Vedat Tatar ilk eserini Ankara Kitap Fuarı’nda tanıttı

Vedat Tatar ilk eserini Ankara Kitap Fuarı’nda tanıttı

ABONE OL
12:50 - 30/10/2019 12:50
Vedat Tatar ilk eserini Ankara Kitap Fuarı’nda tanıttı
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Türkiye`nin en aydın ve ilerici beldelerinden olan Karaözü (Maarifözü) doğumlu emekli öğretmen Vedat Tatar, ‘Kurrrahazzi-Karahazzi (Karaözü) Şahruh`un Gizleri’ adlı eserini Ankara Kitap Fuarı’nda tanıttı.

Yarım milyonu aşan kitapseverin ilgi gösterdiği Ankara Kitap Fuarı ilk defa yıl içinde ikinci kez düzenlendi. Özellikle öğrencilerin katıldığı fuarda 300’e yakın yayınevi okurla buluştu.

Bu yılın onur konuğu Beşir Ayvazoğlu konuk ülke ise Rusya Federasyonu oldu. Fuarda en çok dikkati çekenler ise bebek arabalarıyla gelen anne-babalardı.

Kitap fuarların vazgeçilmezi ve her zaman özel bir köşesi olan sahaflar da Ankara Kitap Fuarı’nda yerini aldı. Ankaralılar eski dergilere, kitaplara, plaklara, pullara ve kartpostallara özel ilgi gösterdi.

Araştırmacı yazar Vedat Tatar, ‘Kurrrahazzi-Karahazzi (Karaözü) Şahruh`un Gizleri’ adli eseri özetle şu konuları içermekte:

Bu kitap, saklı tarihimizi aydınlatma yolunda tartışılır da olsa yeni tezler ortaya atmaktadır. Başlangıcında yöresel gibi izlenim verse de aslında evrenseldir. Varlığın birliği ve evrenin dirliği için dip kültürümüzün ipuçlarını vererek günümüzün birçok olayını ayrıntılarıyla anlatmaktadır. Dünyamızın tarihini yanlı anlatarak kendilerine yontan, Anadolu halkını hiçe sayan ve işgalci konumuna düşüren, uygar kentler ve medeniyetler kuran, bu toprakların asil insanlarını küçümseyen anlayışın öne sürdükleri savlarının nasıl çürütüldüğünü göreceksiniz. Günümüzde var olan sözcüklerin yazılışlarından daha önemlisi duyulduğu şekliyle (ses anlaşımı) anlamlandırılmasıdır. Karahazzi’de (KURRA HAZZİ) sıkça kullanılan sözcüklerin dinî kitaplardaki yazılımdan çok, duyuluş şekliyle anlamlandırılması günümüzde anlamı açısından bambaşka bir karşılık bulduğuna tanık olacak ve şaşıracaksınız!

Anadolu’muzun dip tarihinde ana tanrıça KİBELE’nin (Kıble) yontusunda başıyla güneşi ve evreni taşır. Karın bölgesinde belirginleşmiş cenin (can-canın) her şeyin üstünde olduğu gibi “canız-insanız” düsturu ile yaşam devam etmektedir. Cenin (CAN’ın) rengi-dili-dini ölçü olarak alınmaz. Cenin (canın) yeter ki özgür, bağımsız ve eşit haklarla yaşama bağlı olsun. Kimse kimseden üstün görünmesin, sömürmesin-sömürülmesin, doğanın nimetleri kardeşçe ve dostça hakça, halkla paylaşılsın. Tüm insanlığın, tüm canlıların ve evrenin dirliği için “varlığın birliği” düsturuna inanılmasının gerekliliği konusunda çok derin konularda okuyacağınız bu kitap rehberlik etmektedir.

