AVRUPA MİLLİ GÖRÜŞ TEŞKİLATLARI’NDA GEÇEN YILLARIM XVII/17

ABONE OL
18:08 - 01/10/2020 18:08
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

AVRUPA MİLLİ GÖRÜŞ TEŞKİLATLARI’NDA GEÇEN YILLARIM XVII/17

– Mehmet Erol’u Nail Dural’a cevabı” Ben Millî Görüşçüyüm”)-

Avrupa Millî Görüş Teşkilatlarında geçen yıllarımı yazıyorum. Bu hatıralarım genç nesil tarafından takip ediliyor. Millî Görüş tarihinin karanlıkta kalan taraflarını aydınlatmam-şahit olduğum kadarıy-la- yeni yetişen nesle ufuk açıyor. Atalarının o kadar da masum olmadıklarını öğrenebiliyorlar bu vesileyle. Geçtiğimiz ay Berlin’e Mustafa İslamoğlu geldi ve iki konferans verdi. Ben konferanslarına katıldım. Millî Görüş Teşkilatları tarafından Mustafa İslamoğlu’nun konferanslarına katılma yasağı konmasına rağmen (bana gelen duyum böyledir) bazı gençler bu konferanslara katılmışlar. İlk kon-feranstan sonra 3 tane genç bana yaklaştı ve Rüştü Hocam birkaç dakika sizinle konuşabilir miyiz? Dediler. Kabul ettim isteklerini ve ayaküstü konuştuk. İçlerinden birisi sözcülük yaptı ve daha sonra diğerleri de ona katılarak arkadaşlarını desteklediler: “Hocam bizler sana yapılan hakaretlerle bü-yüdük ve sana, seni tanımadan düşman olduk. Bu düşmanlığımız ha-ber.com sitesinde yazdığınız hatıralarınızı okuyuncaya kadar devam etti. Hatıralarınızı satır satır okuyoruz. Anlayamadığımız yerleri bir daha okuyoruz. Sonra da yapabildiğimiz kadar araştırma içine giriyoruz, etrafımızdaki o günleri yaşayan büyüklerimize soruyoruz ve diğer cemiyetlerde olan gençlerle de yazdıklarınızı pay-laşıyoruz, tartışıyoruz ve sonunda, Hocam sizin yazdıklarınızın doğru olduğuna kanaat getiriyoruz. Hocam hakkınızı helal ediniz. Bizler bilmeden bize anlatılanlarla sana haksızlık etmişiz. Bugün bu konferansta oluşumuzda da sizin katkılarınız büyüktür.” 
İnanın gözlerim yaşardı. Duygulandım. Hatıralarımı yazmamın ne kadar isabetli ve önemli olduğunu daha da iyi anladım. Gençleri derneğe davet ettim ve ayrıldık. 

Kendilerini genç nesle faziletli kişiler olarak tanıtan malum yol kesiciler ve onların şakşakçıları mut-laka olacaktır. Ancak sağduyulu gençler de olacaktır. O sağduyulu gençler bu davayı alıp götürecek-lerdir. Telefon ve E-maillerle bana ulaşanlar da var. Avrupa’nın her yerinden, Türkiye’den ve hatta Avustralya’dan bile bana ulaşanlar var. Allah razı olsun diyorlar. Sorumsuz sorumluların, kifayetsiz muhterislerin yaptığı yanlışlardan onlar davaları adına ıstırap çekiyorlar. Allah onların yardımcısı olsun. Ben şahit olduğum doğruları yazmaya devam edeceğim. 

Bu arada iki tane sevdiğim güzel insanın cenazesi arka arkaya gelince; biri canım babam diğeri can dostum, arkadaşım. Bundan dolayı yazılarıma ara vermiştim istemeyerek. Bugünden itibaren kaldı-ğım yerden devam edeceğim Allah izin verirse. 

