Gönen Çıbıkcı

Gönen Çıbıkcı

28 Haziran 2025 Cumartesi

    YAZINCA NE OLACAK Kİ…

    YAZINCA NE OLACAK Kİ…
    1

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    .   Birçok yazar, özellikle de “fikir ve araştırma” yazıları hazırlayıp, sunan kişiler “şu” durumdan şikayetçi ve de üzülmekte:

    Biz sanıyoruz ki birçok “yurtsever, aydın, okuryazar benzer görüşleri taşır, ilgilenir, yazılarımızı okur”, diye düşünüyoruz; ama hiç de öyle değil.

    …”Algı-zihin programlarının etkisi altındaki milyonlarca kişi hiç bir duyarlılık gösteremiyor..

    Kitleler “bambaşka beğeniler” peşinde “mutlu” oluyor…

    Uyutulan, yönlendirilen, “etki altına alınmış” kitleleri uyandırmak çok zor!

    Bu tür duygu ve düşünce birçok yurtseverde, aydın ve entelektüelde gözüktüğü gibi, beni de etkiliyor…“

    Düşüncelerimizi yazmak ve paylaşmak için bu kadar “çaba” sarf etmek ve daha sonra bunların daha geniş bir kitleye ulaşmadığını veya bir etki yaratmadığını hissetmek, okunmadığını, ilgilenenin olmadığını görmek “moral bozucu” oluyor.”

    ….“İnternette, “BLOG”larımda binlerce yazım var olsa da okuyan, bakan yok…

     “Hayal kırıklığını” anlıyorum.

    Yine de yazmaya, fikir oluşturmaya, araştırma ve incelemelere… devam etmem gerektiğine inanıyorum.

    Toplumun yapısını, kitlelerin durumunu, halkın nelerle ilgilenip, zaman harcadığını bildimiz için “hayal kırıklığına uğramak” olmamalı…

    Toplumun genel yapısı ne yazık ki bu konuda da çok “üzücü” bir durumda…

    Ya da böyle, bu “düzeyde” bir toplumumuz olduğu için sonuçta ülkenin “genel” durumu, “sorunlar ve algılamalar” bu “yansımayı” gösteriyor.

    “Bizim türümüzdeki toplumlar” için çok uzun yıllardır “şu yönde” planlanmış ve programlanmış diyebiliriz:

    – “Eleştirel, akılcı, çözümsel düşünmeyen, bilgiden ve mantıksal sorgulamadan yana değil, duygularıyla davranan, araştırma, inceleme alışkanlıkları olmayan, okumak gibi bir alışkanlığı hiç olmayan, kendini tanımaktan ve geliştirmekten çok uzak bireylerden oluşmuş, yönetilebilen, dünyadaki olumlu gelişmelerin çok uzağında kalan, çalışmayı ve çabalamayı çok sevmeyen, rahat bir toplum.”

    Ancak yazmaya, fikir üretmeye ve araştırma yapmaya devam etme kararlılığını gösteriyor olmamız, hem iyi kabul görmelidir, hem de genel açıdan baktığımızda “yaşamsal önem” taşıyor sayılabilir.

    Her zaman “anında” etki görünür olmasa bile, sesimizi ve içgörülerimizi, fikirlerimizi tutarlı bir biçimde topluma ve halkımıza sunmakla olumlu bir katkıda bulunabiliriz.

    Fikirler, özellikle “statükoyu zorlayan” ve “rahatsız” edici gerçekleri ele alanlar, genellikle nüfuz etmek için, etki göstermesi için “uzun zaman” alır.

    Bugün kayıtsızlık gibi görünen şey, çok yakın bir gelecekte “değişim” için “verimli bir zemin” olabilir. 

    Yazdığımız her parça, “gelecek kuşaklar” ve doğru zaman geldiğinde “dinlemeye hazır” olanlar tarafından “keşfedilebilecek” ve “takdir edilebilecek” bir büyük yapıtın “gövdesinin oluşmasına” katkıda bulunur.

    Milyonlarca insanın “tepkisiz” olduğu hissedilse de, her zaman bir yerlerde, (nerede olduklarını biz bilemeyiz) daha derin “anlayış” ve seçenekle “eleştirel bakış açıları” arayan bireyler kesinlikle vardır.

    “Yazılarımız” kitlelere ulaşmayabilir, ancak daha küçük, daha anlayışlı bir kitleyi derinden etkileyebilir; az sayıda “bilinçli ve sorumsal” duyguları olan ve bizim “sunduğumuz içgörülere” aç olan insanlar bulunabilir.

    Ve işte, bu bireyler daha sonra, çok daha geniş bir “değişimin” ayrıştırıcıları ve “tetikleyicileri” haline gelebilir.