İnsanların cinsiyetleri ve aile yapısının anılması konusunda dip tarih bilgileri bugünümüzle oldukça farklıdır, anlamı şekliyle de başkadır. Dumu-Dumulu adları da Sümerce insan=LU, İnsan çifti=LU LU. DUMU. LU. ULU. LU-DIMILI=HALK (insanoğlu-kızı) kavramından kaynaklıdır. Karahazzi’de Dumu (Dumulu-Dımılı-Dumuzi-Tammuz), Tıtı (Tutu-Utu) ve Mani’nin (Maniheizm= Mani Dini) sohbetlerinde; insanlığın yaratılışı ve günümüzde her insanın dilinde sıkça dolaşan dinî terimler hakkında oldukça ilginç saptamalar vardır. Dinlerin ve insanların yaratılış öykülerini, evrenin ve dünyanın düzenini, var olan kalıpların dışında anlatırlar. Bu kitaptaki tezlerin dillendiricisi-aktarıcısı Dumu, kendisinin ilk insan olduğunu, her nesille birlikte yaşamaya devam ettiğini, bu uğurda diyar diyar gezerek dilinin döndüğünce anlatmaktadır. Giz dolu, gizli bir tarih yolculuğuna çıkmak isteyen herkesin okuması ve okutulmasını önereceğiniz bir eserdir. Karahazzi’de yaşam felsefesinin en önemli geleneği “Kâbesi-Kıblesi; İNSANDIR.” Mezhep ve ırkçılık temelindeki yanlış bilinenleri de bu kitabın sayfalarında göreceksiniz. İnsanlarımızı asıl kökenlerinden ayırıp, Şii-Alevi-Sünni ayrıştırmasıyla insan olduklarını unutturan, yıllarca birbirilerini boğazlatan sömürgen oyuncularının sahte delillerle yaratılmış dayanaklarının yerle bir edildiğine de tanıklık edeceksiniz.

Anadolu’nun kadim halklarının Emevi geleneklerine bağlanması ve doğasever-hoşgörü kültürünün unutturulması, öz yurdundan uzaklaştırılması amacıyla:

Yaşamları boyunca camiden hiç çıkmayan, Alevi inancı hakkın 9da en ufak bir bilgi sahibi olmayan, cemevi görmemiş, saz eşliğinde duazimam söylememiş, semah dönmemiş, ene’l-Hak dememiş. Eline, beline, diline hâkim olmamış, kadınlara değer vermemiş, şeriatın yayılmasında büyük pay sahibi olan, Ali, Hasan ve Hüseyin’in, kimler tarafından, hangi amaçla Alevi yolun kurucuları-önderleri olarak gösterildiği sorgulanmaktadır. Anadolu Aleviliğinde yapılan ayini cemlerde “ikrar vermek” vardır. 12 İmamlardan bir tanesinin böyle bir töreni yaşadığı-uyguladığı görülmüş müdür?

Musahip Kardeşliği, Aşinesi-Peşinesi olan Orta Doğu coğrafyasında bir tane Şii var mıdır? Asırlardır bu iddiaları tabu gösterip Anadolu’nun yerli halkını ayrıştırmayı başaranların sömürgen emellerine dur demek gerekmiyor mu?

Bizler “GÜRUH-U NACİ”yiz.

Övünmeyiz aslımızla/Sevişiriz dostumuzla/Uğraşırız nefsimizle/Kimse ile davamız yok. Meluli Baba’nın da dile getirdiği gibi; Güruh-u Naci’den olanların Kimseyle senlik-benlik kavgaları, mahşer günü de korkuları yoktur. Onlar yaşamı, evreni, dünyayı çözmüş ve sırr-ı hakikate ulaşmış olanlardır. Dostluklara sonsuz bağlılıkları vardır. Arıdırlar ve aynı zamanda insan-ı kâmil mertebesine ermiş arıtıcı ariflerdir.

Ne güzeldir ellerimiz/Pek şirindir dillerimiz/Bağlamada tellerimiz/Türkü söyler, türkü dinler TÜRK’ün diye.

1933 yılı Eylül ayında Hitler zulmünden kaçıp Türkiye’ye sığınan İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nin kurucu akademisyenleri arasında yer alan ve 1953 yılına kadar bilim insanı yetiştiren Prof. Dr. Fritz Neumark’ın şu sözünün altını çizip defalarca okumamız gerekmez mi?

“Tarihten Türk (Türkü) çıkarılırsa, tarih kalmaz! Osmanlı arşivi tam olarak ortaya çıkarsa bugünkü tarihlerin yeniden yazılması gerekir…”

Tarihte türkü söyleyenler geçmişimize geleceğimizi de bağlayan10lardır. Tarihimiz aslında biraz da türkülerde saklıdır…

Büyük Atatürk, 1930 yılında Türk Tarih Kurumu’nun Alacahöyük’te yaptığı kazılar sonucunda bulunan Türk tarihi ile ilgili bilgiler karşısında, kendi el yazısıyla:

