07 Aralık 2024 Cumartesi
Safranbolu UNESCO'da 30. yılını kutluyor
Bergedorf Alevi Kültür Merkezi’nin Kahvaltılı Sohbet Toplantısına Yoğun Katılım
SURİYELİLER NEYİN ZAFERİNİ KUTLUYOR?
IŞIKLAR İÇERİSİNDE UYUSUN YANLIŞI
TÜRK VATANDAŞLIĞI İÇİN BAŞVURUN!
İSRAİL-FİLİSTİN SAVAŞINDA TÜRKİYE´NİN TAKINMASI GEREKEN TAVIR
Almanya’daki Türk toplumu, 20. yüzyılın ortalarından itibaren başlayan göç hareketleriyle şekillenen, oldukça karmaşık ve dinamik bir yapıya sahiptir.
Bu topluluğun geçmişi, bugünü ve geleceği hakkında konuşmak, Almanya ve Türkiye arasındaki ilişkileri, Avrupa’daki göç hareketlerinin dinamiklerini ve kültürel kimlik arayışlarını anlamak için önemlidir.
Almanya’da yaşayan Türk toplumu, Avrupa’nın en büyük “diaspora” topluluklarından biridir.
Almanya’daki Türk toplumu güçlü bir sivil toplum örgütlenmesine sahiptir.
Bu örgütlenmenin temelini, çeşitli amaçlara hizmet eden çok sayıda Türk derneği oluşturmaktadır.
Türkler, Almanya’ya ilk geldikleri yıllardan itibaren kültürel, dini ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla dernekler kurmuşlardır.
Bu dernekler zamanla hem sayıca hem de işlevsellik olarak gelişerek, Türk toplumunun Almanya’daki temsilcisi haline gelmişlerdir.
A- Göçün Başlangıcı ve İlk Yıllar
1960’larda Almanya’nın hızlı ekonomik büyümesi, “iş gücüne” olan ihtiyacı artırdı.
Bu durum, Türkiye’den işçi alımına yol açtı. İlk gelenler, genellikle madenlerde ve fabrikalarda çalışan işçilerdi.
İşçilerin ardından ailelerinin de Almanya’ya gelmesiyle Türk toplumu büyüdü. Bu durum, yerleşik bir Türk varlığının oluşmasına zemin hazırladı.
Başlangıçta, dil bariyeri, kültürel farklılıklar ve ayrımcılık gibi sorunlar, Türklerin Alman toplumuna uyumunu (entegrasyonunu) zorlaştırdı.
B- Bugünü: Çeşitlilik ve Değişim
Almanya’da doğan ve yetişen ikinci ve üçüncü kuşak Türkler, artık Alman toplumunun ayrılmaz bir parçası haline geldi.
Birçok Türk artık “Alman” yurttaşlığını da almış durumdadır.
Yeni kuşaklar hem Türk hem de Alman kültüründen etkilenerek çeşitliliğe dayanan bir kimlik geliştirdi.
Türk kökenli birçok kişi, “akademik” alanda başarılı olup, siyasette, sanatta ve spor dünyasında önemli yerlere geldi.
Türkler, Almanya’daki sivil toplum örgütlerine etken olarak katılıyor ve kendi derneklerini kuruyor.
Türk kökenli siyasetçiler, Almanya’da çeşitli partilerde görev yapıyor, yönetici olabiliyor, oy kullanıyor.
C- Yarını: Yeni Bir Dönem
Gelecekte, Türklerin Alman toplumuna entegrasyonunun daha da derinleşmesi bekleniyor.
Almanya, Türklerin kültürel zenginliği sayesinde daha da renkli bir ülke haline gelecektir.
Almanya’da doğan ve yetişen yeni kuşaklar Türk toplumunun geleceğini şekillendirecek ve Alman toplumuna güç katacaktır.
İkinci ve üçüncü kuşak Türkler hem Türk hem de Alman kimliklerini almak istemektedirler. Son gelişmeler ile Alman yurttaşlığına geçiş kolaylaşmıştır.
Türk kökenlilerin Alman siyasetindeki etkisi artmaya devam edecek.
Almanya’daki Türk toplumu hem Türkiye hem de Almanya için önemli bir köprü görevi görüyor.
Bu topluluğun geleceği, iki ülke arasındaki ilişkilerin yanı sıra Avrupa’daki göç hareketlerinin gidişatına bağlı olarak biçimlenecektir.
Ç- Almanya’daki Türk Derneklerinin Rolü
Almanya’da Türk dernekleri, Türk toplumunun hem iç hem de dış dünyayla olan ilişkilerinde çok önemli bir rol üstlenirler.