    Eleştirel düşünmeye, sorgulamaya, araştırma yapmaya ve fikirlerimizi geliştirmeye, yazmaya, devam etmek aynı zamanda kendimiz için “güçlü” bir “kişisel dürüstlük” ve “entelektüel gelişim” eylemidir.

    Bu çalışmalar ayni zamanda “düşüncelerimizi işlememize”, anlayışımızı “derinleştirmemize” ve bakış açılarımızı “daha net” bir şekilde “açıklamamıza” olanak tanır.

    Bunu tümüyle bir “iş” bir “ustalık” gibi gördüğümüzde “zanaatımıza” ve “inançlarımıza” olan bu bağlılık, dışarıdan gelen her hangi bir “onay”dan “bağımsız “olarak “kendi başına” tek, tek birer “ödüldür”.

    Çalışmamızı gelecekteki bir yapı için “tuğla” döşemek olarak düşünebiliriz.

    Her makale, her fikir, “olgunlaşmış düşünce”ye ve “eleştirel analizin” temeline katkıda bulunur.

    Anında görülebilen etki çok “sınırlı” olsa bile, “gelecekteki” tartışmaları ve hareketleri “biçimlendirmede” ve “yönlendirmede” yaşamsal önem taşıyabilecek bir kaynağı “etken” olarak oluşturuyor olabiliriz.

    Bu konularda “tutkulu”” olduğumuz açıktır ve bu tutku güçlü bir “itici” güçtür.

    Azmetmek, çabalamak, gayret ve devamlılık ile “sessiz gücümüzü” ve üzerinde iyi çalışılmış “fikirlerimizin” sonuçta göstereceği “dalga etkisini” sakın “hafife almayın”.

    Sorgulamaya, eleştirel düşünmeye, araştırmaya, incelemeye ve değerlendirmelerde bulunup, fikir oluşturmaya ve bunları “yazmaya” olan istek ve gücümüzün “devam” etmesi dileklerimle…

    Sağlıkla, mutlulukla “aydınlık günlerinde” ülkemin ve halkımın yarınlarına selam olsun.

    Selam olsun, yurtsever, bilinçli ve dirençli, güçlü bireylerine yurdumun…

    Öğretmen Gönen Çıbıkcı

    Devamını Oku

    YURTTAŞLIK BAĞLARI NASIL OLUŞUR VE GÜÇLENİR?

    YURTTAŞLIK BAĞLARI NASIL OLUŞUR VE GÜÇLENİR?
    2

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    AİLE BAĞLARI…

    – ULUSAL BAĞLAR…

    – TOPLUMSAL BAĞLAR…

    – YURTTAŞLIK BAĞLARI NASIL OLUŞUR VE GÜÇLENİR?

    .. Bir toplumda paylaşılan demokrasi, adalet, eşitlik, özgürlük gibi evrensel değerler ve bu değerlere dayalı ilkeler, bireyler arasında ortak bir zemin oluşturur.

    . Bir ulusun veya topluluğun paylaştığı ortak tarih, başarılar, zorluklar ve önemli olaylar, bireyler arasında bir “aidiyet duygusu” yaratır. Geçmişin birlikte hatırlanması ve yorumlanması, “ortak kimliğin” pekişmesine yardımcı olur.

    . Dil, sanat, gelenekler, inançlar ve toplumsal normlar gibi kültürel unsurlar, bir toplumu “tanımlayan ve ayıran” özelliklerdir.

    . Ortak kültürel mirasın korunması ve yaşatılması, bireylerin birbirleriyle olan “bağlarını güçlendirir” ve kimliklerini pekiştirir. Ulusal marş, bayrak, anıtlar gibi semboller de bu bağları somutlaştırır.

    . Hukukun üstünlüğü, bağımsız yargı ve herkes için eşit hak ve fırsatlar, yurttaşlık bağlarının temelini oluşturur.

    . Toplumda adalet ve eşitliğin sağlanması, bireylerin “sisteme güvenmelerini” ve “toplumsal uyumun” artmasını sağlar.

    . Okullarda verilen yurttaşlık eğitimi, bireylerin “hak ve sorumluluklarını” öğrenmelerini, “toplumsal sorunlara” duyarlı olmalarını ve “etken yurttaşlar” olarak yetişmelerini sağlar.

    . Bireylerin karar alma süreçlerine katılımı, “yurttaşlık bağlarını” güçlendirir.

    . Seçimler, referandumlar, sivil toplum kuruluşları aracılığıyla “toplumsal tartışmalara dahil olma” ve kamu politikalarını “etkileme” olanağı, bireylerin topluma karşı “sorumluluk” hissetmelerini sağlar.