Ve Mehmet Erol hocanın itirazıyla başlayalım yazımıza. Mehmet Erol Hoca benden önce İslami İlim-ler okulunda Müdürlük yapan kişidir. Hatıralarımın III. /3. Bölümünde ondan bahsetmiştim. Mehmet Erol Hoca bu yazıyı “kendi ifadesiyle”; dostlarından aldığı haberler sonucu okumuş ve beni aradı, nihayet uzun süre sonra yüz yüze görüştük Antep Sofrasında… Söze başladı ve “benim Millî Görüşçü olmadığımı yazmışsın hatıralarında bu yanlıştır. Benim Millî Görüşçülüğüm çok eskilere dayanır…” diyerek sürdürdü konuşmasını. Ben de o tespiti ben yazdım, doğrudur, ancak o tespit/söz bana ait değildir. Nail Dural’a aittir. Bir şey söyleyeceksen bana değil ona söylemen lazımdır dedim. Bunun üzerine Millî Görüşçü olduğumu ispatlayacak bir yazı yazsam ve böylece de Nail Dural’a cevap ver-miş olsan yayınlar mısın? dedi. Hay hay dedim yayınlarım. Yazmış. Ancak suya sabuna dokunma-dan yazmış. Nail dural ile ilgili konular üstü kapalı geçilmiş. Belki de Nail Dural’ın yönetim kurulu üyesi olduğu Tümelsan’a  ortaklığı hala devam ettiği için olabilir. Ben Mehmet Erol hocaya 1 sayfayı geçmesin yazı dedim ama o 5 sayfa yazmış. Yazısına da Sayın Rüştü Kam beyefendi diye başlamış. Ben yine de Mehmet Erol Hocam diyeyim,…: 
İmla kurallarına bile dokunmadan ilkeli duruşumu koruyarak aynen yazıyı yayınlıyorum, önce be-nim III. Yazımdaki Mehmet Erol ile ilgili satırlar: 

“İslâmî İlimler Okulu

Ertesi gün İslâmi İlimler Okulu’na gittik Yakup Taşçı’yla. Görev yerim orasıydı. Okula müdür olarak gelmiştim. Mehmet Ali Cengizgil Hoca karşıladı bizi. Haldun Algan, Nail Dural, Mahmut (Mehmet) Gül ve Bekir Taşkıran’la tanıştık orada. 
Hoş beşten sonra, Nail Dural başladı anlatmaya: “Bu okul Millî Görüş’ün okuludur. Amacımız burada Millî Görüşçü insan yetiştirmektir. Ancak Mehmet Erol (Okulun müdürü) Millî Görüşçü değildir. İste-diğimiz verimi bu yüzden elde edemiyoruz. Senden istediğimiz amacımıza hizmet etmendir. Biz Mehmet Erol’u görevden aldık. O derse girmeyecek bugünden sonra, sen rahat ol…”  

Sayın RÜŞTÜ KAM Beyefendi

Bir süredir Berlin’de yaşadıklarınızı yazdığınızı dostlardan duyuyordum. Nihayet aralık ayında Al-manya’nın başka bir şehrinde mukim görüşüne saygı duyduğum ilâhiyatçı bir dostum, aralık ayında beni aradı ve yazınızın bir bölümünde benden de bahsettiğinizden haberdar etti ve cevap yazmam yönünde tavsiyede bulundu. O günlerde umreye gidecektim erteledim. Daha sonra sosyal medya üzerinden yazışmanın pek de doğru olmayacağı gerekçesiyle uzun zaman yazmadım. Birkaç dost daha aynı isteği yenileyince içinde benden de söz ettiğiniz yazınızı okudum ve bu yazıyı kaleme al-dım. Zira kamuoyu huzurunda yazılanları, ancak, yine kamuoyu huzurunda düzeltmekten başka yol yoktu.
      Rüştü kardeşim başkalarıyla da seninle de hiçbir kavgam hatta bağırma çağırmam olmadı. Müs-lümanlığımızın icabı da bunu gerektirdi. Başkalarına da kabalık göstermedim. Zira, yegâne Reheri-mizin sünnetinde öyle bir tavır yoktur. Binaenaleyh dikkatli bir üslup ve saygı ile yazmaya çalıştığım bu yazıyı ilave ve eksiltmeye gitmeden yayınlamanızı istirham ediyorum. Bir kaç konuyu kısaca cevap sadedinde ifade etmek istiyorum :
     1 . İlk göreve getirilişinizi anlatırken diyorsunuz ki :
     ” Nail Dural : Bu okul Milli Görüşün okuludur. Amacımız burada Milli Görüşçü insan yetiştirmektir. Ancak, Mehmet Erol ( Okul Müdürü ) Milli Görüşçü değildir. İstediğimiz verimi bu yüzden alamıyoruz. Senden istediğimiz amacımıza hizmet etmendir. Biz, Meh-met Erol’u görevden aldık. O derse girmeyecek bugünden sonra, sen rahat ol… Mehmet Ali (Cengizgil) hoca, Haldun Algan ve Mahmut Gül sadece dinlediler. ” diyorsun .

