneriler de sunuma eklenmiş oluyordu.

Bu sunumlar ve eklemeler seminere katılmaları için davetiye gönderilen arşivde adı yer alan 405 ilgiliye gönderiliyordu.

Bu seminerlerden birine katılanların bir bölümü ile yemekten sonra yapılan gezi

Toplam olarak 15 konun işlendiği bu seminerler Dr. Sami Özkara tarafından derlenerek birincisi 1988 yılında Dağyeli Yayınevi, ikincisi 1990 yılında Önel Verlag tarafından iki dilde Almanca ve Türkçe kitap olarak yayınlandı. Bu seminerlerin ve Türkische Migranten in der Bundesrepublik Deutschland Band I und Band II / Federal Almanya’da Türk Göçmenler Cilt I (190 Sayfa) ve Cilt II (321 sayfa)’nin adıyla yayınlanan bu kitapların Türkiye kökenli göçmenlerin konumlarının, sorunlarının saptanmasına ve çözüm öneri ve istemlerini oluşturulmasına çok büyük katkı sağladığı kuşkusuzdur.

Bu girişim 80’li ve 90’lı yıllarda Alman kökenli bilim insanlarının büyük bir bölümünün göçmenleri ve özellikle Türkiye kökenli göçmenleri yalnızca araştırmalarının konusu, objesi/-nesnesi olarak görmeleri, bu konularda federal düzeyde araştırma yapacak özneler, süjeler olamayacakları savlarının, tıpkı Berlin’de eyalet düzeyinde oluşturulan İGİ GİRİŞİMİ gibi, ne denli yanlış olduğunu ortaya koyması açısından da çok önemlidir.

Bu seminerlerde toplam 15 konuda sunumlar yapılmış birinci kitapta yer alan seminerlere 351, ikinci kitaptaki seminerlere de 384 bilim insanı, yazar, sendikacı, eğitimci, öğretmen ve sosyal danışman katılmıştır.

Bu katılımcılar Almanya’daki Türkiye kökenli toplumun kendi kültürel kimlik ve değerlerini geliştirerek, içinde yaşadıkları çoğunluk toplumu ile eşit hak ve uygulamalara ulaşmaları yolunda yol göstererek katkı sağlamışlardır. 

Bu çalışmalara öncülük yapan ve kitap halinde yayınlanmasını sağlayan değerli bilim insanı ve romancı Dr. Sami Özkara’yı Almanya’daki Türkiye kökenli toplumun bir üyesi olarak saygı, sevgiyle anıyor, ona minnet ve teşekkür borçlu olduğumuzu insanlarımızın hiçbir zaman unutmayacağını düşünüyorum. 

Aşağıda Dr.Sami Özkara’nın yazdığı bilimsel kitapların bir listesini bulacaksınız:

  • Zusammenarbeit mit ausländischen Eltern, Universität Essen 1984
  • Türkische Arbeiterbewegung 1908 im Osmanischen Reich im Spiegel der Botschaftsberichte, der volkswirtschaftlichen und politischen Entwicklungen, Frankfurt 1985
  • Gegenwärtige soziale Struktur der türkischen Gesellschaft, Duisburg 1981
  • Darstellung Deutschlands in türkischen Schulbüchern und Schulwesen in der Türkei, Duisburg 1982
  • Die Aufgabenstellung ausländischer Lehrer im deutschen Bildungssystem Köln 1990
  • Zwischen Lernen und Anständigkeit. Erziehungs- und Bildungsvorstellungen türkischer Eltern, Frankfurt 1988
  •  Federal Almanya`da Türk Göcmenler / Cilt 1 – Türkische Migranten in der Bundesrepublik  Deutschland- Band 1(Hrsg),  Frankfurt Dağyeli Verleg, 1988
  • Federal Almanya`da Türk Göcmenler, Cilt 2 / Türkische Migranten in der Bundesrepublk Deutschland Band 2 (Hrsg) , Köln Önel Verlag 1990
  • Bilanz der 30jährigen Migration aus der Türkei, Universität Essen 1991
  • Bilanz einer 35jährigen Migration aus der Türkei, Saarbrücken 1997.

 

 

 

 

Devamını Oku

ALMANYA’DA İZ BIRAKANLAR: DR. SAMİ ÖZKARA

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Üç çeyrek yüzyılı geride bıraktığım yaşamımda binlerce insanla tanıştım. Yüzlercesini yakından tanıma olanağını buldum. Bunların içerisinde özellikle sosyal, eğitsel bakımdan zayıf bırakılan çocuk, genç ve yetişkinlerin eşit hak ve uygulamalara ulaşması için çalışma yapanlara daha büyük saygı duydum. Bu insanların içinde bazıları vardır ki, yaptıkları özverili çalışmalardan hiç söz etmezler. Alçak gönüllükleri, fedakarlıkları o denli çoktur ki, çoğu zaman bu nedenle kendi öz yaşamlarını bile ihmal ederler. Bunlara hem daha büyük saygı hem de hayranlık duydum ve duymayı sürdürürüm.

İşte bu yazımda Almanya’da yaşayan böyle özverili bir bilim insanından, bir araştırmacı yazardan, bir roman yazarımızdan Dr. SAMİ ÖZKARA’dan söz edeceğim.

Ben, Dr. Sami Özkara’yı HDF (Sosyal Demokrat Halk Dernekleri Federasyonu – Avrupa)’nin 12-13 Aralık 1981 tarihinde Duisburg’ta düzenlediği “Almanya’da İkinci Kuşak Yabancı Gençlerin Sorunları ve Geleceği” konulu “Uzmanlar Toplantısına” konuşmacı olarak katıldığım etkinlikte ve “HDF Meint” adlı dergiye yazdığı makalelerde tanıdım.

Sami Özkara 19.08.1940 tarihinde Aydın’da doğar. 1966 yılının sonunda yüksek öğrenimini yapmak için Almanya’ya gelir. Almanya’da yüksek öğrenim görebilmek için Achen kentinde “Akşam Lisesi”ine (Abendgymnasium) devam ederek lise olgunluk sınavını (Abiturprüfung) başarıyla vererek liseyi bitirir. Essen Üniversitesi’nde “Sosyal Hizmetler Uzmanı” (Sozialarbeit) öğrenimini başarıyla tamamlayarak Duisburg’ta işe başlar. Ancak bu iş 1968 kuşağının bir özverili parçası olan Sami’ye umduğu çalışma ortamı ve şevkini vermeyince Düsseldorf ve Duisburg Üniversitelerinde “Sosyal Bilimler Bölümün”e devam eder. Mezun olduktan sonra Bochum Üniversitesine bağlı “Ekonomi ve Sosyal Tarih Fakültesinde” doktorasını yapar. Ardından Essen, Duisburg ve Dortmund Üniversitelerinde öğretim üyesi olarak “Göç Sosyolojisi” ve “Kültürlerarası Pedegojisi Dersleri” verir. Böylece bir göçmen ülkesi ve çokkültürlü topluma dönüşen Almanya’da geleceğin öğretmen, sosyal hizmet uzman ve pedagoklarına kültürlerarası eğitim-öğrenim, çokkültürlü toplum, göçmen ve entegrasyon politikaları v. d. konularda dersler verir. Binlerce öğrenci yetiştirir Emekli oluncaya değin doçentlik görevine devam eden Dr. Özkara, aynı zamanda “Friedrich-Ebert-Vakfı”nın ve “Auslandsgeselschaft”ın eğitim danışmanı olarak çalışır.