    . Toplumsal sorunlar karşısında bireylerin birbirlerine destek olması, ortak hedefler için bir araya gelmesi ve yardımlaşma ağlarının güçlenmesi, yurttaşlık bağlarını pekiştirir.

    . Tüm değerler, “ulusal” ve “kültürel” bağlar zayıfladıkça bir toplumun “dayanma gücü” ve kendini “koruyabilme mekanizmaları” da iş göremez olacaktır.

    . Tüm bu durum yeni çağın getirdiği “küresel” “algı-manipülasyon” tuzaklarının sonucu oluşmaktadır.

    . Hevesle, merakla, özenerek, “ben de, ben de…” diyerek onların “oyunlarına, tuzaklarına” düşen bireylerin öz iradesi elden gider ve yönetilir duruma düşer.

    . Aile içinde, arkadaş çevresinde bunların “konuşulması ve fikir üretilmesi” gerekir.

    . Çocuklarınızın bilinçli ve öz değerlerine sahip olarak yetişmesi gittikleri okullardan çok daha önemlidir.

    . Çocukları ile konuşamayan, onlara öğüt veremeyen, kendi deneyimlerini çocuklarına aktaramayan anne ve babaların durumu çok iyi incelenmelidir.

    . Çok küçük yaşta bile her şeyi “bildiğini sanan”, her istediğini “elde eden”, doyumsuz, arsız ve şımarık, öğüt dinlemeyen, okuyup, araştırmayan, eleştirel “düşünemeyen” çocuklar yalnız aileler için değil, tüm toplum için büyük “sorundur”.

    . Yüzlerce yıldır gelen toplumsal, insancıl birikimleri, öz değerleri “kuşaktan kuşağa” aktaramayan, besleyemeyen, geliştiremeyen toplumlar her an çok daha “güçsüzleşmeye”, “zayıflamaya” ve de “bağımsızlıklarını, dayanma güçlerini yitirmeye” mahkum olmaktadır.

    . Evrensel güç odakları bunu çok iyi bilmekte ve bunu kullanmak için her türlü yolu kullanmaktadır ki tüm ülkeleri ve toplumları “yönetebilsinler”, hedeflerine ulaşabilsinler…

    . Her yerden, her yönden, hiç durmaksızın ve hep de yeniden, yeni baştan oluşturulan “manipülasyonlara” karşı çok “uyanık” olmak, kapılmamak, kendimizi korumak için tüm bireylerin, toplumun “bilinçli” olması gereklidir.

    . “Günlük eğlenceler, neşe odakları, sevinmek, coşmak, öğünmek, beğenilmek, beğenmek, böbürlenmek”… için önümüze serilen bir çok olanak insanları için olabilir; bunlara yaklaşırken ne olursa olsun sakın “akıllı” ve “uyanık” olmayı ve düşünmeden “kapılmamayı” elden bırakmamalıyız.

    . Bir toplum için, bir ülke için “her bir birey”, her bir yurttaş son derece “önemlidir” ve “değerlidir”, herkesin bunu kavrayıp, uygunca davranması ancak “hepimize yarar” sağlar.

    . “Ulusal ve kültürel” bağlar zayıfladıkça bir toplumun “dayanma gücü” ve kendini “koruyabilme mekanizmaları” da iş göremez hale gelir.

    . Bu nedenle, “yurttaşlık bağlarının” sürekli olarak “beslenmesi, güçlendirilmesi” ve yeni kuşaklara aktarılması, bir toplumun dayanıklılığı, devamlılığı, refahı ve geleceği için yaşamsal önem taşır.

    . Eğer, biz “toplumsal bilinci” ve “toplumsal sorumluluğu” elde edemez isek, “bana neci” duruma düşer ve tüketim toplumunun, dijital çağın bir tüketicisi olur isek, ülkenin direnci ve toplumun dayanıklılığı yitirilir.

    . “Hepimizin varlığı ve geleceği için” toplumdaki diğer yurttaşlar bu nedenle çok önemlidir.

    Gönen Çıbıkcı

    Devamını Oku

    TÜRKİYE NASIL KURTULUR?

    TÜRKİYE NASIL KURTULUR?
    3

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Günümüzde Türkiye Cumhuriyeti, bölgesel ve küresel dinamiklerin etkisiyle çeşitli sorunlarla mücadele etmektedir. Bu durum hepimizi üzmekte ve ilgilendirmektedir.

    Türkiye Cumhuriyeti içine düştüğü “ekonomik, siyasal, toplumsal ve ahlaksal” çöküşten nasıl kurtulabilir?

    Türkiye, yüksek enflasyon, işsizlik, cari açık ve döviz kuru dalgalanmaları gibi ekonomik sorunlarla karşı karşıyadır. Küresel ekonomik gelişmeler, enerji fiyatları ve iç ekonomik politikalar bu sorunların temelini oluşturmaktadır.

