ADIM BAŞI ÇOCUK MU AZARLANIR?

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Günümüz anne, babası her şeyi biliyor(!). Özellikle de öğrenim görmüşler… Bu tür ebeveynler, çocuklarını mükemmel yetiştirmeye çalışanlar… Hiç hata yapmayan, kusursuz bir çocuk yetiştirme uğraşı içindeler.

Atalarımız; yüzyılların deneyimleri, doğa ve olay gözlemleri, diyalektik bakış açılarıyla doğruyu yapmak gibi yanlışı da yapmanın bir insan davranışı olabileceğini söylemişler. İşte “Hatasız kul olmaz.” sözü bunlardan biri. Oysa bu sözü söyleyenler, çifter çifter diplomalar edinmemişlerdi. Onların ellerindeki tek güç, usçu düşünmeydi.

Sözünü ettiğim velilerin en belirgin özelliği, çocuklarının yaptıkları yanlışlara hoşgörü göstermemeleri. En küçük yanlışta, kaşlar çatılıp dudaklar büzüşmekte ve ses titrek, boğuk bir sinirlilikle çıkmakta. Kimi zaman iki el, çocuğun yakasında, onu sarsmakta. Yanlışı, çocuğun yüzüne yüzüne çarpmayı bir beceri, her şeyden önce de bir eğitim sanmaktalar. Bu işin yapılacağı yer, zaman önemli değil. Özellikle başkalarının yanında bunu yapmayı annelik, babalık olarak düşünmekteler. Hatayı kaçırmayı, onu bağışlamayı ya da görmezden gelmeyi annelik, babalık görevini eksik yapmak olarak görmekteler nedense.

“Çocuktur hata yapar.” sözü uslara gelmez. “Çocuk, düşe kalka büyür.” anlayışı çoktan unutulmuştur. Küçük büyük herkes için hatalar, bir okul. Hatalar, insan eğitiminin bir aracı. Özellikle çocuklar, yanlıştan öğrenir. Yanlışı yapmayan biri, doğruyu nasıl yapsın? Yanlışı bilmeyen, doğruyu bilebilir mi? Yanlışla doğru, gece ile gündüz gibi birbirini doğurur. Biri olmadan diğeri de olmaz. Bu, bir doğa kuralı; diyalektik düşünüşün temeli.

Azarlayıcı veli tiplerinin hepsi, birbirinin benzeri. İnsan içinde çocuklarını azarlamakta hiçbir sakınca görmemekteler. Azarlama başlayınca önce çocuğun yüzü asılıp dudakları titremeye başlıyor. Ardından gözlerine kuzey yeliyle yağmur yüklü bir bulut gelip oturur. Bulutun buğusu, gittikçe çoğalıp gözler görünmez olur. Sonrasında iri inci taneleri dökülmeye başlar pınarlardan. Yanaklarda sele dönüşür bu damlalar, dudaklarda ise acıya.

Çocuk azarlanıp ağlayınca özgüveni yerle bir olmakta. Arkadaşlarının, aile dostlarının, hiç tanınmadıkları kişilerin yanında böyle bir durumu yaşadığı için insanların yüzüne bakacak durumu kalmaz. Bir salyangoz gibi kabuğunun içine çekiliyor. Eşle dostla mutlu olabileceği bir ortam cehenneme döner bilisiz bir anne baba yüzünden. Zaman durmuş, gün zehir olmuştur. Ne yediğinin tadı tuzu ne de söylenenlerin, yaşananların bir değeri vardır artık. Küçük yüreğine büyük bir nefret külçesi düşmüştür. Yürek ezim ezim ezilir bu külçenin altında. Bir serçenin kanat çırpışı çevikliğinde ve ritmindeki yüreği, acıyla devinimsiz kalır nerdeyse.

Ebeveyn ise öfkelidir. On dokuzuncu yüzyıldan kalan bir kömürlü lokomotif gibi dumanlar çıkmaktadır her yanından kapkara, boğucu. Aslında şaşkın, pişman ve çaresizdir. Dumanını savuracak bir yel bulamaz. Öfkesini dindirecek bir çise arar.

