Ortadoğu bataklığından kim çıkmış ki!

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Dünya kritik virajlarından birini yaşıyor. Yazacağımız her satır, size ulaşana kadar gündem değişebilir. İran’ın Irak’taki Amerikan üslerini vurması, üstü yarın kapanabilir bir olay değil. Trump ve milliyetçi Amerika böyle bir mağlubiyetin üzerine soğuk su içmez. Ortadoğu, maalesef daha korkunç gelişmelere gebe olabilir.

Barışçı Atatürk’ün sözlerini unutamayız: “Milletin hayatı bir tehlikeye maruz kalmadıkça savaş bir cinayettir.” Ama askerlerimizi “peyderpey” cepheye çeken Libya tezkeresini düşünüyorum da aklıma 1001 olası uzantısı geliyor!

Şu ülke kendi içinde kavga ediyorŞu, şu anlaşmaya uymadı, öbürünü destekledi” mantığıyla her gün savaşa girersiniz! Konu, yalnız Suriye mi ya da Libya mı? Yarın İran ve Amerika arasındaki durum fiili bir uzun savaşa dönüşüp sizi kıskaca aldığında ne yapacaksınız? Ya da Hafter’i destekleyen Ruslar ve Fransızlarla bir “kaza ateşi ile” birbirinize girip dolaylı düşman durumuna düşerseniz ne olacak? Putin ile İstanbul’da hoşsohbetler eşliğinde Türk Akımı vanasını açmak başka, mesela düşen Rus uçağı sonrası 4 yıl önce yaşanan kriz bambaşka! Senaryoların sonu yok! İntikam saldırılarının parçası olmak da işten değil! Özellikle ilişkinin neresinde durduğunu bilmediğiniz sözde “stratejik ortağınızla”!

Ortadoğu, emperyalizmin özellikle 110 yıldır kendi emelleri için tepe tepe kullandığı bir bataklık.

Emperyalizmin kurnaz taktikleri

Siz, 70 yıldır “İngiltere İskoçya’yı bombaladı; Avusturya, İtalyan uçağını düşürdü; Fransa İsviçre’yi istila etti” denildiğini duydunuz mu? HAYIR DUYMADINIZ. Çünkü, 2. Dünya Savaşı ile akıllandılar!

Tüm savaşlar, sözde gelişmekte olan, özde bu nedenle “gelişememekte olan” ülkelere kaydırıldı. Biraz Güney Amerika, biraz Afrika ve tabii Ortadoğu! Kabilelerin, demokrasiden uzak yönetimlerin, ırk-din-mezhep kavgalarının birleşip köpürtüldüğü yer! Bu sorunlar yarın çözülemez. Çünkü:

1- Emperyalizmin çıkar emellerinden vazgeçmesi, ABD’nin Kennedy çizgilerine dönmesi lazım. Bu konuda bir işaret yok, dünyayı tam tersine adeta bir savaş konsorsiyumu yönlendiriyor. İran Devrim Muhafızları Ordusu Komutanı Kasım Süleymani ve Haşdi Şabi örgütünün başkan yardımcısı Ebu Mehdi el Mühendis’i Irak’ta noktasal atışla vurarak yine savaş fitili ateşleyen, işte o odak.

2- Ortadoğu halklarının ise bilinçlenmesi, doğru bir eğitimle demokrasiyi hazmederek yaşama geçirmeleri lazım. O noktadan da çok uzağız.

3- Ortadoğu ülkelerini şu anda yöneten lider ve sözde siyasi partilerin, şu hatırlattığımız olağan hedeflere yönelmek istemesi lazım. Onlar da tam tersine, hangi güç onlara iktidar vaadi, silah ve destek veriyorsa, ona yamanıp, din veya ırk çatışma bedellerini halklarına çektirmeye alışkınlar!

Dolayısıyla özellikle 2. Dünya Savaşı’nı hemen takip eden yıllardan başlayarak dünyayı kasıp kavuran İsrail-Arap ülkeleri savaşı daha durulmadan önce, İran-Irak savaşından başlayarak bütün bölgeye sokulmuş tüm nifak tohumlarının askeri, iktisadi, psikolojik ve ağır propaganda yöntemleriyle körüklenmesine gidildi. Mesela kimse Türklere ve Kürtlere “Nedir alıp veremediğiniz, barış içinde beraber yaşasanıza” demedi. O kavga da büyütüldü, her ırk-din-mezhep ayrımı gibi! Çünkü savaş endüstrisinin devamlı silah satması lazım; çünkü bu silahların eskimesi, yenilerinin alınması lazım. Aynen iPhone’lar veya bilgisayarlarınız gibi, bölge iktidarlarının her gün sipariş ettiği lüks arabalar gibi! Böylece bir taşla sayısız kuş vuruyorlar. Bu ülkelerin kısıtlı maddi imkânları savaşa kanalize oluyor, eğitimlerini alamıyorlar, demokrasi gelişemiyor. Böylece, keşmekeşin süreceği ve o halkların ezilerek, çocuklarının bile yalınayak bombalar altında kalacağı da garanti altına alınıyor. Şimdi Kasım Süleymani krizi bir hızlı tırmanışa geçerse, havuzlarında güneşlenen silah baronlarının nasıl keyiflerini tahmin edebiliyor musunuz?