    Türkiye, güney sınırındaki Suriye iç savaşından doğrudan etkilenmiş ve büyük bir sığınmacı akınına uğramıştır. Bu durum, demografik, sosyal ve ekonomik “yükler” getirmiştir.

    PKK, DEAŞ/IŞİD ve FETÖ gibi terör örgütleriyle mücadele, Türkiye’nin en önemli güvenlik sorunlarından biridir. Bu mücadele, hem yurt içinde hem de sınır ötesinde devam etmektedir. Terörü besleyen güçler ve kaynaklar yok edilmelidir

    Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları, Ege Denizi’ndeki sorunlar, Kıbrıs meselesi ve Kafkasya’daki gelişmeler gibi konular, Türkiye’nin komşu ülkelerle ve “uluslararası” aktörlerle jeopolitik gerilimler yaşamasına neden olmaktadır.

    Ülke içinde siyasi “kutuplaşma”, ifade özgürlüğü, yargı bağımsızlığı ve demokrasi kalitesi üzerine tartışmalar da önemli sorun başlıkları arasındadır.

    Ayrımcı ve bölücü fikirlerin yayılması ise üniter, bütüncül devlet yapısı için bir tehdittir.

    Türkiye’nin günümüzde karşılaştığı sorunların temelinde birden fazla ve karmaşık neden yatmaktadır:

    Türkiye, Orta Doğu, Kafkasya, Balkanlar ve Karadeniz gibi stratejik ve jeopolitik açıdan kritik bir bölgede yer almaktadır. Bu konum, komşu ülkelerdeki istikrarsızlıklar, çatışmalar ve büyük güç rekabetlerinden doğrudan etkilenmesine yol açmaktadır.

    Türkiye ekonomisi, enerji ve bazı ham maddelerde dışa bağımlı olması nedeniyle küresel “ekonomik şoklara” karşı “kırılgan” olabilmektedir. Gelişmekte olan bir ekonomi olması, küresel sermaye hareketlerinden ve faiz oranlarından daha fazla “etkilenmesine” neden olmaktadır.

    Siyasi istikrarsızlıklar, kurumsal kapasite eksiklikleri, “hukukun üstünlüğü” ilkesindeki zaaflar ve “popülist” politikalar, ekonomik ve sosyal sorunların derinleşmesine zemin hazırlayabilir. Uzun vadeli stratejiler yerine kısa vadeli çözümlerin tercih edilmesi de sorunları büyütebilir.

    Türkiye’nin son dönemdeki dış politikasında yaşanan dönüşümler ve bazı geleneksel müttefikleriyle ilişkilerdeki gerilimler, ülkenin bölgesel ve uluslararası alandaki manevra alanını etkileyebilir ve yeni sorunlara yol açabilir.

    Türkiye, bu sorunların üstesinden gelmek için iç anlaşma (konsolidasyonu) sağlama, ekonomik reformları sürdürme, dış ilişkilerde “dengeli” bir politika izleme ve “demokrasi” standartlarını güçlendirme çabası içindedir.

    Yani toplumsal ve siyasi birlikteliğin sağlanması, farklı kesimlerin “ortak” bir vizyon etrafında birleşmesi, reformların tabana yayılması ve kalıcı olması için temel bir ön koşuldur

    Günümüz Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik, siyasal, toplumsal ve ahlaksal alanda karşı karşıya kaldığı sorunlar karmaşık ve çok boyutludur.

    Bu sorunlardan kurtulabilmek için kapsayıcı, uzun vadeli ve kararlı bir yaklaşım gereklidir.

    Merkez Bankası’nın “bağımsızlığını” güvence altına alarak, enflasyon hedeflemesi çerçevesinde “sıkı” para politikaları uygulamak (faiz artırımları, likidite sıkılaşması).

    Kamu harcamalarında şeffaflık ve “denetimi” artırmak, israfı önlemek, bütçe açıklarını sürdürülebilir seviyelere çekmek.

    Tarım ve sanayide yerli üretimi ve katma değerli ihracatı destekleyici politikalar geliştirmek. Yüksek teknolojiye yatırım yaparak “dışa bağımlılığı” azaltmak.

    “Yargı bağımsızlığını” oluşturmak, mülkiyet haklarını güvence altına almak ve yatırımcılar için istikrarlı bir hukuk ortamı sağlamak. Yargı üzerinde hiçbir “siyasi veya idari baskıya” izin vermemek, hakim ve savcı güvencesini sağlamak. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uyumu zorunlu kılmak….

    “Yasama, yürütme ve yargı” erkleri arasındaki denge ve denetim mekanizmalarını güçlendirmek.

