TÜRKİYE GÖZLERİNE BATTI

ABONE OL
20:38 - 10/04/2022 20:38
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Bir koca imparatorluk, hasta adam, bir büyük devlet ve elinde kalan toprakları… Son yıllarında artık tamamen parçalanıp, yok edilmek ve bundan paylar çıkarmak isteniyordu…

“Birinci Büyük Savaş” Osmanlı devleti için bir yenilme ve her şeyini galip devletlere verme durumunu getirmişti.

Osmanlı İmparatorluğunca kaydedilmiş olan Birinci Dünya Savaşı, İtilâf devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasında imza edilen MONDROS Mütarekesinin 30 Ekim 1918 tarihinde yürürlüğe girmesi ile sona erdi.

Mütarekenin imzalanmasından sonra İtilaf devletleri, mütareke hükümlerine uymaya gerek görmeden çeşitli bahanelerle yurdun çeşitli bölgelerini işgale başladılar.

Ateşkes antlaşması ile dayatılan, zorlanan, istenilen yaptırımlar tam anlamı ile bir felaket idi. Bir genç subay, bir yurtsever, bir öz güvenli Türk kahraman Mustafa Kemal kendisini ve düşüncelerini, yeteneklerini ve de becerilerini ortaya koydu.

Cesareti ile, inancı ve bilgisi ile önder oldu, kendisine inananlar ile bir Kutsal Savaşa girişti.

Yurdun birçok yerlerini işgal etmiş olan İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan ve Ermeni kuvvetlerine karşı başlangıçta millî kuvvetlerle, daha sonra teşkilatlı ordu ile karşı konuldu.

Yoktan var edilmiş askeri bir güç, yarım yamalak bir ordu ile dehasını da kullanarak, ileriyi de görerek saldırgan ve işgalci kuvvetlere, düşmanlara karşı Türk halkının esaretini önledi ve kazandı.

Yunan Ordusu 9 Eylül 1922’de denize döküldü. Böylece üç yıl dört ay devam eden Türk İstiklal Harbi, Türk Ordusunun zaferi ile sona erdi. Bu bir “İstiklal Savaşı”, bu bir “Kurtuluş Savaşı” oldu. Bu tam bir “Bağımsızlık Savaşı” oldu ve dünya tarihinde tek olan yerini aldı, kendisini kabul ettirdi. Yeniden bir devlet kuruldu.

Türkiye Cumhuriyeti “uygarlığa, çağdaşlığa yönelen bir parlamenter, özgürlükçü” devlet olmak üzere kuruldu.

Yeni kurulan bu devlet ile yeni bir kalkınış ve yeni bir şahlanış dönemi başladı. Çok ileri atılımlar, yenilikler, devrimler, yatırımlar yapıldı.

Dünyanın tüm mazlum halkları onu kendilerine örnek aldı.

Tüm sömürgeci ve soyguncu güçler ise hem “bir anlık saygı” ve de endişe ile, korku ile izlediler yeni Türk devletinin gelişmesini. Ama ilk andan itibaren de durmaksızın hep içten, içe “yok edebilme” planlarını ve uygulamalarını geliştirdiler, çalıştırdılar. Çeşitli şirinlikler ve “yardımlar” adıyla da dostluklar gösterdiler.

1938 yılı aslında bir dönüm yılı oldu.

Kahraman ve ender bulunabilecek büyük önderini, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü yitiren Türkiye için yeni bir dönem başladı.

Onun sonsuzluğa gidişinden sonra Türkiye artık gittikçe “karşı güçlerin” kötü planlarının ve uygulamalarının etkisini hızla görmeğe başladı.

Tam bağımsız, çağdaş, uygar ve özgürlükçü, demokratik bir Türkiye Cumhuriyeti her bir yanda göze batmağa başladı.

Dinin siyasi ve ticari amaçlar için kullanılmak üzere gündeme sık, sık getirilmesi ve “demokratik bir düzenin din için bir yararı olmayacağı” türünden propagandalar” söylemler ve içten, içe geliştirilen yapılanmalar zamanla iyice yayıldı ve su yüzüne çıkmağa başladı.

Öte yandan Türk halkı bir “ulus devletin” varlığının ne denli “önemli” olduğunu unutmaya, göz ardı etmeye başladı.

Yıllar içerisinde ortaya çıkan siyasi kuruluşlar, sosyal örgütlenmeler v. b. ise o denli çoğalmış ve çok yönlülük göstermeğe başlamıştı ki “neyin ne için” olduğu saptanamaz bir durum almıştır.