Sami Özkara bu çalışmalara koşut olarak Türkiye kökenli bilim insanlarının, yazarlarının, öğretmenlerinin, sendikacıların, sosyal danışmanların ve gazetecilerin katılımı ile federal düzeyde 24 Mayıs 1985 ile 30 Ekim 1988 tarihleri arasında 17 Hafta Sonu Seminerinin yapılmasını sağlar. Bu girişim 1980’li ve 1990’lı yıllarda Alman kökenli bilim insanlarının bir bölümünün göçmenleri ve özellikle Türkiye kökenli göçmenleri yalnızca araştırmalarının konusu, objesi/-nesnesi olarak görmeleri, bu konularda federal düzeyde araştırma yapacak özneler, süjeler olamayacakları savlarının ne denli yanlış olduğunu ortaya koyması açısından da çok önemlidir

Bu seminerlerde 15 ayrı konuda Almanya’daki göçmenlerin konumları, sorunları, çözümü için öneri ve istemlerin saptanması ile ilgili sunumlar yapılır ve tartışılır. Bu seminerlere toplam 735 bilim insanı, yazar, sendikacı, eğitimci, öğretmen ve sosyal danışman ve Göç ve Uyum Politikasını ilgi duyan örgüt yöneticileri katılır.

Bu katılımcılar Almanya’daki Türkiye kökenli toplumun kendi kültürel kimlik ve değerlerini geliştirerek, içinde yaşadıkları çoğunluk toplumu ile eşit hak ve uygulamalara ulaşmaları yolundaki engelleri ve bu engelleri aşmanın olanaklarını ve seçeneklerinin neler olabileceğini araştırır ve tartışır. Bu yolda çalışma yapan insanların özgüvenlerini geliştirir çalışma güdülerini ve motivasyonunu artırarak sivil toplum örgütlerine de yol gösterir.

Dr. Sami Özkara Ertekin Özcan ile 2011 yılında

Dr. Sami Özkara, Extertal’de düzenlenen ve “AYDINLAR SEMİNERLERİ” olarak da anılan bu SEMİNERLERE paralel olarak Türkiye kökenli göçmen örgütlerinin yalnızca Türkiye’ye ve siyasetine yönelik çalışma yapmalarını değil, aynı zamanda özellikle içinde yaşadıkları Almanya’daki sorunlarının çözümü için çalışmalar yapmaları gerektiğini savunmakla kalmaz, aynı zamanda gerçekleşmesi ve uygulanması için de çalışır. Bunun için 1984 yılından itibaren Federal Almanya’daki Türk göçmen örgütlerinin Almanya’nın siyasal, sosyal, hukuksal ve kültürel yapısına uygun doğrultuda yapılanmaları ve sorunların çözümüne katkıda bulunmak için AYDINLAR SEMİNERLERİN’den sonra da çalışmaya devam eder. Yüzlerce yol arkadaşı ile aşağıdaki örgütlerin kuruluşuna ve gelişmelerine katkı sağlar:

  • Şimdi 300’ün üstünde üye derneği olan ve kendisini Almanya ve Türkiye siyasetine ve Türkiye kökenli toplumuna kabul ettiren 20 Mart 1994’te kurulan TGD -Almanya Türk Toplumu’nun ve
  • DOMİD Dokumentationszentrum und Museum über die Migration in Deutschland’ın kurucuları arasında yer alır.
  • Ayrıca Federal Almanya’daki Türkiye kökenli çocukların eğitim, öğretim ve meslek eğitimi sorunlarının saptanması ve çözümü için çalışmalar yapan Almanya Türk Veli Dernekleri Federasyonu, FÖTED’in 1995 yılının sonunda Berlin’de kurulmasına;
  • Federal Almanya’daki Türk kökenli yüksek öğrenim gençliğinin sorunlarının çözümü için çalışmalar yapan Almanya Türk Öğrenci Dernekleri Birliği, BTS’nin 1996 yılında Bonn’da kurulmasına;
  • Federal Almanya’da çalışan Türk öğretmenlerinin sorunlarının çözümü ve çocukların eğitim ve öğretim sorunlarının çözümüne katkısı için kurulan Almanya Türk Öğretmen Dernekleri Federasyonu, ATÖF’ün kurulmasına

katkıda bulunur.

 Dr. Sami Özkara emekli oluncaya değin öğretim üyeliği görevini sürdürürken Türkçe- Almanca olarak iki dilde 2 kitapta ve ayrıca 8 kitapta da Almanca olarak yazdığı bilimsel araştırmalarını toplayarak yayınlar. Bunların dışında yüzlerce makalesi ve bilimsel araştırması çeşitli Almanca ve Türkçe, ansiklopedi, dergi ve gazetelerde yayınlanır.

Türkiye’den gelen bir göçmen olarak 1974 yılında “HOFFENTLICH” (İnşallah) adıyla ilk romanını Münih’te yayınlayan SAMİ ÖZKARA, emekli olunca bu yazınsal uğraşına Almanca olarak artarda yazdığı romanları ile devam eder. İlk romanlarında Almanya’da yaşayan Birinci ve İkinci Kuşaktan Türkiye kökenli insanların durumlarını, yaşadıkları sorunları, çoğunluk toplumu ile aralarındaki kültürel farklılıkları, çokkültürlülüğü, kültürlerarası eğitimi, anadilinin çocukların eğitim ve öğreniminde ve kişilik ve kimliklerinin oluşumundaki önemini, göçmenlere sunulan hizmetlerin kalitesinin arttırılması gerektiğini ve daha birçok önemli konuyu dile getirir. Alman, Türk ve diğer azınlık toplumlarından okuyuculara hitap eder. Son romanlarında ise “Çoklültürlü bir Göçmen Ülkesinde” yaşayan “çoğunluk toplumu” bireyleri ile “göçmenlik geçmişi olan bireyler” arasındaki karşıtlıklara, ilişkilere ve değişimlere yer verir.

Bu yazıya Dr. Sami Özkara’nın Teoman ve ARDA adlı otobiyografik ikinci ve üçüncü romanları ile ilgili aşağıdaki bilgilerle son vermek istiyor, 2. Bir yazıda Dr. SAMİ ÖZKARA VE AYDINLAR SEMİNERİ konusunu işleyeceğim.

Teoman: Genç öğretmen Teoman yedek subay öğretmen olarak askerlik yaparken haksız bir şekilde ordudan ihraç edilir. Öğretmenlik mesleğine dönmesine izin verilmediği gibi, özel şirketlerde bile çalışma olanağının olmayacağını saptar. Türkiye’deki mesleki geleceğinin, iyi olmayacağını anlar ve 1965 yılında Almanya’ya göç eder. Yabancı bir ülkede Teoman nasıl bir yer gelecek beklemekte ve o zamanlarda bir göçmen olarak ne gibi zorluklarla karşılaşacaktır?

Teoman’ın şaşırtıcı mesleksel ve özel yaşam ve kariyerini anlatan bu Roman, Federal Almanya Cumhuriyeti’nin göç politikası ve Türkiye’deki sosyo-kültürel yapılar hakkında ayrıntılı bilgiler veriyor. Ayrıca Almanların hassas oldukları konularla ilgili iç dünyalarını ve göçmenlerle olan çelişkilerini eğlenceli bir şekilde anlatması, romanın çok kültürlü edebiyata etkileyici bir tanıklık yaptığı gösteriyor.

Sami Özkara’nın ARDA adlı üçüncü romanı ise göç geçmişi olan bir Alman’ın biyografisini anlatmaktadır.

Meraklı, zeki bir çocuk olan Arda, küçük bir çocukken bile anne babasına ve çevresine din ve toplumdaki adaletsizlik hakkında birçok soru sorar. Bunu yaparken de dindar-muhafazakâr ailesinin başını büyük derde sokar. Beş yıllık zorunlu ilkokulu tamamladıktan sonra ailesinin rızası olmadan ortaokula kaydolur. Orada yabancı dil olarak Almancayı seçer. Liseye gitmesi ailesi tarafından reddedilen Arda, bu yüzden eşyalarını toplar ve kaybolur. Almanya’dan üç fabrikayla işbirliği yapan Türkiye’deki bir tekstil fabrikasında iş bulur. Arda ilk kez Alman kültürü ve diliyle bu şekilde ilişki kurar. Ailesi sonunda onu bularak, getirip amcasının kızıyla evlendirince, Arda ailesine tamamen sırt çevirmeye karar verir. Böyle bir geleneksel aile yapısında başarılı ve mutlu olamayacağını anlayan Arda tek kurtuluşu, daha önce tekstil fabrikasında çalışırken tanıdığı Almanya ile bağlantıları olan bir arkadaşının desteğiyle 1966’da Almanya’ya gelmeye karar verir.

