AİLE CEHENNEMİ

ABONE OL
18:58 - 01/10/2020 18:58
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 Gazetelerin üçüncü sayfası şiddet ve cinayet haberleriyle dolu. Toplumda geçen olaylar duyuluyor, ama kökleri ailede çocukların eğitimine kadar gidiyor.

Aile içi şiddet gizli kalabiliyor. Almanya’da her beş çocuktan birinin dayakla eğitildiğini, eziyet gördüğünü araştırmacılar söylüyor. Türkiye’de daha kötü durum. Psikolojik etkilerin tespiti çok daha zor, hemen hemen mümkün değil. Aile kutsal bir müessese olarak dokunulmaz olması zorbalığı gizleyebiliyor.
“Hiçbir zaman annem olmadı… Yeni doğmuş bir bebek olarak hangi mağrur kişiliği yaralamış olabilirim? Hangi fiziksel ve ruhsal aşağılık duygusu ile annemin soğukluğuna şahit oldum? Doğumu tesadüf mü, yoksa zorunlu ve varlığı acı veren bir bebek mi?”
Bu sözleri yazdığında Honore Balzac otuzaltı yaşındaydı.
Vadideki Zambak romanında annesini anlatıyor. Çektiği acı ve ıstırabı yazıya geçirebildi. Annesi doğar doğmaz emzirmek için bakıcı buldu. Ve sonraki yıllarda sanki çocuğu yokmuş gibi davrandı ve yüzüne bakmadı.
İnsanlar kabile halinde yaşarken dayak ve eziyetle çocuk büyütmek yoktu. Sonradan yüksek kültürle Mısır, Hint, Fars, Çin ve Yunan antik çağlarda disiplin esas alındı. Kiliseler bu eğitimi destekledi. Yani dayak çocuk yetiştirmenin bir parçası haline getirildi. Öylesine toplum geleneklerine girdi ki, bugün kanunlarla dahi karşı konulamıyor. Dayağın çocuk yetiştirmede yanlış olduğunu ilk söyleyen filozof Platon oldu. Aristoteles’in sözü toplumda çok geçerliydi. Ama o çocuk terbiyesinin değişmesi gerektiğini ikaz etmedi. Bu nedenle antik çağlarda çocuklar gözyaşı dökerken, anne baba, diğer eğiticiler ve öğreticiler hiç vicdan azabı çekmeden metotlarına devam ettiler.
Arthur Schopenhauer’in kadınlara karşı hor görme davranışı, onu aile saadetinden yoksun bıraktı. Annesi yazar olduğu halde oğlunun düşüncelerine değer vermedi.
Dr. Martin Luther dinde reform yaptığı, kendisi şiddet gördüğü halde çocuk eğitiminin değişmesi için gayret göstermedi. Harika çocuk yapılanlar, çocukluklarını yaşatmadan yetişkin oldular, Ludwig van Beethoven, Franz Liszt, Wolfgang Amadeus Mozart ve Clara Schumann gibi. Kendilerinin ulaşmak istedikleri kariyer için çocuklar zorlandılar, Elizabeth Taylor, Steffi Graf ve Michael Jackson gibi.
Roma İmparatorluğu’nda anne Agrippina eşini zehirleyerek oğlu Nero’yu tahta geçirdi. Oğlu anne sevgisinden değil de, gücünü tatmin etmek için olduğunu anlayınca annesini öldürttü. Buna benzer cinayetlere bütün imparatorluk saraylarında karşılaşıyoruz. Prens deyince aklımıza görkemli masallar gelir. Ama prens Friedrich Wilhelm I. babasının aşırı talim ve terbiyesi altında ezilmekten kurtulmak için taht adaylığından vazgeçip evini terk etmek ister. Kaçış planını birlikte yaptığı tek güvendiği arkadaşı ile yakalanır. 6 Kasım 1730 tarihinde arkadaşı idam edilirken Friedrich çok sevdiği arkadaşının öldürülüşünü izlemek zorunda bırakılmıştı. Prusya tarihine Büyük Friedrich olarak geçmiştir. 1740 yıllında kral olduğu zaman duyguları boşalmış, güzel sanatlara duyduğu ilgi tamamen yok olmuş ve çelik kalbi ile babasının yolundan daha sert ve disiplinli gitmiştir. Hem pozitif hem de negatif anlamda kurallar ülkesi Almanya’yı tarihi ile daha iyi anlarız. Ölülerin bile kanunlara ve kurallara boyun eğdiği ve itaat ettiği ülke (!).