Dernekler Türkçe kursları, halk dansları gösterileri, geleneksel bayram kutlamaları gibi etkinlikler düzenleyerek Türk kültürünü yaşatmak ve yeni kuşaklara aktarmak görevini üstlenirler.
Camiler aracılığıyla dini ibadetleri yerine getirmek ve dini eğitimi sağlamak için çalışanlar vardır.
Yaşlılara, engellilere ve “ihtiyaç” sahibi kişilere yönelik sosyal destek hizmetleri sunmak da derneklerin üstlendiği işlerdendir.
Almanya’daki siyasi yaşama katılımın özendirilmesi, siyasi hayata katılarak Türklerin haklarını savunmak ve temsil etmek için dernekler çok gayret göstermektedir.
Çok sayıda küçük işletmelerin kurulması ve desteklenmesi gibi ekonomik alanda faaliyet gösteren Türk’lerine sayısı yıllar içerisinde çok artmıştır.
Türk toplumu ile Alman toplumunun kaynaşması ve karşılıklı anlayışın geliştirilmesi için köprü görevinin üstlenilmesi için derneklerimiz çok çaba harcamakta ve projeler üretmektedir.
D- Almanya Türk Derneklerinin Çeşitliliği
Almanya’daki Türk dernekleri, kuruluş amaçları, ideolojileri ve sosyal yapıları bakımından oldukça çeşitlidir.
Bu çeşitlilik, Türk toplumunun içindeki farklılıkları yansıtmaktadır.
Bazı dernekler daha çok dini konulara odaklanırken, bazıları kültürel faaliyetlere, bazıları ise siyasi çalışmalara ağırlık vermektedir. Çok sayıda spor derneğimiz de bulunmaktadır.
E- Almanya Türk Derneklerinin Gücü
Almanya’daki Türk dernekleri, sayıları ve üyelikleriyle önemli bir siyasi ve sosyal güç oluştururlar.
Bu güç, aşağıdaki faktörlerden kaynaklanır:
Sayısal Güç: Almanya’da yaşayan “milyonlarca” Türk, buradaki derneklere üye olarak bu gücü oluşturur.
Örgütsel Yapı: Birçok dernek, yerel ve ulusal düzeyde güçlü bir “örgütsel” yapıya sahiptir.
Siyasi Etki: Dernekler, seçimlerdeki “oy potansiyeli” ve “lobi faaliyetleriyle” siyasi kararlara etki edebilirler.
Medya Gücü: Bazı derneklerin kendi yayın organları bulunmakta ve bu sayede kamuoyunu şekillendirme gücüne sahiptirler.
F- Sonuç
Almanya’daki Türk dernekleri, Türk toplumunun Almanya’daki “varlığını koruması” ve geliştirmesi için vazgeçilmez bir yapıdır.
Almanya’da yaşayan Türk toplumu, güçlü bir “sivil toplum” örgütlenmesine sahiptir.
Türk dernekleri, Almanya’daki Türklerin kültürel, dini ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamakta ve Türklerin Almanya’daki “siyasi” yaşama katılımını sağlamaktadır.
Ancak, derneklerin daha etkin ve verimli çalışabilmesi için bazı sorunların “aşılması” gerekmektedir.
Bu zorlukların aşılması için, Türk derneklerinin daha fazla “iş birliği” yapması ve “ortak hedefler” belirlemesi gerekmektedir.
Dernekler arası sorunlar arasında, “farklı ideolojiler” arasındaki çatışmalar, kuşaklar arasındaki “iletişim” sorunları sayılabilir.
G- Geleceğe Dair Görüşler:
Almanya’da Türk kökenli siyasetçilerin sayısı ve etkisi, önümüzdeki yıllarda daha da artacaktır.
Bunun nedenleri arasında, Türk toplumunun “gençleşmesi”, eğitim düzeyinin “artması” ve “siyasi bilincin” gelişmesi gösterilebilir.
Ancak, bu süreçte bazı zorluklarla da karşılaşılmaktadır.
Bu zorluklar arasında, siyasi partiler içindeki “rekabet”, farklı “ideolojiler” arasındaki çatışmalar ve ayrımcılığın tamamen ortadan kalkmaması sayılabilir.
Almanya’da Türk kökenli siyasetçilerin sayısı ve yapısındaki değişim, hem Almanya’daki göçmenlerin “entegrasyon süreci” hem de Alman siyasetinin “demokratikleşmesi” açısından önemli bir gelişmedir.
Her türlü örgütlenmede ortak değerler ve özellikler, en başta Türkçe desteklenmeli, özendirilmeli ve geliştirilmelidir.