Ortaokulda öğrendiği Almanca, Arda’ya hayatın yeni evresinde büyük yarar sağlar. Roman, genç bir Türk göçmenin mesleki ve özel kariyerini ve özellikle “konuk işçi” hareketi dönemindeki Türk kökenli Almanların hayatını anlatıyor. Ayrıca, Türkiye’deki sosyo-kültürel ve siyasal yapıların yanı sıra iki kültür arasındaki karşılaşmalar hakkında da bilgiler vererek Almanların ve Türklerin hassasiyetleri konusunda okuyucuyu sıkmadan bilgilendiriyor.

Sami Özkara’nın Trafo Literaturverlag’ta yayınlanan otobiyografik kitap ve romanları şunlardır:

  •   İnsallah – hoffentlich, München 1974, Roman (Bunun dışındakiler Trafoliteraturverlag’ta yayınlandı)
  • “Teoman”, Roman, [= Autobiograhien, Bd. 32], 2008, 259 S., ISBN 978-3-89626-794-8,
  • “ARDA. Biograph ie eines Deutschen mit Migrationshintergrund”, autobiograph. Roman, 2012, 399 S., ISBN 978-3-86465-005-5,
  • „LORAN oder Wie ich meine deutsche Tochter kennenlernte“, Roman, 2014, 380 S., ISBN 978-3-86465-041-3,
  • „Die Geliebte meines Mannes“, Roman, 2019, 780 S., ISBN 987-3-86465-117-5.
  • „Die wohlgeformte Frau“, Roman, 2020, 268 S., ISBN 978-3-86-464-978-3-86465-129-8.
  • „Eine Liebe in Mülheim“, Roman, Barbara Lambertz- Özkara ile  2021, 605 S. ISBN 978-3-86465-154-0.

Sami’yi, yaptığı mücadeleyi ve 1. ve 2. ve daha sonraki kuşakların yaşadıklarını öğrenmek isteyenlere bu kitapları okumaların tavsiye ederi.

Gelecek yazımda “Dr. Sami Özkara ve AYDINLAR SEMİNERİ” konusunu işleyeceğim.

Sami’nin eşi ile birlikte yazdığı son kitabı

 

Devamını Oku

ALMANYA’DA VE TÜRKİYE’DE İZ BIRAKANLAR- 2

0

BEĞENDİM

ABONE OL

ALMANYA’DA ve TÜRKİYE’DE İZ BIRAKANLAR- 2:  PROF. DR. ÜNAL AKPINAR

Prof. Dr. ÜNAL AKPINAR: KÖY SEYİRLİK OYUNU BOZKIR DİRLİĞİ’NDEN EVRENSEL SEYİRLİK OYUNLARA …

3 Şubat 2020 tarihinde İstanbul’da Tiyatro Gazetesi’nin 6’ncı “Anadolu Tiyatro Ödülleri“ Töreni’nde OYÇED (Oyun Yazarları ve Çevirmenleri Derneği) Onur Ödülünü alan Prof. Dr. Ünal Akpınar yeni Tiyatro oyunları yazmaya devam ediyor.

Geçen Yazımızda Prof. Dr. Ünal Akpınar’ın bilim insanı olarak Almanya’da yaptığı çalışmalarının bir bölümünü okuyucularla paylaşmıştım. Bu yazımda ise Akpınar’ın bilim insanı kişiliğinin yanında, çocukluk ve gençlik yıllarında başlayan ve peşini bir türlü bırakmayan Tiyatro sevdasını, serüvenini ve yapıtlarını sizlerle paylaşacağım.  Onun 1950’li yılların sonlarında arkadaşları ile birlikte oluşturdukları Tiyatro Grubunda kendi oyunlarını oynadılar. Onun özgün eşsiz güzel Türkçesi ile yazdığı 10 oyun, 4 ayrı KİTAPTA TOPLU OYUNLARI olarak Dramatik Yayınları tarafından yayımlanarak tiyatro severlerle ve okuyuculara sunuldu.    

Bu Tiyatro yapıtlarıyla Anadolu Kültür mozaiğinden süzülerek gelen Köy Seyirlik Oyunlarını, çağdaşlaştırarak yazdığı BOZKIR DİRLİĞİ’nden son oyununa kadar işleyerek sürdürüyor. Sürekli gelişim içindeki geleneksel Anadolu tiyatrosunda kök salmış sevgi, kardeşlik, eşitlik, özgürlük, adalet, dayanışma, katılımcılık, emeğin yüceliği ve demokrasi gibi… insanlığın binlerce yılda elde ettiği kazanımların temel taşlarını döşeyerek Evrensel Tiyatro’ya katkı sağlıyor. Bunu yaparken evrenin oluşumundan bu yana insanlığın ve tüm varlıkların yaşadıkları: Güçlü-güçsüz, ezen – ezilen, buyurgan – buyurulan, yöneten – yönetilen, sömüren – sömürülen, varlıklı – yoksul, egemen-tutsak, etken – edilgen, kıyan – kıyılan, bağımlı – bağımsız, küresel – yerel ilişkileri arasındaki devingen diyalektik etkileşimi de yansıtmayı ihmal etmiyor. 

Ünal Akpınar, ilk oyunlarından Bozkır Dirliği tiyatro oyunuyla başladığı, köy seyirlik oyunlarının, çağdaş tiyatromuzun temelini oluşturan önemli ögelerinden biri olduğu görüşüne büyük katkı sağlıyor. Hatta bununla da kalmayıp, aynı zamanda “Türk Tiyatrosu’nun Anadolu topraklarında benzer uygulamaların yapıldığı yıllara, yani Tanzimat sonrası yıllara değil, Anadolu’da binlerce yıl yaşanmış halkların kültürlerinden süzülerek gelen birikime dayandığı gerçeğini ortaya koyuyor.  “Bozkır Dirliği” Türk Tiyatrosu’nun ayaklarının, Anadolu’da binlerce yıllık yaşanmışlıkları söz, müzik, mimiklerle yansıtması ve göstermesi bakımından bir ilki oluşturuyor. Nurhan Karadağ’ın yönetmenliğini yaptığı ve Berlin Tiyatrom oyuncularının oynadığı bu oyunu 1987 yılında Berlin’de izledim. Oyunun arı, yalın bir dili oluşunun yanında, Türkçe bilmeyen seyircinin bile mimik, akustik ve optik olarak algılayabileceği sağlam bir tiyatro yapısı olduğunu yabancı izleyicilerle ayırdına vardım. İnsanın doğa ilişkisinden, sosyal bakımdan zayıf olan insanlarla egemen güçler arasındaki çelişkili ilişkilere ve tartışmalara varan ve de bu ilişkileri derinleştiren bir yapıya sahip oyundu izlediğim (Akpınar Toplu Oyunlar III, Bozkır Dirliği Saray Önü: 2018, 65).  Bozkır Dirliği ile ilgili Prof. Dr. Sevda Şener şunları söylüyor: Bozkır Dirliği’nde köy seyirlik kalıpları ile dramatik tiyatro kalıplarının birlikte kullanılması ilginç bir deneyimdir. Gerçeğin oyuna, oyunun gerçeğe dönüştürülmesi ile yeni tatlar üretilmiştir. Bu bakımdan Bozkır Dirliği geleneksel halk tiyatro malzemelerinden yola çıkılarak çağdaş ve önemli sorulara yer veren oyunların kotarılabileceğini gösteren önemli bir çalışma olmuştur.” (Akpınar Toplu Oyunlar II, Adını Siz Koyun: 2018, 103). Ayrıca Bozkır Dirliği’nin Türkiye’de yazılan ekolojik anlamda ilk oyun olduğunu da burada belirtelim.