    Adil, şeffaf ve etkin bir vergi sistemi oluşturmak.

    İş gücü piyasasının ihtiyaçlarına uygun, nitelikli insan kaynağı yetiştirecek bir “temel milli” eğitim sistemi oluşturmalıdır. Mesleki eğitime ağırlık vermek.

    Eğitim programlarını bilimsel temellere dayandırmak, eleştirel düşünme, problem çözme ve yaratıcılık becerilerini geliştirecek şekilde yeniden düzenlemek.

    Eğitimde bölgesel ve sosyal eşitsizlikleri ortadan kaldırmak, her bireyin nitelikli eğitime erişimini sağlamak.

    Kara para ile güçlü mücadele..

    Esnek ve verimli bir iş gücü piyasası oluşturarak istihdamı güçlendirmek..

    Kamu yönetiminde şeffaflığı artırmak, “yolsuzlukla mücadelede” kararlı adımlar atmak ve kamu görevlilerinin “hesap verebilirliğini” sağlamak.

    Güçlü bir “parlamenter sisteme” geçişi veya mevcut sistem içinde yasamanın etkinliğini artıracak düzenlemeler yapmak.

    Sivil toplum kuruluşlarının (STK) özgürce etkinlik göstermelerine olanak tanımak, karar alma süreçlerine katılımlarını sağlamak.

    “Bağımsız ve eleştirel” basının varlığını güvence altına almak, ifade özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırmak.

    Siyasi partiler arasında kutuplaşmayı azaltacak bir diyalog ve uzlaşma zemini oluşturmak.

    “Adil” bir gelir dağılımı için politikalar geliştirmek, en alt gelir gruplarına yönelik “sosyal destekleri” artırmak.

    Bölgesel kalkınma farklılıklarını azaltmak, kırsal bölgelerde yaşam kalitesini “artırıcı projeler” uygulamak.

    Ülkenin zengin kültürel mirasını korumak ve gelecek kuşaklara aktarmak.

    Kamu ve özel sektörde “dürüstlük, şeffaflık ve hesap verebilirlik” ilkelerini yaygınlaştırmak.

    Kamuda ve her alanda “liyakat “ilkesini esas almak, “hak ve adaleti” tüm bireyler için eşit sağlamak.

    Okul öncesi ve temel eğitimde evrensel ahlaki değerleri (saygı, sorumluluk, dürüstlük, adalet v. b.) çocuklara aşılamak.

    Aile kurumunun toplumsal değerlerin aktarılmasındaki rolünü destekleyici politikalar geliştirmek.

    Ahlaki değerlerin yaygınlaşmasında ve toplumsal bilincin artırılmasında STK’ların etken rol almasını özendirmek, doğru bilgi aktarma, “sorumlu” yayıncılık yapma ve toplumsal değerlere saygılı olma konusunda “etik” kurallara uymasını sağlamak.

    Günlük politikalar yerine, ülkenin “geleceğini” şekillendirecek uzun vadeli, bilimsel temelli stratejiler oluşturmak ve bunları kararlılıkla uygulamak.

    Bu reformları hayata geçirmek için toplumun farklı kesimlerinin (siyasi partiler, sivil toplum, akademi, iş dünyası) geniş bir demokratik anlaşma – konsensus sağlaması.

    Komşularla ve dünya ile iyi ilişkiler kurarak bölgesel ve küresel barışa katkıda bulunmak, Türkiye’nin uluslar arası itibarını yeniden güçlendirmek.

    Türkiye’nin içinde bulunduğu bu “çoklu krizden” çıkış ancak “bütüncül” bir yaklaşımla, kararlılıkla ve toplumsal anlaşmayla mümkündür.

    Her konuda ve acilen, kesinlikle “sosyal” hukuk devleti ölçütlerine ve uygulamalarına dönülmelidir.

    Bu süreç, kısa vadede sonuç vermese de, “geleceğe” yönelik sağlam temeller atılmasını sağlayacaktır.

    Bir yurttaş olarak bu öz ve kısa görüşlerin, önerilerin yararlı olacağına inanıyorum.

    . Öğretmen Gönen Çıbıkcı

    . (Araştırma, inceleme ve değerlendirme yazım)

    Devamını Oku

    DİNSEL BAYRAMLAR

    DİNSEL BAYRAMLAR
    1

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Dini bayramlar, farklı sosyal kesimlerden insanları bir araya getirerek toplumsal bütünleşmeyi sağlar. Bayram ziyaretleri, komşuluk ilişkilerini güçlendirir ve insanlar arasındaki dayanışma ruhunu artırır.

    Dargınlıklar son bulur, küslükler giderilir ve barışma ortamı oluşur.