Türk dernekleri kendi iletişim dilleri olarak her zaman kendi toplumuna anadil Türkçe ile hizmet vermelidir. Bunun yanı sıra da Alman toplumuna her zaman düzenli olarak Almanca bilgilendirmelerde bulunmalıdır.
Almanya’daki Türk toplumu ve örgütlenmesi hakkında daha ayrıntılı bilgi almak için akademik çalışmaları ve güncel haberleri izlemenizi öneriyorum.
Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 08.12.2024
Cumhuriyet Dönemi’nin en önemli devrimlerinden birisi Harf “Harf Devrimi”dir.
İslâmiyet’in kabulünden sonra Arap Alfabesi kullanılmaya başlandı ise de Arap harfleri, Türk Dili için uygun değildi.
Harf İnkılâbı’nın ilk müjdesini Mustafa Kemal 8 Ağustos 1928’de, İstanbul’daki Sarayburnu Parkı’nda halka şöyle duyurdu:
– “Arkadaşlar, bizim güzel ahenkli zengin dilimiz yeni Türk harfleri ile kendini gösterecektir.
Yeni Türk harflerini çabuk öğrenmelidir. Vatandaşa, kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu vatanperverlik ve milliyetperverlik vazifesi biliniz. Bu vazifeyi yaparken düşününüz ki bir milletin, bir toplumun yüzde onu okuma yazma bilir, yüzde sekseni bilmezse, bundan insan olanlar utanmalıdır.”
1 Aralık 1928’de yürürlüğe giren yeni Türk harfleri Türkiye’nin çağdaşlaşma sürecinde önemli bir dönüm noktası olmuş ve birçok yarar sağlamıştır:
Kanunun kabul edilmesinden sonra geniş halk kitlelerine okuma yazma öğretmek üzere “Millet Mektepleri” açıldı.
Türk harflerinin yaygınlaştırılması için bir seferberlik başlatıldı.
Başöğretmen Atatürk, yurt seyahatine çıkıp, kara tahta başında yeni Türk harflerini vatandaşlara öğretti.
Ankara’da toplanan öğretmenler birliği kongresinde, öğretmenler, Atatürk’ün açtığı bu yeni yolda sabırla çalışacaklarına ant içtiler.
Eğitim ve kültür yaşamımızda yeni bir dönem başlamış oldu.
A – Harf Devriminin Sağladığı Yararlar ve Kazanımlar: .
1-Okuma Yazma Oranı Arttı: Yeni alfabenin daha basit ve anlaşılır olması, kısa sürede okuma yazma oranının hızla artmasını sağlamıştır. Bu gelişme, toplumun her kesiminin bilgiye erişimini kolaylaştırmış ve eğitim düzeyinin yükselmesine katkı sağlamıştır.
2-Dil Bilincinin Gelişmesi: Yeni alfabe ile birlikte Türk diline olan ilgi artmış ve dil bilincinin gelişmesi sağlanmıştır.
3-Milli Birliğin Güçlenmesi: Farklı bölgelerden insanların birbirleriyle daha kolay iletişim kurmasını ortak bir dil ve alfabe sağlamış ve milli birliğin güçlenmesine katkıda bulunmuştur.
4-Çağdaş Uygarlığa Uyum Sağlandı: Latin alfabesine geçiş, Türkiye’nin batılı ülkelerle olan ilişkilerini güçlendirmiş ve ülkemizin “çağdaş uygarlığa” uyumunu hızlandırmıştır.
5-Bilimsel ve Kültürel Gelişim: Yeni alfabe sayesinde bilimsel çalışmaların ve yayınların daha kolay yapılması sağlanmıştır.
6-Devlette bürokratik İşlemlerin Hızlanması: Yeni alfabenin kullanılmasıyla birlikte bürokratik işlemler daha hızlı ve verimli hale gelmiştir.
7-Yayıncılığın Gelişmesi: Yeni alfabe sayesinde kitap, gazete ve dergi gibi yayınların sayısı artmış ve içerikleri daha zenginleşmiştir.
8-Kültürel Değişimin Motoru: Harf Devrimi yalnızca “yazı sisteminde” değil, aynı zamanda “düşünce yapısında” da köklü bir değişime yol açmıştır.
9-Yeni harfler diğer kültürel ve sosyal “reformların” kabul görmesini kolaylaştırmıştır.
B – Harf Devriminin Diğer Devrimlerle İlişkisi: .
Harf Devrimi, diğer tüm devrimlerin başarıya ulaşması için gerekli olan “bilinçli bir toplumun” oluşmasına katkı sağlamıştır.
Yeni alfabe sayesinde eğitim sistemi yeniden yapılandırılmış ve okuma yazma oranı hızla artmıştır.
