KİBİR DARBE ALDI

KİBİR DARBE ALDI
3

BEĞENDİM

ABONE OL

Müthiş bir şey oldu…

Kırılmaz denilen cam tavan kırıldı, kaybetmez denilen kibir darbe aldı, sandığa çakıldı.

Kazanan da, kaybeden de, birdenbire ortaya çıkan   dip dalganın gücüyle kısa bir dumur hali yaşadık…

Bu kez oldu, oluyor galiba diyerek, sabaha kadar nefesimizi tuttuk…

O gece, herşeyini yitirmiş dediğimiz toplumun en kıymetli değerini, aslında hiç yitirmediğini gururla izledik. Bataklığın içinde bir mücevher gibi parlayan “toplumsal vicdan”, daha fazla dayanamadı, yıllarca istikrarla arkasında durduğu iktidardan vazgeçti ve YETER dedi…

Tam 40 küsur sene sonra CHP birinci parti oldu, tam 22 yıldır atı almadan Üsküdar’ı geçenler, sonunda Üsküdar’da bile sandıktan çıkamadı.

Cumhuriyet Halk Partisi tarihi bir başarı gösterdi ve Türkiye’nin sürüklenmeye çalışılan karanlığına inat, pırıl pırıl, genç, dinamik ve aralarında birçok kadın başkanında olduğu belediye Başkanları ile Türkiye’nin gerçek fotoğrafını tüm dünyaya şölen gibi izletti.

Her türlü medya gücü, sonsuz iktidar kaynaklarının fütursuzca kullanılması, tüm bakanları ile meydan meydan, şehir şehir gezen partili Cumhurbaşkanı, dağıtılan para, altın, oy toplamaya yönelik abartılı vaatlerin hiçbiri, şeffaf ve halka dokunan Cumhuriyet Halk Partili Belediyelerin örnek çalışmalarının ve dikkatle belirlenen adaylarının önüne geçemedi. Sonuçta hepimize sürpriz olan, Adıyaman’daki seçmenin bile vicdanı dayanamadı ve tercihini etkiledi.

……..

Hezimete uğrayan iktidarın belediyelerinin ardında bıraktığı şatafatın enkazı, borçlar, boşaltılan kasalar, Yüksek Seçim kurulunun usulsüzlüklere yapılan itirazlara taraflı yaklaşımı ve derin yoksulluğa mahkûm edilen vatandaşların dertleri…

Yani haksızlıklar, arsız hukuksuzluklar, hayat pahalılığı devam ediyor. Sorunlarımız hala çok büyük.

Ama o kıymetli toplumun vicdanı harekete geçti bir kere, kuşkusuz başaracağız, çünkü biz birlikte çok şeyleri başardık. Geçmişimiz bunun en güzel kanıtı.

Seçim gecesi kırmızıya boyanan Türkiye haritası varya, işte o, bizim umut fotoğrafımız. Moralimiz …

Tanesi 40 liraya ulaşan baklavayı yemeden bu bayramları kutlarız, yeter ki umudumuz cebimizde, sevincimiz kalbimizde olsun.

Yeter ki birbirimizden, ortak vicdanımızdan ve mücadelemizden hiç vazgeçmeyelim.

Mutlu bayramlar

Devamını Oku

HALKIN UMRUNDA DEĞİLSİNİZ…

HALKIN UMRUNDA DEĞİLSİNİZ…
3

BEĞENDİM

ABONE OL

Bir haftadır tüm illeri, ilçeleri, kasabaları, beldeleri, köyleri ile yeni yöneticilerini belirlemeye hazırlanan ülkemizin başkenti, kurtuluşumuzun, kuruluşumuzun simgesi, merkez yönetimin kalbinin attığı Ankara’dayım…

Partiler arası giderek artan, o gürültülü seçim atmosferi, partilerin ya da halktan oy isteyen adayların, kendi çevrelerini ağırladığı alanların, sosyal medyanın ve televizyon ekranlarının dışında göze pek çarpmıyor…

Sokakta, pazarda, iş yerlerinde, seçim havası yok. Yani seçimin doğrudan etkilediği “HALK” seçime yönelik heyecanı ya da seçim rüzgarını ve kimin gelip, kimin gideceğini sanki, çok da umursamıyor.