Ailenizi savaşa yollayacaksanız önden buyurun!

Aslında dünyada tüm savaşları toptan bitirecek formül, BM’nin alacağı tek bir karar: Birbiriyle savaşan her ülkenin liderlerinin, bakanlarının tüm çocukları, torunları ve yeğenleri bu savaşlara ön cepheden asker olarak mecburen katılacaklar. Yarın bu karar çıksın, tek kurşun atılırsa namerdim. Ama ne kadar kolay başkalarının çocuklarını savaşa yollayarak kahramanlık yapmak! Allah korusun Libya’ya da bu şekilde girilirse yarın yeni şehit hikâyeleri içimizi sızlatacak, içimiz kan ağlayacak. Yarın Türkiye’ye veya Kıbrıs’a bir ağır saldırı olsa, hepimiz biliyoruz ki tüm Türkiye bu meşru müdafaaya destek olur, cansiperane şekilde savaşır. Ama Ortadoğu’nun bu dar anlayışlı kafalarla bitmesi mümkün olmayan ve artık askeri çatışmaların her gün yayıldığı kargaşasının içine Türk ordusunu çekmek, ayrıca zayıf Türk ekonomisini bu şekilde sarsmak, hangi düşünceye hizmettir?

Emperyalizm hem gönüllü kanıyor hem kandırıyor!

– Bu değişken, Ortadoğu yapıları içerisinde dün Esad’la maç izlersiniz, ertesi gün “Esed” diyerek Özgür Suriye Ordusu’nu desteklersiniz! Libya’da yarın şunu veya öbür gün rakibini destekler duruma düşebilirsiniz. Ama buralarda fikri takip bulamazsınız. Çünkü sizi kullanan emperyalizm de nerede durduğunu bilmiyor! Fırıldak gibi dönerek o kavganın bitmemesi için elinden geleni, geçmişte hep yaptığı gibi, gelecekte de yapacağının sinyalini veriyor. Bu şablonu anlamadan Ortadoğu’ya bakamazsınız.

– ABD, Süleymani’yi öldürme kararını verirken, buna karşılık verileceğini biliyordu. Ama iç siyasette saldırıya uğramanın, çok önemli bir geçer akçe olduğunu biliyoruz. Trump’ın bu fırsatı şimdi kullanarak avantaj arayacağı kesin. Ama belki yanıtın bu kadar ağırını beklemiyordu. Öngöremediği nokta, İran gibi bir ülkenin bir yüksek komutanını yok etmek ile, bir terör örgütünün liderini yok etmek çok farklı şeyler!

– Libya tezkeresi geçti, ama Irak tezkeresini durdurmuştuk. Neler yaşandı Irak’ta? Sözde “kitle imha silahlarını bulmak ve imha etmek” için tüm çağrılara rağmen Amerika bölgeye girdi ve milyon Iraklıyı öldürüp geri çıktı. 3-4 yıl sonra da dedi ki “Özür dileriz, yanlış istihbarat almışız. Uzun lafın kısası “kandırıldık” dediler. Peki, bu sefer bizi kim kandırıyor? Yarın yeni pişmanlıklar kimlere, hangi ağır maliyetle geri dönecek?

– Kanal İstanbul maliyeti, savaş maliyetine eklendiğinde, bu sefer yine nerelere vergi yağdıracaklar? Nefes alma vergisi mi koyacaklar?

Bu usdışı, eksantrik ve korkunç maceraların yükü artarken, halkımız “pes” diyerek israfları izliyor!

Devamını Oku

Nankörler var, ama Fransız bir Kemalist kardeşimiz de var!

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Hani bizim ülkemizde, yıllardır “siyasiler” ince, küçük, ortanca veya abartılı bindirmelerle her sıkıştıklarında Atatürkümüze saldırıyorlar ya? Hani bazı sözde Diyanet başkanları ve görevlileri, ama özde nankör, saygısız, nifak tohumcu, Cumhuriyet düşmanı zavallılar, milleti birbirine düşürmek istercesine, hutbelerinde, bu yılki 10 Kasım öncesindeki cuma günü de dahil olmak üzere, Atatürk’ü provokasyon dozunu artırarak alçakça yok sayıyorlar ya? Hani bu göz göre göre gelen durumu, bazı sözde devlet adamları sessizlik içinde seyrediyorlar ve bu yapılan kabul edilemez ihanete seyirci kalıyorlar ya? Hani utanmaz arlanmaz bazı medya kuklaları, her fırsatta tarihi biçim bozmaya uğratarak, yalan söyleyerek, her fırsatta büyük önderimize dil uzatma hastalığından vazgeçemiyorlar ya? Hani Atatürk’ü yalnız bayram seyran tören günlerinde hatırlayan devlet zevatı var ya?

İşte onların hepsine bir okkalı yanıt geldi bir Avrupalıdan…

Loulou Dedola’yı keşfetme keyfini yaşayın!