Harf devrimi uygulamaları ile “milli birliği güçlendirmiş” ve ülkenin “gelişmesine” önemli katkılar sağlamıştır.
Batılılaşma sürecinin hızlanmasına katkı sağlamıştır.
Kültürel değişimi olumlu tetiklemiştir.
Harf Devrimi, Türk milletinin “modern bir hukuk” sistemine kavuşması için yapılan “devrim kanunlarıyla” uyumlu bir şekilde ilerlemiştir.
Devrim kanunları ve kılık kıyafet devrimi gibi diğer devrimlerle uyumlu bir şekilde ilerlemiştir.
Harf Devrimi gibi kılık kıyafet devrimi de “batılılaşma” sürecinin bir parçası olarak kabul edilir ve toplumun “çağdaşlaşmasına” katkı sağlamıştır.
Sonuç olarak, “Harf Devrimi” Atatürk devrimlerinin bir parçası olmakla birlikte, aynı zamanda bu devrimlerin başarıya ulaşmasında önemli bir rol oynamıştır.
Yeni alfabe, Türkiye’yi çağdaş dünyayla birleştirmiştir.
Türkiye’nin “modernleşme” sürecinde atılan en önemli adımlardan biri olarak tarihe geçmiştir.
C – ÖZETLE: .
Yeni alfabenin kabulü ve uygulanmaya başlaması ile Türkiye sosyal, kültürel, ekonomik alanda çok büyük bir hız ve ilerleme kazanmıştır.
Okur ve yazar oranı hızla artmıştır.
Okullarda öğrenme hızı ve okumak çok daha yüksek bir düzeye erişmiştir.
Ülkede yurttaşlarımız arasında “Dil Bilinci” gelişti, Türkçe dilimiz çok daha bir önem kazandı.
Bürokratik işlemler hızlandı.
Matbaacılık ve yayıncılık sektörü gelişti.
Toplumun her kesiminin bilgiye ulaşması çok kolaylaştı.
Milli birlik ve beraberlik güçlendi.
Ülkemiz “çağdaş uygarlığa” uyum sağlayan bir ülke oldu.
Ülkemizde “bilimsel ve kültürel” gelişme hızlandı.
Yeni Türk harflerinin yürürlüğe girmesi, Türkiye’nin geleceği için atılmış önemli bir adım olmuştur.
Bunu düşünen ve uygulayan önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü bu nedenle de bir kez daha takdir ve minnetle anıyoruz.
Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 01.12.2024
Öğretmenler günü “belirlenmiş bir gün” olarak çeşitli düşüncelerin, görüşlerin olduğu bir “anma”, bir “değer tanıma” ve bir “anımsama” günü olarak bu yıl da geldi.
1981’den bu yana her 24 Kasım günü kutlanan Öğretmenler Günü’nün “gün” olarak kabul edilmesiyle ilgili yıllardır yeterince tartışma yapılmış olsa da kutlanıyor.
1981 yılında, Atatürk’ün doğumunun 100. yılı dolayısıyla, her yıl 24 Kasım’ın “Öğretmenler Günü” olarak kutlanması kararlaştırıldı.
24 Kasım’ın Türkiye’de “Öğretmenler Günü” olarak kutlanmasının başlıca nedeni, bu tarihin Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün “Millet Mektepleri’nin Başöğretmenliği”ni kabul ettiği gün olmasıdır.
24 Kasım, TBMM’nin Mustafa Kemal’e (henüz Soyadı Yasası yoktur) verdiği “Millet Mektepleri Başöğretmeni” sanının yasalaştığı gündür (24 Kasım 1928). Bu “gün”, hem eğitim kamuoyu hem halkın büyük çoğunluğunca benimsenmiştir.
Mustafa Kemal’e “Atatürk” soyadının verildiği günün de 24 Kasım 1934 olması ilginç bir rastlantı olabilir.
Atatürk, eğitimin bir ülkenin geleceği için ne kadar önemli olduğunun bilincinde olan bir liderdi.
Atatürk’e verilen “Başöğretmen” ünvanı, onun eğitimdeki rolünü ve öğretmenlere verdiği değeri simgelemektedir.
24 Kasım Öğretmenler Günü, Türkiye’de eğitimin önemini vurgulamak, öğretmenlerin sorunlarını görüşmek ve toplumdaki yerini güçlendirmek ve Atatürk’ün eğitim konusundaki görüşlerini hatırlamak için kutlanan özel bir gündür de diyebiliriz.
Millet mekteplerini kurarak eğitimde “devrim” yarattı ve böylece tüm yurttaşların okuma yazma öğrenmesini sağladı.