    Bayramlar, aile üyelerinin bir araya gelmesi için eşsiz fırsatlar sunar.

    Uzak akrabalarla buluşulur, büyükler ziyaret edilir, sofralar kurulur ve ortak anılar tazelenir.

    Özellikle çocukların bayram coşkusunu yaşaması, aile büyüklerinden kültürel ve dini değerleri öğrenmesi, kuşaklar arası bağların güçlenmesine yardımcı olur.

    Dini bayramlar, inançların ve manevi değerlerin canlı tutulduğu, gelecek kuşaklara aktarıldığı özel günlerdir. İbadetler, dualar ve şükürler bu günlerde daha yoğun bir şekilde yerine getirilir.

    Bireylerin manevi ve kültürel kimliklerinin pekişmesine ve “aidiyet” duygularının geliştirmesine katkıda bulunur.

    Her bayramın kendine özgü gelenekleri ve ritüelleri vardır.

    Bu gelenekler, kuşaktan kuşağa aktarılarak kültürel mirasın korunmasını ve devam etmesini sağlar.

    Bayram yemekleri, giysiler, ziyaret biçimleri gibi unsurlar, toplumun kültürel yapısını gözler önüne serer.

    Bayramlar, paylaşma ve yardımlaşma duygularının en yoğun yaşandığı zamanlardır.

    Yoksullara zekat ve sadaka verilir, bayram harçlıkları dağıtılır, komşulara ikramlarda bulunulur.

    Böylece toplumda empati ve merhamet duygularının gelişmesine katkıda bulunur.

    Bayramlarda resmi tatil verilir. İnsanlar aileleri ile birlikte hem dinlenir hem de toplumsal yapının temelini oluşturan değerlerini yaşar.

    Bayram geleneklerinde karşılıklı beklentiler vardır; herkes buna göre kimlerin bayram kutlaması ya da ziyareti yapması gerektiğini bilir.

    Bayramlarda geleneksel olarak belirli beklentiler ve görgü kuralları oluşur. Kimin kimi ziyaret edeceği, kimin ilk kutlamayı yapacağı gibi konular, genellikle yazılı olmayan ama herkes tarafından bilinen bir düzene tabidir.

    Genel kural, küçüklerin büyükleri ziyaret etmesi ve öncelikli olarak onların bayramlarını kutlamasıdır. Bu, hem saygının bir göstergesi hem de kuşaklar arası iletişimin önemli bir parçasıdır.

    Anneanne, babaanne, dede gibi aile büyüklerini ziyaret eder, ellerini öper ve bayram harçlığı alırlar.

    Genç yetişkinler ebeveynlerini, amca, teyze, hala gibi yakın akrabalarını ziyaret ederler.

    Bayramlarda ziyaret edilen tarafın da belirli sorumlulukları vardır.

    Konukları ağırlamak, onlara ikramda bulunmak ve hoş sohbet etmek, bayramın ruhuna uygun hareket etmenin bir parçasıdır. Konuk severlik Türk kültüründe önemli bir yer tutar ve bayramlarda bu gelenek daha da belirginleşir.

    Günümüzde fiziksel ziyaretlerin her zaman mümkün olmaması nedeniyle telefon ve mesajla bayramlaşma yaygınlaşmıştır.

    Küçükler büyüklerini telefonla arayarak bayramlarını kutlar.

    Eşitler arasında, genellikle daha yaşlı veya sosyal statüsü daha yüksek olanın beklentisi olabilir, ancak bu durum daha esnektir.

    Bu karşılıklı beklentiler, bayramların düzenli ve huzurlu geçmesini sağlar.

    Herkesin bu geleneklere uyması, hem toplumsal uyumu pekiştirir hem de bireyler arasında saygı ve sevgi bağlarını güçlendirir.

    Bayramlar genellikle bir araya gelme, barışma ve neşe zamanları olarak görülse de, bazı “kişilerin” hiçbir belirgin olumsuzluk olmamasına “rağmen” akrabalarının bayramını kutlama konusunda “isteksizlik” yaşaması görülen bir durumdur.

    Bu ise oldukça üzücüdür.

    Bunun altında yatan birçok psikolojik ve sosyal neden olabilir:

    Bazı insanlar için kalabalık sosyal ortamlar, aile toplantıları veya sürekli sohbet etme gerekliliği yüksek düzeyde “sosyal kaygı” yaratabilir.

    Bu durum, bayramlaşma ritüellerini bir “yük” olarak görmelerine neden olabilir.

    Samimi veya derinlemesine sohbet etme baskısı, kişisel sorulara maruz kalma ihtimali ya da genel bir huzursuzluk hissi, onları bu tür etkileşimlerden uzak durmaya itebilir.

