KUR’AN’A BİR DE BU GÖZLE BAKIN(II)

ABONE OL
18:44 - 01/10/2020 18:44
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

KUR’AN’A BİR DE BU GÖZLE BAKIN(II)

Kur’anın hitap ettiği toplum Allah’a ve ahirete inanmakta ama korkmamaktaydı. Müslümanlarla Müşrikler arasında yapılan Hudeybiye Anlaşması’nda, iki taraftan biri hac yaparken diğerinin oradan çıkacağını yazar. İki tarafta hac ediyor. Ebu Cehil, namaz kılan, oruç tutan, hacca giden, cübbeli sarıklı muhafazakar sağcı bir Müşriktir. Bedir Savaşı’ndaki duasında, Peygamberimiz için “dinsiz, servet düşmanı” diyor. “Bu dinsizden bizi kurtar yoksa Allah’ın evinin hizmetkârı kalmayacak” diyor. İhtilalci, dinsiz, mal mülk düşmanı, etrafına çapulcuları toplamış, düzene isyan eden anarşist demeye getiriyor.
Kur’an İnsanın Psikolojik ve Sosyolojik Dünyasına Hitap Eder
İnsanın psikolojik dünyası iç dünyası, sosyolojik dünyası da dış dünyası olduğuna göre Kur’an, ya benim iç dünyamda sorunlarıma -hırs, kibir vs. gibi- değiniyordur ya da çevremle olan ilişkilerimi düzenliyordur. Kur’an’ın psikolojik ve sosyolojik tefsirleri dışındaki tefsirlere sıcak bakmıyorum. Kur’an’da matematik, bilim, tarih aramanın bir âlemi yoktur. Kur’an’da her şeyi aramın da bir anlamı yoktur. Kur’an yazılı bir ayettir. Bir de dışarıda yazılı olmayan Allah’ın ayetleri vardır. Deniz bilimiyle uğraşmak isteyen gidip denizleri inceleyebilir, astronomi ile uğraşmak isteyen gökleri inceleyebilir. Onlar da Allah’ın ayetleridir. Kur’anın konusu bu değildir. Bütün bunları yaparken Kur’an insana bir bilinç aşılamaya çalışıyor. Kur’an bir bilim kitabı değildir. Bir bilinç kitabıdır. Aradığınız cevaplar Kur’an’da yok. Tabiatta, doğada var. Oraya bakın.
Psikolojik Dünyamızın Deşifresi: Adem Kıssası
Kur’an’da Adem Kıssası’nda şöyle bir ayet vardır. “Şeytan Adem’e vesvese verip (…) (Tâ Hâ, 120)” Vesvese, içten gelen bir fısıltıdır. Adem de biz insanlarız. İçimizdeki sesten bahsediyor bu ayet. Ana psikolojimizin ne olduğunu söylüyor. “Şeytan Adem’e vesvese verip dedi ki, ‘Sana şecere-i huld’un ve mülk-i la yeblâ’nın yolunu göstereyim mi? (Tâ Hâ, 120)” Şecere-i huld ve mülk-i la yeblâ. Bu iki şeyin içimizde olduğunu, ademoğlunun bu iki şeyin peşinden gittiğini, bunun dışarıya yansıdığını, dıştaki çarpıklıkların ve çürümelerin kökeninde Adem’in içindeki bu psikolojinin yattığını söylüyor. Geçmişteki Ademlerin, bugün yaşayan Ademlerin ve gelecekte yaşayacak Ademlerin içindeki onulmaz, iflah olmaz, esaslı bir problemi Kur’an bize deşifre ediyor. Şecere-i huld ve mülk-i la yeblâ ne demek? Şecere ağaç, huld, sonsuzluk, mülk-i la yeblâ, yıkılması mümkün olmayan mülk demektir. “Sana sonsuzluk ağacını göstereyim mi? Buna sahip olursan yıkılması mümkün olmayan bir mülke sahip olacaksın.” diyor. Bu kavramları açıklarken etimolojiden gitmek gerekir. Şecere, cemaâ demektir, yani toplamak. Keneze demektir, yani biriktirmek. Ağaç da bütün dalları, yaprakları, meyveleri kendinde toplar. Huld, sonsuzluk diye çevriliyor, aslında bir şeyin son sınırı demektir. Şu halde şecere-i huld, bir şeyi son sınırına kadar toplamak demektir. “Sana arzu ettiğin, heves duyduğun, peşine takıldığın şeyin son sınırına kadar nasıl toplayacağını ve bu toplama neticesinde yıkılması mümkün olmayan bir servete, iktidara ve mülkiyete nasıl kavuşacağının yolunu göstereyim mi?” diyor. İnsanın içindeki ana dürtüyü deşifre ediyor. 