      Acizane ben 12 yaşımda İstanbula gönderilmiş ve dini eğitim almışım. Aralarında Osmanlı medrelerinden mezun olmuş müderrislerin de bulunduğu bir çok hocadan okuduk. Bunların her biri-sinden ayrı ayrı aldığım İslama hizmet telkiniyle büyüdüm. Son üç yılı sadece kalfa üsulü ( hoca )arapça okutmakla geçti ( Dışarıdan ortaokulu bitirmiş ve sabah başlayıp 13.30 a kadar Liseye gidiyor olduğumdan, her gün öğleden sonra Arapça okutuyordum ) . Yani aralıksız tam 10 yıl bu şekilde öğrencilik ve hocalık hizmetim devam etti . Bu arada aldığımız dini eğitimi 1963 yılında açılan imtihanla kazanarak vaiz oldum ( sizlerin de tanıdığı merhum Sefer Ahmetoğlu ile beraber ) ve hocalarımızın delaletiyle vazlar veriyordum. Yani İslama hizmet idealiyle lebalep doluyduk. Bu arada lise bitiminde İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine puanlarım tuttuğu halde  büyüklerimizin tavsiyeleri ile davamıza hizmet olmaz diye hukuka girmedim. Merhum İskender Paşa Camii İmamı Mehmet Zahid Kotku’nun (Şefaatini ümit ederim ) bizzat eliyle yazdığı mektupla Ankara’da bulunan Hacı Ali Demirelin (Süleyman Demirel’in ağabeyi) Akademisinin Makina Mühendisliği bölümünde ücretsiz okumaya başladım. Orada Kader beni Milli Görüşün Lideri Merhum Necmettin ERBAKAN ile buluşturdu. Haftada bir gün uçakla Ankara’ya geliyor dersimize giriyor. Derslerin yarısı İslam davası ile ilgili konulara ayırıyordu. Bir ay sonra puanım tuttu ve Akademiden ayrılarak,  A.Ü.İlâhiyat Fakü-ltesine  girdim. Zira meslekten ayrılmak beni üzüyordu. İlâhiyat birinci sınıfta iken, Fakülte Cemiyet yönetiminde , üçüncü yılda Fakülte Dernek Başkanlığı, ayrıca Milli Türk Talebe Birliği İkinci Başkan-lığı ( o zamanlar statü olarak Gn.Bşk.İstanbulda, 2. Başkan Ankarada olurdu ) görevlerinde bulund-um . Bunları geçmişimle övünme adına dile getirmediğimi , bilakis hangi fikri atmosferler altında geliştiğimi ifade için yazıyorum ki, sui zan besleyenler daha fazla günaha girmekten kurtulmuş ols-unlar. Ayrıca MTTB II. Başkanı olduğumda rahmetli ERBAKAN hocamız beni makamına çağırmış çalışmalarımızla ilgili aydınlatıcı bilgiler vermiş ve hizmetler için gerekli olan maddi finans temini adına bazı zenginlere yönlendirmiştir  ( Fakat kısa bir zaman sonra 12 Mart 1972 Muhtırası sıkı yö-netim Komutanlığı kararıyla kapatıldık Mamak’a gitmeden bir tevafukla kurtukduk ).

     Buraya kadar dillendirdiğim görevlerin hiçbirine talip olmadım matlup oldum. 1977 seçimlerinde   Çankırı 2. Sıra Milletvekilliği adaylığım ( rızam hilafına rağmen ) merhum hocamız tarafından ilan edildi. Günlük gazetelerde aday listeleri haber olarak çıktı. YSK nun ilanına bir kaç gün kala adımı çıkattırdım, buna rağmen Kurşunlu ve köylerinde propaganda gezileri ve konuşmaları yaptım ( Bu anlattıklarımın hiç birini çocuklarım ve torunllarım bilmezler. Allah’ın bildiklerini kullara anlatarak zayetmem. Şahitleri ve yazılı vesikaları ortada ) .