Atatürk’ün eğitimdeki mirası yaşatılırken, öğretmenlerin de emekleri, önemi ve değeri takdir edilmiş oldu.
24 Kasım Öğretmenler Günü, Türkiye’de “eğitimin önemini” vurgulamak, öğretmenlerin “toplumdaki yerini” güçlendirmek ve Atatürk’ün eğitim konusundaki vizyonunu hatırlamak için kutlanan özel bir gündür.
Öğretmenler Günü’nde öğretmenlerin yoksulluğuna yapılan vurgularla öne çıkması, ne yazık ki yıllardır değişmeyen bir görüntüdür.
Bugün öğretmenlerin durumu, genel sorunları, içinde bulunulan çıkmazlar ve sıkıntılar üzerinde konuşulmalıdır.
Öğretmen yetiştirme ve yerleştirmedeki sorunlar, işsiz öğretmenler, öğretmenlerin özlük hakları, öğretmenlere ödenen aylıklar, okulların ve eğitim-öğretimin, okulların koşulları… üzerinde konuşulmalı ve çözüm yolları aranmalıdır.
“Dünya Öğretmenler Günü” ise UNESCO ve ILO tarafından 1964 yılında kabul edilen “ÖĞRETMENLERİN STATÜSÜNE İLİŞKİN ŞART”ın anısına 1994 yılından bu yana her yıl 5 Ekim’de kutlanmaktadır.
O zamandan beri hedef: “Nitelikli bir eğitim için nitelikli öğretmenler” olmuştur.
Dünya çapında otuz milyondan fazla öğretmeni temsil eden ULUSLARARASI EĞİTİM Education International’ın (EI) ÖĞRETMENLERİN STATÜSÜ BİLDİRGESİ”nin dünya çapında uygulanmasına kararlıdır ve Dünya Öğretmenler Günü’nün uluslararası olarak tanınması için çağrıda bulunur.
Öğretmenlik mesleğinin eğitim, bireysel ve toplumsal gelişim için özel önemine dikkat çekmek ve öğretmenlere gerekli desteği sağlamak için 5 Ekim’de etkinlik ve kampanyalar düzenlenmesi çağrısında bulunuyor.
2022-2023 eğitim öğretim yılında TÜRKİYE’de Milli Eğitim Bakanlığı’na (MEB) bağlı ilk ve ortaöğretim kurumlarındaki yaklaşık 19 milyon öğrenci ve 1 milyon 200 bin öğretmen bulunmaktaydı. Bugün çok daha fazla olabilir.
Bir anlamda ÖĞRETMENLER GÜNÜ yalnızca sevinip, eğlenceler düzenlenecek ve kutlamaların yapılacağı bir gün değildir.
Ülkenin genel durumunun göz önüne alınması gereken ve çalışanların, özellikle kamuda görevli olan öğretmenlerin tüm haklı isteklerinin “dile getirilmesi” gereken bir özel gündür.
Öğretmenlerin ÇAĞDAŞ koşullarda çalışabilmesinin olanaklarının sağlanması ve de her türlü sendikal haklarının elde edilmesi, enflasyona yenik düşmeyen ödenti ve aylık talepleri… dile getirilmeli, anlatılmalıdır.
Uygar bir toplumda “çağdaş koşullar” içerisinde, bilimsel bakış açısına dayanan bir “öğretmen yetiştirme” programımız ve buna dayalı öğretim ve eğitim sistemimiz olmalıdır.
Bunun ardı sıra öğretmen yerleştirme, dağıtma ve kadrolaştırma konusunda adil, eşit ve uygulamalar sağlanmalıdır.
Tüm öğretmenlerin her kademede ve dalda günün yaşam koşullarına en iyi uyabilecek bir ücretlendirme düzenine kavuşturulması gerekir.
Devletin temel eğitim kanunu çerçevesinde öğretmenlerine çok iyi sahip çıkması ve en iyi çalışma koşullarını sağlaması beklenmelidir.
Öğretmenlerin sendikal hakları korunmalıdır.
Ülkede var olan sendikaların “öğretmenlerin özlük haklarını” savunmaları beklenilmelidir.
Öğretmenler gününün temel konuları gördüğünüz gibi çok boyutludur:
Devletle, işverenle, hukukla, ekonomik değerle ve de duygusallıkla, özlem ve hasretlerle de doludur.
Geniş bir kapsamı olan bu özel günde yıllar sonra da olsa insanların kendilerine “emek ve uğraşı” veren öğretmenlerine bir “anımsama” yapacağı “sevgi ve saygılarını” belirteceği gün olabilir.
