YENİ ALMAN KİMLİĞİ

ABONE OL
19:03 - 01/10/2020 19:03
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 Bugün herhangi bir Berlin vatandaşından bahsederken (Hugenotten) fransız protestan kökeni olduğuna vurgu yapan, öten var mı?

Mely Kıyak
Sık sık Berlin’in göçmen tarihi ile ilgilenmemiz gerektiğini düşünüyordum. En son Antakya medeniyetler korosunun verdiği unutulmaz konserle, zamanı geçirdik bile diye düşündüm.
Konserin yapıldığı Französischer Dom – Gendarmenmarkt Berlin’in tam ortasında bizi bir gezintiye davet ediyor. Yalnız Türkçe`de değil Almanca`ya giren Fransızca sözcüklerle de karşılaşıyoruz.
Hastane adı Charite veya cafe, bouillon, monbijou gibi isimleri görünce fransızca olduğu yıllar sonra farkedilmiyor.
Fransa’da hıristiyan dini mezheplere ayrılınca iç savaşlar başlamıştı. Protestanları inançlarını istedikleri gibi uygulamaları ön görülüyordu. Edikt kanunu 1598’de kabul edilir. Daha önce 1562’de başlıyan kanlı iç savaşları 1598’e kadar devam eder.
Bartholomäus gecesi Heinrich von Navara ile Margarete von Valois’in düğün gecesi 24 Ağustos 1572’de kanlı Paris düğünü olarak tarihe geçmiştir. Bu gece çok sayıda protestan öldürülmüştür.
Katoliklerin elinde güç ve idare olduğu için protestanlar canlarını
kurtarmak zorunda kalırlar. Kendi çabası ile Fransa’nın güneyinden İspanya ve İtalya üzerinden gelen zorunlu göçlerin sayısı azdı. Kuzey’den gelenler çoğunluktaydı. 1685 yılında 200.000 protestan sayısı yüzde 22’sini teşkil ediyordu. İngiltere göçmen ülkesi olarak diğer Avrupa ülkelerine örnek oldu. Lozan’da din görevlileri eğitim ve öğretim görüyordu. Danimarka, Hollanda “Almanya’ya” göçmenler dağıldı. Almanya’nın bugün bulunduğu coğrafyada o zaman çok sayıda küçük küçük krallıklar vardı. En fazla Frankfurt/Main olmak üzere bir çok kentlere yerleştiler. Göçler tam yüz sene devam ettiği için sağlıklı bir sayı verilemiyor. Berlin’e gelen fransız protestan göçmen sayısı ilk etapta 40.000 olduğu tahmin ediliyor.
Prusya’nın (Preußen) sağlıklı nüfusu yok denecek kadar azalmıştı. Otuz yıl süren savaşta erkeklerini kaybetti. Bütün “Avrupa’da” hükmeden verem ve veba gibi bulaşıcı hastalıklarla çok sayıda insan öldüğü için çalışacak güçlü işçiye gerek vardı.
Londra’de ilk fransız kilisesi 1550 yılında, Berlin’de 1672’de yapıldı. 1910 yılına kadar dinî ayinleri fransızca yani anadillerinde yapıldı. Yüz yıldır almanca yapılıyor, tam üç yüz yıl anadillerini muhafaza etmişler.
Göçlerden kısa bir süre sonra yalnız kilise değil okullar, yuvalar, yetiştirme yurtları, cemiyetler ve dernekler kurulmuş, anadillerini korumuşlar. Haliyle dil birliği komşuluğu kaçınılmaz yapmış. Moabit kentinde oturan bir tek alman dahi kalmamış.
Bugün Almanya istatistik verilerine göre her beş kişiden birinin göçmen kökenli olması gayet normal.
Bazı semtlerde ülkenin resmî dili doğru konuşulmuyor, okullarda göçmen çocukları başarısız oluyor, paralel cemiyetler oluşuyor, gerçekleri Almanya’da daha önce yaşanmış. Demek ki göçmen politikasını, tarihini daha iyi araştırıp, sınırları aşıp dünyaya bakarsak bu sorunların türklere mahsus olmadığını görürüz.
Prusya saraylarında devleti idare edecek aday prensler fransız bilim insanları, fransız dadılar tarafından yetiştirilmiş. Azınlık psikolojisinden kurtulmak kaçınılmazdı. Çok çalışıp örnek olmak zorundaydılar, kendilerini yetiştirdiler. İlk gelen göçmenlerin dili ilim dallarında kullanılacak kadar zengin bir kelime hazinesi yoktu.
Sonraki yıllarda gelen bilim insanları, yazar ve yetişmiş din görevlileri almancayı da yüksek dil durumuna getirmişler Theodor Fontane’nin (1819-1898) en tanınmış romanı Effi Briest buna örnektir.