Bu doğru bir söz müdür? Gelin birlikte bunu gündelik hayatta test edelim. Hayatta ben bundan başka bir şey görmüyorum. Dünyadaki bütün savaşlar, işgaller, desiseler, yalanlar, iftiralar bundan olur. Tüccar müşteri toplamak ister. İster ki, bütün ürettiği şeyleri insanlar ondan alsınlar. Mesela ben yazarım. Bir kitap yazıyorum. Benim içimden bir ses diyor ki “En çok benim kitaplarım satsın.” Televizyoncu en çok reytingi ben alayım, istiyor. Futbol takımları bütün puanları ben toplayayım, istiyor. Amerika istiyor ki, bütün petrol benim olsun. Herkes toplama peşinde. 
İnsandaki Toplama Dürtüsüne Örnek: Habil ile Kabil Kıssası
Habil-Kabil Kıssası biraz önce bahsettiğimiz konuyu örneklendirerek açıklayan kıssadır. Kabil toplama peşinde olan, Habil ise toplamaya karşı çıkan demektir. Kabil bir bahçenin etrafına çit çeviriyor ve “Burası benim.” diyor. Daha önce insanlar geliyorlar pınardan su alıyorlardı, meyvelerinden yararlanıyorlardı, ağaçların gölgesinde oturuyorlardı. Birisi çıktı, “Burası benim, bundan sonra buranın nimetlerinden yararlanmak istiyorsanız bana hizmet edeceksiniz.” dedi. Çitle çevirdi. Çitin çevrildiği yere “mülkiyet” dendi. Etrafına memur koydu, onlara “devlet” dendi. Silahlı adamlar tuttu orayı koruması için onlara da “ordu” dendi. Mülkiyetin, devletin ve ordunun ortaya çıkışı böyle oldu. Habil-Kabil Kıssası tam da bunu anlatıyor. Habil buna karşı çıkıyor. “Burası Allah’ın kullarına ait” diyor ve aralarında kavga çıkıyor. Kabil Habil’i öldürüyor. Kur’an’da anlatılan kıssa budur. Ben yıllar önce bir müfessire Kabil’in Habil’i öldürme nedenini sordum. “Kız yüzünden” dediler. Müslüman dindarın bilinçaltını deşifre etmesi bakımından önemli bir şey bu. Olayı “kız davası” olarak görüyor. İnsanlığın temel meselesini bu olarak görüyor. Bu nedenle var gücüyle kadına yöneliyor. “Saçının telini gösterirse cehennemde 70 yıl yanacak.” diyor.  Ama öyle 40 tane yere çit çevirmesinde, dünyalar kadar para biriktirmesinde hiçbir mahsur görmüyor, yeter ki karısının saçının teli görünmesin. Bu tefsir yanlış. 
Toplama, Biriktirme, Kontrol Etme Hastalığı
Kur’an-ı Kerim’de 3 tane put ismi vardır. Lat, Uzza, Menat. Lat, otorite, Uzza, güç, Menat da para demektir. Otoriteden emperyalizm, güçten faşizm, paradan da kapitalizm doğuyor. Çağımızın 3 büyük putu bunlardır. Kur’an’ı böyle okuduğumuzda çağın derdine tam da parmak basan bir kitap olduğunu görüyoruz. Kur’an’ın evrensel bir kitap olduğunu, insanlığın temel sorununa parmak bastığını, asıl meseleyi yakaladığından dolayı bu her çağa hitap eder bir özellik kazandığını görüyoruz. Nasıl oluyor da çağın en önemli 3 meselesine Kur’an put diyerek parmak basıyor? Çünkü insanı tanıyor. Dünyanın neresine giderseniz sorunun bu olduğunu göreceksiniz. Müslüman ülkeler de böyle, olmayanlar da da böyle. O zaman buradan nasıl çıkacağız? Bu putları yıkarak çıkacağız. İçimizdeki putu yıkacağız önce. 
Şeytanın İnsana Yaklaşma Yolları
Kur’an-ı Kerim’de şeytanın sağdan, soldan, önden, arkadan yaklaşarak sıratı müstakimden insanları alıkoyacağı, saptıracağı yazıyor. (A’râf, 16-17) Bu da sembolik bir ifadedir. Bize yaklaşarak toplamayı, biriktirmeyi ve yıkılması mümkün olmayan bir gücü telkin etmesi demektir. Ben bunu 2S, 2Ş olarak açıklıyorum. Siyaset, servet, şehvet ve şöhret duygularının bizi hırsa ve hasede sürüklemesi demektir. Bunların dördünde de insanoğlu iktidar hazzı yaşar. İnsanın ayağı da burada kayar. Bütün günahlar burada işlenir. Bunları sağlam tutan, bunlara hükmeden adam, adamın hasıdır, Müslüman’ın hasıdır. Gösteriş için namaz kılan, oruç tutan, örtünen değil. Ben orada bir Müslüman’ın Müslüman olup olmadığını anlayamam. 