Fransız beyefendinin adı Loulou Dedola. Son günlerde, tüm sosyal medyada her yerde onun röportajını izliyoruz. Tane tane Atatürk hakkında konuşuyor. Kameranın gözünün içine baka baka “Ben bir Kemalistim” diyor! Size söylediklerini aktaracağım; ama lütfen önce izin verin şunu belirteyim: Ne kadar farkındasınız bilmiyorum ama yıllardır bu ülkede Kemalist olmak insanların gözünde bir suç olarak gösterilmeye çalışıldı. Hani nasıl 70’li yıllarda biri hakkında “o bir komünist” diye arkadan suçlama yapılıyorduysa, nasıl Cumhuriyet okuyanların hanesine “suç” yazılıyor idiyse, aynı şekilde biz Kemalistler, bunu övüne övüne topluma duyuranlar, en az 20 yıldır merkez medyada veya sözde liberal özde kabız çevrelerde küçümsendik, hor görüldük, dışlandık, sansüre uğradık. Tabii ki bunlara pabuç bırakmadık, tabii ki rotamızı değiştirmedik ama yaşanan buydu…

Şimdi izninizle Fransız dostumuza dönelim: İşte o yürekli adam, yukarıda saydığım ve saydırdığım tüm kesimlere, onların bile anlayabileceği bir sadelikle bir ders veriyor. Şimdi kendisi bir yazar, resimli roman senaristi, rock şarkıcısı olan bu kompleksiz ve mantıklı Fransızı dinleyelim:

Ben bir Kemalist olmakla gurur duyuyorum. Ben bir hikâye ve şarkı yazarıyım. Mustafa Kemal’in hayranıyım ve ben her zaman bir Kemalist oldum. Yaşam felsefemi hep Kemalizmi canlandırmak, onun kavramlarını yaşatmak üzere kurdum. Hatta daha ötesi, bunu bilmiyorken bile! Gerçekten Kemalizm senin içinde uyanan ve büyüyen bir ışık. Fransızlar Mustafa Kemal’i yeterince tanımıyorlar. Kemalizmin temellerini anladıktan sonra bilinçli bir insanın ona saldırması, ona karşı tavır alması mümkün değil. Onun hakkında olsa olsa saçmalıklar söylenebilir orta yere, o da cehaletten! Kemalizm evrensel bir değerdir. Kemal, Jean Jaures gibi barışçı, Jean Moulin gibi direnişçi, Nelson Mandela gibi hümanistti. Tarihte onun bir dengi yok! Bütün bu saydıklarım, onu bir Tanrı, ya da hepimizin üstünde bir varlık haline getirmiyor! Ama onun çizdiği yol gerçekten inanılmaz ve hepimize bir esin kaynağı oluşturmalı. 21. yüzyıl bakış açımız ondan esinlenmeli! Bana sorarsanız 21. yüzyıl sorunlarına yanıt Kemalizmdir. Laikliği bünyesinde taşıması, nepotizm veya kimseye karşı yeminli düşmanlık taşımaması, barışçılık, “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” (Loulou burayı Türkçe söylüyor) bunların her biri çözümün parçasıdır. Ben Kemalizmi tekrar gündemin problematiklerinin merkezine çekmek istedim.”

Bu son derece candan ve sempatik insan, sahnede rock müzik söylüyor, hem de Atatürk hakkında eşzamanlı olarak fotoğraf ve videolar göstererek! Hayranlarıyla fotoğraf çektiriyor hem de Atatürk flamasının önünde…

Türk Baba” başlıklı bir resimli roman var elimde. Senaryosunu yani hikâyesi ve metnini yazan Dedola, çizen Lelia Bonaccorso. Fenerbahçe televizyonunda 15 yıldır beraber program yaptığım sevgili Ferruh Tanay, bana bir yıl kadar önce Paris’ten hediye getirmişti. Çok zarif bir hareketti. İnsanlar böyle bir kitaba rastlayıp “Şu arkadaşımın ilgisini çekebilir” diye düşünür ama onu ender olarak satın alarak o yakınına hediye olarak götürür. Size bu çok ilgi çekici isimli romanın nasıl bugünü ve geçmişi harmanladığını anlatmayayım. İnanın çok güzel bir kurgu… Okumanızı isterim.

Sizin için bu satırları kaleme aldıktan sonra, uğraşarak sosyal medyadan Fransız yazar arkadaşımızı buldum. Ve hemen bir telefon randevusunda buluştuk. Aynen seyredenlerin videoda gördükleri gibi rahat samimi kompleksiz ne dediğini bilen bir insan! Kemalizmi keşfetmesi, neredeyse çocukluğunda, ergenlik çağında gerçekleşmiş. Atatürk devrimlerinin getirdiği her şeye bilinçli bir hayran. Mustafa Kemal’i “aşılamaz bir ufuk” olarak tanımlıyor. Loulou ile telefonda konuşurken ilk defa bir yabancıyla “Kemalist kardeşimle konuşuyor gibi” hissettim! Çok ilginç ve daha önce hiç tanımadığım bir duyguydu. Kemalizmin evrensel yansımalarını ilerleyen süreçte daha çok hissedeceğiz. Dedola’yı ikimize müsait olan yakın süreçte ülkemize konferansa davet ettim. Piramid Sanat’ta ilginç bir akşamüstü yaşanacağına şimdiden eminim.