Gotthold Ephraim Lessing (1729-1781) gibi bazı yazarlar alman dil ve kültürüne fransızca ve kültürün etkisinde kaygılarını dile getirirken bile cümlelerinde fransızca kelimeler vardı.
Hükümdarlar dahil aydın, bilgili demek fransızca bilmek demekti. Bu açıklama bizi Türkiye tarihini de tekrar okumaya, durumu Osmanlı Saray’ında gözden geçirmemize çağırıyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün kitaplığında çok sayıda fransızca kitaplar vardı.
Alman işçileriyle fransız göçmenler arasında çekememezlik kaçınılmazdı. Göçmenlerin el işlerinde becerileri, çalışkanlıkları iş ekonomi ve ticaret alanında onları aranır duruma getirmişti. Ama zamanın hükümdarı Prusya kralı “burada muhteşem bir kilise yapabilirsiniz, eğer biz de sizin geldiğiniz ülkede kendi inanç kilisemizi yaparsak” dememişti.
Bu satırları yazarken bavyera televizyon kanalında Capriccio yayında modacı Ayzit Bostan’ın tanıtımı yapılır. Devlet Tiyatrosu oyuncularının giysilerini yaptığı, dünya moda defilelerinin yalnız onun tasarımlarıyla düşünüldüğü övgü ile anlatıyor. Ama moderator vurguyla türk pasaportlu Ayzit Bostan demeyi ihmal etmiyor. Halbuki biyografisinde dört yaşında Türkiye’den geldiği söyleniyor. Elbette mektup yazıp ne demek istediklerini soracağım. Yani ne yaparsa yapsın, ne kadar başarılı olursa, bizden değilsin mi, demek istiyorlar? Çevrendekileri alçaltarak değil, kendini gerçekten yücelterek büyüyebilirsin (Wilhelm Reich).
Sevgili okurlarım, belki yüz sene sonra türk oldukları çocuklarımıza vurgulanmıyacak, kimlik tek bir kökene indirgenmiyecek. Devleti idare edenler korkmadan inanç evleri, okullar mezarlıklar yapsınlar. Göçmen çocukları eşit şansa sahip olmalı, aynı kanunlarla idare edilmeli, bireysel hürriyetleri korunmalıdır. Uyum değil, katılım ve ait olma önemlidir. İş vermediğimiz bir göçmen çocuğunun uyumundan bahsetmek sadece gülünç duruma düşmektir. Ekonomik ve kültürel olarak amaca ulaşılmışsa eski veya yeni alman kimliği demeye gerek kalmaz.
O zaman gelen fransız protestan göçmenleri bundan yüz sene önce almanlarla evlilikle isim değiştirerek çoğunluk topluma katılmışlar. Ama dil ve kültür izleri var olarak kalmış.
iltergh-22-01-a.jpgAntakya medeniyetler korosu konserinin yapıldığı fransız kilisesinde
(Französischer Dom) papaz 1702’de yapımı biten kilisede dinî ayinler ancak yüz yıldır almanca yapılıyor, dedi.
Zamanımız almanların çok sabırsız olduğunu düşünüp, etrafımdaki türklere daha zamanımız var, diye fısıldadım.
Mely Kıyak, 1976 yılında Niedersachsen’da doğdu. İyi ki doğmuş, yazar ve gazetecidir. Die Zeit, Frankfurter Rundschau ve Die Welt gazetelerinde yazıyor. İslâm Konferans’ına katılıyor. Goethe Enstitüsü’nde ilk göçmen kökenli üyedir.
Sevgili Mely Kıyak, siz ve gelecek nesiller Almanya’yı önyargılarından kurtaracaksınız. Ve bir gün köken kelimesini kullanmadığı günler, güneşli günler gelecektir. Mely Kıyak’ın dediği gibi, entegrasyon, uyum olabilir. Aynen onsekizinci yüzyılda fransız din, inanç sığınmacılarla nasıl mümkün olduysa, bugünki göçmenler, türkler için de geçerlidir.
Hoşça kalın!
 
İlter Gözkaya – Holzhey 
Emekli Öğretmen
 
 
Kaynaklar:
Mely Kıyak, Neue Deutsche Identität
Vorwärts, S. 26 , März 2010-03-14
www.vorwaerts.de
Stefi Jersch-Wenzel u. Barbara John
Von Zuwanderen zu Einheimischen Hugenotten,Juden, Böhmen,Polen in Berlin
Nikolaische Verlagsbuchhandlung 199o
(evtl. erhältlich beim İntegrationsbeauftragten, Potsdamer Str.)
Kitap tavsiyesi:
Mely Kıyak, 10 für Deutschland (Gespräche mit türkeistämmigen Abgeordneten)
Edition Körber-Stiftung 2007
ISBN 978-89684-068-4

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.