İyi bir öğretmenin, gerçek bir öğretmenin duygu ve düşüncelerini, onların neler ile yaşadıklarını, her bir gününün nasıl geçtiğini ve de neleri, nasıl yapmak istediklerini, önündeki öğrencileri için ne denli uğraştıklarını, umutlarını ve de tabii ki hayal kırıklıklarını, üzüntülerini, umutsuzluklarını… anlatmak nasıl mümkün ki…
Öğretmen olarak geçen yıllarını insanlara nasıl anlatabilirsin ki…
Sevgi ve saygıyı, şükretmeyi, iyi değer yargılarını nasıl anlatabilirsin ki insanlara…
Hem de kendi “öğrencilerine”…
O çok “sahiplendiğin” insancıklara…
Hani senin için “çok önemli” olanlara….
Bugün onlara senin tüm “ümitlerini ve enerjini”, sevgini ve hayallerini “verdiğin o çocuklara nasıl anlatabilirsin…
Hem ki onların artık her şeyi “çok iyi bildiklerini” sandıkları, ve de kendilerinin “çok önemli” olduklarını sandıkları bugün…
Nasıl anlatabilirsin…
Yaşamın temel değerlerinin içinde bazı şeylerin, bazı insancıklar için ne denli önemli olduğunu…
Bir anımsamayı, bir teşekkürü, bir güzel sözü, bir merhabayı… beklemenin ne olduğunu nasıl anlatabilirsin?
Bunu anlatabilmek kolay olsaydı…
Ne de mutlu ve huzurlu olurduk, belki de karşılıklı…
Bir insan niye yaşar ki, ne için yaşar ki…
Yine de bana zamanında “öğrenci” olarak gelmiş olanlara sevgilerimi iletmek isterdim bugün….
Onları hep mutlu ve de başarılı insanlar olarak yaşamlarında görebilsem ne mutlu olurdum hep…
Ben onlardan bir “merhaba” almasam ne olur ki…
Önemli olan benim “iç huzurum” bana göre…
Onlar iyi hizmet edebilmek, onlara iyi bir öğretmen, iyi bir yol gösterici olabilmiş olmam, onlara “güzel ahlakı” kavratmak istemem bana yeter….
Koca bir yaşam bu yola harcanmış olsa bile ne mutlu ki ben huzur içindeyim.
Bugün de hiç durmadan, şükür ki eğitim ile, öğrenim, toplum ve insan ile, aydınlanma ve çağdaşlık ile ilgili temel araştırmalar yapıp, kendim için öğrenip, yazabiliyorum ve insanlara sunabiliyorum.
Beni anımsayan, güzel sözcüklerle kutlamalarda bulunan tanıdıklarıma, dost ve arkadaşlarıma, öğrencilerime teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
Hepinize kocaman bir MERHABA!
Sevgili çocuklar hep “mutlu olun” ne olur!
Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 24.11.2024, MŞ.
Gülmek, eğlenmek, müzik dinlemek, dans etmek insanlar için güzel ve yararlıdır.
Bunda tartışılacak bir şey yok gibi gözüküyor.
Ama belediyelerin ya da benzeri kamu kuruluşlarının çok büyük paralar harcayarak, ille de bir konser, festival düzenlemek isteği ve bunu da çok önemsemeleri hiç de doğru ve sağlıklı bir davranış değildir.
Belediyenin temel görevi ve sorumlu hiç değildir.
Ülkenin toplumsal ve ekonomik yapısı herkes tarafından bilinirken, çok büyük bir çöküş ve enflasyon var iken, böylesine yönlendirmeler ve para harcamalar nasıl kabul edilebilir?
Bunun temel amacı ve düşüncesi nedir?
Millet çok mu mutlu oluyor?
Belediyeler çok daha mı takdir görüyor?
Tüm bunların yanı sıra bir de bu “paralar, ödenekler ve kayırmalar”… ile de ilgili tartışmalar, dedikodular basını, medyayı meşgul ediyor.
Bu olaylar, bu “profesyonel şarkıcılarla” oluşturulan konserle bu “gösterişler” beni hiç çekmiyor; şimdiye değin gördüklerim çok olmasa da özenilecek, beğenilecek, övünebilecek hiçbir yanı olmadığına da tanık oldum.
Birçok aile gerçekten büyük geçim sıkıntıları yaşarken, “beslenme, barınma ve giyinme “oldukça sorunlu bir durumda iken, eldeki parayı ancak yararlı ve sosyal destekli dayanışmalara harcamalısınız.
“Sosyal devlet” anayasal görevini yapmalıdır.
Ülkenin aydınları, entelektüelleri, okuryazarları, bilim insanları artık iyice geriye yaslanmaktan, toplumsal sorunları dile getirmekten kaçınmamalıdır.
