8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ’NÜN ARDINDAN

ABONE OL
18:45 - 01/10/2020 18:45
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

8 Mart Dünya Kadınlar Günü Berlin’de de kutlandı. 8 Mart 1857 tarihini esas alırsak, yani, bugünün kutlanmasına vesile olan çoğu kadın 129 işçinin ölümünü göz önüne alırsak bugünün kadınlar günü olarak kutlanması bana mantıklı gelmiyor. Ortada bir ölüm var ve biz o ölümü kutluyoruz sanki.

Öyle de olsa, kadınların hak elde etmek için organize olmaları takdire şayandır. Gasp edilen haklarının elde edilmesi için programlar düzenlenmesi de alkışlanacak bir durumdur. Ortaçağ Avrupası’nda insan olarak bile kabul edilmeyen kadınların 21.yy.’da hak aramaya çıkmaları gurur verici. Avrupalı erkeklere önce insan olduklarını kabul ettirmişler, arkasından insan haklarından istifade etmenin yollarını arıyorlar, ne kadar da onurlu bir mücadele.

Benim kadınlara tavsiyem bu onurlu mücadelelerini ayağa düşürmemeleri olacaktır. Bu mücadelede hiç bir kadın ötekileştirilmemelidir. İnancından dolayı, bulunduğu mevkiden dolayı hiçbir kadın ötekileştirilmemelidir. Mücadelenin temelini sadece insan hakları oluşturmalıdır: İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin ilk 5 maddesi yapılacak butür etkinliklerin vazgeçilmezleri olmalıdır. (10 Aralık 1948)
MADDE 1: Tüm insanlar özgür, değer ve hak bakımından eşit olarak doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler. Birbirlerine karşı kardeşlik düşünceleriyle davranmalıdırlar.
MADDE 2: Herkes; ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka inançlarına bakılmaksızın eşit haklara sahiptir. İnsanlar ulusal ve toplumsal kökenleri, zenginlikleri, doğuş farklılıkları ya da herhangi başka bir ayrım gözetilmeksizin bu bildirgede belirtilen tüm haklardan ve özgürlüklerden yararlanabilirler.
MADDE 3: Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.
MADDE 4: Hiç kimse kölelik ya da kulluk altında bulundurulamaz; kölelik ve köle ticareti her türlü biçimiyle yasaktır.
MADDE 5: Hiç kimseye işkence yapılamaz; kıyıcı, insanlık dışı, onur kırıcı ceza ve davranışlar uygulanamaz.

Bu durumda toplantıların merkezine kadın haklarından ziyade, sağcılık, solculuk, din ve dindarlık öğeleri konulmamalı, partiler konulmamalı, ideolojiler konulmamalı. Bu toplantılarda dine ve mukaddes değerlere saldırılmamalı, başörtüsünden dolayı kimse aşağılanmamalı. Özlenen tablo böyle bir tablodur. Başı açık olan kadın hangi derecede onore ediliyorsa, başı kapalı olan kadın da aynı derecede onore edilmelidir. Bu tabloya en uygun etkinliğin Yunus Emre Enstitüsü’nün düzenlediği etkinlik olduğu haberi geldi bana.
Berlin Büyükelçilik binasında düzenlenen gecede „Klasik Türk Müziğinde kadın Bestekârlar” konseri ve ardından „Anadolu’da Frigya Motiflerinin İzleri” konulu defile göz kamaştırmış. Verilen mesajlar da ölçülü ve kucaklayıcıymış. Büyükelçinin eşi Gamze Karslıoğlu yaptığı konuşmada önemli mesajlar vermiş:
” Dünyanın birçok yerinde kadınlar hâlâ, sırf kadın oldukları için, pek çok sorunla karşı karşıya kalmaktadırlar. Tüm sorunlara rağmen, günümüzde artık ister Türkiye’de ister Almanya’da olsun, ülkemiz kadınları sosyal hayatın içinde etkin olarak yer almaya başlamıştır. Kadınlar toplumu ileri götüren sosyal dinamiğin temel kaynağıdır. Özellikle annelik rolleriyle yeni nesillere şekil vermektedirler. Bu anlamda, „bir kadını eğitirseniz, bir kuşağı eğitirsiniz” sözünü çok isabetli bulmaktayım. Dolayısıyla kadına yapılan yatırım, aslında geleceğe yapılan yatırımdır.”

CHP Berlin Birliği’nin düzenlediği etkinlikte kadının siyasetteki yeri konuşulurken Türkiye’deki tablonun olumsuz olarak yansıtılmasını ideolojik bulduğumuzu söylemeden geçemeyeceğim.

Türkevi’nde de bir etkinlik vardı. Oradan da haberler aldım. Uzunca bir program hazırlanmış. Katılımcılar da oldukça memnunmuş: başkonsolos Ahmet Başar Şen mesajını Mustafa Kemal Atatürk’ün kadınlarla ilgili şu sözleriyle vermiş. “” Milletimiz güçlü bir millet olmaya azmetmiştir. Bunun gereklerinden biri de kadınlarımızın her konuda yükselmelerini sağlamaktır. Bundan dolayı kadınlarımız ilim ve fen sahibi olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğretim basamaklarından geçeceklerdir.”