Çocuğunu olduk olmadık yerde azarlamayı ebeveynlik sananlar; her bağrışta, her kaş çatışta, her saldırıda o küçük yüreklerde dağların devrildiğini niye görmezler? Her azarlayış; çocuğun özgüvenine, üretkenliğine, yaratıcılığına vurulan bir balta darbesi. Küçücük bir fidanın bu balta vuruşlarına dayanması olanaklı mı sanıyorsunuz? Her şeyden önce çocukları yüreğinde yan yana büyüttükleri adı sevgi ve saygı olan iki capcanlı fidanı doğramakta bu azarlayışlar.

Anne ya da baba, çocuğunun yanlışını söyleyecekse bu, üçüncü kişilerin yanında asla olmamalı. Yanlışı söylerken kullanılacak dil çok önemli. Azarlayıcı bir bakış, bir söz olmamalı. Yanlışı söylerken bile saygılı, sevgi ve şefkat dolu bir dil kullanılmalı. Sevgi dolu bir dokunuş, bakış birçok yanlışı silip süpürür.

Fidanlar, özgür bir ortamda güneşe doğru boy atar. Onların toprağını ve suyunu kirletmeye, köklerini kurutmaya, güneşini kesmeye, bedenini örselemeye ne hakkımız var?

Adil Hacıömeroğlu

Devamını Oku

SEÇİMLERDE 2+2=4 EDER Mİ?

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Matematik yaşamın her alanında geçerli bir bilim. Ancak hesabı doğru yaparsan, denklemi gerçeklere uygun kurarsan doğru sonuçlar alırsın.

Zaman zaman seçimlerde güç kazanmak için partiler arasında ittifaklar yapılır. Kimi kez bu ittifaklar, beklenenden başarılı olur. Yani 2+2=5 eder. Kimi zaman da başarısızlık söz konusudur. Yani 2+2=3 eder. Seçimin gerçekleri, matematiğin işlem gücünü zorlar, kişiyi yanıltır. Bu nedenle ittifak yaparken doğru izlenceler oluşturulmalı. Ayrıca halkın gereksinmelerine yanıt verip vermediği ölçülüp tartılmalı.

20 Ekim 1991 Genel Seçimlerinde ittifaklar konusunda ilginç veriler söz konusu. Necmettin Erbakan’ın Refah Partisi ile Alparslan Türkeş’in Milliyetçi Çalışma Partisi önceki seçimlerde seçim barajının aşamamıştı. Ancak iki partinin oyları, her seçimde artmaktaydı. TBMM’ye girmek için RP, MÇP ve Aykut Edibali’nin IDP’si ittifak kurdular. Böylece 1991 seçiminde ittifak sayesinde %16,87 oranında oy alarak bu üç parti de TBMM’ye girdi. Bir önceki seçimde bu üç partinin aldıkları oy oranlarının toplamına bakıldığında başarı çok büyüktü. Üç partinin de ortak paydası milliyetçi-muhafazakârlıktı. Ortak yönlerin güçlü olması, başarıyı getiren asıl etken.

1991 Genel Seçimlerinde ikinci ittifak, SHP ile HEP arasında yapıldı. İki yıl önce yapılan yerel seçimlerde SHP, il genel meclisinde %28,71 oy oranıyla birinci parti olmuştu. Ankara, İstanbul, İzmir başta olmak üzere otuz dokuz ilin belediye başkanlığını kazandı Erdal İnönü liderliğindeki parti.

