UTOPYA

ABONE OL
18:19 - 01/10/2020 18:19
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 UTOPYA

 
Utopya gerçek coğrafyada olmayan hayal ürünü bir hiç ülkesi. Bu düşünceye ütopi, hayali düşünceye sahip olana ütopist deniyor, kavram Fransızca’dan geliyor.

TRT Türk devlet kanalı kablodan çıkarıldığı için ancak altı özel televizyon yayınında gezinti yapabiliyorum. Öğleden sonra ve akşamları gösterilen yarışma, dizilerin içeriğine sabah magazin programlarında analiz ve yorumlar yapılıyor. Reklamlar ancak Avrupa kanalı yapıyor.

Böylece Türk televizyon izleyicisi tam bir hayal dünyasında yaşarken, kıskançlık ve entrikalarla rekâbet sınırlarını aşan kötülüğe, düşmanlığa hazırlanıyor.
Aynı izleyici haberlerde, hayal değil de sanki bir vahşet ülkesinde yaşıyor gibi, akla, mantığa sığmayan polisiye olayları ve korkunç kazalarla şoka uğruyor. Bu haberler çocuk ve öğrencilerin aktif ve uyanık olduğu saatlerde gösteriliyor. Hem de yetişkin insanın bile görmeye tahammül edemeyeceği kaza ve şiddet içeren fotoğraflar tekrar tekrar gösteriliyor.
Çalışan öğretmenlerin bu yayınları izlemeye vakti yoktur, ama emekli öğretmenlerin bir basın açıklamasını beklesem ütopist olurum her halde.

Bir televizyon yayınında utopya adasında gösterilen yarışmadan aklıma bir kitap geldi. Kitap kurdu eşim hemen kitabı önüme koydu.

Thomas Morus 1478 – 1535 yıllarında yaşadı. Kral 
VIII. Heinrich tarafından hunharca öldürüldü. Kralı Anglikan kilisesinin başı saymadığı için ölüm cezasına çarptırıldı. Aynı kral boşanmayı kabul etmeyen Roma Katolik başı papaya karşı kendi kilisesini kurdu. Papaya başkaldırarak sevdiği ve evlendiği kadını da daha sonra öldürttü.
T. Morus ölümünden tam dört yüz yıl sonra kutsal bilge sayıldı. Eseri Utopya dünya edebiyat tarihinde unutulmayacak, zaman aşamasına uğramayacak yerini aldı. Hayal ürünleri kilise duvarlarında resmedildi.

Kitap, okuması roman hakkında eleştiri ve yorum yapması için yazarın arkadaşına gönderdiği bir mektupla başlıyor. Romana bir filozofla bir gezginin konuşmaları hakim. Gezgin Amerika kıtasına adını veren Amerigo Vespuci’nin gemisinde ikinci kaptan. Gezdiği ülkelerde gördüğü halkın yaşamından örnekleri fantazi ile süsleyerek, bir anayasa ve bir devlet ada kuruyor. Kendisi Londra’da yaşıyor, ama ütopik düşünceler dünyada görülenlerden derlenen bir hayal ürünü. Bazı bölümlerde Osmanlı İmparatorluğu, Anadolu ile ilgili tasvirler olduğunu okumuştum, romanı bitirmediğim için henüz buna benzer satırlara rastlamadım.


Bir kişi görürse hayal veya rüya olur. Çok insan aynı rüyayı görürse gerçek olabilir. Elli yıl önce Almanya’ya gelen göçmenler bu gün otuz milletvekilinin göçmen çocukları olacağını hayal dahi etmemişlerdi. Yalnız Federal Alman Parlamentosu’nda değil eyaletlerde de milletvekili olan ikinci nesil var. Sanat, sinema alanında Alman adı olmadığı için zorlukla çoğunluk toplumda yerine alan çocuklarımıza yeterince sahip çıkılmadığını, düşünüyorum.
Türk basını ve medyası nerede Türk kökenli varsa, orada göçmenlerin biz de varız demelerine büyük bir katkı sağlıyor, ama hızlı ve yoğun haberlere ayak uyduramıyor. Hâlbuki yaşadığımız Avrupa ülkelerinde her konu ve sorun göçmenleri de ilgilendirir.

