İKTİDAR SAVAŞI VE PROPAGANDA

0

BEĞENDİM

ABONE OL

İnsanlık tarihi; iktidar için güç ve yetki sahibi olanlarla, olmaya çalışanlar arası çatışma ve güdülen geniş halk yığınları ilişkisine dayanır. 

Dünya’da olduğu gibi Türkiye’de kapsamlı bir şekilde propaganda faaliyeti yürütülmektedir. İktidarıyla muhalefetiyle hemen her yöntem uygulanmakta her türlü delil, belge, bilgi kamuoyuna sunularak kitlelerin kanaat ve düşüncelerine etki edilmeye çalışılmaktadır. Medya aracılığıyla insanların düşüncelerini şekillendirmeye istenilen konulara odaklanmalarını sağlayacak yöntemler uygulanmaktadır.

Propaganda; bir topluluğun düşüncelerini, duygularını, davranışlarını, tavır ve hareketlerini etki altında tutmak ve onları değiştirmek amacıyla yayınlanan bilgi, belge, doktrin ve görüşlerdir. Amaç; propagandayı yapana doğrudan veya dolaylı fayda sağlamadır. Bununla birlikte propaganda ile hasım grubu ekonomik ve politik yalnızlığa itmek amaçlanır.

Bir savaşta nihai zafer, düşmanın yenilgiyi kabulüne bağlıdır. Yenilgiyi kabul etmeyen düşman, ileride tekrar sorun oluşturacaktır. Düşmanın moral gücü olan maneviyatının çökmesi, ancak psikolojik savaş yöntemi olan propaganda ile mümkündür.

Türkiye; son derece önemli bir coğrafyada bulunmaktadır ve bu yüzden destabilize edilmek istenmesi doğaldır.

Propagandanın cephanesi; söz ve kelimelerdir. En güçlü silah, zamanı gelmiş fikirdir. Propaganda yöntemi, gelişigüzel sarf edilen sözler değildir. Üzerinde çok uzun düşünülmüş, zaman ve zemin iyi hesaplanmış, şekil ve ölçüsü doğru belirlenmiş ve hedef kitlesi tayin edilmiş bir faaliyettir.

Türkiye’de iktidar kavgasında, bu tür psikolojik harp argümanları devreye girmektedir. Psikolojik savaşın önemli yöntemi propagandanın farklı türleri vardır.

Beyaz propaganda; Açık biçimde yapılan bir propagandadır; kaynağı bellidir ve kendisini tanıtmak ister. Açık ve şeffaftır. Doğruluğa önem verilir. Yalan kullanılırsa geri teper, güveni sarsar. Karşı tarafın fikirlerini çürütür, taraftarlarını azaltır. Doğru, açık ve şeffaf propaganda kitlelerde güven uyandırır. Beyaz propagandanın zayıf tarafı, yayılma menzilinin sınırlı olmasıdır. Serbestçe dolaşamaz. Düşman kendini korumak için karşı propaganda imkanlarını hemen kullanırsa tehdit ve bozulmayla sonuçlanabilir. Yapılan propaganda hakkında toplumda şüphe uyanıyorsa, silah geri tepmiş olur, güven zayıflar.

Beyaz propagandanın malzemesi haberlerdir. Hasım tarafın hatalarını, suiistimallerini malzeme olarak kullanırlar. Bu malzemenin ne zaman, ne şekilde, nasıl ve hangi ölçüde kullanılacağı planlanmalıdır. Psikolojik savaşın hedefi, kalenin zayıf yönünü iyi belirleyip o hedefe ısrarla ve tekrarla atışlar yapmak, sonuç olarak direnci zayıflatmaktır.

Zihinlerde açılan gedik büyütülecektir. Bunu sağlamak için beyaz propaganda yönteminde belirlenen hedefi, binlerce kez tekrarlamaktan kaçmamak gerekir. Eğer beyaz propagandaya maruz iseniz; sabırla ve ısrarla zihinlerde oluşan gediği kapatacak söz, davranış ve eylemlerde bulunmalısınız. Propagandada kullanılan yanlış bilgilerle ilgili şüpheler, karşı propaganda şeklinde ısrarla anlatılmalıdır.