Bölücü örgüt PKK’nın siyasal uzantısı olan HEP, bir türlü seçim barajına yaklaşamıyordu. HEP’i TBMM’ye sokmak için SHP harekete geçti. HEP’li adaylar, SHP listelerine girdi. İki yıl önceki yerel seçimlerde birinci olan SHP, 1991 seçimlerinde DYP ve ANAP’ın ardından %20.75 oy oranıyla üçüncü sırada yer aldı. SHP’nin HEP’le yaptığı ittifak halk tarafından onaylanmadı ve büyük bir yenilgi yaşandı. Bunda az da olsa belediyelerdeki başarısızlıkların payı vardı. Ancak yenilginin asıl nedeni, bölücü örgütün siyasal uzantısıyla yapılan işbirliğiydi. Bu durumu daha iyi açıklamak için bu seçimde SHP, Artvin’den Kocaeli’ye dek uzanan Karadeniz sahil şeridinde milletvekili çıkaramadı. Özellikle geleneksel olarak CHP’nin kaleleri, oy depoları olan Karadeniz ve İç Anadolu illeri bir daha kazanılmamak üzere yitirilmişti.

2023 Cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimleri için altılı masa kuruldu. Bu ittifakın öncüsü CHP… Masada oturan partilerin ortak paydası, tarihsel olarak yok! Ortak bir izlence oluşturulmamış. Ülke sorunlarına çözüm önerileri hazırlanmamış. Bölücü örgütün siyasal uzantısı HDP ile dirsek teması söz konusu. Neredeyse onun izlencesi, görüşleri egemen altılı masaya.

Altılı masaya oturan partiler, ellerine kâğıt kalem almış hesap yapmaktalar. Partilerin sormacalarda çıkan oy oranlarını toplayıp çıkarmaktalar. Böylece kendilerini umutlandıran rakamlara ulaşmaktalar. Oysa yaşam rakamlardan ibaret değil. Bazı ittifakların getirisi olduğu gibi, götürüsü de olur. Bunu düşünmüyorlar bile. Sanki partilere oy veren seçmenler kurşun asker… Liderler “Oy ver!” diyecekler, onlar da mührü basacaklar onların dediği yere.

Sözüm, tüm siyasetçileredir. Seçmen sizin kurşun askeriniz değil. Siz, istediniz diye istemediği bir ittifaka, partiye oy vermez. Her kişinin kendine göre bir usu, görüşü, nedenleri ve değerlendirmesi vardır. Belki her şeyi yapabilirsiniz, ancak insan aklına gem vuramazsınız.

Siyasetçiler tarihten ders çıkarmalı, özelikle de CHP. 2019 seçim sarhoşluğu ayaklarınızı yerden kesmesin. 1989 yerel seçimlerinde kazanılan utkuyla ardından gelen 1991 hezimetini unutmamak gerek.

Adil Hacıömeroğlu

Devamını Oku

UĞUR MUMCU MU, ALİ KEMAL ANMASI MI?

0

BEĞENDİM

ABONE OL

YCHP’li Kadıköy Belediyesi, ABD Gladyosunca katledilişinin 30. yıldönümünde Uğur Mumcu için bir anma düzenledi Caddebostan Kültür Merkezinde. Etkinliğin adı: Uğur Mumcu ve Tüm Demokrasi Şehitlerini Anma gecesi…

Amaç Uğur Mumcu’yu anmaksa tüm demokrasi şehitleri(!) nereden çıktı? Bu demokrasi şehitleri(!) kimler ve neye göre belirlenmiş? Üstelik 24 Ocak günü Mumcu’nun katledildiği gün değil mi? Böyle bir günde Mumcu’nun dışında birçok kişiyi ekleyip anmayı sulandırmak niye?

Anmanın adından da belli oluyor ki amaç, Uğur Mumcu’yu anmak değil. Onun Kemalist; emperyalizme, bölücülüğe, liberalizme, yobazlığa karşı olan görüşlerini halka anlatmak hiç değil. “Demokrasi(!) şehitleri” adı altında Kemalizme karşıt kişileri araya kaynatmak. Neyse ki duyarlı bir yurttaşın uyanıklığıyla rezalet ortaya çıkıyor. Atatürk ve Kurtuluş Savaşı karşıtlığıyla ünlenen Ali Kemal de Kadıköy Belediyesinin demokrasi şehitleri arasından çıkıveriyor. Peki, neden?