ADINI SİZ KOYUN

Akpınar’ın Bozkır Dirliği ile başlayan ve toplumların, dünyanın en can alıcı sorunlarını irdeleyen ve durumlarını deşen, izleyicileri güldürürken, düşündüren Toplu Oyunlar kitaplarında yer alan Saray Önünde ve Adını Siz Koyun oyunlarıyla sürdürdüğü çalışmalarına yeni oyunlarını katıyor.

Toplu Oyunlar – 2’de yayınlanan ADINI SİZ KOYUN oyunun sahneye nasıl koyulacağı ve oynanması gerektiği konusu ile ilgili şunları yazıyor Ünal Akpınar: “Tüm geleneksel tiyatro türlerimizi temel alan bu oyunda yeni bir anlatış biçemi bulmaya çalıştım. Perde kullanılması zor ya da olanaksız durumlarda, sözgelimi açık alanlarda, Biri perde varmış gibi davranır. Biri perdeyi açar gibi yapınca, bölmedeki arkası dönük oyuncular birden yüzlerini izleyicilere döner. Biri perdeyi kapıyor gibi yapınca da oyuncular arkalarını izleyicilere çevirir. Bu ve buna benzer yakıştırmalarla perdenin açılma ve kapanması anıştırılabilir. Perdeler oyun yerini dörde bölemeyince, bu işlevi gerideki değişik konum ve biçimlerdeki panolar görür. Gerektiğinde, resim ve yazıların görüntüleri panolara düşürülür. Resim ve yazılar toycadır. Görsel çekicilikleri vardır.”

“Oyun “sulandırılma”dan, orta oyunu ustaları gibi ölçülü, tartılı oynanmalıdır.”

Ünal Akpınar, her oyununda yurdumuzun ve yerküremizin karşı karşıya kaldıkları sorunları işleyerek, tiyatronun, sanatın insanları düşündürerek ve aynı zamanda güldürerek onları çözümlere ortak etmeye, yönelimlerini olumlu yönde kullanmalarına ışık tutuyor. Bunu yaparken yerel kültürel değerleri yadsımadan ve bunları önemli ögeler olarak oyun kahramanlarına içselleştirerek evrensel bir tiyatro anlayışına ulaşmaya çalışıyor.

Bozkır Dirliği oyununda büyük bir başarıyla uygulayan Akpınar, Adını Siz Koyun oyunuyla çağımızın çok önemli sorunlarına el atarak işlemeye ve tartışmaya devam ediyor.

1980’li yılların sonunda Sovyetler Birliği önderliğindeki sosyalist ve komünist blokun çökmesi ile ABD önderliğindeki Emperyalist ve kapitalist blokun, kendisini KÜRESELLEŞME, KÜRESELLEŞTİRME ADIYLA ŞİRİN GÖSTEREREK ULUSLAR VE ÜLKELER ÜSTÜ EMPERYALİST TEKELLERLE gelişmekte olan ülkeleri ve eski sosyalist, komünist ülkelerin bir bölümünü BOYUNDURUKLARI ALTINA ALMAYA başladılar. Bunu yapmak için de ESKİ SOSYALİST VE KOMUNİST ÜLKELERİN YERİNİ ALACAK YENİ BİR DÜŞMAN BULUNMASI VE BUNA KARŞI SÖZDE MÜCADELE EDİLMESİ GEREKİYORDU. İŞTE TAM BU yıllarda “KÜLTÜRLER SAVAŞI” ADI ALTINDA SAMUEL P. HUNTİNGTON yardımlarına yetişecek teoriye ortaya attı. Başta eski sosyalist ülkeler olmak üzere tüm gelişmekte olan ülkelerde etnik milliyetçilik, mikro milliyetçilik, mezhep ve tarikat, cemaat kışkırtıcılığı gibi konuları kaşıdılar. Söz konusu ülkelerde de bunları kullanacak ortaklar buldular. Birçok ülkedeki insanları birbirlerine karşı kışkırtarak, emek, demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet savaşımı verenleri baskı altına alarak, o ülkelerdeki zengin yeraltı kaynaklarına, madenlerine, petrole ve su kaynaklarına v.s. el koydular.  Ve acımasız bir şekilde halkları mezhep ve etnik kimlikleri, aidiyetlikleri ve farklılıklarını abartılı bir şekilde kullanarak ve silahlandırarak birbirlerine kırdırdılar.

Yalnızca bununla da kalmadılar: gelişmekte olan ülkelerdeki iktidarları değiştirerek dış politikadan iç politikaya, tarım politikasından, çevre politikalarına el koyarak ya da etkileyerek, o ülkeleri kendi ürünlerine bağımlı hale getirecek GDO’lu ürünlere mahkûm etmeye çalıştılar. Bunlara KARŞI GELEN ÜLKELERİN, DEVLETLERİN LİDERLERİNİ ASKERİ DARBELERLE DEVİREREK sömürülerini sürdürdüler. 

İşte Ünal Akpınar, ADINI SİZ KOYUN OYUNUNDA BU KONULARI yine eşsiz güzel bir dil ve biçemle İŞLİYOR. Varsıl kuzey ülkeleri ile yoksul güney ülkeleri arasındaki sömürü mekanizmasının nasıl işlediğini oyuncularına söyleterek, bunu tiyatro izleyicisiyle birlikte paylaşarak ve zaman zaman onları da oyunun içine girmelerini sağlayarak vermeye çalışıyor. Bunu yaparken Tiyatroyu bir siyasal görüşün propaganda aracı olarak değil, dünya da olup biten gerçekliği, realiteyi, bireylerin ve halkların, hatta ulusların çektikleri acıları tiyatronun olanak ve sınırları içerisinde dengeyi bozmadan yansıtarak izleyicinin kafasına yerleştirmeye çalışıyor. Aynı şekilde bu böl – yönet – sömür anlayışına karşı gelmeleri için insanları düşünmeye ve birleşmeye yönlendiriyor.

Prof Dr. Hasan ERKEK, “Ünal Akpınar’ın ADINI SİZ KOYUN adlı oyununu zevkle okudum. Köyden, köy seyirliklerinden hareketle yazmış olduğu bir küreselleşme ve vahşi kapitalizm güldürüsü. Gelenekselden evrensele uzanan bir çizgide. Dili nefis. Sahne estetiği içinde yeni öneriler var oyunda… Okumayanlara salık veririm. Ünal Beyi kutluyor nice yeni yapıtlar yazmasını diliyorum.” diye yazıyor.

OYUN BOZAN

Ünal Akpınar, Toplu Oyunlar – I-‘deki Art Arda Gösteriler ve Çarpıtma adlı oyunlarıyla eşsiz bir tiyatro dilinin yanında, içerik ve biçim yenilikleriyle tiyatromuza doyulmaz tatlar kattığı bu uğraşını, Toplu Oyunlar IV’te yer alan Oyun Bozan ve Fısıltı adlı oyunlarıyla kendine özgün bir tiyatro dili ve yenilikleriyle devam ediyor. Oyun Bozan adlı oyununda AKPINAR, vahşi kapitalizmin insanları genel olarak kimliksiz, kişiliksiz yalnızca bireysel çıkarlarını düşünen yaratıklara çevirdiğini; birey olmaktan çıkartıp birer nesne, meta haline getirdiğini; geleneksel dayanışmacı aile yapısını çökerterek bunun yerini şefkatsiz, sevgisiz ana babaların aşağılık, iğrenç istek ve eylemlerini sergiliyor.  