Ve ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “kuruluş ilkelerine” ve gerçeğine karşı çıkmak için yetiştirilmiş, hazırlanmış, işlenmiş, yurt sever olmayı kavrayamamış, demokrasiyi içselleştirememiş kuşaklar, milyonlar yetiştirilmiş ve karşıt düşüncelerle donatılmıştır.

O zamanlar karşı koyup kovalayabildiğimiz global emperyalist güçler kendi çıkarlarına hizmet edebilecek her türlü akımı ve karşıt düşünceyi desteklemiştir.

Çok önemli jeopolitik konumu ve ilerleyen, çağdaşlaşan, özgürlükçü, bağımsızlıktan yana olan tutumu ile bir Türkiye’yi istememişler.

Gerek etnisite gerekse de inanç ağırlıklı yeni tür siyasetleri destekleyen ve ona uygun programları geliştiren global güçler ülkenin kendi kendisine yetecek bir refah toplumu olmasını da istememişler ve bu konuda da son yıllarda çok başarılı olmuşlardır.

Millî sermaye, milli sanayi, milli tarım politikaları ve devlet yatırımları… hızla değişiklik göstermiş ve bunun sonucunda dışa bağımlı bir ekonomi, ithalatın gittikçe artması, denetimsiz yatırımlar, tarım alanlarının yitirilmesi, “enflasyon” ve geçim zorluklarını ortaya çıkmıştır.

Devletin denetim gücünün zayıflaması, demokratik kurumlaşmanın özlenir olması ile birlikte dışarıdan her “türlü para”nın ülkeye girmesi, her arzu edenin gelip yerleşebilmesi serbest bir duruma dönüşmüştür.

Son aylardaki paranın değer yitirmesi ve ülke ekonomisinin hiper enflasyona ulaşır olması günlük yaşamda zamlar, pahalılık ve bezginlikleri beraberinde getirmiştir. Halkın geçimine yardımcı olan üretici pazarları alarm veriyor.

Yakında bu pazarlar kapanmak zorunda kalabilirler. Nedeni ise, üreticinin artan maliyetler nedeniyle üretimden vazgeçme noktasına gelmesi…Durumu değiştirecek akıllı ve tutarlı politikalar uygulanmaz ise çok yakında daha da zor bir dönem girilecektir.TL son hızla değer kaybına devam ediyor.

Özel sektörün döviz borcu çok yüksek olduğu için, bu gidiş hiç de iyi değil. “Devalüasyon” ortadadır, Türk Lirası düzeyinin diğer ülkelere göre değer yitirmesi açıkça ortadadır. Böyle bir durumun yaşanmasına karşılık “ödemeler açığı” verdikçe dışarıdan satın alma gücünü devamlı düşecektir. Ödeme güçlüğü gittikçe artmaktadır.

Ödeme güçlüğüne getirilecek çözümler ise dünyaca bellidir: “Konsalidasyon” uygulanabilir: Borcun vadesinin, faizinin, türünün ve tutarının gönüllü ya da gönülsüz ertelenmesi ve değiştirilmesi için birçok çalışmalara gerek duyulacaktır Devlet de borçlarını ödeyemez duruma düştüğünde yine bu tür çözümler arayacaktır…

Öte yandan dünyanın çeşitli yerlerinde iç çatışmalar, en yakın komşularda ortaya çıkan savaş… Türkiye ekonomisini ve refah düzeyini, halkın huzurunu çok daha kötü etkileyecektir.

Durum böyle iken, ortaya atılan sahte gündemlerin peşinde koşup, takılanlar ise ne yazık ki “gerçek temel sorunları” dile getirip, çözüm yolları üzerinde görüş bildirecekleri yerde en değerli zamanı boşa geçirmekteler.

Ne yazık ki bugün Türkiye’de Atatürk’ü ve başarılarını, öğretilerini küçümseyen, ”yok” sayan ve de “karşı çıkan” birden çok zümreler var ki bunlar kendilerini sağcı, solcu, falan partili, muhafazakar, mukadderatçı, Osmanlıcı, dinci, liberal, batıcı… ve benzeri adlarla tanımlayabilmektedirler.

Her bir “kendilerince var sayıp”, “tutundukları” ve “gerçekten de “var” sandıkları yerlerin belki de aslında o dışımızdaki kendi inançları için dünyayı yok edebilecek güçlerin, Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalamak ve yok etmek isteyen emperyalist dayatmacı programların birer parçası olduklarını hiç bir zaman ne görecekler, ne de anlayacaklardır.