Ali Kemal, Mütareke döneminde gazeteci… Damat Ferit hükümetinde içişleri bakanı… Atatürk’e ağza alınmayacak iftiralarla saldıran bir vatan haini… 6 Kasım 1922’de Sakalı Nurettin Paşa’nın öncülüğünde İzmit’te linç edildi halk tarafından din ve vatan haini denerek.

Kılıçdaroğlu’nun yönetimindeki CHP, çoktan köklerinden koptu. Bu kökler: Atatürk, Kemalizm ve Kurtuluş Savaşı… Sığındığı liman, Atlantik… Limanın Atlantik olunca Atatürk’ten de onun ideolojisinden de Kurtuluş Savaşı’ndan da vazgeçiyorsun doğal olarak. Kökleri kuruyan ağaç örneğinde olduğu gibi devriliveriyorsun köklerini kurutan Atlantik’in kucağına. Atlantik de sana, yeni bir ideolojik kimlik çıkarıyor liberalizm soslu, bölücü hamurlu, yobazlık kokulu.

Kemalizmin yerine şekere sarılı zehri veriyor eline halka yedirmek için Atlantik efendileri. Bu şeker; “demokrasi, barış, insan hakları şerbetli… Zehir ise ülkenin, insanının tutsaklığı…

Kurtuluş Savaşı şehitlerini anmayanlar, demokrasi şehitlerini anıyorlar nedense. Çünkü Atlantik bunu istemekte. Yeminli Atatürk düşmanları Şeyh Sait’e, Seyit Rıza’ya saygı duruşuna geçiliyor. Atatürk ve Cumhuriyet’e karşı en büyük şer odağının temelini atmış Said-i Nursi’nin kitaplarına yasak konduğunda ortaya atılıyor demokrasi kahramanı(!) Kılıçdaroğlu. Böyle olunca onun belediye başkanı da Uğur Mumcu perdesi altında andığı demokrasi şehitleri arasında Ali Kemal’i de sokuşturuyor. Şaşırdık mı? Hayır… Çünkü turpun büyüğü heybede…

Sen, ideolojik olarak Atlantik’e teslim olursan…

ABD’de destek aramak için fellik fellik dolaşırsan…

Dünyanın en kanlı İngiliz sömürgeci-emperyalistinin sermayesini temiz para olarak görürsen…

HDP’siz bir adım bile atmazsan…

Tescilli Atatürk düşmanlarıyla helalleşmeye kalkarsan…

Hele de “Biz eski CHP değiliz.” dersen…

Senin belediye başkanın Ali Kemal’i de anar, Damat Ferit’i de…

Atalarımız: “Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir.” diye boşuna dememiş.

Ali Kemal’in fotoğrafı yanlışlıkla araya sıkışmış değil. Araya sıkışan ideolojik sapma. Atatürksüz, Altıoksuz, köksüz düşünsel yapı…

Adil Hacıömeroğlu

Devamını Oku

YANLIŞ STRATEJİ, YANLIŞ SONUÇ

0

BEĞENDİM

ABONE OL

AKP, 2019’da yapılan yerel seçimleri Ankara, İstanbul’da yıllar sonra yitirdi. Ülkemizin en büyük iki ilini, CHP kazandı. Yıllardır AKP (RP/FP) ve CHP arasında el değiştiren Antalya’yı da AKP, CHP’ye kaptırdı.

Adana ve Mersin büyükşehir belediyeleri, MHP’den CHP’ye geçti. Bu illerin büyükşehir belediye başkanları MHP yönetimiyle sorunlar yaşamıştı. İP, ayrılınca buralarda güç yitirdi MHP. Bu dağınıklık ortamında zaten bu illerde her dönem güçlü olan CHP’nin kazanması kolay oldu.

Büyükşehirlerde belediye meclis üyelikleri, diğer illerimizde il genel meclisi sonuçlarına bakıldığında AKP oylarında büyük bir düşüş yoktu. Neredeyse oylarını korumuştu. CHP seçmenleri de artmamıştı. Ancak seçmenler, AKP hükümetini uyarmak için olağanüstü diyebileceğimiz bir oy dağılımı göstermişti. Seçmenin aynı zarf içinde çıkan ve farklı partilere kullandığı oylar, aslında hem iktidara hem de muhalefete uyarılarla doluydu. İki büyük ilin büyükşehirlerinde CHP’yi yeğleyen seçmen ilçe belediyeleriyle meclis üyeliklerinde AKP’ye destek verdi.