Oyun, onlarca kimlik “giyimgiyitlerinin” sahnenin ortasına atılarak neredeyse çırılçıplak oyuncuların birbirleri ile yarışarak giyebildikleri kimlikleriyle başlıyor. Bu sahnede kimlik giysisini bulmada geciktiği için çıplak kalan kişi özgür kaldığı için seviniyor. Çıplak soğuğa karşı, özgürlüğünün onu hep ısıttığını duyumsuyor. Şatafatlı ve yapay yaşamlarını sürdürebilmek için entrikalar çeviren “giyimgiytlerden” ana ve baba, kumar düşkünü Alzheimer beybabanın mal varlığına konmalarını; bu durumu korumak için babayı korumakla görevlendirdikleri eski bir emekli emniyet müdürünün ek gelir elde etmek için nelere katlandığını; organ nakline gereksinimi olan çocuklarına, hizmetçilerinin çocuğunun canı pahasına organlarının aktarılmasını isteyen ana babayı; bunu özendikleri aç gözlü sonradan görme efendilerine benzemek için kabul eden evlat ve insan sevgisinden yoksun ana babanın trajik hayallerini; egemenlerin siyasal kültürü ile çatışan bir doktora tezi konusu seçtiği için üniversiteden dışlanan bir etnoloğu ve sürüp giden tüm bu “kimlik giyimgiyitlilerin” oyunlarının, düzenini böyle sürüp gitmesine  karşı OYUN BOZAN cesur izleyicinin yürekli çıkışını anlatıyor.

OYÇED 2020 YILI ONUR ÖDÜLÜNE PROF. DR. ÜNAL AKPINAR’A

Dünyanın korona salgınına karşı savaşım verdiği bu aylarda Akpınar’ın oyunlarını okumak ve dünyada ne gibi entrikaların emperyalist odaklar tarafından döndürüldüğünü kavramak için çok yararlı olacaktır. Hatta korona salgınını bahane edip halkları ve gelişmekte olan ülkelerin hangi ekonomik, siyasal ve sosyal sorunlarla karşı karşıya getirileceklerini düşünmek istemiyoruz. Keşke bir an önce şu korona salgınından kurtulabilsek ve Akpınar’ın oyunlarını da çeşitli Tiyatro grupları sahneye koysa… Dünya halklarına ve Türkiye halkının gideceği yolun aydınlatılmasını sağlamaya devam etse… 

6’ncı “Anadolu Tiyatro Ödülleri” kapsamında OYÇED (Oyun Yazarları ve Çevirmenleri Derneği’nin) Onur Ödülü Ünal Akpınar’a aşağıdaki kararla verilmiştir: “Sayın Ünal Akpınar birbirinden değerli oyun metinleri yazarak ülke tiyatrosuna çok değerli katkılarınız gözlemlenmiş, bu nedenle size OYÇED ONUR ÖDÜLÜ verme kararı alınmıştır.”  (https://www.dailyarts.net/6-anadolu-tiyatro-odulleri-sahiplerini-buldu/).

Biz burada Akpınar’ın aynı zamanda özgün ve eşsiz Türkçe ile oyunlarını bir ince kuyumcu ustası titizliğiyle işleyerek dilimize kazandırdığı yüzlerce yeni sözcükle Türkçeyi varsıllaştırdığını özellikle belirtiyor, kendisine teşekkür ediyoruz.

Prof. Dr. Ünal Akpınar’ı kutluyor, Tiyatromuza daha nice güzel oyunlarını Türkiye’mizin binlerce yılı aşan kültür birikiminden süzülerek AKAN PINARLARINDAN damıtmasına devam etmesini diliyoruz.

 

Devamını Oku

ALMANYA’DA İZ BIRAKANLAR: PROF. DR. ÜNAL AKPINAR

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bu yıl, 30 Ekim 1961’de Türkiye Cumhuriyeti ile Federal Almanya Cumhuriyeti arasında yapılan İşgücü Göçü Antlaşmasının 60. yılını yaşıyoruz. 

İşgücü Göçü, ekonomik kriz nedeniyle Almanya’nın emekgücü alımını durdurduğu 23 Kasım 1973’e kadar devam ediyor. Bu tarihler arasında genç, dinamik ve büyük ölçüde Türkiye’de meslek eğitimi almış kalifiye elemanlar da göç ediyor. Göç Dönemi olarak adlandırılan bu dönemin ilk yarısında Federal Almanya’nın uyguladığı dönüşümlü (rotasyonlu) çalıştırma siyasası, yeni gelenlerin Almanca öğrenmeleri ve çalışma yaşamına uyumları işverenlere ek giderlere neden olduğundan değiştiriliyor. Almanya işçi alımını durdurduğu için işverenler, işgücü açığını aile birleşimi nedeni ile Almanya’ya gelen eş ve çocuklarla kapatmaya çalışıyorlar. Böylece Almanya’da aile birleşimi dönemi başlıyor.

Bu dönemde konut sorunu, kültürel, dinsel ihtiyaçların karşılanması, dil ve dışlanma sorunlarının yanında, aile birleşimi nedeni ile Almanya’ya gelen çocuk ve gençlerin eğitim, öğretim, meslek eğitimi ve uyum sorunları ağırlık kazanıyor. Artan sorunları çözme konusunda yeterli ön hazırlığı olmayan Federal Hükümet ve eyalet hükümetleri, göçmenlerin ve özellikle Türkiye kökenlilerin sayılarını sınırlandırarak sorunları çözmeyi amaçlıyor. Bunun için Türklere karşı 1 Ekim 1980’de vize zorunluluğu getiriyor. Bu dönemin son yıllarında Almanya’da uygulanan yabancılar ve çalıştırma politikası göçmenleri ülkelerine geri dönmeye zorlayan baskıcı ve dışlayıcı bir araç olarak kullanılıyor. 12 Eylül 1980’de yapılan Askeri Darbe, Türkiye’de siyasal, ekonomik ve sosyal sorunların artırıyor. Aile birleşimi ve siyasal baskılar nedeni ile Türkiye’den Almanya’ya sığınma istemi ile gelenlerin sayısının artmasına sorunların katmerleşmesine neden oluyor.

AKPINAR ÇOK DİLLİLİĞİ ÖNGÖREN KÜLTÜRLER ARASI ÖĞRENİMİN KURAMCILARINDANDIR

İşte bu yıllarda Batı Berlin’e doktora yapmak amacıyla gelen felsefe öğretmeni Ünal Akpınar kendisini Türkiye kökenli toplumun çözüm bekleyen sorun yumakları içinde buluyor. Almanca öğrendikten sonra doktorasını Türk İşçi Ailelerinin Uyum Sorunları”, (Angleichungsprobleme türkischer Arbeiterfamilien) konusunda yapıyor. Öğretmenlik yaptığı okullarda Türk çocuklarının, göçmen çocukların ve ailelerinin sorunlarını doğrudan yaşıyor. Türk öğretmenlerinin çocukların ve ailelerinin artan sorunları karşısındaki yalnızlıklarını ve çaresizliklerini görüyor. Bu sorunların çözümü için bir yandan kuramsal, diğer yandan da pratikte uygulayacak projelerde bizzat görevler alıyor. Prof. Dr. Ünal Akpınar, HDF (Türkiye Halkçı Devrimci Federasyonu-Avrupa)’nın 24-26 Mart 1978 tarihlerinde Frankfurt kentinde yapmış olduğu Eğitim Kurultayında sunduğu TÜRK ÇOCUK VE GENÇLERİNİN EĞİTİM SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ TASLAĞININ hazırlanmasına Neşet Kaplan, Doğan Gülmez, Ali Asker Aslan, Ertekin Özcan, Fevzi Çakır, Sühan Şen, Erdem Balimuhaç ve daha birçok arkadaşla katkılar sağlıyor. Daha sonra Eğitim Kurultayına katılan delege ve uzmanlardan gelen öneriler doğrultusunda uygulanmasına katkıda bulunuyor. Berlin çocuk yuvalarında ve okullarında çok dilliliği öngören kültürler arası eğitim ve öğretimin kuramsal ve uygulamasını sağlayacak temellerin oluşmasına katkı sağlıyor. Oluşturulan projelerde çalışacak eğitici, öğretmen, pedagog ve bilim insanlarının yetiştirilmeleri ve yetkinleşmeleri için çalışmalar yapıyor. Hem sivil toplum kuruluşlarının hem de Eyalet Eğitim ve Kültür Bakanlıklarının göçmen ve özellikle Türkiye kökenli çocukların eğitim, öğretim ve meslek öğrenimi sorunlarının çözümü için hazırladıkları öneri ve istemlerin tartışıldığı seminerlere hem konuşmacı hem de tartışmacı olarak katılıyor. Ekip çalışmalarına katılanları yüreklendirerek motive ediyor.