Bu ülke ve bu halk, ulusal servetler… hepimizindir.
Aç, yoksul, hastalıklarla boğuşan, çocuğunu okula gönderemeyen, iş bulamayan, soğukta ısınamayan, kirasını ödeyemeyen milyonlarca insanımız var iken konserlere ve benzeri etkenlikler paralar savurmak ayıptır, günahtır, israftır ve şımarıklıktır, sorumsuzluktur.
Çok meraklı olanlar, parası olanlar her türlü işletmelerin konserlerine, klüplerine gidebilirler.
İlle de müzik, dans, kültür çalışması yapmak isteniliyorsa bulunduğunuz kentin gençleri ile, insanları ile çalışmalar, düzenlemeler ve etkenlikler yapınız.
Halk ile “kaynaşmayan”, halka bir “yararı ve kabul edilirliği” olmayan “bedava konserler” büyük “paralı organizasyonlar” gösteriş içindir; çok büyük bir bilinçsizlik ve de görgüsüzlüktür…
Başlığı gören ve biraz da okuyan hemen şunu düşünebilir:
– “Bunu yazan “CHP belediyelerine, çalışmalarına, etkenliklerine karşı” olduğu için belediyelerin yaptığı konserlere karşı çıkıyor!”
Hiçbir ilgi ve bağlantısı yok!
Bu görüşüm, düşüncem tümüyle “partiler üstü”dür.
Yani hiçbir partiye bağlanmadan ya da karşı olmadan genel ve ilkesel bir yaklaşımdır.
Bazıları hemen şunu da söyleyebilir:
– “Emekçi kardeşlerimiz, konser yapmasın mı, aç mı kalsınlar?”
Bu da kökten yanlış:
Onlar zaten her zaman bağlı oldukları menajer üzerinden iş bulup çalışıyorlar.
Ve öyleleri var ki basından okuyoruz, çok çok “zengin” olmuşlar, “her türlü yatırımları” bol, bol olmuş….
Anlatmak istediğim aslında çok açık:
– Kültürel etkenlik olarak şu anki “konserler uygulamaları” yanlış. Onlara harcanılan büyük paralar “israf”…
Belediye kendi kentindeki “gençler” için çalışmalar yapacak ise bunu “kültür dairesi” olarak düşünüp, planlar ve gençleri kapsayacak, onlara yararlı çalışmalar yapabilecek duruma getirir.
Halkın, milletin çok büyük sıkıntıları, geçim dertleri var iken kocaman milyonlarla, aracılarla ve abartılmış biçimiyle konser düzenlemek son derece yanlış.
Eliniz vicdanınıza koyun, düşünün.
Partizanlık ve kayırmacılık yapmıyorum, böyle bir zayıflığım da yok.
KONSERLERE HARCANAN PARALAR MİLLİ SERVETTİR ve bu paralar çok daha önemli ve acil yerlerde kullanılmalıdır.
Söylemek istediğim de kısaca bu…
Öğretmen Gönen ÇIBIKCI
Her “10 Kasım”da Atatürk’ü anmak, anlamak ve onun önderliğini en akılcı yönleriyle kabul edebilmektir.
“Atatürk’ün İzinden Yürümek” diye tanımlayacağımız bu görüş ve öğreti aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna gidilen yolda ve kuruluş ilkelerinin tümünde, devrimlerde, çağdaşlaşma örneklerinde kendisini göstermiştir.
Tüm dünyaya örnek olan “Türk Kurtuluş Savaşı” ve yeni “Türkiye Cumhuriyeti” onun “önderliğinde” ve “gösterdiği hedefler” doğrultusunda gerçekleşmiştir.
Büyük mücadeleler, savaşlar ve çağdaşlaşma, kalkınma ve uygarlaşma… yolunda gösterdiği önderlikler ve hiç durmadan gösterdiği emek ve çabalar onun bir insan olarak yorulmasına, hastalanmasına yol açtı.
Atatürk’ün sağlık durumu 1938 başlarında iyice bozulmaya başlamıştı ve kendisine siroz teşhisi konmuştu.
Ne yazık ki giderek kötüleşen sağlığı için gösterilen tedaviler başarılı olamadı.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 10 Kasım 1938 Perşembe günü saat 09.05’te İstanbul’daki Dolmabahçe Sarayı’nda 57 yaşında hayata gözlerini yumdu.
O günlerin genç Türkiye Cumhuriyeti, kurucu önderini kaybetti.
Türkiye’de ulusal yas ilan edildi. Atatürk’ün naaşı büyük bir törenle Ankara’ya uğurlandı; 21 Kasım 1938 günü Ankara’da yapılan büyük bir törenle de Etnografya Müzesi’ndeki geçici kabrine kondu.
