NEDEN TIBBİYE?

ABONE OL
18:56 - 01/10/2020 18:56
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Hükümetin çıkardığı tam gün yasasıyla özellikle Tıp Fakülteleri hastaneleri önemli ölçüde kan kaybına uğradı. Yıllarını eğitime, hastalarını otamaya adayan hocalar, üniversitelerden bir bir ayrılırken hastalar da perişan olmakta.
Tıp fakültesi hastanelerinde büyük bir karmaşa egemen olurken sağlık bakanlığı popülist bir yaklaşımla hekimleri (otacıları) halka hedef yapmakta. Onları ”paragöz, halkı soyan” bir meslek grubuymuş gibi gösterme gayreti var iktidar sahiplerinde. Dünyanın en zor ve en uzun eğitimini almış, özveriyle çalışan bir meslek grubunu halkın önüne atmak, itibarlarını ayaklar altına almak ülkemizin geleceği açısından kaygı vericidir.

Ülkemizin birçok yerinde fakülte hastanelerine gittiğinizde bakımsızlıklar, ihmal edilmişlikler karşınıza çıkar. Binalar bakımsız, sıvalar dökülmüş, boyalar kalkmış, duvarlar çatlak, araç ve gereçler eksik… Hayırsever kişi ve kurumlar olmasa vay hallerine! Yardımcı personel yetersizliği hat safhada. Ödenek yetersizliği karşısında lime lime dökülen hastaneler var karşımızda… Son yıllarda yatırım nerdeyse yok. Bilinçli olarak Tıp Fakülteleri bitirilmek isteniyor. Tıpkı daha önce KİT’lere yapıldığı gibi. Yatırım yapma, yenileme, zarar ettir, sonra da ”kurtulmak” için özelleştirip peşkeş çek. Fakülte hastaneleri kentlerin en güzel yerlerinde, arsaları çok değerli. Bu nedenle de kent rantiyecilerinin ağızlarının sularını akıtmakta. Bunun için de bahane hazır: ”Buraları satıp kentin gelişmekte olan yoksul mahallerinde modern(!) hastaneler yapacağız.” Yoksulları kullanarak ülke kaynaklarını heba ederek yoksula kazık atmak… İşte Türk mucizesi bu.
Tam gün yasasıyla tıbbiye hocaları üniversiteleri terk ederken yurttaşların profesörlere muayene olma olasılığı da neredeyse yok gibi. Bir hoca düşünün, hastasını muayene edemiyor; en ağır, tehlikeli durumlarda bile ameliyata giremiyor. Ancak RTE’nin sağlığı söz konusu olunca yasalar tepetaklak oluyor. Başbakana ayrıcalık tanınırken yurttaşlar hastane koridorlarında sürünüyor, aylar sonrasına randevular veriliyor. Bunun da adı ”ileri demokrasi” oluyor.
Tıp Fakültesi hastanelerini yalnızca otama yapılan yerler olarak düşünmek büyük hata. İktidarın böylesi bir düşünce taşıması tıp eğitimini yok eden bir anlayış. Buraların asıl amacı yeni hekimler yetiştirmek, eğitim vermek. Tıp eğitiminde uygulama, olmazsa olmaz. Yalnızca teorik bir eğitimden geçen bir adamdan otacı olmaz. Böylesi bir anlayış, halk sağlığını tamamen tehlikeye düşürür. Dünyanın gelişmiş ülkeleriyle boy ölçüşen tıp eğitimimiz, ortaçağ bilgisizliğine kurban edilir. Hele yabancı otacıların getirileceği görüşü son derece sakıncalıdır. Sen pırasa, badem, ceviz… mi ithal ediyorsun? Bu işin bir ruhu olmalı. Hastalıkların otanmasında biyolojik olduğu kadar psikolojik etkenler de var. Bu da otacı ile hastanın iletişimiyle olur.
Aklımıza şu sorular geliyor: Neden tıbbiye? Neden böylesine yaşamsal bir mesleği itibarsızlaştırma?
Nedeni çok basit. Ülkemizdeki tüm modernleşme, çağdaşlaşma ve demokratikleşme hareketleri tıbbiye ve harbiyeden gelmiştir. Hurafeyi, ortaçağ karanlığını yok ederek bilimsel düşünceyi egemen kılmada bu iki meslek grubunun öncülüğünü görmekteyiz. İttihat ve terakki Cemiyeti 1893’te, tıbbiyede kurucularının çoğunluğu doktorlardan oluşarak kuruldu. 1908 Meşrutiyet Devrimi’nde bu iki mesleği ön saflarda görmekteyiz. Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in kuruluşunda da yine karşımıza tıbbiyelilerle Harbiyeliler çıkıyor çoğunlukta. Sivas Kongresi’ndeki Tıbbiyeli Hikmeti unutmak olanaklı mıdır? Ülkemizin topraklarından sıtma, çiçek hastalığı, verem, frenginin sökülüp atılması kimlerin sayesindedir dersiniz? ”Benim milletvekili olarak değil, doktor olarak vatanıma daha çok hizmetim olur.” sözü de Tıbbiyeli Hikmet’indir. Böylesine özverili sözleri anlamak, siyasette koltuk kapmak için her türlü değeri hiçe sayanların işi değildir.
Tıbbiye ve harbiye neden öncüdür? Bu iki mesleğin de bilimsel kurallara bağlı olması, bilimsel yenilikleri de günü gününe izlemesi gerekir. Tıbbiyeli çağdaş gelişmelere uymazsa hastasını öldürür, mesleğini de. Harbiyeli de aynı durumdadır. Bilimsel gelişmelere uyum gösteremeyen subay, savaşı kaybeder. Yönettiği askerler de, kendisi de, ülkesi de ölür. Ölümden sonra başka şansı var mıdır insanoğlunun? Bu nedenle bu mesleklerde hurafeye, dogmatizme, ilkelliğe, körü körüne inanmaya, geleneksel saplantılara yer yoktur.
Günümüz iktidarı, önce Harbiyelileri itibarsızlaştırma, güçsüzleştirme eyleminde bulundu. Şimdi de Tıbbiyelileri… Rastlantı mıdır acaba bu? Bence değil. 1908’in, 1919’un, 1923’ün intikamı alınmakta. Çanakkale’de tıbbiyelilerin kahramanlıkları hiçe sayılarak doğaüstü güçler öne çıkarılmakta. Amaç; ülkemizi bilimden uzaklaştırmak, halkımızı ortaçağın karanlığına gömmektir. Çağdaş eğitim kurumlarından doğan güneşin aydınlığı, iktidar sahiplerinin gözlerini kamaştırmakta. Yarasalar ışığı sevmez, çünkü onlar karanlıkta, herkes uykudayken kan emerler.

Adil Hacıömeroğlu

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.