Gri propaganda; Psikolojik savaşın önemli propaganda unsurlarından birisi olan bulanık bir propagandadır. Burada kaynak belli değildir, doğruluğu kanıtlanamaz. Yalan veya iftira olduğu da kesin değildir. Gri propagandanın ana malzemesi rivayetlerdir. Çalışma tarzı açık propaganda gibi sınırlı değildir, aşağıda tanımını vereceğim kara propaganda gibi serbesttir.

Güçlü yönü, muhatap tarafında iyi kabul görmesidir. İnsan üzerinde propaganda hissi doğurmaz. Propagandayı çıkaranlar belirsiz olduğu için, gri propagandada en heyecanlı konular kullanılabilir. Doğru bir olaya on tane yalan sokulup muhatabı küçük ve gülünç duruma düşürmek amaçlanır. Senaryo iyi yazılmışsa eğer rivayetler dilden dile dolaşır.

Gri propagandanın amacı, kusurlu, noksan ve belirsiz bir şeyi, tam ve yeterli göstermek olabilir. Akis de olabilir. Tam, yeterli ve açık olan bir şeyi şüpheli göstererek gölgelendirmek, değerden düşürmek amaçlanır. Her türlü çelişki bu yöntemde ustaca kullanılır. Çelişki yoksa bile, varmış gibi davranılır. Böylece zihinlerde istenen soru işareti uyandırılır.

Bu gerçekler ışında Türkiye’de olan bitenleri de siz yorumlayın olmaz mı?

Günün Sözü: Her söylenene inanma, düşün değerlendir ve kanaat sahibi ol.

Nurullah AYDIN

 

Devamını Oku

SİYASAL/EKONOMİK ŞEKİLLENDİRME 

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Belli odakların emireri olarak planlandığı gibi gücü/yetkiyi ele geçiren bir kesim diyor ki; artık kabul edin. Atatürk Cumhuriyet rejimi bitti, parlamenter sistemini yargı bağımsızlığını kuvvetler yarlığını hukukun üstünlüğünü, ifade ve düşünce özgürlüğünü unutun. Tek ses, tek yönetim tek oligarşik yapıya göre düşünmeye, yaşamaya alışın.
 
Bazıları da diyor ki; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel yapısında, niteliklerinde ve işleyiş şeklinde yapılan anayasal değişiklikler, tekil devlet yapısını, bu yapının üzerinde durduğu, ulus devlet yapısını, laik devlet yapısını bozmuştur. Türkiye; sınırları tartışmaya açık bir ülke konumuna sokulmuştur. Cılız muhalefet olarak varlığımızı sürdürelim. Bir kesim de diyor ki; yapılması gereken yapılacaktır. Ancak varolan muhalefetle olmaz, olamayacağı ortaya çıkmıştır. 

Küresel güçler; güvenlik ve refah içinde yaşayabilmek için, ilgi alanlarındaki ülkelerin konumunu, varlığını, izledikleri politikayı, uyguladıkları stratejiyi, ulusal çıkarlarına göre değerlendirerek hareket ediyorlar!.. Bu değerlendirme sonucunda bazen bir ülkenin siyasal açıdan yeniden şekillendirilmesi de bir hareket tarzı olarak ortaya çıkabiliyor!.. Bu yoldaki girişimler, siyasal şekillendirme hareketini oluşturuyor.

Siyasal şekillendirme; bir ülkenin yönetim şeklinin, siyasal, sosyal ve ekonomik yapısı’nın ve sınırlarının değiştirilmesini kapsıyor.

Siyasal şekillendirme bugün Avrupa’dan Ortadoğu’ya, Ortadoğu’dan Türkiye’ye kadar her yere uzanıyor.
 
Avrupa’yı şekillendirme girişimleri

Avrupa’da tarihin her döneminde var olan siyasal şekillendirmenin ilk kapsamlı örneği, 1648’de Vestfalya Antlaşması ile yaşandı. Antlaşma , Avrupa’da ulus devlete geçiş sürecini hızlandırdı!.. 1815’te toplanan Viyana Kongresi , Avrupa’da Napolyon ‘un bozduğu siyasal resmi tekrar oluşturma kararı aldı!.. 1878 Berlin Antlaşması , Osmanlı’nın Avrupa’daki yaşam alanını sınırlandırdı!.. 1920 Versay Antlaşması Birinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya’yı yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya bıraktı!.. St. Germain, Trianon, Neully antlaşmaları, savaş sonrası Avrupa’da yeni sorunlara yol açtı!.. Sevr Antlaşması Osmanlı İmparatorluğu’nu parçaladı. Türk Milletinin yaşama hakkını elinden almaya kalktı. 