     MİLLİ GÖRÜŞÇÜ NE DEMEK : Bunun ölçüsü ne ?!!!  1980 lerin anlayışı ile bugünün fikri telak-kileri aynı mı ? Camilerde bazı cematların şapka ve foterlerinin kesilmene, sakalsız imamların ar-kasında namaz kılmayan, hatta bunu dillendirerek saftan çıkanlara nasihat etmeyecekmiydim. Allah için uyarmıyacak mıydım. Buna yürek gerekirdi. Ben gerekeni hep yaptım. Görevimin devamını düşünmedim.
     TC Devletine takarak devamlı aleyhte bulunmak ne kadar tasvip edilirdi ? Geçenlerde Berline gelen  bir zat çok güzel bir şeyi  ifade etti : “ pretosta yürüyüşünde …… devlet, yıkılacak elbet diyorduk biri beni uyardı devlet yıkılırsa, siz neresinde kalacalsınız dedi şaşırdım kaldım “ dedi . Keşke bu tavırları o yıllarda da gösterebilseydi ! Aynı ağız veya ağızlar, aklı selim ile hareket eden-lere falanca hoca M.Görüşçü değil diyerek yeni gelen seni de etki altına almasalardı. Heyha ! heyhat !
     Ben ise o yıllarda bizim görevimiz, devleti yıkmayı amaçlamak değil, ıslah etmektir diyordum . Zira, en kötü devlet, devletsizlikten iyidir. Onu siz Filistinlilere sorun derdim.
     Seksenli ve doksanlı yıllarda ramazanlarda takvime uyulmaz , bazen Suud’un yanlışına, bazen de uçurma yalanlarla erken ramazana girilir erken bayram yapılırdı. Ben detakvime ( hesaba uya-rdım ). Beni böyle davranmaya mecbur eden haşa ilmimin derinliği değil, öyle bir iddiam olmadı. Ancak, şanslıydım Şöyle ki : Cumhuriyet tarihinde ilk defa 1973 yılında İstanbul Müftülüğünde “ Rü’yet-i Hilâl Toplantısı “ icra edildi. Toplantıya Diyanet İşleri Başkanı ve Başkan Yardımcıları Yüksek Din Kurulu Üyeleri ile, Teknik Üniversitesi Astronomi frofeserleri, Kandilli rasathanesi Müdür ve Müdür yardımcıları, ayrıca İstanbul Müftüsü merhum Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı ve beş yardımcısından ikisi ki, biri Ahmet Vanlıoğlu  (Allah sağlığına kavuştursun ), diğeri de acizane ben-denizdim. İki günü Müftülükte son günü Rasathanede olmak üzere üç gün yapılan  toplantılarda “ Hilalin gözle görülecek şekli dikkate alınarak hesap yapılacak” kararı alındı ve hesap hata yapmıyordu.
     Esasen Peygamberimiz ( SAV ), kendisine “ Ya resulellah ramazan hilalini hesaplasak “ diyen sahabeye şöyle ifade buyurdu : “ Biz ümmi topluluğuz okuma, yazma bilmeyiz , hesap da yapamayız ; öyleyse hilâli gördüğünüzde oruç tutun , hilâli gördüğünüzde iftar ( bay-ram ) edin “ buyurdu. Bilerek veya bilmeyerek hadisin sadece son bölümü tekrarlandı; hatta ce-maat bile arapça metnini ezberledi. İlim(hesap) gelişti İllet zail oldu hüküm teğayyür etmiş oldu. Kaldı ki, Şafiye göre ihtilafı metaıle itibar olunur. Aralarında 140 km. Gibi mesafeler bulunan iki ayrı şehirden ayı görmeyenler,  ayı gören şehir ahalisine uymaz. Hz. Ömer de öyle amel etmiş yapmayın zorlamayın dedikçe beni Diyanetçi olarak  yorumladılar. İslâm varken, …çılıklar ne değeri verdiki. 
       Şimdi soruyorum ben de cemate uyarak ramazana, bayrama girseydim, inanmadığını yapan ikiyüzlü duruma düşmezmiydim. Anlamayanlar nezdinde yıpranmayı göze alıp, doğru bildiklerimi yaptım.
       Hülasa kafayı kiraya verip cemaate uymakla M. Görüşçülük oluyorsa, ben de öyle olamazdım. Hoca Efendiler lokomatiftirler, vagon oldukları zaman toplum iflas eder.

      SEVGİLİ KARDEŞİM RÜŞTÜ BEY
      Şimdi de biraz İSLÂMİ İLİMLER OKULU İLE İLGİLİ YAZDIKLARINA TEMAS EDEYİM :