Dilimizi kültürümüzü koruyalım sloganları Almanca yazdığı, düşündüğü ve tiyatroda oynadığı için bazı gençleri öteki yaparken, bütün etkinlikler için politikacı, bilim insanları, filmleri ve oyuncuları yalnız Türkiye’den getirmek idealimize karşı gelmektir.

Rahat olana kaçan Türk dernek, kuruluş, basın ve medyaya hem görev hem de sorumluluk düşüyor. Katılımcılar etkinliklerden boğuluyor. Verilen toplantı ve konserlere zamanında başlamayan dernek etkinlikleri adeta yarış halinde Türk toplumuna Alman toplumunun içine katılma fırsatı vermiyor.
Önümde 1 Kasım tarihli Hürriyet Gazetesi var. Bir tek Ahmet Külahçı’nın köşe yazısı Almanya’da yaşamla ilgili. Ertuğrul Özkök’ün çikolata yazısı bir mekâna bağlı değil. Sadece üçüncü sayfada Almanya’dan bir kaç haber başlığı var. Geri kalan 20 sayfa haber ve yazılar Türkiye’den. Birinci nesil bile önce yaşadığı yer, işi aşı olan ülke, sonra geldiği ülke haberlerini duymak istiyor.

Ahmet Bey, yazısında Berlin Türk Film Haftasında ilginin azlığından şikâyet ediyor. Getirilen gösterilen filmlerde Avrupa’da yetişmiş oyuncular rejisörler, var mı bilmiyorum.
2013 yılında Katedrala filmi Noel Bayramından önce Almanya’da tartışılan konuşulan filmin kamerasını yapan kameramanın Berlinli bir Türk olduğu Türk toplumuna henüz ulaşmadı.
İstanbul Film Festivali’nde en iyi kadın oyuncu seçilen Berlinli Sema Poyraz’ın başrolü oynadığı, kamerasını yukardaki filmde adı geçen Berlinli kameramanın yaptığı Özür Dilerim filmi gösterilmeliydi. 

Özet olarak paylaşan, katılımı çoğunluk toplumunda yerini, nasibini büyük bir çaba ile gösteren ikinci, üçüncü nesle sahip çıkılmalı. Türkçe, Almanca ile birlikte korunmalı, artık kültürümüzü bir elmanın yarısı gibi düşünmeli, yalnız sözde değil, uygulayarak göstermeli.
Dernekler birleşerek daha az etkinlik organize etmeli. Yalnız huzur, eğlence ve rahatlığa hitap etmeden beyinler çalışmalı, çalıştırmalı. Bilhassa kış aylarında etkinliklere en az bir saat erken ve zamanında başlamalı.
Bilirkişi, uzman ve sanatçıların tamamı artık Türkiye’den getirilmemeli. Almanya’da yetişen sanatçılara Türkiye’de de ilgi göstermeli.

                           
Bana fizik tedavisini yapan görevli, bu sokakta elit Almanlar oturuyor, buraya Türk kökenli bir çalışan alamayız, deyince tedavimi yarıda bıraktım.
Gelecek hafta Spandau’da SPD Kadınlar Kolu Başkanı öğrencim Meltem’in yapacağı bir toplantıya gideceğim, konuşma dili Almanca olacak.

Katılım sözde kalmasın, hoşça kalın, iyi okumalar!

İlter Gözkaya-Holzhey                                              
Emekli Öğretmen

İlham aldığım, okumaya devam ettiğim kitap: 
Thomas Morus, Utopia
Resimler: Michael Mathias Prechtl
4. Baskı 1991, Büchergilde Gutenberg
ISBN: 3-7632-3200-1
                           

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.