1939’da Avrupa’yı işgale kalkışan Hitler, kıtada birçok ülkenin toprağını Almanya’ya kattı.

1945’te savaş sona erdiğinde, Avrupa’da ABD ve SSCB nüfuz alanları ortaya çıktı. Demirperde gerisindeki devletler Sovyetler’in gölgesinde kaldı. Bu resim Soğuk Savaş dönemini başlattı. 

XX. yüzyılın son çeyreğinde SSCB dağıldı. Doğu Avrupa ülkeleri Sovyet baskısından kurtuldular. İki Almanya birleşti. Avrupa daha istikrarlı bir siyasal yapıya kavuştu. Yugoslavya’nın parçalanması ve Balkanlar’da ortaya çıkan anlaşmazlıklar bir yana bırakıldığında, XX. yüzyılın sonunda Avrupa’nın siyasal resmi, Avrupa Birliği ile büyük ölçüde tamamlanmış oldu.

Ortadoğu’yu şekillendirme girişimleri

Ortadoğu’da ilk büyük siyasal şekillendirme girişimi Birinci Dünya Savaşı’yla başlamıştı!.. İngiltere ve Fransa ulusal çıkarlarını gerekçe göstererek 1914’ün sonunda Ortadoğu’yu işgal ettiler. Savaş sonrasında bölgede Osmanlı toprakları üzerinde, halkı Araplardan oluşan 11 ayrı devlet kurdular. 

İkinci girişim, Arap-İsrail Savaşları sonrasında yaşandı (1948-1973). Batı bloku bir anlamda İsrail’in varlığıyla Ortadoğu’ya taşındı. 

Son girişim ise 2003’te ABD’nin Irak’ı işgal etmesiyle başladı. Aslında bu çok önceden tasarlanmış bir hareketti. İşgal; Fas’tan Çin sınırına kadar uzanan alanda, 22 ülkenin siyasal ve ekonomik coğrafyasının değiştirilmesi” olarak tanımlanan bir projeye göre gerçekleştirilmişti. 

Projenin esas amacı, bölgenin ekonomik kaynaklarından yararlanmak ve Ortadoğu kaynaklı teröre mani olmaktı!.. Büyük Ortadoğu Projesi adı verilen bu projedeki ülkelerden biri de Türkiye idi. 

Türkiye’yi şekillendirme girişimleri

Türkiye; Mısır ve İran ile birlikte, Ortadoğu’da dengeyi sağlayan, bölgesel güç niteliğindeki üç ülkeden biriydi. Projenin yaşama geçirilmesinde ve sürdürülmesinde etkin rol oynayabilecek konumdaydı. Eğer Türkiye şekillendirilebilirse projedeki diğer ülkeler için de bir model yaratılmış olacaktı. 

Avrupa Birliği de ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ne onay veriyordu. Çünkü AB ve ABD’nin amaçları çoğu yerde örtüşüyordu. Hedef Türkiye’yi şekillendirmekti. Eldeki olanaklar ise Türkiye’nin AB üyeliği, Ilımlı İslam ve Bölücü/ayrılıkçı hareket idi!..

Siyasal şekillendirme Türkiye’de bugünkü iktidarın ilk 5 yıllık döneminde ivme kazandı. ABD katkılarıyla yaygınlaştırılan dinsel kökenli siyasal hareket, yani Siyasal İslam,  Türkiye’nin siyasal açıdan şekillendirilmesi ve laikliği aşındıran Ilımlı İslam’a geçilebilmesi için elverişli koşullar yarattı. 

Hareketin ideolojisinde yer alan ulusalcılık karşıtlığı, ABD ve AB’nin isteklerinin hükümet tarafından kabul edilmesine olanak sağladı!.. Siyasal iktidar, AB ve ABD’den sağladığı kapsamlı destekle, Türkiye’de Cumhuriyetin temel değerlerini ve Cumhuriyetin kazanımlarını savunan kişi, kurum ve kuruluşları karşısına aldı, zaman içinde komplolarla kumpaslarla tasfiye etti. 

Gelinen nokta

Türkiye bugün uluslararası boyutta siyasal şekillendirme girişimlerine hedef olan bir ülke durumundadır. Türkiye’de; demokratikleşme, değişim, reform, yeniden yapılanma olarak adlandırılan bir dizi değişiklik faaliyetinin ardında, dış kaynaklı siyasal şekillendirme yürütülmektedir. 