Seçmen, oy pusulalarına bastığı farklı mühürlerle AKP’ye “Aklını başına topla! İşini doğru yap! Halkı ezen ekonomik politikalardan vazgeç!” derken CHP’ye de “Kavgayı bırak, uzlaşarak çalış. Sana beş yıl öndelik veriyorum, bakalım başarabilecek misin?” dedi. Her iki partinin, seçmenin iletilerini anlayıp anlamadıklarını 2023 genel seçimlerinde göreceğiz.

2019 yerel seçimlerinde AKP’yi düş kırıklığına uğratan yenilgi, Ankara ve İstanbul büyükşehir belediyelerinin CHP’ye kaptırılmasıydı? Peki, bunun nedeni neydi?

Ankara ve İstanbul’un CHP’ye kaptırılmasının asıl nedeni, bu illerin 2014’te seçilmiş belediye başkanlarının RTE’ce görevlerinden ayrılmalarının istenmesi. Çok geçmeden iki başkan da görevlerinden ayrıldı. Başkanların görevden ayrılma nedenleri hiçbir zaman kamuoyunca bilinmedi. Bu durum için iki seçenek düşünüldü halk tarafından. Görevden alına Kadir Topbaş ve Melih Gökçek’in FETÖ ile ilişkili oldukları yayıldı fısıltı gazetesiyle. Bu konuda AKP yönetimi sustu.

Topbaş ve Gökçek’in görevden el çektirilmesi konusunda halk tarafından düşünülen diğer neden ise bu başkanların derin yolsuzlukları olduğu kanısıydı.

Kamuoyunun sorularının havada kalması, AKP’yi iki büyük ilde oldukça yıprattı. Özellikle RTE’nin bu konuda suskunluğu, halk içinde şüpheleri artırdı. Şüphenin çoğalması, güvensizliği getirdi. Bu da büyükşehirlerde AKP’nin oy yitirmesine neden oldu.

AKP’nin büyükşehirlerde oy yitirmesinin önemli bir nedeni de seçim öncesinde yiyecek maddelerinin oldukça pahalanması. Bunu önlemek için AKP hükümeti ve o dönemin AKP’li belediyeleri önlem aldıysa da sorun çözülemedi. Mutfakların en önemli iki temel besin maddesi olan patates ve soğanın aşırı zamlanması, halkın tepkisine neden oldu. Patates ve soğanın pahalılaşması yüzünden el sürülmeyecek duruma gelmesi sandığa yansıdı. Seçmen büyükşehirlerde AKP’yi uyardı oylarıyla. Ancak ilçe belediyeleriyle belediye meclislerinde ona desteğini sürdürdü.

Durum yukarıda anlattığımız gibiyken seçimi muhalefetin kazanmasını, HDP/PKK’nın desteğiyle olduğunu dile getirdi muhalefet. Bu durum, seçmeni de parti yönetimlerini de yanılttı. Bu yanlış söylem, muhalefet partilerinin 2023 cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimleri için yanlış stratejiler geliştirmesine neden oldu.

Oysa her şey çok açık… 2018 Cumhurbaşkanlığı seçiminde RTE, yüzde ellinin üstünde oy alarak seçildi. RTE’nin oyları muhalefete kaymadığı sürece seçimleri yitirmesi olanaksız. Demek ki bir muhalefet adayının seçilmesi için RTE’nin seçmeninin bir bölümünün oyunu alması gerek. Bundan da anlaşılıyor ki seçimin belirleyicisi HDP/PKK seçmeni değil, RTE-AKP’den alınacak oylar…

Strateji yanlış kurulursa başarısızlık kaçınılmaz olur. Yanlış stratejiyle yanlış sonuç alınır. Muhalefetin 2019 seçimlerinde kazandığı başarı üzerine bir strateji oluşturulmakta. Ancak başarının altında yatan nedenler gerçekçi bir biçimde araştırılıp çözümlenmemiş. İşte, yanlış strateji de yanlış çözümlemeler üzerine kuruldu.