Bu çalışmalarını yaparken bazen çalışma arkadaşlarının göçmenlere ve Türkiye kökenlilere karşı tepeden bakan, kibirli, Avrupa merkeziyetçi ve incitici görüş ve tavırlarına gereken yanıtı verse de, bu acıyı kafasında ve yüreğinde taşımak zorunda kalıyor. Yine de yılmıyor ve sabırla bu dışlayıcı görüşleri aşabilmenin yolunun hem her ulustan öğretmen ve pedagog adayı üniversite öğrencilerinin kültürlerarası ve ırkçılık karşıtı bir öğrenim anlayışıyla meslek sahibi olmalarına ve ileride öğrencilerini bu görüş doğrultusunda yetiştirmelerine hem de doktora ve diploma çalışması yapan öğrencilerin tezlerine bu görüşlerin yansımasını sağlamaya çalışıyor. Onları bu yolda cesaretlendirerek, motive etmeye devam ediyor.

TÜRKİYE KÖKENLİ ÖĞRETMENLERİN ALMAN EĞİTİM SİSTEMİ İÇİNDEKİ KONUMU İLE GÖRÜŞLERİ

Burada 1986 yılında Berlin Türk Veliler Birliği olarak ANE (Arbeitskreis Neue Erziehung) salonlarında düzenlediğimiz tam günlük bir seminerde Prof. Dr. Akpınar’ın Alman Eğitim ve Öğretim Sistemi içinde Türk öğretmen ve sosyal pedagogların durumları ile ilgili yaptığı konuşmada anlattıklarını hiç unutamadığımı belirtmek istiyorum. Bu seminerde özet olarak şunları dile getirmişti Akpınar:

“İster Almanya’daki Eyalet Eğitim ve Kültür Bakanlıkları ve yerel yönetimler tarafından görevlendirilmiş olsunlar, isterse Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı’nın Türkiye’den 4- 5 yıl için Almanya gönderdiği öğretmenler olsun, kural olarak kültürü ve dili eşit sayılmadığı ve tanınmadığı, yani kabul görmediği için Türk öğretmen ve sosyal pedagog, kendisini çalıştığı kurumda işlevsiz ve gereksiz görüyor. Başlangıçta belirli bir motivasyonla işe başlamasına karşın, kendisi için çizilen oynama alanı içerisinde sıkışıp kalıyor. Mensubu bulunduğu azınlığa karşı yapılan ayırımcı ve dışlayıcı uygulamalar ve birlikte çalıştığı Alman meslektaşlarının genel tutumları (istisnalar olabilir) nedeniyle umutsuzluğa düşüyor. Bir yandan mensubu bulunduğu azınlığın her geçen gün daha da artan sorunlarını çözme yolunda herhangi bir şey yapamamak, diğer yandan her geçen gün göçmen ve kültürel azınlıklar açısından daha da ağırlaşan çevre koşulları onu edilgen (pasif) bir duruma itiyor.”

Öğretmenler açısından bu durumu daha somutlaştıracak olursak, -bazı istisnalar olsa da- genel olarak şunları söyleyebiliriz:

  • “Okullarda Alman çevrelerce genel olarak dinlenilmemek, kaale ve ciddiye alınmamak
  • Çocukların artan sorunları ve durumları ve Türk velilerinin büyük bir bölümünün ilgisizliği karşısında çaresiz kalmak ve sorunları çözmek için yaptığı çalışmalarda kendisini kalburla su taşıyan kişinin yerine koymak
  • Yalnız başına sorunları çözememenin acısını duymak, olaylardan ve çalışmalardan kendini geri çekmek
  • Yoğun sorunların karşısında diyalektik düşünmeyi unutup, birbirleriyle çok yakından bağlantılı sorunlar arasında ilişki kurmakta güçlük çekmek
  • Mihilist, yani hiçbir şeye inanmayan ve kimseye güvenmeyen bir duruma düşmek, “zaten biz adam olmayız” düşüncesine kapılıp kendine olan özgüvenini yitirmek
  • İçinde yaşadığı çok kültürlü toplumda kendi varlığını kabul ettiremediği, kültürü eşit değerde sayılmadığı için kendi içine kapanmak ve giderek toplumdan kendini izole etmek ya da yalnızca kendi mensubu bulunduğu azınlığa sığınarak daha da tutuculaşmak.”

KÜLTÜRLERARASI EĞİTİM VE ÖĞRETİM ANLAYIŞI OKULLARDA YAYGIN OLARAK UYGULANSAYDI, ALMAYA’DA IRKÇI SAĞ TERÖR VE PARTİLERİ GÜÇLENEMEZDİ 

Sonuç olarak çokkültürlü toplumun yasal olarak Almanya`da kabul edilmemesi ve bunun okul yaşamına kültürlerarası ve ırkçılık karşıtı bir anlayışla sokulmaması yalnızca Türkiye kökenli ve diğer azınlıklardan eğitmenleri, öğretmenleri, sosyal pedagogları etkilemiyor. Bu aynı zamanda Alman kökenli meslek gruplarını da etkileyerek kültürel ve etnik azınlıkların Alman toplumundan dışlanmalarının temelini oluşturmaya devam ediyor. Son yıllarda eğitim ve öğretim alanında bazı eyaletlerde bazı olumlu adımlar atılmış olsa da, şimdi Almanya`da yürürlükte olan yasalar ve kurallar, fiilen var olan çokkültürlü federal toplumun ve özellikle kültürel azınlıkların gereksinmelerine yanıt vermiyor. İki Almanya’nın birleşmesinin üzerinden 30 yılı aşkın bir süre geçti. Bu süre içinde sağcı ırkçı ve faşist terör 210’un üzerinde insanı katletti ve tahminen on binlerce insanı da yaraladı. Bunun en önemli nedenlerinden biri de Prof. Dr. Akpınar ve arkadaşlarının ve onları destekleyen onlarca bilim insanın desteklediği yukarıda sözünü ettiğim KÜLTÜRLERARASI EĞİTİM VE ÖĞRETİM ANLAYIŞINI OKULLARDA TÜM ÖĞRENCİLER İÇİN KURAL OLARAK UYGULAMAYA KOYMAMALARIDIR. Hele şimdi Almanya’da yaşayan her dört kişiden birinin göçmen kökenli olması bu istemin bir an önce yaşama geçirilmesini gerektirmez mi? Artık Almanya’daki tüm kurumları ve özellikle eğitim, öğretim ve yüksek öğrenimin kurumlarının yapısal köklü bir hukuk reformuyla gelişen yeni toplumsal, ekonomik ve kültürel gerçekliğe ve koşullara uyarlanması gerekmiyor mu?

PROF DR. ÜNAL AKPINAR’I ŞİMDİ BİRAZ DAHA YAKINDAN TANIMAYA ÇALIŞALIM. KİMDİR AKPINAR?