Mümtaz Soysal: Unutulmaz değerimizin kaybı

Loulou, Kemalizmi Avrupa’da keşfetmeyi başaran bir aydınsa, hocaların hocası, anayasa profesörü Mümtaz Soysal da Mustafa Kemal’in ve Cumhuriyetin bize kattığı değerleri sol çizgiye en yakın kalarak bu ülkede en mükemmel şekilde taşıyan unutulmaz bir isimdi. Dün kendisini maalesef Zincirlikuyu’dan sonsuzluğa uğurladık. Cenaze yine Kemalist, sosyal demokrat ve sosyalist tüm isimlerin buluşma noktasıydı. Herkesin hemfikir olduğu nokta Mümtaz Hoca’nın ödünsüz saygın kimliği, ömür boyu işçi ve emek dostu ve savunucusu kalmış olması, rotasında hiçbir kırılmaya izin vermemesi, ciddiyeti, güvenilirliği, iyi insanlığı ve gülümsemesiydi. Mümtaz Hoca, ömrü boyunca sömürü düzeniyle, hukuk suiistimalleriyle, faşizmle, tehdit ve baskılarla, ezcümle bozuk düzenle savaşmış bir büyük değerdi. Siyasetin kirinden pasından yorulup kendi partisini de kurdu. Ancak dünya, onun hayal ettiği kadar saf ve iyi niyetlilere, temiz insanlara kucak açan bir yer olmaktan uzaktı. Şundan eminim: Bu sözler lafta kalmayacak ve sevgili Mümtaz Hoca kuşaklar boyu unutulmayacak… Emekçiler ve aydınlanmacılar onu hep yüceltecekler!

Devamını Oku

Trafik terörü ve otoritelerin acizliği

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Araba kullanmak halkımızın genel yapısına pek uygun bir faaliyet değil. Hele ki yağmur yağdığında…
Ülkemizde yollara çıkmak, harbe gitmek gibi bir şey!
Trafik terörünü anlatırken, izninizle önce şehir içinden başlayalım! 17 yıldır pek olumlu hareketine denk gelemediğim AKP hükümeti, bu seneyi beni şaşırtarak “Yaya Önceliği Yılı” ilan etti. Normalde her ülkede “yayalara saygı” nefes almak gibi bir şeydir. Ülkemizde ise direksiyonun başına geçenler, aslında hepimizin birer yaya olduğunu unuturlar ve yollardan yürüyerek geçenleri ezilecek sinek gibi görürler. Yaya geçitleri ise onların gözünde yayaların cezalandırılacağı noktalardır. Babamdan öğrendiğim en önemli şeylerden biri, yayalara göstermemiz gereken saygıydı. Yalnız durmak değil, aynı zamanda zarif bir el hareketiyle “Buyurun geçebilirsiniz” demek… İtiraf edeyim, ben bunu yaptığımda insanların belki dörtte biri, güvenip geçemiyorlar.

Magandaların seyir defteri
Yaya geçitlerinde yayaya yol vermek resmen ustalık istiyor! Deli gibi arkanıza yapışarak hızlı kullanan sürücüler, siz durup yol vermeye çalışırken ya size bindirecek gibi olurlar, ya solunuzdan yayayı hiçe sayarak tıraşlayarak geçerler ya da yolu bu münasebetsiz nezaketle tıkadığınız için hırıltılı kornalar çalarlar! İki seçeneğiniz olur: ya arabadan inip “Nedir derdin, yayalar ölsün mü, sokağa mı çıkmasınlar” diye sakin bir sesle sormak ya da bu saygısız ile sonu karakolda bitecek bir kapışmaya girmek! Geçen cuma günü, Beşiktaş Stadı’nın önündeki yaya geçidinde ben her zamanki gibi yol verirken, 34 TBP 97 (Hıncal Ağabey gibi hissettim kendimi!) plakalı taksi, yol verdiğim yayanın önünü keserek umursamadan solumdan basıp geçti!
Abdülkadir Günyaz, değerli bir sanat yazarımız. Etiler’de, karşıya geçerken “Herhalde kendini kovboy sanıyordu” dediği bir motosikletli onu ezip geçmiş, durmadan da kaçmış! Kafatasında kanama, travma, kırıklar derken Günyaz bir hafta ile atlatmış hastane süresini ve kurtulmuş. Başka motosikletli kovboylar da şehir içi bulvarlarda “aletlerini şaha kaldırarak” yaşamlarındaki kompleksleri topluma kusmakla meşguller… Aynen motosikletlileri taciz etmeyi bir yaşam tarzı haline getiren kimi taksiler ve kamyonlar gibi… Al birini vur ötekine! Ne şehir yolları motosikletlerin “rodeo” gösteri alanıdır, ne de motosikletliler diğer araçlardan daha az hakka sahip, beyinsizlerin saldırma hakkını kendilerinde gördükleri kurbanlardır!
Ders verdiğim Altınbaş Üniversitesi’nde bir el ilanı gördüm: Moda Tasarım öğrencisi İrem Uzer, hızla gelen arabanın çarpması sonucu yoğun bakıma alınmış. İrem hastanede iki ay kalmış, tesadüfen ölümden dönmüş. Kendisine çarpan “önemli aile” çocuğu, 16. vukuatından da hapse girmeden kurtulmuş. Kazanın videosunu seyrederseniz ağlarsınız. Bunlar, şansın yardımıyla canlı kalabilenler. Maalesef kaybettiklerimizin dökümüne ve ülkemizde yarattıkları yıkıma hiç girmeyelim. Bu makaleyi okuyan binlerce insanın yüreğini yakan kaç yeri doldurulmaz kaybımız var acaba?
Demokrasinin oturmadığı ülkemizde “çakar” kullanma yasağı da havada kalan bir duyurudur. Siz bu baskıya boyun eğip sağa çekmezsiniz, o siyah makam arabasından korumalar inip sizi en azından taciz edebilir. Çakar yasağı” haberi, bu aleti kullanma imtiyazı verilen “istisnalar”ı da içeriyor! Peki insanın, arabanın içindekilerin yetki belgesini sorma ve kontrol etme şansı var mı? Geçiniz!
Şehir içinde sürat yaparak turuncu, hatta kırmızı ışıkta geçenler, polisleri umursamadan üç araba yan yana park edip yolu tıkayanlar, hiçbir yol ağzında birbirlerine yol vermemeyi “erkeklik” veya “kadınlık” göstergesi sananlar, dar sokaklarda saatte 80’le gidenler, akar trafikte Fransızların “balık kuyruğu” dedikleri şekilde makas atarak trafiği birbirine katanlar, zincirleme kazaya sebep olanlar, Bağdat Caddesi’nde gece yarısı yarışanlar, hepsi kendilerini son derece dokunulmaz birer vahşi Batı haydutu hissediyorlar. Bu arada toplu suç işlemeyi kolay bir cezadan kaçış yöntemi olarak kabul edenler, “asker uğurlama” adı altında bir rezalete imza atarak büyük korna gürültüleriyle, polisleri de hiç umursamadan bütün kenti taciz ederek bazen de etrafı silah yağmuruna tutuyorlar. Bu arada “yol benimdi- senindi” kavgasından ötürü, arabasında bıçak, silah veya beyazbol sopasıyla gezen magandalar da, hiçbir ciddi ceza almadıklarından gayet rahatlar!
Tüm bunlara karşı ise otoritelerin alabildiği ’74ek önlem alkol ve kimlik kontrolü yapmak! Pes!