“Bu memleket dünyanın beklediği, asla unutamadığı bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine sahne oldu. Bu sahne 7 bin yıllık bir Türk beşiğidir. Beşiği rüzgârlar salladı, beşikteki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı, o çocuk tabiatın yıldırımlarından, şimşeklerinden, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu, sonra onlara alıştı, onları tabiatın babası olarak tanıdı. Onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu, şimşek oldu, yıldırım oldu ve güneş oldu, Türk oldu. Türk budur, yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir…” diye yazmıştır…

Luviler-Aluviler-Aleviler-Turuqqular-Turukomanlar (Türkmenler- Terekemeler) Türküler-Türkler olarak gelmeseydi, bir Mustafa, sonra KEMAL, daha sonra da Mustafa Kemal ATATÜRK olmasaydı, Anadolu’da bu güzel halk ve bu güzel muhabbetler olur muydu? Türk, türkü söyleyen-türkü dinleyenlerdir. Kafatasçılık-ırkçılık olarak değerlendirilmemelidir…

Koca Yunus: “Muhabbet Tanrı’dır” demiş. Buyurunuz muhabbetimize…

Karahazzi Şahruh’un yaşayanları; geçmişten gelen dip söylencelerin anlamlarını araştırarak inanmış, çağdaş yapılarının temellerine de bilimi koymuşlardır. “İnsanın başına ne gelirse meraktan ya da y… (affınıza sığınırım) gelir.” sözünü oldukça aykırı bulurlar. Anadolu insanını, araştırmayarak, miskin-tembel, üretmeyen konuma getirip, bağımlı-sömürülen insan sürüsü yapmalarına karşı alnında ilim-bilim ışığını yansıtmışlardır. Kök dilinden ve geleneklerinden, usta malı türküleri ve ayini cemde söylenen duazlardaki (cemlerde söylenen demeler) yaşam düsturlarını iyi incelemiş, yıllar ilerledikçe bilimle-ilimle kaynaştırıp çağına uyarlamasını bilmişlerdir. Koca Yunus’un: “İlim ilim bilmektir/İlim kendin bilmektir/Sen kendini bilmezsin/Ya nice okumaktır.”

“Yunus Emre der hoca/Gerekse bin var hacca/Hepsinden iyice/Bir gönüle girmektir.” dizelerindeki insan-ı kâmil yapan “gönüle girmek” inancının, tüm dinlerin amacı olduğunu ve de olması gerektiğini anlamışlardır.

Anadolu erenlerinden Şems Tebrizi (Şems Kamer=GÜNEŞ) Mevlâna’yı Hakk’a ulaştırmış Mevlâna’nın yol aydınlatıcısı-güneşi olmuştur. Mevlâna (Mevla Ana’nın): “Gel, ne olursan ol, gel! İster kâfir, ister Mecusi, ister putperest ol, gel! Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel!” sözündeki hoşgörü kültürünü yaşamında uygulayanlardır Karahazzi Şahruhlular…

Hz. Muhammed’in: “İlim Çin’dedir, gidiniz öğreniniz.”

Mustafa Kemal Atatürk’ün: “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.”

Fedai Baba’nın: “İlmi haktan yoksun olan ne söylese efsanedir.” buyruklarını kendilerine erek (amaç) edinen Karahazzi Şahruhlularda mürşit, doğru yolu gösteren, yönlendirici demektir. İnsanların ve toplumların hayatında en gerçek yol gösterici ve yönlendirici, bilimdir. Bilim yalnızca gerçeği arar ve ona değer verir. Gerçek dışı şeylerin bilimde yeri yoktur. O hâlde, bilimi kendine öncü yapan insan ve toplumlar, gerçeğin yolunda ilerlerler. Bu yol doğrunun, doğruluğun yoludur, düsturuna ömürleri boyunca bağlı kalmışlardır.

İnsanoğlu;

Aşına, işine, eşine/Özüne, sazına, sözüne/Eline, beline, diline/

Sahip ol…

Anadolu dip kültürünün ve inancının bu 12 sözcükten oluşan düsturunu en iyi anlamış-özümsemiş, asırlarca yaşatmış olanlar da Aluvilerden, Sümerlerden gelen Hatti-Hitit-Luvi-Hurri Türk-Türkmen (Turukku-Turkoman) olarak bilinen Karahazzi Şahruhlulardır.

Gözleri Anadolu topraklarında olan sömürgen devletler Anadolu’nun Serçeşmesi Hace Bektaş Veli’nin sözü olarak bilinen bu sözlerin anlamını değiştirip bambaşka bir anlam yüklemişlerdir. Hünkâr Hace Bektaş Veli, “eline, beline ve diline sahip ol” derken:

“Ey insanlar siz hırsızsınız, hırsızlık yapmayınız, elinize sahip olunuz (!)”