      A . 1982 Ağustosunda tüzükteki adıyla “ Berlin İslâm Federasyonu İslâmi İlimler Okulu “  kuruldu. Okul üç  yıllık olup, son öğretim yılının son günlerinde sen getirildin. Seni o göreve getiren M.Ali Cengizgil niçin getirdi sebebini bilmezsin. Çünkü hiç anlatmadım. Şöyle ki : Bu arkadaş benim Ankara İlahiyattan arkadaşım. İkimiz de aynı sınıfta okuyoruz ve aynı zamanda imamız. Fakülte Cemiyetine her sınıftan ikişer kişi seçilir, birinci sınıftan ikimiz seçildik oradan da arkadaşız. 1977 seçimlerinde memleketi Uşaktan milletvekili adayı olmak için seçimlerden aylarca önce Uşak’a gittik . Diyanet merkezdeki taşıdığımız görevlere istinaden imam ve müezzinlerle toplantı yaptık. Sonra fikir değiştirdi ve Kütahyadan aday olacaktı; birkaç kez berabar Kütahya ilçelerine gittik müftülükl-erde toplantılar yaptık (tabi politik konuşmalar yapılmadı ; ancak siyasete temel hazırlama çalışmalarıydı ). Nihayet Berlinde görev yapacaktı İslami ilimler dışında da görev kabul etmiyordu. İsmail Uzun hocayı ikna ederek istifa ettirdik ve yerine Cengizgili aldık. Benim maaşım 2500 Mark olacak diye tuutturdu. Haldun da kendisi de beni ikna edemediler. Ben müdürüm 2000 Mark alıyo-rum deyince senin maaşını da 2500 yapalım dediler kabul etmedim. Öğrenciler bana emanet olduğu gibi, velilerin paraları da bana emanettir 2000 Mark bana yetiyor dedim. Sonra 500 Mark Gn. mer-kezden Haldun adına açılan hesapla Cengizgile aktarıldı  (Haldun’a sor). Böylece kırk yıllık dostum bana cephe aldı ve seni Türkiyeden getittirdi. Dikkat edersen kimsenin adını anmadan yazıyordum. Ancak, bu müstesna oldu. Sana da bugüne kadar görüşmelerimizde bu sırrı açmadım. Tıpkı Okula Hüdaverdi Nebioğulu müstear adıyla geldiğin günlerde senin gerçek adını öğrenmiştim. Bir öğren-cim ( adı bence malum ) ben sormadan “ Hocam dün ben o hocayı polise götürdüm; adı Rüştü Kam “ dedi.Yıllarca ifşa etmedim.
      B . Beni İs.İlimler Okulu müdürlüğünden ayırma kararı gündeme gelmeden sen okula gelmiştin . Halbuki benim ayrldığım gün derse girdiğini yazıyorsun.

      ŞÖYLE Kİ : M.Ali Cengizgil derse girerken yanında biri var. O da beraber sınıfa giriyor. Ben de zannediyorum ki, Batı Almanyadan ziyarete gelmiş bir köylüsü veya akrabası ve vakit geçirmek için sınıfa giriyor( bağışlayın bu benim saflığım ). Meğer o senmişsin.Bu hal en az üç gün sürdü. Sonra işin iç yüzünü anladım. Hatta öğretmen olarak devam edeceksin zannediyorum. Çünkü kimse bana beni müdürlükten alacaklarını söylemedi. Sonra seninle özel görüştüm ( hatta kaldığın odana gi-derek konuştuğumuzu zannederdim ; bir sohbet esnasında sen düzeltmiştin evime çağırıp bizim mutfakta konuşmuştuk ). “ Sen lise öğretmenliğinden gelmişsin. Türkiyede Okul müdüründen ha-bersiz derse girebilir misin ? “ dedim. Cevaben “Buranın şartları böyleymiş “ dedin. Ben de “ Neyse bunu keenlemyekun ( hiç olmamaış ) kabul edelim. Güzelce eğitimimize devam edelim “ dedim. Ertesi gün veya iki gün sonra bir öğrencinin  ( Fatih Bayram) elinde kapalı bir zarf bu ne ? dedim. Hocam verdiğiniz mektup dedi. Bir başka öğrenci de hocam yeni hoca verdi ve Mehmet Erol’a söylemeyin diye tembih etti dedi. Mektupta “ Seneye okulun müdürü olacağımdan siz velileri Pazar günü Mevlana camiinde iftara davet ediyorum.Eğitim hakkında görüşlerinizi alacağım. Veli olmayanları getirmeyin.” diye yazıyorsunuz. Altında çift imza senin ve Haldun Algan’ın imzası. Ben de aynı gün velilere bir yazı çıkardım toplantının önemli olduğunu da yazdım. Cumartesi (ertesi gün) toplantı yaptım. Sizlere söz vermedim sizin toplantınız, yarın Mevla-nada diye çıktım bir kaç veli hariç benimle sınıfı terettiler. Asla seni yalançılıkla itham etmiyorum. Zira mert ve dürüst olduğunu biliyorum. Hafızan yanılmış. Ancak, ben senin yerine olsaydım, görevi başında bulunan birinin üzerine görev kabul etmezdim. Ancak ben sorun yapmadım.