‘Azrailin büyükelçileri’
Uzun yolda, trafik polisi ve jandarmanın neredeyse tek yaptıkları şey, yolun çok rahat olduğu ve sürat tahdidinin mantıksızca düşük olduğu yollarda pusu kurarak sürücülere ceza kesmek, yola sinir küpü olarak devam etmelerini sağlamak! Araçların rahatça 150 ile gidebilecekleri noktalara 90 limiti koymak, ceza kesmek için pratik bir yöntem olabilir ama trafik kazalarını azaltıcı bir önlem değil. Bugünkü teknolojik imkânlarla, bu demode yöntemler yerine, mesela saatte 150 ile giderek önündeki arabanın 3 metre arkasında seyreden ve cezaya davetiye çıkaran tacizcilere karşı bir önlem almayı başarsalar veya virajlarda birbirleriyle yarışan TIR’ları, kamyonları engelleyebilseler, uyuyan otobüs şoförlerinin önlemini alabilseler, saatte 200’le makas atarak herkesi taciz edenleri durdurabilseler, o zaman kazalarda ciddi bir düşüş yaratırlar. Yoksa olsa olsa Hazine’yi mutlu eden uyduruk hız ve limitte alkol cezalarıyla, kendilerini tatmin ötesine geçemezler ve ölümlü kazalar giderek artar.
Lütfen bana kimse bürokratik yanıtlar vermeye kalkmasın: “Efendim bu bizim sorumluluk alanımız değil; her ilin valisinin, jandarmasının, il trafik polisinin sorunu…”
Benim devletten beklediğim, hiçbir faydası olmayan ve kazaları durduramayan bu yöntemlerin dışına çıkarak, uydularla yolları kontrol etmek, özel araçların veya insanların bu magandaları o gün o yolda bulunacak ekiplere kolaylıkla şikâyet etmesi için özel hatlar oluşturmak ve kaza olmadan engelleyebilmeyi sağlamak! Vatandaşların sağlığını ve can güvenliğini hiçe sayarak her yerde serserice araba kullanmayı gösteriş-erkeklik ve mafyalık sendromları ile harmanlayanlar, acilen yeni metotlarla hak ettikleri büyük caydırıcı cezaları ağır şekilde bulmalılar!