Beline sahip ol, derken: “Ey insanlar sizin gözünüz başkasının namusunda. Namussuzluk etmeyin (!)”

Diline sahip ol derken de: “Ey insanlar sizler dedikoducusunuz-yalancısınız, yapmayın-etmeyin” anlamını yüklememiştir.

EL-İL=Yöre-yurt anlamındadır. Bizim eller ne güzel eller, gurbet elde kaldım vb. Yurduna-vatanına ve yörene sahip çık, anlamını taşır.

BEL-kazma-kürek üretim araçlarıdır. Öz gücüne-kendine yeten üretimine sahip çık. Sömürgenlerin ürünleriyle neslini zehirleme, demektedir.*

DİL=kültür olarak betimlenir. Eğer dilin giderse kültürün de gider. Günümüze bakacak olursak dilimizi diğer dillerin boyunduruğundan kurtaramıyoruz. Yeni nesil ile uyumumuzu kaybettik. Dijital ve analog toplum olarak birbirimizi anlayamaz durumdayız. Ancak Karahazzi Şahruh’un yaşayanları geçmişine sahip çıkarak, gelenekten geleceğe barış-mutluluk içinde varabilmenin “CANIZ (cenin-canın) İNSANIZ düsturu ile VARLIĞIN BİRLİĞİ EVRENİN DİRLİĞİ ilkesinin savunucularıdır…

*Bu saptamaları yapan ve bu gözlemlerimin önünü açan, çoğu açıklamalarımın ışığını aldığım Yük. Mim. Kemal SOYER’e teşekkür ederim. Bu açıklamaların bilimsel dayanaklarını www.yolunezeli.com adresinden izlemenizi de öneririm.

VEDAT TATAR KİMDİR?

1959 Sivas-Gemerek/KARAÖZÜ doğumlu Vedat TATAR, 1989 yılından beri başkentte yaşamaktadır, İlk ve ortaöğrenimini Karaözü’de, lise öğrenimini Gemerek Lisesi’nde yaptı.

1980 Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Fransızca Bölümü mezunudur. Aydın-Çine İmam Hatip Lisesi, Siirt-Şirvan Lisesi, Kayseri-Karaözü Lisesi ve Ankara-Ömer Seyfettin Lisesi Fransızca öğretmenliğinden sonra bilgisayar programcılığı, trafik-çevre bilgisi ve ilk yardım sertifikaları da olan yazarımız, Ankara- Çankaya Özel Öğretim Kurumlarında 1988-2000 yılları arasında 12 yıl sınav görevi ve denetlemelerinde komisyon başkanlıkları yapmıştır.

On üç yıldır TBMM’de Demokratik Sol Parti ve Cumhuriyet Halk Parti Milletvekili Danışmanlığından sonra Ulus Mesleki Teknik ve Anadolu Lisesi’nde görevini sürdürmektedir. Sivil toplum örgütlerinden KARAÖZÜ ŞAHRUH KÜLTÜR Dernek Başkanlığı ve ÂŞIK VEYSEL Kültür Dernek Yöneticiliği, DOST DOST dergi yazarlığının yanı sıra Başkent Üniversitesi yayın organı “Bütün Dünya” aylık dergisinde ve de Karaözü ŞAHRUH dergisinde uzun süre yazıları yayımlanmıştır.

Amatör olarak genelde müzik aletlerinin (halk müziği) birçoğunu çalabilen yazarımızın, çalışmış olduğu okullarda bando takımı kurduğu ve yetiştirdiği de bilinmektedir. Geçmiş yıllarda spor, folklor ve bando ile yıllarca ilgilenmiş, çalıştığı okullar ve yörelerde tesislerini ve kadrolarını oluşturmuştur. Ayşegül ile evliliğinden Kadir EREN ve İbrahim ERDEM isimli iki çocuk babasıdır.

ha-ber.com/Ankara
Inal
Tüm Yorumlar (1)
  • Vedat TATAR

    Yılların birikimi kitabımı okuyucu ile buluşturmanın mutluluğunu yaşıyorum. Üstün DÖKMEN ve Uğur PAMUK etkinliğimize onur verdiler. Teşekkürler. Umarım bu güzide haber yapılmasının yöremiz tanıtımına katkısı olacaktır. Sefa DOĞANAY dostuma da ayrıca teşekkür ederim. İyi okumalar…

    +0
    -0

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.