2019’daki muhalefet başarısı, HDP/PKK’ya değil, usçu bir anlayışla oyunu kullanan seçmene yazılmalı.

Adil Hacıömeroğlu

Devamını Oku

MUHALEFETİN ALTIN FIRSATI

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Her şey yolunda giderken Rusya, Ukrayna’nın NATO adına kışkırtıcılığını önlemek için harekete geçti. ABD ve AB ülkeleri sorgusuz sualsiz Ukrayna’nın arkasında durdu. Rusya’ya geniş çaplı ambargo uygulandı. Buna karşılık Rusya, Avrupa’ya verdiği doğal gazı kesti büyük bir oranda. Rusya’nın yaptırımı, Avrupa’nın sanayileşmiş ülkeleri zor durumda kaldı. Zaten korona salgınıyla iyice daralmış üretim, zora girdi bu savaşla. Fabrikalarda üretim etkilendi. Birçok fabrika, çarklarını durdurdu. Halk ısınma sorunuyla karşı karşıya kaldı. Bu ülkelerde savurganlığa karşı önlemler alındı. Özellikle erke tüketiminde tutumluluk yaygınlaştı. Buna karşın bazı ülkelerde halk, karşı çıktı sıkı önlemlere. AB ülkelerinde toplumsal muhalefet artmaya başladı.

Dünyanın birçok ülkesinde başlayan ekonomik bunalım, Türkiye’yi de etkiledi. Döviz yükseldi. Dövizin yükselişine koşut olarak benzin, mazot, doğal gaz, elektrik ederleri fırladı. Böyle olunca tüm tüketim ürünlerinde aşırı pahalılıkla karşı karşıya kaldı halk. Bu, tabanda homurtulara neden oldu. Aylıklar, pahalılığın altında ezildi. Özellikle dar gelirliler, boğazından kesmek zorunda kaldı yaşama tutunmak için. Lokmalar küçüldü, sofralardaki çeşni azaldı. Halkın ekmeği küçülürken fırsatçıların banka hesapları şişti.

24 Ocak 1980’de yürürlüğe giren serbest piyasacılık, küresel ekonomik bunalımla iflas etti. Serbest piyasacı sistem, üretimi yerle bir ettiği için ekonomik bunalıma karşı çoğu zaman hükümet yöneticileri çaresiz kaldı. Kimi zaman ne yapacaklarını şaşırdılar. Pahalılığa karşı el yordamıyla bir şeyler yapmaya başladı AKP hükümeti. Ne yazık ki aylar geçmesine karşın piyasa kontrol edilemedi. Hem bugünlerde yaşadığımız ekonomik bunalımın önünü kesmek hem de gelecek yaşayabileceğimiz olası ekonomik bunalımlara hazırlıklı olmak için bir üretim seferberliğine ne yazık ki başlanmadı. Çünkü beyinleri, emperyalistlerin serbest piyasacılığıyla yıkanmış AKP yöneticilerinin usuna, bir üretim devrimi yaparak devletçiliği ülkemize egemen kılmak gelmiyor.

Özellikle geçtiğimiz yaz, AKP oyları en düşük düzeye düştü. AKP oyları güneş görmüş kar gibi erirken nedense muhalefet partilerinin oyları artmadı. Karasızların oranı yüzde kırkları geçti. Peki, AKP-MHP’den kopan oylar, niye muhalefete yönelmedi? Üstelik altılı masada oturan bazı partilerin oyları da düşmeye başladı. Bu durum çok ilginç değil mi?