Devamını Oku

‘Ankara’da hâkimler var’ dedirtenler…

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Gerek başkanlık sisteminin, gerek yasama ve yürütmenin aldığı moral bozucu kararların dökümünü yapmaya kitaplar yetmez! Hazırlanan yargı paketinin yetersizliği de her gün muhalefet tarafından haklı olarak ifade ediliyor. Öte yandan ender de olsa, yargının değişik kademelerinde alınan kimi kararlar da tam tersine şaşırtıcı bir şekilde yüreğimize su serpiyor ve ünlü deyimle “Ankara’da hâkimler var” dedirtiyor! Bazılarını burada hatırlatmak istiyorum, çünkü adalete güvenimizi kaybetmememiz lazım; doğruya, dürüstlüğe ve hukuka yönelik taleplerimizin dayanışma içinde inatla sürmesi lazım!
– Bunların en önemlisi, Yargıtay’ın tutuklu yargılanan sevgili Cumhuriyet ekibi hakkında aldığı “Beraat isteme kararı” ve özellikle açıklanan detaylı gerekçeler. En çarpıcı olanlar: “Basın özgürlüğü, bilgi edinme, yayma, eleştirme haklarını içerir. Basın, hükümetin kararlarını halk adına denetler” ve “Mahkûmiyetin kesin bir ispata dayanması ve ispatın kuşkuya olanak vermemesi gerekir.” Sonuçta bu kararla gelen beraatlar gazetemiz açısından büyük bir nefes, tartışılmaz bir hukuki aklanma ve arkadaşlarımız adına mutluluk kaynağıdır.
– Bir başka güzel haber, ağustos ayında, Ankara 4. İdare Mahkemesi’nin TMMOB Şehir Plancıları Odası tarafından açılan davayla müzayede ile satışa çıkarılacak Atatürk Orman Çiftliği arazisi için yürütmeyi durdurma kararı vermesi olmuştu. Kararın gerekçesinde “AOÇ arazilerinde ticaret ve konuta izin verilemez, Atatürk’ün şartlı bağışına aykırı işlem yapılamaz” denilmişti.
– Yine ağustos ayında ombudsmanlık görevini sürdüren T.C. Kamu Denetçiliği Kurumu, FETÖ-PYD mensubu iddiaları yüzünden kamu görevinden ihraç edilen E.A. yaptığı itiraz sonucu kamu görevine iade edildi ve uzaklaştırma işlemine ait kayıtların hizmet cetveli, sicil hareketleri ve hizmet takip programlarından silinmesini istedi. Başvuruyu inceleyen KDK, E.A’nın talebini haklı buldu.
– Ankara Büyükşehir Belediyesi ile ODTÜ Rektörlüğü arasında imzalanan protokolün ardından 2017’de ODTÜ arazisindeki ağaçların bir gecede kesilmesiyle açılan yolla ilgili bir gelişme temmuz ayında yaşanmıştı. Yine TMMOB Şehir Plancıları Odası Ankara Şubesi’nin açtığı davada Ankara 9’uncu İdare Mahkemesi planların yürütmesinin durdurulmasına karar vermişti.
Şehir Plancıları Odası, “Hiçbir nesnel ve bilimsel gerekçe olmaksızın, gerekli analiz ve ön çalışma yapılmadan sadece noktasal olarak problemleri çözme amaçlı yol ve katlı kavşak projeleri sonucu ODTÜ ormanı zarara uğratılmış ancak hukuksuzluğu açık olan bir projeye mahkeme dur demiştir” ifadesini kullandı.
– AYM, hendek operasyonları sırasında “Barış Bildirisi” yayımlayan ve devletin katliam yaptığını söyleyen; bu nedenle görevlerinden uzaklaştırılan akademisyenlerin haklarının ihlal edildiğini açıkladı. “Başvurucuların altına imza attıkları açıklama gerçekten de toplumun büyük çoğunluğu için kabul edilemez bir içeriğe sahiptir. Terörle mücadele eden devleti, halka ‘katliam’‘kıyım’ ve ‘işkence’ yapmakla suçlayan bir açıklamaya katılmak elbette mümkün değildir. Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesi’nin hiçbir şekilde içeriğine katılmadığı sözler de ifade özgürlüğü kapsamında kalabilir” gibi dikkat çeken ifadeler kullandı. AYM ayrıca “İfadelerin doğru ya da rahatsız edici olması belirleyici olamaz/Operasyonlar hakkında yorum yapılması normal karşılanmalıdır/ Ağır eleştirilere daha fazla tahammül edilmesi gerekir/Cevap olarak ceza verilmemesi gerekir” şeklinde yorumlara da yer verdi.
– Üç yıl öne Beyaz Show’daki konuşmasında, “terör propagandası yaptığı” gerekçesiyle 1 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılan tutuklu öğretmen Ayşe Çelik hakkında AYM’nin hak ihlali vermesi de yine demokrasiyi koruyan kararlardan biri. AYM, öğretmen Ayşe Çelik hakkında ifade özgürlüğü ihlali ile 5 bin 500 TL tazminat ödenmesine karar vermiş ve tahliye etmişti.
– Asgari ücretin yanı sıra performans ücretinde de eksik ödeme yapılması üzerine işverenin kapısını çalan bir işçi, eli boş dönünce 3. İş Mahkemesi’ne gidip kıdem tazminatı ve fazla mesai ücretlerinin ödenmesini talep etti. Mahkeme, davacı işçiyi haksız buldu. Ama Yargıtay 22. Hukuk Dairesi emsal bir karara imza attı: 4857 Sayılı İş Kanunu’ndaki, “Her türlü işte uygulanmakta olan çalışma sürelerinin yasal olarak daha aşağı sınırlara indirilmesi veya işverene düşen kanuni bir yükümlülüğün yerine getirilmesi sebebiyle ya da bu kanun hükümlerinden herhangi birinin uygulanması sonucuna dayanılarak işçi ücretlerinden her ne şekilde olursa olsun eksiltme yapılamaz” hükmüne detaylı olarak dikkat çekildi. Kararda şu gibi ifadelere yer verildi: “İşçinin açıkça onay vermediği esaslı değişiklikler işçiyi bağlamaz. İşverenin herhangi bir sebeple tek taraflı olarak işçinin ücretinde ya da ücret nevinden bir alacağında indirime gitmesi mümkün değildir.”
– Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 17-25 Aralık operasyonlarının yaşandığı dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın yöneticisi olduğu TÜRGEV’i “rüşvet havuzu” olarak nitelendiren CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na üç ayrı davada verilen toplamda 27 bin 500 TL tazminat cezasını bozdu. Kılıçdaroğlu’nun dile getirdiği iddiaların “kamusal çıkarlarla ilgili olduğuna” dikkat çeken Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, gerekçesinde açıklamaların “ifade özgürlüğü sınırları içerisinde kaldığını” bu nedenle davaların Kılıçdaroğlu lehine reddedilmesi gerektiğini vurguladı. Yargıtay, ayrıca TÜRGEV’in açtığı ancak Kılıçdaroğlu’nun kazandığı iki davadaki kararları da onadı.
– Bir başka konu, Sayıştay’ın denetim raporlarını kaleme alan müfettişlerin cesur ve gerçekçi bir üslupla Saray başta olmak üzere, ülkede yapılan usulsüz ve abartılı harcamaları dile getirebilmeleri (Örnek: Gazetemizin dünkü manşeti, Saray’ın günde 4,5 milyon TL’yi bulan harcamaları). Bunlar demokrasi ve Cumhuriyetin temel direnç noktaları!
Sonuçta biliyoruz ki bunlar bizleri mutlu eden ve demokrasinin yaşadığını gösteren ender kararlardan bazıları! Ama bunların varlığı, hak-hukuk-adalet yürüyüşlerindeki kararlı duruşun yansıması ve umut saçarak devam etmesi açısından son derece önemli!
Bu nedenle artık başta Eren Erdem, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş davalarında ve demokratik çözüm bekleyen onca başka davada, bu hukuk devleti yansımalarını ve sonuçlarını artık görebilmek için ciddi bir yargı reformu vakti geldi…