Türkiye’yi değişik alanlarda etkileyen bu girişim, devlet yapısı yanında toplum dokusunda da kapsamlı değişiklikler getirmiştir.  Anayasadan, ülkenin yönetim şekline kadar; hukuk sisteminden eğitim sistemine kadar her alanda geniş boyutlu değişiklikler sürmektedir. 

Günün Sözü: İstediğini düşünebilirsin ancak yapmaya karar verdiğini iyi düşünmelisin.

Nurullah AYDIN

Devamını Oku

ABD-NATO VE TÜRKİYE 

0

BEĞENDİM

ABONE OL

ABD-NATO VE TÜRKİYE 

Atatürk’ün bağımsızlık temeline dayalı stratejik dış politikasını tersyüz etmiş ve ABD ile askeri ve eğitim 1939, 1947 anlaşmaları imzalanmıştı. Osmanlıyı parçalayan, Balkanlarda, Ortadoğu’da milyonlarca Türkü katleden, yakıp yıkan, işgal eden İngiltere ve Fransa ile anlaşmalar yapılmıştı.

1946 yılında 16 subay NATO eğitiminden geçirilmek üzere ABD ye gönderilmişti.
1950 yılında iktidara gelen Menderes ile de NATO ya girebilmek için orduda ABD karşıtı subaylar, generaller tasfiye edilmiş, ABD’ci komuta kademesi oluşturulmuştu.

Kore’ye asker gönderilerek yüzlerce askerin kaybı karşılığı NATO’ya girilmişti.

NATO Gladiosu oluşturulmuş, Türkiye’deki Amerikan karşıtı unsurlara karşı gayrinizami savaş teknikleri ile operasyonlar düzenlenmişti.

İstihbarat örgütü MAH, ABD ve İsrail istihbaratınca düzenlenmiş, eğitilmiş ve iç içe geçen yapı oluşturulmuştu.

Menderes iktidarına karşı Ordu içinde huzursuzlukların artması üzerine ABD, Gladio ile asker içi örgütlenme sağlanarak darbe yaptırılmıştı. Heyecanlı coşkulu bağımsızlıkçı subaylar da bu anaforun içine girmişti.

Türkiye, Şubat 1952’de NATO’ya girdi. Sadece 7 ay sonra, NATO, üsler kurdu.
1962’de Küba krizinde, ABD, Türkiye’de nükleer başlıklı Jüpiter füzelerini yerleştirmişti.
NATO Güneydoğu Kara Kuvvetleri merkezi İzmir’e taşındı. İzmir’e NATO Hava üssü kuruldu. Libya katliamlarını yapan hava harekatı, İzmir merkezli yürütüldü.

İzmir’de dağın içinde devasa büyüklükte bir NATO’nun Savaş Karargâhı, üssü var. Karargâh dağın altında. İçi şehir gibi, nükleer saldırıya dayanıklı, birkaç yıl yetecek kadar yiyecek stoku var. Spor salonları, atış poligonları var. Dağın içinde galerileri geniş, asansörler ve kapılar sensörlü. İzin aldığında bile bazı bölmelere girilebiliyor. Fotoğraf-video yasak. Komuta merkezi, uzay üssü gibi. Gökyüzünü tarayan radarları, İzmir limanının derinliklerini, akıntılarını gösteren zemin haritası var

1911 yılında Osmanlı-Türk toprağı olan Libya’nın işgali üzerine Mustafa Kemal dahil Türk askeri İtalyan işgaline karşı savaşa gittiler. Batı emperyalizmine karşı mücadele eden Türkiye yüzyıl sonra 2011 yılında bu kez haçlı-Batı emperyalistleriyle birlikte olup Libya’da katliamda ve kentlerin yakılıp yıkılmasında rol aldı.

Ecdadın tarihi çizgisine, kimliğine yani mazlumun yanında yer alıp zalimle mücadele anlayışına zıt bu ihaneti, tarihte affetmeyecek, Türk Milleti de affetmeyecektir.