     C . AYRILIŞIM ŞÖYLE : Milli Görüş beni görevden almaya karar vermiş ; ancak , bir endişeleri var : “ M. Erol mahkemeye verirse beş çocuğu var teşkilatımızdan çok para alır.” diyor-larmış. Haldun’a “ Ben iki müslüman taraf, olarak mahkemeye gitmemiz zül olur. Beş kuruş isemeyeceğimi yazılı beyanla taahhüt ederim. Güzelce ayrılayım” dedim. Kendi teklifleri ile iki aylık izin süremde maaş vermiş olabilirler emin değilim. İki tarafı temsilen birer de veli bulundular. Beni temsilen merhum Nasrettin Kurtbecer,M.Görüşü temsilen de Hasan Ayçiçek. Tazminat istesem de ayıp değildi. Bugün ayrılan teşkilat imamları alıyorlar,haklarıdır.Fakat ferağat ettim.  istemedim.
D . DİTİB de görev yapma gibi bir düşüncem yoktu. Ayrıldığımı duymuşlar. Ataşe Hayrettin Şallı ile Zoo tarafında trafik lambalarında tevafukan karşılaştık.Kendisi beni Türkiye’den tanırdı o-rada sokakta bana görev teklif etti. “ Ben Türkiyeye gideceğim, eşya nakli için TIR araştırıyorum ( o zamanlar eşya nakledilirdi. Şimdi ülkemizin imkanları bol elhamdülillah ) olmaz.” dedim. İsrar ettiler üç günlük düşünme süresi istedim bazı dostlarla yaptığım istişare sonunda kabu ettim( Yani kesinlikle Berlin’de kalma gibi bir düşüncem yoktu ). DİTİB te maaş ko-nusunu hiç gündeme getirmedim. Sonraki günlerde Ataşe sana M.Görüşte aldığın maaşı versek az mı olur ? dedi. Ben de yeter dedim. Buna rağmen Allahtan korkmayan bazı müslümanlar fazla para için ditib’ e gitti dediler. Sanki İ.İlimlerden ben isteğimle ayrılmışım ! 
     E . Seni göreve getirirlerken hakkımda milli görüşçü değil demişler. Doğrudur eminim yalan söylemezsin. Temenni ederdim ki sözcülüğü, yani hakkımda sana bir şeyler söyleyen kişi, idareci olarak Haldun söylemiş olsaydı. Bir meslektaşımın söylemiş olmasını öğrenmiş olamam beni gerçekten çok üzdü ( yazınızı bugün yani 06 Nisan 2017 okuyarak bu hususa muttali oldum ).
     Din Bilgisi olarak Diyanet Yayınlarından Seyfettin Yazıcı’nın kitaabını okutuyordum. Bölge Emiri “ Bize sormadan Diyanet kitabını okutuyormuşsun “ dedi. Kitapsız ders verimli olmaz. O kitap uygun dedim.  Hemen kitabı toplantıda dağıttım ,  onbeş gün sonraki toplantıda kitap hakkında görüş bildi-recekler. Toplantı başlamadan etkili meslekteşıma kanaatını sordum isabetli bir kitap seçmişsin dedi. Toplantı başladı idareci arkadaş kitabı tam okumadım amma şu iki şey vatandaşlık görevi olarak ediliyor okutamazsın deyince aynı meslektaşım gülerek orası da öyle diyerek geçiştirmesi karşısında şok olduğumu hatırlıyorum. O gün böyle davranan kişi sana da hakkımda o sözleri söylemesinden tabi ne olabilidi ! Yukarıda bahsettiğim ayrılık toplantınını imzalaması teklif edilince, ben hoca olarak, bir hocanın ayrılışını imzalamam diyerek bir jest yapmış tı. O kitap sonraki yıllarda camilerimizde hep okutuldu.