Halkın derdi seçimin gerçekten çok daha üstünde…

Halk; yaşamın nasıl süreceğinden öte bir şey düşünemiyor. Bir şeylerin değişeceğine inanmıyor. Partilere ve adaylarına ,ayrım yapmaksızın güvenmiyor.
Görünen, gerçek, halk siyasetten umudunu ve ilgisini acıdır ki, çoktan KESMİŞ…

Bunu fark etmek, çok düşündürücü …

Yanlışımız birazda bildiğimizi sanmak ve cehaletimizin farkına varsak da, bunu kabullenmekte direnmemizde… Çünkü, “Bilim, bilgi ve cehaletin sınırında ilerler.
Bilmediklerimizi itiraf etmekten korkup, utanmaya gerek yok aslında.

Utanılacak tek şey, tüm soruların yanıtlarını biliyormuş gibi davranmamızdır.”

Demem o ki, bilmediğini itiraf etmek ve çalışmakla başlıyor her şey.

Batı 16. yüzyıl başlarında bu itirafı yapmış ve beş yüz yıldır, bilim ve teknoloji alanındaki üstünlüğünü kimseye bırakmıyor… Bırakacağa da benzemiyor.

Nanoteknoloji, genetik mühendisliği, yapay zekâ ve bilişim alanlarında çığır açan gelişmeler birbirini takip ederken, 21. yüzyıl Batı dünyası, bilimin şemsiyesi altında ilerlerken daha ötesi Siber savaşların zirve yaptığı günümüz dünyasında biz, bizi saran tehlikenin içinde, birilerinin bizi aldığı kıskaçta nefes aldığımıza şükretmeyi öğreniyoruz.

Soyut tartışmalar ile bizler, birbirimizi yerken, gündem olmadık şeylerle meşgul edilirken birileri çalışıyor, öteki birileri bakınıyor.

Akıl ve bilimin hâkim olduğu, bilginin merkezi olan bir Türkiye, hepimizin hayali bile olmaktan, artık çok uzakta…

Sloganların içerisini doldurup sandıklarda meyvelerini toplayabileceğimiz, ileri görüşlü, zamanı yakalayan bir siyaset özlemi var, hepimizde.

Umarım yakalarız.

İtiraf, gürül gürül okuma, çok çalışma bu işin formülü.

İçi boş sloganlar, boş adamlar, boş vaadler ile ancak kendimizi avutuyoruz… Tüm uyaranlar ve medyanın devasa desteğinde oynanan oyunların seyredenleri olmaktan öte geçemiyoruz.

Tek acı gerçeğimiz, sahip olduğumuz her şeyin, tek, tek elimizden kaydığı ve bizden, çok kolayca alındığı…

Her biri, bir diğerinin karşı oyununa direniyormuş gibi yapmaktan öte, bir siyaset yok ülkemde …

Hülya YAZICI

Devamını Oku

SANDIK BASTONA TAKILIR MI?

SANDIK BASTONA TAKILIR MI?
3

BEĞENDİM

ABONE OL

90 yaşındaki nineler gecenin ayazında et kuyruğunda, ucuz erzak ve ekmek kuyruğunda saatlerce bekliyor.

Bu utancın görüntüleri, ülkenin siyasi hafızasına kazınmalı ve hiç unutulmamalı…

Türkiye, aynı anlarda ekranlarda oruç tutmanın rahatlığı ve faziletlerini anlatan popüler imamların bitmez, tükenmez vaazlarını dinliyor.

“Orucum sakız çiğnersem bozulur mu, bozulmaz mı ” sorularına yüzyıllardır ilahi yanıt arıyor…

Ninenin elindeki baston çarpsın zengin iftar sofralarınızı, ne diyelim başka…

Saltanat iki zümre yarattı.

Biri her türlü yokluk ve çaresizlikle kıvranan halk zümresi…

Diğeri parayı ve gücü nasıl kullanacağının şaşkınlığını yaşayan iktidar zümresi…

Dosyasında son vukuatı olarak, cenazesine ulaşılamayan toprak altındaki 9 işçinin sorumluluğu bulunan, bakan eskisi Murat Kurum, İstanbul’u karış, karış arsızca dolaşıp oy istiyor…

Ateşi yanmayan ocakta gençlere yemek yaparmış gibi (!) yapıp, ekranlarda halk zümresi ile alay ediyor.