Çok yönlü parçalara ayrılmış bir Türkiye toplumu ilk bakışta bazıları için hoş ve doğru gibi de gelebilir.

Demokratik haklar, fikir özgürlüğü, örgütlenme özgürlükleri v. b. tanımlarla bu çok yönlülük doğru ve iyi de sayılabilir gibi gösterilebilir…

Tüm bunların “üstünde” ise sorulması gereken asıl ve “ana soru” nedir?

Türkiye ve Türkiye Cumhuriyeti bugüne değin geldiği yer ile, kazanımları ile kimlerin gözüne batmaktadır ve onlar bu durumda neler yapabilirler, yapmaktadırlar?

Yurduna ve bugünkü devletine “sahip” çıkma duygusu ile yaklaşan yurttaşlar neler hissetmektedirler ve nasıl davranmaktadırlar?

Hiç de politik gibi görülmeyen, çok sıradan ve “normal” gelişimler, düşünce ve uygulamalar, moda, davranış biçimleri, özentiler… ise yine adı geçen programların birer önemli ve güçlü parçası olarak, insanların, yurttaşların algılarını, düşünme ve davranışlarını etkilemekte, yönlendirmekte ve değiştirmektedir.

Algı (zihin) yönetimleri her biri “her bir alanda” çok güçlü silahtırlar ve hedef aldıkları kitleleri çok temelden ve güçlüce etkilemektedir.

Bunun sonucu olarak da artık yurttaşların kafalarında (düşüncelerinde) bir “yurt severlik, Atatürk, Kemalizm, anti emperyalizm”… yer “olmasın” istemektedirler.

Bir bakın, bir gözlemleyin toplumu, sosyal medyayı, çevrenizi, arkadaşlarınızı:

– “Neler” ile uğraşıyorlar?
– Gündemleri neler ile dolu?
– FB, Twitter, Instagram ve benzeri alanlarda neler ile ilgileniyorlar?
– Tepkileri ve beğenileri, ne yönde?
– Davranış ve düşünce düzeyleri hangi çizgide?
– En çok hoşlandıkları nelerdir?
– Neler okurlar?
– Kimleri okurlar?
– Neler yazarlar? (??)
– Nerelere giderler?
– Kimleri izlerler?
– Dünyadan ne denli haberdardırlar?
– Sohbet konuları ve içerikleri nelerdir, nasıldır?
– İletişim dilinin düzeyi nedir?
– Arkadaşlarının sosyo-kültürel, ruhsal yapıları nasıldır?

– Nelere özenirler? – Devlet, yurt, yurttaşlık, bağımsızlık, barış… kavramları üzerinde neler düşünürler?

Sıradan ve basit bir gün bile öyle “boşu boşuna” geçmemektedir.

Toplum içerisinde sıkı ilişkiler içerisinde yaşayan insan hem doğrudan doğruya bireylerle ilişki içerisinde olurken, bir de “yoğun bir sanal” dünyanın içerisinde yer almaktadır.

Hemen, hemen her şey sanki programlanmış (?) gibi kitleyi etkilemektedir ve de kendi isteği doğrultusunda yönlendirmektedir.

Kitle psikolojisi gereği olarak da o birey içinde bulunduğu “kitlenin peşinden” sürüklenmektedir.

Tüm bu nedenlerden dolayıdır ki günümüzde çok dikkatli olmak ve de çok ama çok “seçici” olmak zorundayız.

Hangi “akım” yarar sağlar, hangisi bizleri “bambaşka” yerlere sürükler?

Ve bu ülke bu gelişimlerden tabii ki en dipten ve tüm yoğunluğuyla etkilenecektir, etkilenmektedir. Bu durum tüm dünya için de geçerlidir.

Biraz daha “dışarıda” durup, kendimizi “bulmalı” ve kendi sorunlarımızın çözümüne daha çok odaklanmalıyız.

Ortadaki sorunların çözümüne yönelik yanıtları Atatürk’ün yazılarından, davranış ve kararlarından, eylemlerinden, uygulamalarından, başarılarından bulup çıkarabiliriz.

Başka bir yol aramamalıyız. Bize en uygun, en denenmiş, akılcı, tutarlı, sağlam ve başarılı yol budur.

Evet, çok daha fazla düşünmek ve araştırmacı olmak bize çok “şey”ler kazandıracaktır. Bilinçli ve özgüvenli, umudunu yitirmemiş, sağ duyulu, yurdunu seven ve savunan yurttaşlara, dünyaya eleştirel bakabilen dürüst insanlara çok gereksinimiz var…

Öğretmen Gönen ÇIBIKCI

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.