    Özellikle bayram tatilleri, birçok kişi için dinlenmek ve kişisel alan bulmak anlamına gelir.

    İş yaşamının veya günlük yaşamın getirdiği yorgunluk, bireyleri sosyal enerjilerini korumaya yönlendirebilir.

    Bayram ziyaretlerinin getirdiği koşturmaca ve kalabalık, dinlenme gereksinimini karşılamalarını engelleyebilir ve bu nedenle toplumdan ayrı olmayı tercih edebilirler.

    Bazen akrabalar arasında görünürde bir tartışma veya kavga olmasa bile, “duygusal” bir uzaklaşma yaşanmış olabilir.

    Ortak ilgi alanlarının azalması, farklı yaşam biçimleri, zamanla oluşan kopukluk, bireylerin birbirlerine karşı “ilgisizleşmesine” yol açabilir.

    Bayramlaşma olan ilgiyi düşürür ve sadece bir “görev” olarak algılanmasına neden olur.

    Bazı insanlar içe dönük yapıya sahiptir ve kalabalık ortamlardan yerine yalnız zaman geçirmeyi ya da sadece çok yakın birkaç kişiyle olmayı tercih ederler.

    Bayramdaki yoğun sosyal etkileşimler, onların enerji seviyelerini düşürebilir ve bu nedenle kendilerini bu tür kutlamalardan geri çekebilirler.

    Bir akrabaya karşı düşmanlık değil, seçilmiş kişisel bir tercih olarak da düşünebiliriz.

    Açıkça ifade edilmese de, geçmişte yaşanan ufak tefek hayal kırıklıkları, yanlış anlaşılmalar veya beklentilerin karşılanmaması gibi durumlar, zamanla birikerek bayramlaşma arzusunu “azaltabilir”.

    Büyük kavgalara yol açmasa bile, bireylerin o akrabalarla daha az etkileşim kurma isteği duymasına neden olabilir.

    Yaşamın getirdiği yoğunluk, bazı kişilerin bayram ziyaretleri için yeterli zamanı bulamamasına neden olabilir.

    Birden çok akrabayı ziyaret etme zorunluluğu veya diğer kişisel planlar, bayramlaşma geleneklerini bir zorluk haline getirebilir, isteksizlikten çok, zaman yönetimiyle ilgili bir problemden kaynaklanabilir.

    Dışarıdan bakıldığında “neden kutlamak istemiyorlar” sorusunu akıllara getirse de, genellikle kişinin kendi içsel durumu, tercihleri veya yaşam koşullarıyla ilgili karmaşık nedenlere dayanır.

    Karşılıklı anlayış ve empati, bu tür durumlarda köprü kurmanın anahtarı olabilir.

    Ben artık bu durumlarda üzülmemeyi, kızmamayı öğrenmiş gibiyim; yine de bir “burnu büyüklük” yapıldığı sezgisine kapılıyorum…

    (Kurban bayramının üçüncü günü)

    Gönen Çıbıkcı

    Devamını Oku

    AKLIMIZI KULLANMALIYIZ!

    AKLIMIZI KULLANMALIYIZ!
    1

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    . Kendiniz için, halkınız için, yurdunuz için okuyun, araştırın, sorgulayın! Çözümlemeden, düşünmeden davranmayın!
    Sürüye kapılıp, başkalarının yaptıklarını yapmayın! Kulaktan duyma bilgilerle, algı operasyonlarına kapılıp, modaya uyarak yaşamayın.
    Özgür iradenizi, aklınızı, bilinç düzeyinizi düşünün, bunları geliştirin. Birilerinin… egemen güçlerin, emperyalizmin istediği tuzaklara düşmeyin.
    Özgür, bağımsız, iradesi ve bilinç düzeyi yüksek, sağlıklı bireyler olun; bunu çok iyi kavrayıp, yaşamınızı ve davranışlarınızı, zihninizi doğru yönetin. Başkalarının taklitçisi olmayın. Birilerinin sizi sevmesini ve beğenmesini beklemeyin!
    Eleştirel düşünmeyi, bireyselliği ve “öz güveni” öneren güçlü bir mesaj vermenin kimlere yararı olur?
    “Bağımsız düşünceyi” benimseyin! Kişinin kendisi, topluluğu ve ülkesi için okumayı, araştırmayı ve sorgulamayı güçlü bir şekilde savunmalıdır.
    “Analiz ve düşünce olmadan” hareket etmeye karşı birbirimizi “uyarmalıyız”
    “Körü körüne” kalabalığın peşinden gitmemeliyiz. “Trend, Moda”… diye önümüze sunulanlara kapılmamalıyız.