     F . DİTİB ten fazla para aldığımı söylediler. Sen de o iftiraya inanmış gibi ifadede bulunuyorsun sanki.
      Bir gün bir öğrencim ders esnasında el kaldırıyor hocam U bahn da Arapça kitabıma çalışıyordum. Sakallı, sarıklı bir adam bana “ Yavrum İslami İlimlerde mi, yoksa Mehmet Erol’da mı okuyorsun ? M.Erol da okuma o paraya tapar dedi “ diyor. Desin çocuğum diye geçiştirdim. Müslümanın böyle tavır olur mu ? Farzet ki fazla para alıyorum öğrencinin kafası böyle bulandırılır mı ? Halbuki Ditibe geçtikten sonra, önce aldğımız paradan evimize 700 D.Mark daha az para geçiyordu. Zira eşim, Vakıf camiinde hanımları, kızları israrlı talep üzerine üç yıla yakın okuttu. Aslında “ Eşim evdeki çocuklarımın hocası eğitmeni hayır okutamaz dedim. Cami başkanı rahmetli Remzi Terzi’yi kıramadık.  R.Terziye eşimi empoze eden de Remzinin eşi ile Haldun’un annesi olmuş . Derse başladı. İlk aylığını verirken 700 Markı uzattı imkanımız yok bu kadara gücümüz yetiyor, gelecek aydan itibaren 800 Mark yapacağız dedi. Hayır zam yapmayın bundan sonra da 700 Mark yeter, al şu 100 Markı da diye  geri verdim. Rahmetli bunu çok yerde anlatmış. Tabi sen de iftiralı propagandaların etkisi altında kalmakta mazur olabilirsin normal. İki binli yıllarda İslami ilimlerde öğretmenlik yaparken Föderingten finaansamttan maaş alıyordum Okul ücretimin tamamını iki yıl boyunca bölge aldı. Ben bir kuruş almadım.Bölge Başkanına çifte standart olmasın farklı yerlerden maaş alanlardan en az alanın parasına iblağ et üzeri bölgeye kalsın dedim. Bana çifte standart yok dedi israr edemedim. Halbuki bir kaç hizmetten ayrı ayrı para alan meslektaşlarım vardı o günler-de. Çünkü ben parada israrcı olamam. Başaramam da . Mükafatımı Rabbü’l Âlemin verir.
      G . İslami ilimleri kuran benim demişim. Kuran teşkilattı. Ancak bu fikri tamamen ben gündeme getirdim. Önce İsmail Kılıçaslanla paylatım. Sorumluluk bana tevdi edildi.( İ. Kılıçaslan hoca şu an-da bir müddet Berlin’de sorabilirsiniz ).

     H . Okul laçka idi diyorsun.
      Üçüncü sınıfta ennahvü’l Vadıh kitabını anlıyorlar , Cuma kıldırabiliyorlardı. Teşkilatı temsilen ayrılışımı imzaalayan veli Hasan Ayçiçek defalarca “ bunlar okuldan ayrıldı. Çocuklarımız bitti diyordu ”. Bahsettiğiniz merhum emekli müftü sınıfa hakim olamazdı. Ben kapıdan bakardım sükü-net oluşurdu. Benim İsmail Uzun hocanın sınıflarında asla laçkalık söz konusu değildi. Biz ayrıldığımıza göre ! 
      Cami cemaatlerinden bazıları çok rencide edilmiş kimisine atçı, beygirci ; kimine kurtçu , itçi denmiş , bazı kürsü sahipleri bu tip söylemleri teşvik bile etmiş oluyorlardı; en azından engel olma-ya çalışmıyorlardı.  Bense, her seferinde o söylemlere  karşı çıkmış ehli kıbleye ta’n edilmemesi gerektiğini hatırlatıyordum. Cemaat çok iyi niyetli ve idealist idiler,belki de konjektör gereği doğru yaptıkları düşünüyorlardı. Allah berhayat olanlara sağlık ve uzun ömür versin , merhumlara rahmet etsin. Böyle bulanık havalarda aklı selimin yapması gerekeni yaptım.
         Çocukları kışkırttığım ditib’e gelmeleri yönünde etkilediğime dair iddialar yalandır. Tamamen iftiradır. Seninle de aramızda bir sıkıntı olmadı. Allah için sen de bana saygısızlık yapmadın. Kabi-liyetlisin TFB Televizyonunu başarılıca yönettin. Elinden aldılar batırdılar. Ancak, son yıllarda sende yanlış fikri değişimeler oluştu. Bu fikirlerine asla katılmamız mümkün değildir. Bunları sana da söylemişimdir. Temennim odur ki eski anlayışlarına dönerek başarılı hizetlere imza atarsın inşaal-lah.