Bakın; Türkiye’de örtülü ABD işgal üsleri nerelerde:
* Ankara, Karamürsel, Sinop, Hakkari, Hatay, Erzurum Kargapazarı; dinleme üsleri.
* Ankara Cevizlibağ, Elmadağ, İstanbul, İzmir; dinleme ve harekat merkez üsleri.
* Adana-Hatay Toroslar; CIA, Gladio eğitim üssü.
* Tekirdağ Çorlu Havaalanı; Lojistik destek üssü.
* Konya; AWACS erken uyarı uçakları bu üste.
* Gaziantep-Batman Havaalanı; Lojistik destek amaçlı havaalanları. Heronların üssü.
* Sabiha Gökçen Havaalanı; Lojistik destek havaalanı.
* Mersin Taşucu Limanı; Limanda liman ve helikopter pisti var.
* İskenderun Limanı; Türkiye’nin en geniş konteynır alanına sahip bulunuyor.
* Adana İncirlik; Nükleer bombaların yer aldığı, ABD’nin bölgedeki tek harekat üssü.
* Diyarbakır; Hava üssü, NATO askeri var.
* Şırnak-Silopi; Lojistik depolama yeri.
* Mardin; İncirlik Üssü’ne ve İskenderun’a gelen ABD asker ve teçhizatları için geçiş yeri.
* Şanlıurfa; yakıt ikmal üssü.

İşbirlikçiler için, Batı-haçlı savaşlarını sürdürenlerin dostu derken, boşuna mı diyoruz.
Bir de siz düşünün olmaz mı?

Günün Sözü: Kişinin söylediğine değil de icraatlarına bak kim olduğunu anlarsın.

Nurullah AYDIN

Devamını Oku

SOYTARILARIN MUHBİR ÇETELERİ 

0

BEĞENDİM

ABONE OL

SOYTARILARIN MUHBİR ÇETELERİ 

Siyasi ayrışmalar, çıkar ilişkileri, planlı programlı stratejik dış güç oyunlarıyla Türkiye belirsizlik içinde. Kimisi kriz, kimisi kaos, kimisi iç savaş, kimisi felakete doğru derken bir kesim ise herşeyin iyiye gittiğini söyleyebiliyor. Aksini ifade edenlere ise konuşma hakkı halkı bilgilendirme hakkı, yaşam hakkı ne yazık ki verilemiyor. Bir kesime göre bürokrasi, güvenlik yargı başta olmak üzere devlet kurumları tahrip edilmeye devam ediyor. Siyaset alanı ise cılız seslerle varlar. 

Türkiye ve bölge ateş altında.. Birileri vatanseverlere çamur atmakla meşgul..

Kimi İslam’ı, kimi özgürlükleri, kimi etnik kimlikleri istismarla meşgul. 

Osmanlı çöküş döneminde de başrol oynayan İngilizler ajanlarıyla; işgale karşı mücadele eden başta Mustafa Kemal olmak üzere vatanseverlere çamur atma ve itibarsızlaştırma çabasına girişmişlerdi. 

Ne ilginç bugün de; İslam’ın sevgi, barış, kardeşlik, eşitlik, özgürlük özelliklerini bir tarafa bırakıp yalancılığı, hırsızlığı, vahşeti, katliamı çağdışılığı benimseyenler var.
 
Aynı şekilde Atatürk’le alakaları olmayan ama kendilerine Atatürkçü diyerek kirli kimliklerini gizleyen İngiliz kökenli, İngiliz istihbarat eğitimi alan ajanlar, itibarsız soytarılar; Türk Milleti-vatan-devlet-bayrak-bütünlük-çağdaşlık mücadelesi verenlere karşı aynı ihanet iftiralarıyla meşguller. 

Onlar ki; şikayet eder, iftira atar, hakaret eder.

Onlar ki; güven duyulan saygın insanları küçük düşürtmekten zevk alırlar.

Onlar ki; yalan söylemekten gerçek dışı yazmaktan, aldatmaktan kandırmaktan haz duyarlar.
 
Rekabet, kıskançlık, güç yetki elde etme isteği, popüler olma, ciddiye alınma, gündemde kalma isteği; iftira atma alışkanlığını artırıyor. Kavram karmaşası yaratma mekanizması işlemeye başlıyor. Ortaya atılan iddialar, sapla samanı iç içe geçiriyor.

Kıskançlık hastalığına yakalananların göstermek istedikleri kendilerini gündemde tutmaktır.

 Oysa komik duruma düşerler. Alay konusu edilirler farkında değildirler.

TDK’ye göre komploculuk, ‘bir kimseye, bir kuruluşa karşı toplu olarak alınan gizli karar, gizli düzen’ anlamına gelmektedir.
 