Devamını Oku

BELEDİYELERDE TÜTEN DUMANLARA ÖRNEK TEPKİLER!

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Günlerdir gündemi, CHP belediyeleri içerisinde yapılan hatır ve özellikle akraba, eş, oğul, kardeş atamaları oluşturuyor. Burada isimlerle örneklendirilmiş hatırlatmalar yapmayacağım. Zaten yeterince yazılıyor, çiziliyor. Bunları okuduğumda, üzülüyorum. Ama bu tartışmaların yol yakınken ortaya çıktığına da çok mutluyum. CHP altyapısı ve üst yönetiminin de basınla aynı anda gereken tepkiyi vermiş olmaları, çok önemli bir refleks kanıtı.

CHP, unutulmaz bir atılımla, 1994’ün rövanşını çeyrek asırdan sonra alarak siyasi tarihimize bir damga vurdu.

Gazetelerin manşetlerine yansıyan bu defolu atamalar, solun iç muhasebesi ve kendisiyle hesaplaşması. AKP’nin buradan nemalanabileceği pek bir malzeme yok. Çünkü AKP’nin tüm varlığı bu akraba, eş dost, yakın aile efradının uygun yerlere yerleştirilmesi üzerine kurulu. Dün Sözcü Gazetesi, Aile eski Bakanı Fatma Betül Sayan’ın çeşitli yerlere en üst düzeylerden atanmış 3 kardeşinin dökümlerini ve buna benzer diğer milletvekillerinin aile efratlarına yönelik “becerikli sevgi ve ilgi kanıtlarını” ortaya koyan bir haber kullanmıştı, “Bunlar da AKP’nin atamaları” başlığıyla, “bakın yalnız CHP’de olmuyor, işte AKP’de de var” diyerek hatırlatmış oluyordu Sözcü. İyi de bence ancak tersinin haber değeri olabilirdi: “Bakın AKP’de şu belediyelerde, şu isimlerde hiçbir yakın ataması yoktur” diye bir haber olsa çok daha ilgili okurdum. Çünkü Cumhurbaşkanı’nın kızı ve damadından başlayarak, mahdumların vakıflarına ve onlara sürekli tahsis edilen belediye arazilerine kadar, AKP bu dallanıp budaklanmalar üzerine kurulu! Dolayısıyla hiçbir yandaş basın kalemşörünün zaten bu konularda ağzını açacak hali yok! Aynen AKP milletvekillerinin susmak ve izlemekten başka seçenekleri olmadığı gibi! Hiç kimse, yarın öbür gün Kılıçdaroğlu’nun yeniden gündeme getirdiği “Etik-siyasi ahlak yasası”nın Parlamento’da alkışlar arasında kabul edilmesini beklemesin!

Ama CHP, bir AKP olmadığı için bu haklı tepkiler, daha baştan bu sorumsuz işaretlere dur demiş oldu. Bunda yarar var, çünkü SHP döneminde 1989 zaferinin, nasıl 5 yıl sonra bir acı mağlubiyete dönüştüğünü ve İSKİ skandalının en az 10 yıl nasıl ağır bir iz bıraktığını hepimiz hatırlıyoruz.