 Ünal Akpınar 21.08.1937’de Samsun’da doğuyor. Ortaokulu ve liseyi İstanbul’daki Kadiköy Yel Değirmeni ve Haydarpaşa Lisesinde okuyor. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirmeden önce Askerliğini yedek subay köy öğretmeni olarak yapıyor. O yıllarda çalıştığı köylerdeki gençlerin köy seyirlik oyunlarını yakından tanıyor ve yazdığı “Bozkır Dirliği” oyununu geliştiriyor. Yüksek öğrenimini bitirip Uşak Lisesi’nde felsefe öğretmenliği yaptıktan sonra 1968’in Nisan’ında Federal Almanya’ya gelerek Goethe Enstitüsü’nde Almanca öğreniyor. 1970 yılında Berlin Özgür Üniversitesi’nde (Freie Universität Berlin) doktora çalışmasına başlıyor. Sosyoloji, etnoloji ve Bizans Tarihi okuyor. 1973 yılı sonunda doktora çalışmasını bitiriyor. 1971-1975 yılları arasında Batı Berlin’de öğretmen ve çeşitli yüksek okullarda öğretim görevlisi olarak çalışıyor.

Federal Almanya’da “Yabancılar Sorunları” konusunda birçok projede çalışıp ve yönetiyor. Federal Almanya’da ilk kez “Kültürlerarası Eğitim” konusunda yayımlar yapıyor. 1979 yılından, emekli olduğu 2003 yılına değin Berlin Özgür Üniversitesine bağlı Eğitim Fakültesi’nde profesör olarak çalışıyor. Sayısız öğrenci yetiştiriyor, diploma ve doktora tezi yazan gencin koruyuculuğunu ve doktora babalığını üstleniyor. Berlin Özgür Üniversitesine bağlı Eğitim Fakültesi’nde Prof. Dr. Helmut Essinger, Prof Gerd Hof ve Prof Dr. Jürgen Zimmer ile birlikte “Kültürlerarası Eğitim ve Öğrenim Enstitüsünü” (Institut für Interkulturelle Erziehung und Bildung) kuruyorlar.

Prof. Dr. Akpınar’ın bu konudaki kitapları

  • Türk İşçi Ailelerinin Uyum Sorunları (Angleichungsprobleme türkischer Arbeiterfamilien), Berlin 1974; 2. Baskı Bonn 1976.
  • Türkiye’de Sosyalizasyon Koşulları (Sozialisationsbedingungen in der Türkei) Bonn 1976
  • Yabancı Aileler Projesi için Materyaller (Materialien zum Projektbereich Ausländische Arbeiter Sonderheft 1), Bonn 1976
  • Yabancı Çocuk ve Gençler için Sosyalizasyon Süreçleri, Andres Lopez ve Jan Vink ile (Sozialisationprozesse ausländischer Kinder und Jugendlicher in der BRD, mit Andres Lopez ve Jan Vink), Juventa Verlag, München 1977.
  • Alman Pedegoglar için Türkçe (Türkisch für deutsche Pädagogen), Bonn AGG 1977.
  • Yabancı Çocuklar için Sosyalizasyon Yardımı, (Sozialisationhilfen für ausländische Kinder mit Jürgen Zimmer) Bonn 1978
  • Yabancı Çocuk ve Gençlerle Pedegojik Çalışma 2. Baskı (Pädagogische Arbeit mit ausländischen Kindern und Jugendlichen, Münih 1979   Auflage) München 1979)
  • Nereden Geliyorsun?: Ünal Akpınar ve Jürgen Zimmer (Von wo kommst’n du? (=Interkulturelle Erziehung im Kindergarten), Kösel Verlag, 4 cild 1984,
  • Kayıp Şans mı?: Kültürler arası eğitim ve öğrenimde yabancı öğretmenler (Vertana Chance? Ausländische LehrerInnen in der Interkulturellen Erziehung und Bildung Weinheim (u.a.) Beltz, 1989.

Prof. Dr. Ünal Akpınar’ın yukarıda bir bölümünün adlarını yazdığımız bilimsel yapıtlarının dışında çeşitli dergi, ansiklopedi ve kitaplar için yazdığ birçok bilimsel makalesi yayınlanmıştır.

Federal Almanya’ya Türkiye’den emek göçünün 60. yılını yaşadığınız bu yılda, aileleri Türkiye’den göç eden 1967 doğumlu Doçent Dr. Özlem Türeci ve 1965 doğumlu Prof. Dr. Uğur Şahin’e ait BioNTech şirketinin Koronavirus Aşısını bulma başarılarının arkasında Prof. Dr. Ünal Akpınar gibi onlarca bilim insanı ve toplum önderlerimizin yarım yüzyılı aşan savaşım, yönlendirme ve yüreklendirmelerinin katkısı olduğu kuşkusuzdur.

Prof. Dr. Ünal Akpınar’ın bilim insanı kişiliğinin yanında, çocukluk ve gençlik yıllarında başlayan Tiyatro sevdası hiç bitmiyor. Onu 1950’li yılların sonlarında arkadaşları ile birlikte oluşturdukları Tiyatro Gruplarıyla, yazdığı oyunları oynandı.  Onun kendine özgü güzel Türkçesi ile yazdığı oyunları 4 AYRI KİTAPTA TOPLU OYUNLAR olarak yayımlandı.

Gelecek yazımızda AKPINAR’I, binlerce yıl öncesinden süzülerek gelen Türkiye kültür ve uygarlıklar mozaiğinden kaynaklanan Köy Seyirlik Oyunları yapısından çıkarak yazdığı BOZKIR DİRLİĞİ ve diğer çağdaş tiyatro oyunlarının yazarı olarak tanıtmaya çalışacağız.

Dr. Ertekin Özcan

 

Devamını Oku

BERLİN SOSYAL DEMOKRATLAR DERNEĞİ BSD 30 YAŞINDA

0

BEĞENDİM

ABONE OL

(Eski adı SGD -Sosyal Demokrat Göçmenler Derneği

(Verein sozialdemokratischer EinwanderInnen e.V.)

Bundan tam 30 yıl önce, 9 Aralık 1990 tarihinde SGD -Sosyal Demokrat Göçmenler Derneği, şimdiki adıyla BSDBerlin Sosyal Demokratlar Derneği kuruldu. 

Kurucular arasında alfabetik sırasına göre Alişan Genç, Ahmet Beyazkaya, Ali Seyhun, Ali Teoman Ergin, Bahattin Öztürk, Bedriye Kural, Dr. Ali Köse, Cafer İnan, Cem Gençtürk, Dilek Kolat, Ertekin Özcan, Fevzi Çakır, Gülsen Bardakçı, Hasan Tezcan, Fuat Temizer, Işıl Özcan, İsmet Ünal, İsmail Saraç Kadir Kaynak, Kadriye Adıyaman, Kenan Kolat, Leyla Bilgiç, Mehmet Özata, Mehmet Öztürk, Metin Türker, Murat Barut, Mustafa Adıyaman, Mustafa Şahin, Okşan Gül, Oya Ergin, Ramazan Karataş, Salih Acar, Servet Kural, Tülin Sertdemir, Veli Turhan yer alıyordu.

SGD’nin başkanlığına Ertekin Özcan, 2. başkanlığa Cem Gençtürk, yazmanlığa Murat Barut, saymanlığa Servet Kural, yönetim kurulu üyeliklerine Müesser-Limon-Michal, Bedriye Kural, Mustafa Adıyaman ve Mehmet Öztürk seçildiler.

Daha sonra SGD (BSD) çalışmalarını Müesser Limon-Michal, Alişan Genç, Cafer İnan, tekrar Ertekin Özcan ve Cem Gençtürk, başkanlıklarında büyük çoğunluğu yukarıda adı geçen kişilerden oluşan ekiplerle yürüttüler.