Bir diğeri “Monako ülkesinin yüz ölçümünden büyük toprak ve mülk sahibiyim açıklamasını zoraki yapıyor. Sahip olmaktan değil, âmâ bilinmesinden rahatsız oluyor…

Beyanına göre: 22 tane arsa, 13 tane ev, 25 tane tarla, 1 benzin istasyonu aile şirketinden kendi payına düşen 67 daire, 4 dükkân, yuh be.!

Mülk Allah’ın demekle olmaz, sayın başkan, kirasını ödeyemeyen emeklilere yap bir güzellik, ver payındaki evlerden. Nasıl olsa sen de değilsin mülk sahibi, dağıt, gitsin işte…

Aslında açıklanan sadece taşınmazları yani, ederleri ve büyüklükleri belirtilmedi sahibi “ben değilim “dediği mülk listesinde.

Mülkün dünyalı (!) sahibi, kira gelirleri, araç, altın, döviz, ziynet eşyaları, aktif banka hesapları durumunu da açıklamadı.

Beyan ettiği arsaların büyüklükleri toplam 6 milyon metrekare! Yani 6000 Dönüm! Yani 6 Kilometrekare!

Haliyle merak ediyoruz, başka illerde Gayrimenkul şirketi adına süregelen inşaatlar var mı? Devam eden inşaatlarda adına kaç yüz daire yapılacak?

Acaba sayın başkan, mülk sahibi Allah derken, bize hala oy vermeye da-var mısınız demek istedi. Soruyorum biz gerçekten davar mıyız? Hala oy verecek miyiz.?!

Hülya Yazıcı

Devamını Oku

EY İSTANBUL, DUY AMA SAKIN İNANMA …

EY İSTANBUL, DUY AMA SAKIN İNANMA …
3

BEĞENDİM

ABONE OL

31 Mart SON seçimi imiş…

Emin olun, ömrü olursa, Cumhurbaşkanlığı sisteminden dahi vazgeçer, Başbakanlığa razı olur, emin olun, yine de iktidardan vazgeçmez…

Yasayı kendine uydurur, daha öncede uydurmadı mı? Yine de gitmek istemez.

Yerel seçim kandırmacası gerçekte, şimdi başlıyor.

Bu kez neler anlatacak, nelerle avutacak hep beraber göreceğiz. Aslında yok bir şey, elde pek bir koz, kalmadı.

Tuttu, birden “Bu benim son seçimim” demek aklına geliverdi. Şimdi meydanlara çıkıp, giderayak, İstanbul’u yeniden bana verin, ricasında bulunacak…

Bel bağladığı, Murat Kurum siyasi cambazlığı beceremedi, eline yüzüne bulaştırdı.

Partili Cumhurbaşkanı, profili düşük adaylar seçmeye özen gösterirken, bu kadarını kendisi bile tahmin edemedi belki de…

Ülke cumhurbaşkanı parti başkanı olarak son kez(!) seçim mitingleri yapıp, İstanbul’un tüm ilçelerinde Murat Kurum için İstanbullulardan oy isteyecekmiş.

Sevgili Ekrem İmamoğlu bir kez daha iktidarın tepesi karşında aday. Tüm iktidar olanakları ile seni alt etmeye, iktidar entrikaları ile onlara kapattığın muslukları ele geçirmeye geliyorlar.

İstanbullu seninle, ama, mücadele çetin, ırkçıya, talancıya, yalancıya, dinciye taviz verme, yol ver ki, tüm renkleri ile İstanbul seninle daha çok olsun…

İstanbul halkıda bilmeli ki, iktidarın bu oyunu galip gelirse, tüm sorunları tümden unutturacak, Katar (!) İstanbul projesi ile şehri tepemize yıkacak.

Artık 22 yıllık yalana inanılmaz, buna eminiz, âmâ oyumu verdim rahatlığı da yetmiyor…

Her İstanbullu oyların başında nöbette olmalı. Malum, “bir şey oldu zarflarda ” sözleri hafızalarımızda…

Bu şehir sizin, siz İstanbulluların, iktidarın tepesi bile meydanlara iniyorsa, balık büyük demektir.