İktidar partisi ve onun destekçisi MHP, oy yitirirken muhalefetin çekim merkezi olamaması, muhalefetin de serbest piyasayı savunması değil mi? Üstelik altılı masanın olası bir iktidarında, ekonominin Ali Babacan’a emanet edileceği dile getirildi. Bunun gerekçesi de Babacan’ın dışarıdan, yani para simsarlarından, kolaylıkla para bulabileceğiydi. Ardından YCHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu; önce ABD’ye, sonra İngiltere’ye gitti. Gitmesinin nedenini de bu ülkelerde “temiz para” bulmak için olduğunu açıkladı. Dünyanın en kirli parasının bulunduğu emperyalist merkezlerde “temiz para(!)” aramak, insanımızı yalnızca gülümsetti. Bu geziler ve ekonomide Babacan’ın ortaya atılması sistemin değişmeyeceğinin bir göstergesi oldu yurttaşlar için. Altılı masa muhalefetinin kitabında üretim devrimi, devletçilik, ülke kaynaklarını verimli kullanmak yok! Olmayınca da halka umut veremiyorlar.

Altılı masada yer alan partiler, her fırsatta ABD ve AB sevdalarını dile getirmekteler. AB’ye girmeye amaç olarak görmekteler. Bu partilerin özellikle dış politikada ülkemiz çıkarları yerine, emperyalistlerin yararlarını düşünmeleri. Ege, Doğu Akdeniz, Libya, Yunanistan gibi ülkemiz için yaşamsal olan çıkarlar konusunda Türkiye lehine, doğru duruşlar gösteremedi altılı masa. Ayrıca PKK ve FETÖ konusunda ödün verici tutumları gözlerden kaçmadı. Çoğu zaman PKK’nın siyasal temsilcisi HDP’ye kol kanat germeleri, büyük kitlelere güven vermedi. Ülke sorunlarında ulusalcı bir duruş benimsenmemesi dikkatlerden kaçmadı.

Altılı masadan çelişkili açıklamalar oldu sürekli. Bu çelişkiler, halkın gözünden kaçmadı. Altılı masanın sürekli toplanması kanıksandı. Çünkü ne bir cumhurbaşkanı adayı belirlendi ne de ülkemizin sorunlarını çözmek için inandırıcı bir izlence oluşturuldu. Bu durum, AKP’deki şaşkınlığı azalttı. Ona toparlanma fırsatı verdi. Peş peşe vaatler açıklandı: Konut projesi, sosyal yardımlar, asgari ücret artışları, tekelci marketlere karşı tavır, savunma sanayindeki peş peşe gelen üretimler, az da olsa bir kısım yatırımlar…

Altılı masa partileri, oylarını artıramadıkları gibi AKP’ye de soluklandırdı. Ellerine geçmiş altın fırsat; ülke topraklarına dayanmayıp emperyalistlere güveni esas alan bir anlayış, serbest piyasada ısrar, “demokrasiyi(!)” savununayım diye PKK ve FETÖ’nün koruyucusu durumuna gelmeleri yüzünden tepildi.

Altılı masayı oluşturan partilerin en büyük eksikliği, dünyayı iyi okuyamamaları. Dünyanın güç merkezi hızla Asya’ya kaymakta. Atlantik’in siyasal, ekonomik, kültürel ve askersel alanlarda gerilediğinin farkında bile değiller. Farkındaysalar da 1945 sonrası genlerine işlemiş Atlantikçilik, onları doğru çözümlerden alıkoymakta.

Altılı masada yer alan Babacan ve Davutoğlu, küreselcilerin temsilcisi olduğunu halkımız bilmekte. Ne yazık ki bu durum, emperyalizme karşı büyük bir Kurtuluş Savaşı vermiş, dünyanın ezilen uluslarına yol göstermiş YCHP yöneticilerini hiç rahatsız etmemekte. Üstelik böyle bir durumu, yani küreselci olmayı, olumluluk olarak görmekteler. Bir ağaç kökünden koparsa yaşayamaz, kurur. YCHP yöneticileri kökünden koptu. O kök, Atatürk’tü. Atatürksüz bir CHP’nin iktidar olanağı bulması oldukça zor.

Adil Hacıömeroğlu

Devamını Oku