Atatürk kendisi için yaptırılan Anıtkabir’deki ebedi istirahatgâhında 15 yıl sonra, 10 Kasım 1953’te toprağa verildi.
Bugün 10 KASIM, Kurtuluş Savaşı’nın başkomutanı, kahramanı ve önderi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün aramızdan ayrılışının yıl dönümüdür ve “ulusal yas” günümüzdür.
Kasım 1938’de yaşamını yitiren Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün anısına her yıl 10 Kasım’da çeşitli etkinlikler düzenlenir; ulu önder sevgi, saygı ve özlemle anılır.
Her 10 Kasım günü saat 09’u 5 geçe Türkiye genelinde herkes sirenlerin çalmasıyla birlikte bulunduğu yerde 2 dakikalık saygı duruşuna geçer.
Kentlerde insanlar arabalarından inerek saygı duruşuna katılır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin önündeki bayraklar dışında, Türkiye’deki tüm resmi binalardaki bayraklar yarıya indirilir.
Ankara’da Anıtkabir’de bir resmi tören yapılır.
Birçok devlet kurumu ve üniversite anma töreni yapar.
Devlet kurumlarının yanı sıra, sivil toplum örgütleri de tören, gösteri ya da yürüyüş gibi etkinlikler düzenler.
Okullarda törenler düzenlenir.
Ülkenin her yanında binlerce kişi, Atatürk’ü anmak için Anıtkabir’i ziyaret eder.
Bu hafta “Atatürk Haftası”dır.
Tüm ülkede Mustafa Kemal Atatürk anılır.
Onun yaşamı, ilkeleri ve devrimleri anlatılır.
Atatürk ile ilgili filmler gösterilir, seminerler ve konferanslar, sergiler düzenlenir.
Atatürk’ün mirasını yaşatmak ve fikirlerini yaymak için önemli bir adımdır.
Atatürk’ün mirası Türkiye’nin temel değerlerinin ve ulusal birliğin en önemli temelidir.
Atatürk, Türk milletinin özgürlüğü ve bağımsızlığı için mücadele etmiş bir liderdir.
Atatürk, Türkiye’yi çağdaşlaşma yolunda ilerletirken “bilimsel düşünce, özgürlük, eşitlik, laiklik, milliyetçilik, egemenlik, bağımsızlık, halkçılık” gibi temel ilkeleri göstermiştir.
“Kurtuluş Savaşı’nın Başkomutanı” ve “Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu”, büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü aramızdan ayrılışının 86. yıl dönümünde rahmet, şükran ve minnetle anıyoruz.
Bu “anma haftası” dolayısı ile bizler, Türkler, Türk milleti olarak özellikle bugünkü dünya gerçekleri içerisinde ülkemizi, Kurtuluş Savaşını ve verilen mücadeleleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ve ilkelerimizi, Atatürk devrimlerini… “çağdaşlaşma ve uygarlaşma yolundaki hedeflerimizi” bir kez daha yeniden anlamalı ve kavramalıyız.
Atatürk’ün izinden yürüyenler, yurtseverliği, demokrasiyi ve insan haklarını, parlamenter hukuk devletini savunarak Türkiye’nin gelişimine katkıda bulunmayı hedeflerler.
Bilinçli her bir yurtsever üniter devlete, ulusal birliğe vurgu yaparak, Türk milletinin birlik ve beraberlik içinde olmasını sağlamayı amaçlar.
Tarihin yetiştirdiği en büyük önder olan Atatürk, 57 yıllık yaşamı boyunca “aydınlığın” simgesi olmuş ve üstün nitelikleri ile yaşadığı çağa damgasını vurmuştur.
Eşsiz dehası sayesinde başarı ile çıktığımız “Kurtuluş” mücadelesinden sonra bizlere aydınlık yarınlar armağan etmiş ve çağdaşlığa uzanan yolda önderimiz olmuştur.
Tüm bu durumdan dolayıdır ki özellikle şu an içinde bulunduğumuz “sosyal, ekonomik ve siyasi” sorunları ve nedenlerini, çözüm yollarını incelemeli, araştırmalı ve bunları Atatürkçü görüş ve bilinç ile yapmalıyız.
“Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir.” sözü ile geleceğe ışık tutan Mustafa Kemal Atatürk’ü “anlamak” ve “cumhuriyetini korumak ve ileriye götürmek” bizim en büyük hedefimiz ve amacımız olmalıdır.
“Benim manevi mirasım bilim ve akıldır.”
Gazi Mustafa Kemal Atatürk.
Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 10 KASIM 2024