SOĞUK BİR PAZAR

ABONE OL
18:59 - 01/10/2020 18:59
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Soğuk, ama güneşli bir pazar günü. Önceden biletlerimizi almışız. Dostlarla Bakırköy’de, Dalyan Balık’ta buluştuk. Sabahın keskin ayazı, Vedat Bey’in ısmarladığı sıcak çaylarla dağılıyor. Ortalıkta buram buram çay kokusu. Masa, günün gazeteleriyle dolu. Neşeli bir söyleşi. Ülke sorunları, bölgesel geleneklerimiz, daha çok da Trabzon’la ilgili konular konuşulmakta. Bir yandan günlük gazetelere göz atılıyor.

Bir yere yetişeceksem hep heyecanlanır, geç kalma kaygısı içimde yer eder. Bu tatlı söyleşi, benim uyarımla kesiliyor. “Geç kalacağız arkadaşlar!” diyorum. Arabaya doluşuyoruz. Sürücümüz Özgür, radyodan Karadeniz müzikleri bulmaya çalışıyor. Hareketli bir müzik. Coşkumuzu artırıyor. Hedef, Olimpiyat Stadyumu. Yol boyunca bordo mavi bayraklı araçlar çoğalıyor. Araçlar tıklım tıklım. Ömrünü gurbette geçirenler, sıla özlemini bir nebze azaltmak için soğuğa aldırış etmeden vurmuşlar kendilerini yollara. Tıpkı nesiller önce yayla yollarında yayan yapıldak ilerleyen kafileler gibi.

Olimpiyat Stadyumu da Temel fıkrası gibi. On binlerin sığacağı bu spor alanının doğru düzgün yolu yok. Trafik sıkışık. Yaylacı Karadeniz uşakları, trafik sıkışıklığına anında çözüm bulmuşlar. Yol kenarlarına arabalarını park edenler; formalar, bayraklar, türküler, sloganlarla yürüyorlar. Nihayet kaplumbağa hızıyla da olsa stadyuma ulaşıp arabamızı park ediyoruz. Hemen Trabzonspor ürünlerinin satıldığı tıra giderek şapka ve atkı alıyorum. Böylece de önemli bir eksiğim tamamlanmış oluyor. Ortalık mahşer yeri. Bir panayır havası var çevrede. Bu tür yerlerde içerideki yiyecek, içecek çok pahalı olduğu için izleyiciler, dışarıdaki seyyar satıcıların ucuz, sağlıksız ürünlerine mahkûm ediliyor. Yanık köfte kokularından kurtulmanın en iyi yolu, bir an önce içeri girmek. Tribünlerde karmaşa egemen. Herkesin biletinde numara var, ancak bir işe yaramıyor. Erken gelen yer kapıyor. Eşleriyle çocuklarıyla gelenler, mağdur oluyor. Merdivenlerde ayak atacak yer yok. Zar zor bir yer buluyoruz. Oturarak maç seyretme ne yazık ki yok. Çünkü bu memlekette insanların keyiflenmesi, bir şeyin zevkini çıkarması yasak. Ayakta durmaktaki amaç, maç izlemek değil; bağırmak, zıplamak. Bu nedenle de izleyicilerin çoğu, sahada olan biteni göremiyor.

Tezahüratlarda tek düzelik egemen, yaratıcılık yok. Ülkemizdeki tüm takımlar, aynı şarkıları kendi takımlarına uyarlamışlar. Kulüpler ve taraftarlar, özgün marşlar, şarkılar, sloganlar bulmalı. Benim en çok takıldığım ise “Oley!” nidası. Ne yazık ki sevincimizi, keyiflenmemizi anadilimizde haykıramıyoruz spor karşılaşmalarında. İspanyolca bir sözcükten medet umuyoruz. “Ya, ya, ya; şa, şa, şa! Bizim takım çok yaşa!” gibi Türkçe sevinç, haykırış tekerlemeleri unutuldu. Yabancı özentisi, küresel liberal rüzgârlar yerli olanı yok etti. Yerlerine yeni yaratıları da koyamadık.

Maç iyi başladı. Erken gol herkesi sevince boğdu. Maç sırasında izleyicilerin küfürlü bağırışı neredeyse yok gibi. Hakeme küçük kızgınlıklar oluyor. Hanım izleyicilerin olması küfrü biraz frenliyor gibi. Bir ara Akif’in (birlikte maça gittiğimiz arkadaşlardan) frenleri boşalıyordu ki son anda direksiyonu topladı. Yanındaki hanım izleyiciyi fark ederek: “Bu hanımefendiden Allah razı olsun! Yoksa, bir sürü küfür edip dünya kadar günaha girecektim.” sözleri ortalığı çınlattı. Gülmekten öleceğim. Maçı mı izleyeyim, yoksa Akif’in bu sözüne mi güleyim. İşte, Karadeniz’den bir Temel daha. Zeka, mizah.

Bir ara küçük arkadaşımız Batuhan’ın burnunun, yanaklarının kıpkırmızı olduğunu görüyorum. Küçücük gövdesini ısıtmak için zıplıyor. Zaten ayakta göremediği için koltuğun arkalığına çıkmış. İp cambazı ustalığında maç izliyor. Bir kolu omzumda. Düşmemesi için ortak çaba içindeyiz.

Nihayet maç bitiyor. Trabzonspor farklı kanıyor. Ayazın, poyrazın şiddetini unutturan güzel bir sonuç. Coşku zirvede. Trabzonsporlu futbolcuların maç sonunda yaptıkları kısa, özgün, müziksiz kolbastı gösterisi muhteşemdi. Tekrarı olsa da izlesem diye içimden geçirmedim değil.

Stadyumdan çıkıp otoparka doğru gidiyoruz. İzleyicilerin çıkacağı geçitlerin önü minibüslerle kesilmiş durumda. Her yer itiş kakış. Canı yanan yurttaş, hıncını çıkaracak yer arıyor. Düzensiz, karmaşık, ilkel bir durum. Güvenlik demek, yalnızca stadyum içi güvenlik mi? Böylesi bir duruma nasıl izin verilir, anlamak olanaksız.

Güç bela aracımıza ulaşıyoruz. Yolu olmayan(?) olimpiyat köyünden çıkıyoruz. Trafik işkence ötesi bir şey. İlerlemek neredeyse olanaksız. Balata, lastik, egzoz kokularından boğulmak üzereyiz. Coşku, işkenceye dönüşüyor. Sanırım bu da ülkemiz insanının makûs talihi. Bir şölenin nasıl bir çileye dönüşeceğinin resmi bu. Kemal Bey: “Bir daha buraya gelmem.” diye isyan ediyor.

“Bize her yer Trabzon!” yazıyor atkımda. Karşı tribündeki çok az sayıdaki İBB taraftarının pankartlarını düşünüyorum. “Bize her yer deplasman!” Ne kadar ilginç değil mi?

Adil Hacıömeroğlu

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.