Kur’an İlk “Hayır” Dediği Şey
Kur’an’da “La” hayır, “Kella” kesinlikle hayır, denilen yerleri çıkardım. Kur’an’ın itiraz ettiği, problem olarak gördüğü ilk şey nedir? İlk kella dediği yerdir: (Alak, 6) “Hayır, insanoğlu zenginliği kendine yeterli görünce tuğyan eder.” Bazları bunu ilim bakımından kendini yeterli görmek diyerek yorumluyorlar. Bence bu topu taca atmaktır. Orada geçen “mustağni” kelimesi ganimet kökünden gelir. Bildiğiniz kaba saba mal mülk zenginliği demektir. Burada, Mekke’de Velid bin Muğire, Ebu Leheb, Ebu Cehil gibi Kâbe’ye getirilen malları toplayan, faizcilik yapan, malı mülkü kendine yeterli gördüğü için bütün köleler benimdir diyen adamlar kastediliyor. 
Kur’an’ın buradan başladığını örtmeye çalışıp entelektüel, ilmi yorumlar yaparsak kapitalizme karşı Kur’an’ın dayanaklarını yok etmiş oluruz. Paranın etrafında oluşturulan güç, gücün verdiği otorite. Bunların hepsi burada birleşiyor. Kur’an, bunların hepsine “hayır” diyor. 
Kalem Suresi, Bahçe Sahipleri Kıssası’nda da bundan bahseder. Bugünkü tabirle burjuvaziyi, o günkü tabirler Mekke’nin zenginlikten şımarmış ileri gelenlerini anlatır. Bu kişiler erkenden tarlalarına gidiyorlar, yoksullar gelip oradaki üründen almasın diye. Bir de bakıyorlar ki yerle yeksan olmuş bahçeleri. Demek istiyor ki Kur’an, bu sahip olduğunuz yerler, etrafına çit çevirerek benim dediğiniz yerler, bu bahçeler, bu hurma tarlaları, bu ekin bağları sizin değildir, Allah’ındır. Mülk Allah’ındır. Bir gün olur elinizden çıkar, bir felakete maruz olduğunu görürsünüz ya da siz ölürsünüz. Hemen sonrasında da ölüm hatırlatması yapıyor. 
Kur’an-ı Kerim’deki ölüm hatırlatması sürekli olarak dünyaya bağlanmaktan vazgeçmeyi vurgulamak içindir. Ölüm en büyük eşitleyici ilkedir. Ve yahut felaket vurgusu yapılır, sahip olduğumuz şeyin veya kendimizin yok olacağını ifade etmek için. Dolayısıyla bahçe sahipleri kıssası insanlıkta kadim bir sorun olan yoksulluk ve zenginlik sorununa parmak basmak için anlatılan bir kıssasıdır. Bütün ağalar, patronlar bahçe sahiplerinde anlatılan iki tane zenginin yaptığını yaparlar. 
Bir diğer örnek,  Müddesir Suresi’ndedir. Orada bir adam anlatılır. O adam müfessirlere göre Velid bin Muğire’dir. Müzemmil suresinde de o vardır. Denir ki, “Tek başına yarattığım o adamı bana bırak. Uzayıp giden mal verdiğim, gözünün önünde oğullarıyla nimetimi döşedikçe döşediğim o adamı. Hala gözü doymuyor. Verdiğimden daha fazlasını istiyor. Hayır! O ayetlerimize karşı inat etti. Onu dimdik bir yokuşa süreceğim.(Müdderis 11-14)” Şöyle anlatır, “Hesap yaptı, ölçtü biçti, tarttı, (…) sağına soluna baktı, (…) ve bu eskilerin masalından başka bir şey değidir, dedi. (Müddesir, 18-25)” 
Eskilerin masalı dediği şey ahiret inancı ya da Allah itikadı değil, bunların hepsine zaten inanıyor. Eskilerin masalı dediği şey, “Zengin olmayacak, fakir de kalmayacak, eşitlik olacak, köleler azat edilecek.” Kur’an’daki yaratma vurguları sadece Allah’ın varlığını anlatmak için değildir, aynı zamanda kölelere sahip olunamayacağını belirtmek içindir. İnsanı yaratan Allah’tır. Kur’an’daki tabiat tasvirleri, yerlerin ve göklerin ve ikisi arasındakilerin Allah’a ait olduğunu söylemek içindir. Mülkiyetin Allah’a ait olduğunu teyit ve ısrar içindir. Kur’anın hitap ettiği toplum Allah’a ve ahirete inanmakta ama korkmamaktaydı. Müslümanlarla Müşrikler arasında yapılan Hudeybiye Anlaşması’nda, iki taraftan biri hac yaparken diğerinin oradan çıkacağını yazar. İki tarafta hac ediyor. Ebu Cehil, namaz kılan, oruç tutan, hacca giden, cübbeli sarıklı muhafazakar sağcı bir Müşriktir. Bedir Savaşı’ndaki duasında, Peygamberimiz için “dinsiz, servet düşmanı” diyor. “Bu dinsizden bizi kurtar yoksa Allah’ın evinin hizmetkârı kalmayacak” diyor. İhtilalci, dinsiz, mal mülk düşmanı, etrafına çapulcuları toplamış, düzene isyan eden anarşist demeye getiriyor. 
Devam edecek
Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.