Şimdi eş dost atamaları dışında ülkemizin 3 büyük ili haricindeki önemli noktalardan tüten dumanlar, bazı ilçe başkanlarını yok sayan bazı Büyükşehir Başkanları ve bunun ötesinde bazı özel hayat dedikodularına işaret ediyor. Ben de duyarlı başka arkadaşlarım gibi uyarmak istiyorum. Bu yıl yaşanan CHP ve “muhalefet koalisyonu” çıkışı, iyi değerlendirilirse, gerek Parlamento, gerek başkanlık seçiminde muhalefet önemli bir başarı devamını yakalayabilir. Ama tersine, bu fırsat değerlendirilmezse, CHP bir dahaki genel ve başkanlık seçimlerinde umut olamadan sahnede iddiasını önden kaybeder.

Parti’nin özeleştiri yaparken “Biz nasıl bu hatayı yaptık?” diye ciddi olarak bir sorgulama yapması lazım. Acaba AKP’nin açtığı yoldan kötü örnekleme ile bir kopyacılığa mı girildi? “Nasıl olsa bu tip olaylar artık Türkiye’de normal karşılanıyor AKP yapıyorsa biz neden yapmayalım?” diyen farklı bir sosyal demokrat kuşak mı yetişti? CHP’liler şayet izlenecek örnek arıyorlarsa, İsmet İnönü’yü veya Ahmet Necdet Sezer’i hatırlasınlar, yanlış ufuklara bakmak yerine…

KÜLTÜR VE LİYAKAT!

Liyakat. Son derece önemli diyor herkes. Ne kadar uygulanıyor, bilemiyorum. “Şu arkadaş eskiden beri benle çalışıyor, onu da kültürün başına atasak ne olur ki?” tavrı, pek hayra alamet değil. CHP, kültürle olan ilişkilerinde, maalesef sınıfta kalmayı seven bir yapıya sahip. Şöyle izah edeyim, mesela dışişleri masasına, partinin uygun göreceği donanımlı, deneyimli eksper bir emekli büyükelçi seçme konusunda fazla hata yapılmaz ama kültür genellikle “Ne yapsak olur, abartmamak lazım çok da önemli değil aslında, kimi koysak götürür o işi” mantığıyla geçiştirilen bir alan olarak kalır… Örneğin, bu konulardaki özeni ve sanatçılarla ilişkileri mükemmel düzeyde olan Ercan Karakaş’ın artık kültür konusunda muhatap alınmaması düşündürücüden öte üzücü! İşte buyurun size liyakat örneği! Sizin ister Genel Merkez’de, ister büyük belediyelerde kültür konusunda kullanacağınız isimlerin mesela Karakaş seviyesinde veya onun tavsiyeleri, yorumları ve çevresinden geçmiş insanlar olması lazım. Ama bunun bile yapılabilmesi için, Genel Merkez’in neden Karakaş’ın görevine devam etmediğini ve yerine kimin niçin atandığını veya neden kimsenin atanmasına bile lüzum görülmediğini açıklaması lazım. CHP, bugüne kadar sanatçılardan çok destek gördü ve görmeye devam ediyor, gerek kurumsal olarak gerek bireysel olarak. Ama bu sevgi, özen ve ilgi karşılıksız kalmamalı, “Bu arkadaşlar zaten yanımızda” şeklinde bir umursamazlığa girilmemeli. Gerek kültür konusunda yapılacak her atama, gerek kültüre alışıldık festival açılışları ve resepsiyonlar ötesinde ayrılacak çok ciddi bütçeler ve iddialı evrensel boyutta projeler hızla gündeme alınmalı.

SONUÇ:

Gerek İmamoğlu rüzgarı, gerek yerel seçimdeki yurt çapında genel başarı, şu son günlerde su yüzüne çıkan bu kötü haberler, alakasız atamalar, “yaptım oldu”larla gölgelenmemeli…

Her CHP’linin “Onlar yeteri kadar yedi, şimdi sıra bizde” yaklaşımından büyük dikkatle uzak durması lazım. Şimdi liyakat, etik, ahlak, mantık egemen olmalı. Örneğin tabii ki geçmişte CHP’li diye üzeri çizilen şirketler ihalelere eşit şartlarda girmeli ve en iyi teklifi verdiyse almalı veya ülkenin farklı yerlerinde eğitimde laik ve Atatürkçü olduğu için dışlanmış dernekler, vakıflar, kurumlar kişiler, tabii ki artık bu negatif ayrımcılıkla muhatap olmamalılar ve herkes hak ettiğini almalı!

Gerek parti gerek belediyelerimiz, atamalarda da, seçimlerinde de, ihalelerde de, yeni imtiyazlılar sınıfı yaratmadan, hak edenlere doğal sosyal demokrat felsefeler doğrultusunda hak ettiğini vermeli.Toplum bu şekilde CHP’nin hak-hukuk-adalet yürüyüşlerinin Atatürkçü ve sosyal demokrat pencereden nasıl topluma yansıdığını inandırıcı bir şekilde yaşamalı.

Devamını Oku