ÖNCÜ KÜLTÜR KAVRAMI

ABONE OL
18:07 - 01/10/2020 18:07
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

ÖNCÜ KÜLTÜR KAVRAMI

Almanya İçişleri Bakanı Thomas de Maizière bu sözü, 1996 yılında Prof. Dr. Basam Tibi’nin ortaya attığı Avrupa Öncükültür kavramından aldı. Her seçim arifesinde öne çıkarıldı. Sözlükte yeri olmayan Alman Öncü Kültür kelimesi politikada çarpıtıldı.

Öncü sözü öteki kültürlerin üstünde, en iyisi en doğrusu anlamında kullanıldı. Avrupa’da yaşayan on milyon göçmenden biri kadına elini vermedi, diye bütün Müslümanlara mal edilmeye çalışıldı, hâlâ çalışılıyor.

Temelini doğu ve güney medeniyetlerinden aldığı kültürü, coğrafyasına uyarlayıp batı kültürü, diyen Avrupa sorunlarıyla dar boğazdadır. Zamanında alınmayan tedbirlerin açtığı sosyal yaralar su yüzüne çıkıyor. Kışkırtmaya açık açıklamalar yarına zarar veriyor. Çünkü bugün, yarın için alınması gereken önlemler tartışmaların arkasında gölgede kalıyor.

Bassam Tibi, kültürü Avrupa kimliğinde zenginleştirme ve nitelikleri tespit etme olarak algılıyor. İnsan hakları, anayasa ve kanun karşısında kadın ve erkeğe eşit muamele, eğitim öğretimde öğrencilere ayırmadan aynı şansı verme, basın ve medya özgürlüğü olarak algılanmasını ön görüyordu. Sözleri çarpıtılarak azınlıkların, göçmenlerin getirdiği kültürü hor ve yanlış görme anlamında kullanıldı.

Aslında politikacılar bazı konuları filozof, bilim insanı akademisyenlere bıraksa, toplumda kargaşa çıkmaz, yanlış anlaşılmaz. Böylece sözleri kötüye ve genellemeye alet edilmez. Nitekim bu sorun anlaşıldığı için bir komisyon kuruldu. Tartışmalar önce bilirkişilerin süzgecinden geçirip, raporu topluma duyurulacak. 28 Kuruluştan oluşan Kültürel Entegrasyon Girişimi 15 maddelik tezlerini sunacaklar.
Almanca öncü kültür (Leitkultur) kelimesinde, öncü kavramı çok çeşitli anlama geliyor. Fizikte iletme, iletken, sosyal anlamda idareci, okul müdürü gibi kelimeleri üretiyor.
Herhangi bir kültürün diğer bir kültüre liderlik etmesi, yürütmesi idare etmesi düşünülemez. Öncü olan anayasadır, Avrupa yapılan antlaşmalarla idare edilir. Tavsiye edilmesi gereken bir anayasa yazılması olabilir.

Sokağımızda köşede bir sığınmacı yurdu var. Sığınan Suriyelileri sık sık görüyorum. Kadın üç adım arkadan gidiyorsa, pencereyi açıyorum ve burada böyle yapılmaz, deyip erkeği bekletiyorum. Kadının taşıdığı torbalardan almasını söylüyorum, yalnız kadına taşıtma, diyorum.

Avrupa’da yaşayan beş milyon Türk’ün zaten yüzde yetmişin lâik devlet idaresinden gelen bir kültürü var. Fakat bu grup hakkında hiç konuşulmadığı gibi, onlara toplumda söz hakkı verilen etkinlikler salonlarda kalıyor. Nitelikli toplantı sonunda rapor hazırlanırsa ancak vatandaşa ulaşıyor.