Şansınızı iyi kullanın, seçiminize ve İstanbul’a iyi sahip çıkın, yoksa O’nun değil, biz yurttaşların son seçimi oluverir, Allah muhafaza.

Devamını Oku

MOR ÇİÇEKLER

3

BEĞENDİM

ABONE OL

Bir kere daha 8 Mart geldi, çattı…
Yine özenle hazırlanan sayısız etkinliklerde, kadın emeğine yapılan haksızlıkları, cinsiyet ayrımcılığı yüzünden ödenen bedelleri, çarpık törelerden kurtulamayan sosyal yaşamın ezdiği kadınlarımızı, hala kurtaramadığımız çocuk gelinlerimizi, kadın cinayetlerinde nefesi kesilen kadınlarımızın her geçen gün artan sayılarını, anlatıp, çözüm yollarını konuşup, tartışacağız…

Kadın mücadelesinin onurlu ve ağır bedellerle dolu tarihçesini hatırlatıp, dünyanın dört bir yanında “hak eşitliği ” mücadelesi veren ve bugünkü kadın mücadelesine yol açan kadınları ve ödenen bedelleri “Dünya Emekçi Kadınlar gününde” anmaya devam edeceğiz.
Bu mücadelede isimleri anılamayan öyle kadınlar var ki, resmi tarihin bile onları görmezden geldiği, başarılarını erkeklerin hanesine yazdığı, en yakınındaki erkeklerin bile emeğini sömürdüğü, bile isteye gölgede bıraktığı sayısız kahraman kadınlar…
Günlük yaşamda sarf ettikleri emek yok sayılan, bilim, sanat, edebiyatta yüzyıllarca yıl sömürüye maruz kalan, hikayeleri bilinmeden, yok edilen ezilen, sesleri kesilen kadınlar…
Ne yazıktır ki, gerçekleşmesini hayal ettiğimiz ve tarih boyunca süregelen kadın mücadelesi “neden erkil zümre karşısında bir türlü hak ettiği başarıya ulaşamıyor, ” sorusunun, gelişmiş ya da az gelişmiş olsa dahi, birçok ülkedeki yanıtları çok farklı değil…
Eğitim, din, töre, refah seviyesi, sosyal yaşamdaki temsiliyeti gibi nedenler, belki istatistiksel anlamda farklılıklar veriyor ama kadına yönelik haksızlık ve eşitsizlik “bizde yok, biz bu sorunu çok şükür ki, artık çözümledik,” diye net bir yanıtı maalesef hiçbir ülke veremiyor…

Çünkü cinsiyet eşitsizliğini gidermenin ve hak eşitliğini elde edebilmenin en temel yolu kadınların siyasette eşit ya da etkin bir şekilde var olmaları ile mümkün. Bu görülebilen en çözümsel yol gerçekte…
Kadınların siyasette, dolayısıyla hakkın ve yaşamsal kuralların belirlendiği, sorunlara çözüm üretilen masalarda eril aktörlerle eşit duruma gelmesinin önü mutlaka açılmalı…Çünkü, baktığınızda düşünceleri ve mücadeleleri ile siyasette öne çıkan kadınlar, nicelik olarak siyasette var gibi görülse de nitelik olarak, yani karar masalarında etkin varlık göstermeleri, maalesef hala çok zor.
Kadınların siyasette etkin olarak var olmaları cılız vaatlerden öteye bilinçli olarak geçemiyor. . Bu yöndeki mücadelede tek başına bırakıldıklarını, hatta engellendiklerini, erkeklerin bu ballı gücü kadınlarla adil paylaşımdan yana olmadığını görmek zor değil aslında. Önümüzdeki belediye seçimlerinde özellikle seçilebilir noktalarda aday gösterilen isimlere ve listelerdeki cinsiyet oranlarına baktığımızda en sağdakinden, en sol partiye kadar siyasette mutlaka kadınlar çoğalmalı söylemlerinin samimiyetsizliğini kolayca anlayabilirsiniz…
Bilinmeli ki, siyasette kadın aktörlerin etkili varlığı gereksiz tartışmalardan öteye geçemediği ve tüm dünyada siyasetin eril karakteri değişmediği sürece, kadınların hak arayışı ve eşitlik mücadelesi, sekiz mart günlerinde mor çiçekler dağıtmaktan öteye geçemez.

Devamını Oku