Bu derneğin neden kurulduğu ve amaçlarının neler olduğuna geçmeden önce Almanya’daki Türkiye kökenlilerin kurdukları ilk sosyal demokrat örgütün HDB olduğunu belirtelim. HDB 1973 yılında, yani bundan 47 yıl önce Berlin’de “Türkiye Ortanın Solu Derneği olarak kuruldu. Bu derneğin adı 1975 yılında Türkiye’deki CHP içindeki gelişmelere koşut olarak benim de katıldığım Genel Kurul’da HDB Türkiye Halkçı Devrimci Birliği-Batı Berlin olarak değiştirildi. Kurucuları arasında Neşet Kaplan, Hakkı Keskin, Hasan Özkan, Mehmet Mete, İsmet Peköz, Hüseyin Keskin, Hasan Hüseyin Özçelik, Arif Gelen, Tahsin Kaplan, Halil Kaynak yer alıyordu.

HDB’nin tüzüğünde, kuruluş amaçlarının biri “Türkiye’nin geri kalmışlığının nedeni olan, bozuk düzenin değiştirilerek kimsenin kimseyi ezemeyeceği, sömüremeyeceği, insan kişiliğinin her türlü toplumsal engelden kurtulmuş olarak özgürce gelişebileceği dinamik, yaratıcı ve hakça bir düzen kurmağa çalışmaktır.” Diğer amaç ise” Örgüt emekçilerin her türlü sorunları ile ilgilenir ve bunların çözümüne yardımcı olacak çalışmalar düzenler.” olarak belirtiliyordu: (HDB Tüzüğü 6 Haziran madde 2 ve 3).

Almanya’ya daha yerleşme eğilimlerinin başlamadığı ya da çok az olduğu göçün ilk yıllarında bu amaçlardan da anlaşıldığı üzere dernek daha çok Türkiye’ye yönelik çalışmalar yapmayı öngörüyordu.

Ancak göç süreci ilerleyip Almanya’ya yerleşme eğilimleri arttıkça içinde yaşanılan ülkedeki sorunların çözümü için çalışmalar yapmak gerekiyordu. Bunu yapacak örgütsel yapılanmalara gereksinim her geçen gün daha da artıyordu. İki Almayanın birleşmesinden sonra çığ gibi artan ırkçılığa, sosyal, hukuksal, eğitsel, kültürel sorunlara öneri ve çözüm üretecek ve bunları uygulamaya sokacak örgütlere gereksinim vardı.

Bu nedenle Berlin’deki siyasal ve sosyal amaçlı göçmen örgütlerinin Almanya’daki ve Türkiye’deki siyasal partilerin uzantıları olmamaları gerekiyordu. Toplumun her sorununa yanıt vermek ve ülkeyi yönetmek için çalışma yapan siyasal partilerden farklı olarak, göçmen örgütlerinin, temsil ettikleri toplumsal çıkar grubunun içinde yaşadıkları ülke yurttaşlarına tanınan eşit hak ve uygulamalara ulaşması için uygun yapılanmaları ve savaşım vermeyi özendirmeliydiler.

SGD’nin Amaçları özet olarak şunlardır:

  • Berlin’deki Türkiye kökenli göçmenler arasında sosyal demokrat / demokratik sosyalist hareketi nicel ve nitel bakımdan zenginleştirmek ve güçlendirmek,
  • Değişik dünya görüşündeki siyasal derneklerin, çıkar/meslek /hizmet kuruluşlarının ve diğer alanlarda hizmet sunan kuruluş ve girişimlerin içinde yer alabileceği bir Türkiye kökenli Göçmenler Azınlık Örgütünün oluşmasına katkıda bulunmak,
  • SPD içerisinde göçmenlerle ilgili daha etkin çalışmalar yapabilmek için gerekli çalışma kol ve gruplarının oluşturulması için çaba harcamak.
  • Türkiye’den kaynaklanan sorunların çözümü için yetkili kurum, parti, örgüt ve kişilerle ilişkiler kurmak ve bu ilişkileri geliştirmektir. 

SONUÇ OLARAK 30 YILLIK ÇALIŞMA SONUCUNDA SGD, ŞİMDİKİ ADI İLE BSD:

  • Öncelikli olarak “YABANCILAR YASA TASARISINA KARŞI TÜRK DERNEKLER TOPLULUĞU” girişiminin Türkiye kökenli toplumun toplumsal çıkarlarını savunan ve eyalet düzeyinde onları temsil eden “BERLİN TÜRKİYE GÖÇMENLER BİRLİĞİ’NE” -BETB’YE (Bund der Einwanderer der Türkei in Berlin) dönüştürülmesine en önemli katkıyı sağlayan örgüt oldu. O zamanki adıyla BETB, şimdiki adıyla TBB –Berlin-Brandenburg Türkiye Toplumu, 1 Aralık 1991 tarihinde Rathaus-Schöneberg’te yapılan ve 100’lerce kişinin katıldığı Genel Kurulda TBB, Berlin’deki Türkiye kökenli Toplumun eşit hak ve uygulara ulaşması için çalışmalar yaptı ve buna devam ediyor.
  • Ayrıca BSD, üyesi olduğu BETB’nin ve TGB Hamburg’un girişimi ile 20 Mart 1994 tarihinde Almanya Türk Toplumu TGD’nin kuruluşuna en büyük katkıyı sağladı. Böylece Türkiye kökenli toplumun eşit hak ve uygulamalara kavuşmaları yolunda önemli adımların atılmasını gerçekleştirmeye devam ediyor.
  • Uzun ve yoğun çalışmalardan sonra, SPD içinde diğer göçmen kökenli ve Alman kökenli üyelerle “SPD Berlin Eyaleti Göçmenler ve Entegrasyon Kolu”nun kurulması için en büyük katkıyı sağladı. Bununla da kalmadı, Kenan Kolat başkanlığındaki SPD Berlin Eyaleti Göçmenler Entegrasyon Kolu, aynı zamanda yaptığı çalışmalarla “SPD Federal Entegrasyon ve Göçmenler Kolu”nun kurulmasına öncülük yaptı. Böylece SPD üyesi tüm göçmen kökenlilerin hem eyaletler düzeyinde Eyalet Yönetim Kurullarında hem de Federal SPD Yönetim Kurulunda doğrudan katılmalarını sağladı.
  • BSD olarak hem Yabancılar Yasa Tasarısına Karşı Türk Dernekler Topluluğu döneminde hem de TBB kurulduktan sonra Türkiye Göçmenler Birliği -Hamburg, TGB ile Türkiye’de Çifte Vatandaşlığın kabul edilmesi ve Almanya’da askerlik ve sivil hizmet yapanC. Vatandaşı gençlerin Türkiye’de askerlikten muaf tutulmaları için çalışmalar yapıldı. Bu konularda hazırlanılan yasa teklifleri o zamanki T.C. Hükümetlerinin İçişleri, Dışişleri ve Milli Savunma Bakanları ve bürokratları, Parti Başkanları ve TBMM’ndeki İçişleri, Dışişleri ve Milli Savunma Komisyonları yetkilileri ile 3 yıl boyunca görüşülerek kabul edilmesine ve yürürlüğe girmesine büyük katkı sağlandı.

Bu 30 yıllık süreç içinde adını burada sayamadığımız daha 100’ün üzerinde özveri ile gönüllü olarak çalışan herkese Toplumumuz adına teşekkür ediyoruz.

Yaşamını kaybeden üyelerden sevgili Kadriye Adıyaman, Mustafa Adıyaman, Servet Kural, Tülin Sertdemir ve Veli Turhan’ı rahmet ve saygıyla anıyoruz.

Dr.. Ertekin Özcan

BSD Kurucu Başkanı

 

 

 

Devamını Oku