    SONUÇ OLARAK : 
Kimseyle kavgam olmadı. 14 Öğretim yılı DİTİB Kur’an Tekamül Kursun da görev yaptık İsmail Uzun hocaefendiyle Kaç tane ateşeyle çalıştık hiç sıkıntı yaşamadık. En son beraber görev yap-tığımız Ateşe beni defalarca toplantılarda , en son eski mezunlarla, yeni öğrencilerimiz ve velilere verdiğimiz pilav gününde dolu salonda “ Bunlar milli Görüşçü yetiştirdikleri talebeleri M. Görüşün gençliğine gönderiyorlar “ dedi. Kürsüye çıkıp “ Sizin gençliğiniz yok,mezunlarımızın M. Görüş gençliğine gitmelerine asla engel olmam. Sokağa düşerler. Bu vebali yüklenemem.Eğitim yılının sonuna tam bir buçuk ay var o günden itibaren geçerli olmak üzere istifa ediyoruz( İsmail Uzun adına da). Sayın ataşemiş yeni gelecek yılın hazırlıgını şimdiden yapsın “  dedim. Kimileri m. Görüşçülükle , kimileri de Diyanetçilikle itham ettiler.Ne Musa’a ne de İsa’ya yarandık. İtibarım hiç sarsılmadı. Tüm dini kurumların mihrabına kürsüsüne çıktım. Yüzüme karşı kimsenin hakaretine maruz kalmadım elhamdülillah. İ.Uzun hocayla berabar DİTİB Kur’an Tekâmül Kursunun Parası yetmedi birer ay maaş almadık. Yönetimi bile bilgilendirmedik.
      Herkese hakkımı helal ettim sana da çoktan helal ettim. Haldun bana saygı da hiç kusur etmedi. Mahmut Gül bazan bağırırdı ancak bana iyi daavranır ve bağırmazdı. İlme saygısı vardı. 1 Şubat l982 tarihli içinde adımın da bulunduğu dilekçe ile bizi  İhtilal konseyine , içişleri, adalet bakan-lıklarına , Konsolosluğa şikayet eden Şehitlik Camiinin imamını da bağışladım. Turist olarak getir-diğim ve Berlin’de vefat edemin cenazesiyle Türkiyeye gidemediğim halde Ankara da Özelif sitesin-de Berlinden dönen bir dostu ziyarate gittiğimde o şikayetçi hoca da hastaymış evine ziyarete gitt-im. Ogün de ve hiç bir zaman beni şikayet ettin demedim. Allah, affetsin. O mahkemede beraber yargılandığımız Haldun Algan, Yakup Taşçı, Ahmet Polatı kendimle beraber berat ettirdim güzel bir savun ma ile 29 Haziran 1987 de. Taşcının avukatı Ş. Kazan ile kendi avukatım beratı benim temin ettiğimi söylediler ( zaten iki avukatta mahkemeyi dokuzuncu aya ertelemeye karar vermek üze-reyken hakimle anlaşmışken söz isteyerek, yaptığım savunma ile hepimizin beratını sağlamıştım ). Berat eden arkadaşlarıma bana teşekkür edin bile demedim. Belki de nasıl beraat ettiklerini bu yazıyı okurlarsa öğrenmiş olacaklar. Allah c.c. bilsin yeter.  Herkese hakkım helal olsun. 

     Ancak dokuz sene oldu galiba İslami İlimler Okulunun Müdürü Sedat Şener ve Müdür Yardımcısı Faruk kahya bir toplantı esnasında istifa ettiler veya istifa etmek zorunda kaldılar. Onların haksızlığa uğratıldığına kanaat getirerek bende istfa ettim. Dokuz yılın ilk zamanlarında hiç görev yaptırılmadı. Berlinde ve  beş-altı yıldır emekli olduğumdan bu yana da Genel merkezde yapmakta olduğum hiz-metleri de ( Din İstişare Kurulu ) ücretsiz fahri olarak yapmaktayım. İlmi susturmanın vebalini Cenab-ı hak soracaksa ona bir şey diyemem. Ben onlara da hakkımı helal ettim. Ancak, bu son istifamızda meslektaşlarımızdan bazılarının etkisi varsa  (ki, son zamanlarda öyle bir koku alındım ) onlara hakkımı helal etmem. Çünkü iİlmin kıymetini ve ilme, eğitime engel olmaya sebep olanın vebalini de en iyi onlar bilmelidirler.  Selam ve dualarımla .        

06.04.2017
Mehmet Erol

Milli görüşten ayrılışıma sebep olanlara hakkımı helal ettim. Ancak, bu ayrılışlara sebep olan arka planda mesleğimden olanlar varsa onlara  hakkımı helal etmeyecek ve huzuru Rahman’da da-valaşacağım. 
Selamlarımla .

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.