Kültürü insan vücuduna benzetirsek, bir bütün olduğunu görürüz. Bölümleri birleşerek işleyen bir makine oluşur. Yemek kültürü daha hızlı yol alıyor. Yetmiş yıllarında Avrupa’da bulunmayan zeytin, bulgur, patlıcan artık her yerde bütün marketlerde var. Yalnız Türklerin işlettiği satış yerlerinde değil, Alman marketlerinde de satılıyor. Bilhassa Türk mutfağını arkadaşı vasıtasıyla tadan veya Türkiye’ye turist olarak gelen Almanlar satın alıyor. Artık Almanya Dünya’ya Ege sucuğu ve döner satıyor.

Göçmenler yaşadığı ülkelerde uyum sağlasın, ülkenin dilini iyi öğrensin, iyi bir meslek edinsin. Yaşadığı ülkede üretsin, politikaya karışsın, karar mekanizmalarında görev alsın mozaik oluşurken forma katkı sağlasın.

Çoğunluk toplumda ölen her azınlık dili ve kültür elementleri, doğada ölen, yani türü yok olan bir çiçek gibidir.
Kültürü bir kerpiç gibi kalıplara sokmaya çalışma, sınırlama başarılamaz. Yasaklar yalnız yasalarla olmaz, çoğunluk toplum adet ve gelenekleriyle diğerlerini çeşitliliği sınırlamaya kalkışırsa bir balona sıkıştırılmış hava gibi günün birinde patlayabilir.

Dünya kültürü hep aynı mekânda kalmaz, devamlı değişime uğrar. Zamanla, geçirdiği savaş ve hastalıklardan etkilenir. Tarihte sürekli değişime uğrar, şiddetle birikimler kaybolur.
Toplumun hoş görmediği kültür örneklerini gösteren sağcı gruplar, İslâm veya Türk düşmanlarına ya topluma uy, ya da bu ülkeyi terk et, diyor. Fakat politikacılar oy kaybı korkusuyla onların sözünü tekrarlıyor, destekliyor. Alman olarak doğanlara söylenmeyen dışlayıcı sözler göçmenlere veya göçmen kökenli yeni Almanlara rahatlıkla söyleniyor.
1982 yılında Meksika’da UNESCO’nun İkince Dünya Konferansı’nda alınan not hâlâ geçerli. 

“Son yıllarda Dünya’da kültür politikasında derin değişiklikler oldu. Bilimsel tekniğin getirdiği gelişme insan ilişkilerini etkiledi. Bu nedenle kültür ve eğitimin önemi
arttı. İnsanın, yani bireyin gelişmesi oluşacak toplumu birleştirici görevini üstleniyor. Diyalog imkânı çoğaldığı, kolaylaştığı halde, ülkeler ekonomi sıkıntısı çekiyor. Zengin yoksul farkı gittikçe çoğalıyor, rekâbet barış ve huzura kötü etki ediyor.”

Yerkürede barışın ve emniyetin tehlikesi o zaman görülmüş, ama bilim insanlarının uyarılarına ülkeleri idare edenler dikkat etmemiş ki, bugün Dünya yine bir savaş ortamında.
İnsanlar korku içinde yaşıyor. Kültürü geliştiren gezme özgürlüğü terör, savaş korkularıyla yıkımlarıyla sekteye uğruyor, daha da devam edeceğe benziyor.

Günümüzdeki savaşlar yine din ve kültür savaşı, Dünya’nın polisliğini üstlenen ülkenin yaptığı yanlış politika yeryüzünü adeta cehenneme çevirdi. Nasıl başladığını anlamak, yanlışın anlaşılması, savaş ve göçleri bitirebilir. Barış kültürü diyalog ve tartışmayla gelişir. 

Benim kültürüm, dini inancım senin kültüründen, inancından daha üstün, diye başlanırsa diyalog başlamadan, amacına ulaşmadan sona erer.

Korkusuz kalın!

İlter Gözkaya-Holzhey                       

Not:
Gülmek isteyen okurlar Facebook’ta “10-Punkte-Katalog” der Leitkultur v. Osman Engin okuyabilir.

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.