Bu bir komploculuk hastalığıdır. Bu hastalığın ulaşacağı sonuç, kendi sorunlarının suçlusu olarak gördüklerine karşı sürekli kin ve öfke duymak, hırçınlaşmak ve gizliden gizliye çaresiz ve ezik bir ruh haletine bürünmektir.

Eğer bir yerde komplo var ise orada dürüstlük, ahlak, hak, adalet yoktur.

 Üreten, dürüst, namuslu, ahlaklı kişileri suçlayarak zan altında bırakmak, komplocuların kişisel tatmin yoludur.

İftiracı komplocularda; ruhsal bozukluk, kişilik bozukluğu vardır. Şikayet etmek, suçlamak, iftira atmak, başarı karşısında eziklik duyanların yoludur.
 
Kimler iftira atar?

Çamur at izi kalsın anlayışı ile;

– itibar kazanmak isteyenler

– adam yerine konulmak isteyenler

– bağlı oldukları merkezlerin direktiflerini yerine getirmeye çalışanlar-

– saygın kişilerin sırtından gündemde kalmak isteyenler

– lekeli ve özürlüler

– itibarı saygınlığı kalmamış olanlar

– ciddiye alınmayanlar

– popüler olmak isteyenler

 yazılı ve görsel medya yanında internet medyasında da yer alıyor.
 
İnternet fareleri işbaşındadır.

Karanlık dehlizlerde görevlendirilenler, yaşam alanları olan lağımlarda zehir üretim odaklarında aldıklarını görevleri gereği kusuyorlar.

Bu kişilerin yaptığı; bağlı oldukları merkezlerin direktifleri doğrultusunda iftira atarak adam yerine koyulma çabalarıdır. Yaptıkları itibarsızlaştırma ve değersizleştirme operasyonudur. 

Aciz ve zavallı kişilerin, düşünceleri fikirleri olmayanların, alternatif fikir üretemeyenlerin yapacağı aciz bir tavırdır.

Yıpratıcı, sindirici sözler söyleyenler, yazılar yazanlar bir tezgahın parçalarıdır.

Yalan yanlış bilgilerle çamur atanlar bir süre sonra kendileri o çamurun içinde boğulurlar.

Üretken duyarlı olan kişilere çamur atmayı kendine alışkanlık edinmiş biri ile muhatap olmanın anlamı yoktur.

Yine yalakalıkla bir şey elde edemeyenlerle muhatap olmanın anlamı yoktur.

Yine popüler olmak isteyen birinin suçlamalarını cevap vermeye değmez.

Yine kişiliği bozuk tipleri de ciddiye almaya gerek yoktur.
 
Unutulmamalıdır ki;

Aciz insan şikayet eder

Basit insan iftira eder
Asil insan idare eder 

Mevlana’nın dediği gibi ifade etmek gerekir.

Suskunluğum asaletimdendir

Her lafa verilecek bir cevabım var.

Lakin bir lafa bakarım laf mı diye.

Bir de söyleyene bakarım adam mı diye 

GüNün SöZü: Hainlere, soytarılara zaman ayırma, insan olmanı unuttururlar.

Nurullah AYDIN

Devamını Oku

EĞİTİM-ÖĞRETİM

0

BEĞENDİM

ABONE OL

EĞİTİM-ÖĞRETİM

Her canlı başta kendini sonra yavrusunu eğitir. En iyi şekilde yaşamanın, beslenmenin, barınmanın, konumun tekniklerini öğretmeye çabalar.

Her insan akla, akılda eğitime muhtaçtır. İnsana ve eğitime yapılan yatırım geleceğe yatırımdır. 

Her aydın; toplumdaki hastalığı görmek, onu tedavi etmek, toplumu çağın gereklerine göre ilerletebilmek için akıl ve bilim öncülüğünde, vatansever, temiz yürekli, fedakar olmalıdır. 

Okul; gençliğe, insanlığa saygıyı, millet ve ülkeye sevgiyi, şerefi ve bağımsızlığı öğretir.

Ortaöğretimde ve yükseköğretimde; Milli kimliğin oluşmasında, millet bilincinin anlaşılmasında öğretmenlerin önemli bir işlevi vardır.

Öğretmenler; toplumun zihin dünyasının mimarlarıdır.

Öğretmenler; ülkenin yarınlarına adanmışlığın, sevginin, fedakarlığın ve hoşgörünün birer temsilcileridir.