Fiziksel ve ruhsal eziyetle büyütülmüş, eğitilmiş tanınmış ünlülerin hepsi pozitif ürünler vermedi. Diktatör olanlar milyonlarca insanın ölümüne sebep oldular, Hitler, Napoleon, Stalin, Franco, Mussolini ve Mao Tse Tung gibi. Bu şahısların aileleri problemli idiler. Hitler’in yetişmesinde gördüğü şiddetin daha aşırı olması, babasının alkol almasıyla daha tehlikeli boyutta olmuştur. Zulüm ve zorbalık yapan aileler dayakla çocuk eğitenler, sıkı talim, terbiye ederek çocuklukları yok edenler, bencil ve çocuğunu yok sayanlar, korkaklar ve fatalistler olarak aile tiplerini sıralayabiliriz.
Baba kamçıyla döverken seyirci kalan anneler kaderci olurlar ve işkenceye karşı bir önlem almazlarsa çocuklar büyüyünce annelerini de terk ediyorlar. Şiddetin etkisinden kurtulamayanlar intihara teşebbüs ediyorlar.
Grace Hemingway kızı ile oğlunu ikiz kız gibi yetiştirdi. Böylece Ernest Hemingway cinsiyet kimliğini geliştiremedi. Kitaplarını dikkatle okuyanlar eğitimde yapılan problemleri anlayabilir. Harbe gönüllü gitti, boğa güreşlerini destekliyordu. Babası bakıma muhtaç duruma düşünce, despot eşine bağımlı olmamak için intihar etti.
Otoriter anne karşısında baba sessizce ıstırap çekiyor. Baba acısını çocuklardan çıkarıyor, böylece çocuklar hem babadan hem anneden eziyet görüyorlar. Hemingway ailesinden sonradan üç kardeş arka arkaya intihar ettiler.
Paris serçesi, müzisyen olan Edith Piaf babasına çocuk yaşta alkol parası verebilmek için sokakta şarkı söylüyordu. Çocukluğunda hayatı ailede cehennemi yaşayanların dramı aslında bir ömür boyu devam ediyor.
Neşeli çocuk kitapları yazan Erich Kästner şöyle diyor:
“Çocukken yaşadıklarımızı sonradan anlayıp, bir anlam veriyoruz. Yetişkin olarak yaşadıklarımızı, çocuklukta geçirdiğimiz olaylarla ilgi kurarak açıklayabiliyoruz. Ellerimizi parmakları iç içe geçirerek tuttuğumuz gibi bugün ve dünü birbirinden ayıramıyoruz.”
Kästner’in çocukluğu mutlu geçti. Tek sorunu tek çocuk olması, başka kardeşleri yoktu.
 AİLE CEHENNEMİ Jörg Zittlau, Aslında iyi Niyetliydiler kitabında iyi aileyi, çocukluk yıllarına düşüncelerinde geri gittiğinde anıları iyi olanlar, diye izah ediyor. Yazarın çok satan kitapları vardır. Die Welt gibi ciddi bir gazetede doğa, evren ve psikoloji konularında yazıyor. Filozofi, sportıp ve sosyoloji tahsili yaptı. Araştırmalarında bilimin keyifli veya heyecanlı anlatılarla daha geniş bir okuyucu kitlesine ulaştırılabileceğini kanıtladı.
Sevgili okurlarım, verdiğim örnekler, ünlü şahıslar Batı’dan, Avrupa’dan. Çünkü elimde Türkiye’den veya Doğu’dan okuyacak bir kitap, kaynak yoktu. Mahalle baskısı üstün olduğundan dolayı, böyle bir araştırma yapılmadığını zannediyorum.
Daha kısa bir zaman öncesinde dövülen kadınları, yetişkinleri bile karakoldan babadır, ağabeydir, kocadır düşüncesi ile Türkiye’de geri eve gönderiyorlardı.
Kadınlardan gelen şiddet, boşanma ve nafaka davalarıyla her şeyini kaybeden, evsiz kalıp sokaklarda yaşayan ve ister istemez alkole sığınan erkekler için bir araştırma yapıldığını duymadım.
Her Noel haftasında Berlin’de oyuncu Frank Zander evsizlere yemek veriyor. Evsizlerin, hastalık sigortasız olanları Dr. Jenny de la Torre tedavi ediyor.
Çevremize daha dikkatle bakmalıyız. Cezaevlerine, sokağa düşmeselerdi, diyerek acımak yeterli değil.
Hoşça kalın!
 
İlter Gözkaya – Holzhey 
Emekli Öğretmen 
Kaynaklar:
Elmar Krekeler, Eine Hölle namens Elternhaus
Berliner Morgenpost v. 18.12.2010, S.4
Jörg Zittlau, Sie meinten’s herzlich gut.
Berühmte Leute und ihre schrecklichen Eltern
List Verlag
ISBN 978-3-471-35034-6

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.