Programın sonuna doğru kürsüye çağrılan Meltem Cumbul,” Tecavüz edilen kadınların sorgulandığı bir ülkeden geliyorum.” şeklinde abuk bir cümle kurarak konuşmasına başlamış. Böyle bir gündeböyle bir cümle. Bu insanlar gurbet eldeki bizlere birlik ve beraberlik mesajları vermeli. Olumsuz birkaç örneği genelleştirerek ve abartarak takdim etmemeli. Allah aşkına kendi ülkemizi şikayet etmekten ne zaman kurtulacağız. Bu insanlara sanatçı falan denilmez, provokatör denir.

Bir şeyler yapmaya gücümüz yetiyorsa burada yapalım. Eleştirilerimizin merkezine Türkiye’yi değil Almanya’yı koyalım. Yaşadığımız ülkede hak aramak olmalı bizim görevimiz. Bizim haklarımızı verecek olan da alacak olan da koruyacak olan da Almanya’dır, Türkiye değil. Türkiye’de olup bitenlere bigâne kalınmamalı, ama, bu tarz davranışlar toplumu geren davranışlardır. Sanatçı kimliğiyle davet edilen insanların buralara gelip şov yapmalarına müsaade edilmemeli.

İdeolojiler ön plana çıkarılırsa, mütedeyyin insanlar da her türlü olumsuzluğun merkezine konulursa onların da kendilerini savunma hakları doğar. Tarafların nefislerine yenik düştükleri durumlarda kavga kaçınılmaz olur.

Mesela; 28 Şubat öncesi ve sonrasında ikna odalarında başları zorla açılan, üniversitelerden başörtüsü yüzünden atılan kızların diyecekleri olur. Askerdeki çocuğunu ziyaret etmek isteyen ve bu isteği kabul edilmeyen annelerin söyleyecekleri olur. Her vesileyle kamusal alan adı altında uydurulan mekânlara sokulmayan, oralarda çalışmalarına müsaade edilmeyen başörtülü kadınların söyleyecekleri olur. Sırf başörtülü olduğu için milletvekili seçilemeyen, seçildiği halde sosyal demokrat bir başbakan tarafından meclisten kovulan kadınların da diyecekleri olur.

Aranan hak ise, gasp edilen hak ise aranan, kimin hakkı olursa olsun o hak, hak sahibine iade edilmelidir. Irk, din, dil ayırımı yapmadan iade edilmelidir. O zaman sahici bir hak arayışı söz konusu olur ki; bütün toplumu kapsar ve toplumun geniş yelpazesinden alkış alır. Aradığımız, özlediğimiz etkinlikler böylesi kucaklayıcı etkinliklerdir.

Ayrıca, bu toplantılara başörtülü kadınları temsilen de bir konuşmacı çağrılabilirdi. Bakalım o hak olarak ne isteyecek, uğradıkları haksızlıkları nasıl sıralayacak? İkna odalarındaki çektikleri sıkıntıları nasıl anlatacak? O da dinlenilmeliydi, psikolojik durumu gözlemlenmeliydi.

Ha-ber.com’un sayfasından aldığım bir araştırma var. Bu araştırmayla yazımı sonlandırmak istiyorum. Her fırsatta, Türkiye’yi hedefe koyanların ibret alacaklarını umuyorum:

“8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde utanç verici bilanço. Die Agentur der Europäischen Union für Grundrechte’nin Avrupa çapında 28 Avrupa Birliği üyesi ülkesinde 42.000 kadın ile yaptığı araştırma anketinde ortaya çıkan sonuçlar korkunç düzeyde:

Araştırma 18 ve 74 yaşları arasındaki 42 000 kadınla yapılmış. Kadınların üçte biri 15 yaşından itibaren fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddete maruz kalmış. Almanya’da bu oran hatta % 35’e ulaşıyor: Her 5 kadından biri şiddete maruz kalmış. Her 20 kadından biri tecavüze uğramış.”

Not: Türkiye AB üyesi değildir.
………………………
*8 Mart 1857 tarihinde ABD’nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 10.000’i aşkın kişi katıldı.
26 – 27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka’nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonal’e bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart’ın “Internationaler Frauentag” (International Women’s Day – Dünya Kadınlar Günü) olarak anılması önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi.
İlk yıllarda belli bir tarih saptanmamıştı fakat her zaman ilkbaharda anılıyordu. Tarihin 8 Mart olarak saptanışı 1921’de Moskova’da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda (3. Enternasyonal Komünist Partiler Toplantısı) gerçekleşti. Adı da “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak belirlendi. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yılları arasında bazı ülkelerde anılması yasaklanan Dünya Kadınlar Günü, 1960’lı yılların sonunda Amerika Birleşik Devletleri’nde de anmaya başlanmasıyla daha güçlü bir şekilde gündeme geldi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılmasını kabul etti.

Türkiye’de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmaya başlandı. 1975 yılında ve onu izleyen yıllarda daha yaygın, ve yığınsal olarak kutlandı, kapalı mekanlardan sokaklara taşındı. “Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı” programından Türkiye’nin de etkilenmesiyle, 1975 yılında “Türkiye 1975 Kadın Yılı” kongresi yapıldı. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nden sonra dört yıl süreyle herhangi bir kutlama yapılmadı. 1984’ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından “Dünya Kadınlar Günü” kutlanmaya devam ediliyor.

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.