Öğretmenler; çağın bilgisiyle ve mesleki becerisiyle donanmış, Türk Milleti’nin istikbalinin teminatı gençleri geleceğe hazırlamak ve yetiştirmek gibi büyük bir sorumluluk taşırlar. 

Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirmek, her öğretmenin asli görevidir.

Eğitim sistemi; her dönem yaz boz tahtasına çevrilmiştir. Eğitimin milli niteliği aşındırılmıştır. Eğitim sistemi adeta çözümsüz bir yapıdadır.

Her yıl yeniden ele alınan sınav ve yönetmelikler, öğretmenleri sıkan ve bunaltan sorunlar olmuştur. Her seferinde yeniymiş diye gündeme getirilen ve uygulanan projelerle sorunları çözmek mümkün değildir.

Dünya Ekonomik Forumu’nun yayınladığı ‘Eğitim Kalitesi 2018′ raporuna göre; Türkiye 137 ülke arasında 99. Sırada. Ülkeler; bugün ülkemiz çocuklarının aldığı eğitimden daha nitelikli bir eğitim sunuyor.
Üniversiteler; özgür düşünen, bağımsız bireyler yetiştiren bir eğitim kurumudur. Çok sesliliğin var olabileceği tek özgür alan üniversitelerdir.

Üniversiteler; hayatın ne kadar içindedir? Bilimsel eser üretmeyen akademisyenler; her şeyi bilir iddiasında herkese akıl verir ama bunun ne kadarını kendileri gerçekleştirir? 

Dünya genelinde, başarılı öğrenciler altın değerindedir. Hemen her ülke; vizyon sahibi gençlerin peşindedir. Bulduklarında her türlü bursu vermeye hazırlar. Ama başarı ölçütleri çok farklı olarak ezberci değil, yaratıcı ve girişimci gençler arıyorlar. 

Etkin ve saygın üniversiteler; sadece derslere odaklı değil, sanatı ve sporu da hayatının bir parçası haline getiren öğrenciler istiyorlar. Bulduklarında da hiç kaçırmıyorlar. 

Bilimsel eser üretmeyen unvan sahibi akademisyenler; üniversiteleri lise düzeyine düşürmüştür. Okunmayan birkaç makaleyle topluma, bilime katkısı ve etkisi olmayan öylesine yapılmış tezlerle, salla başı, eğil, al unvanı anlayışıyla doktor, doçent, profesör unvanına sahip olan birçok akademisyen, yetişen öğrencilerin gerisindedir. 

Her yerde açılan devlet ve vakıf üniversiteleri; akademik bilimsel düzeyi düşürmüştür. Unvanlı akademisyenler ordusu, görkemli bina kampüsleri oluşmuştur. Ancak üniversiteler, akademisyenler; bilim dünyasında, ülke sorunlarına çözüm üretmede çok sınırlı yere sahiptir. 

Üniversiteler memur zihniyetli akademisyen yerine; üreten, bilim adamı amaçlı akademisyen politikası benimsemedikçe, öğrenci de diplomalı özelliksiz insanlar olacaktır. 

Eğitim ve öğretimde temel amaç;

Akılcı aydınlanmacı bilimsel fikir ve düşünceleri özümsemiş,

İnsan haklarına ve hukuka saygılı,

Cumhuriyetin ve demokrasinin değerlerine içtenlikle bağlı,

Milli ve kültürel değerlerle evrensel ahlaki değerleri kişiliğinin bir parçası haline getirmiş,

Vatan, millet, bayrak ve meslek sevgisiyle, ülkesine ve milletine hizmet aşkıyla dolu,

Bilimsel, fiziksel ve ruhsal anlamda donanmış gençler yetiştirmektir. 

Karanlık çağdışı dogmaların, küresel akımların pasif takipçileri olarak değil, vatan topraklarının hamuruyla yoğurulmuş, yüksek ideallere sahip, yenilikçiliğin peşinde koşan, sadece tüketen değil, araştıran, üreten ve yeni buluşlar geliştiren gençler yetiştirilmelidir. 

Değerli Öğretmenler; yüksek sorumluluk duygusuyla yürüttüğünüz özverili çalışmalarınızı, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da aynı azim, irade, özveri ve kararlılıkla sürdüreceğinize olan inancım tamdır.

Yeni eğitim öğretim yılında, başarı ve esenlikler dilerim. 

Av. Nurullah AYDIN (Emekli akademisyen-yazar)

Devamını Oku