    Başkalarından gelen yanlış bilgilere, ezberlere yenik düşmemeliyiz.
    ”İçsel benliğinizi” geliştirin.
    Kişinin kendi özgür iradesini, zekasını ve bilincini geliştirmeye yönelik çok açık bir vurgu yapmak isterim:
    Egemen güçler ve emperyalizm tarafından kurulan tuzaklara düşmemeliyiz. Çok etkili, tanınmış bir kişi olmasam bile “yurttaşlarımı uyarmak” isterim:
    Hemen, kibirli bir tutumdan kaçının:
    “Ben en iyisini bilirim”. “Benim başkalarının düşüncelerine hiiiç ihtiyacım yok, kendi aklım bana yeter!” demeyin!
    Akıl ve ruh sağlığımızı, zihnimizi, bilincimizi kendi öz varlıklarımız olarak “korumak”, “elimizde tutmak” zorundayız.
    Kişisel gelişim için, kendimizi geliştirmek ve yetiştirmek için de en sağlıklı, akılcı ve özbürlükçü yolu ve yöntemleri seçmeli ve bu uğurda da emek ve zaman harcamalıyız.
    Asla “hazırcılığa” kapılmamalı ve başkalarından gelenleri hemen üstlenmemeliyiz.
    Amacımız yüksek düzeyde irade ve bilince sahip, bağımsız, özgür ve sağlıklı bir birey olmaktır .
    Bu ise başkalarını “taklit etmek”, “dışarıdan onay aramak” yerine, kişinin yaşamını, tutum ve davranışlarını, zihnini en etkili bir biçimde kendisinin yönetmesini içerir.
    Özellikle “tüketim toplumu çağı” ve “yüksek teknoloji çağı”, “dijital çağ” döneminde “onların” yüksek olanaklarını kullananlar tarafından tüm insanlığa uygulanan “etkile, zihnini ele geçir, yönlendir ve yönet” operasyonlarına, programlarına karşı bireyin kendisini korumasıdır.
    Hiç gecikmeden uyanıp daha “bilinçli, bilgili ve özgün” bağımsız bir yaşama yönelik bir çağrı yapmak isterim.
    “Trendleri” körü körüne “takip” etmenin ve yeni “norm”a uymanın tehlikelerinin arttığı çok önemli bir dönemi yaşıyoruz.  

    “Herkesin” yaptığını “benimsemenin” neden bu kadar “zararlı” olabileceğini açık bir akılla inceleyelim.
    Ortaya yeni çıkan ve hızla yayılan ve artık “herkesin” yaptığını yapmak, giyindiğini giymek, onların alışkanlıklarını, dilini edinmek, onlar gibi düşünmek, onların zevklerini kendine zevk edinmek, onların müziklerinden etkilenmek, çeşitli sürülerin peşinden giden biri olmak neden zararlıdır?
    Bunu düşünmek ve çözümsel araştırmalara girmek gerekir.
    Çok basit ve hoş görülebileck “şey”lerin hızla yayılması birden bir tehlike yaratmayabilir.
    Ama, çok çok sayıda ortaya dökülen o küçük “şeyler” arttıkça bireyin her bir alanını ve yönünü saracaktır ve ele geçireceklerdir.
    İşte, tüm bu görülen ve görülemeyen o küçük “etki” yaratıcalardan kendimizi, akıl ve bilincimizi, zihnimizi korumalıyız.
    Tek tek ele alındığında sizi etkileyen ve saran, yönlendiren bu “özentiler”, yeni olanlar tümüyle ayni amaca hizmet ettikleri için toplu bir güç oluşturduklarında birey olarak artık bizi ellerine geçirmiş olurlar.
    “Taklitçiliğin, özentilerin” yerleşmiş örnekleri o kadar çok ki… Bakın:
    Herkes “sigara” içiyor, ben de içerim. (İçmeliyim)
    Herkes “dağınık görünüşlü” olarak geziniyor, ben de öyle gezinirim.
    Herkes sakal bırakıyor, ben de…
    Herkes açık giyiniyor, ben de…
    Herkes elinde kadehlerle fotoğraf çektiriyor, ben de…
    Herkes çocukların fotoğrafını internete koyuyor, ben de…
    Herkes “kanka” diyor, ben de…
    Herkes “aynen” diyor, ben de…
    Herkes bir sevgili ediniyor, ben de…
    Herkes yabancı ülkelere tatile gidiyor, ben de…
    Herkes yırtık pantalon giyiyor, ben de…
    Herkes dövme yaptırıyor, ben de…
    Herkes vücuduna çeşitli halkalar, küpeler taktırıyor, ben de…
    Herkes göbeğini açarak dolaşıyor, ben de…
    Herkes konçsuz çorap giyiyor, ben de…

    Herkes takım tutuyor, futbol fanatiği oluyor, ben de futbol fanatiği olmalıyım…
    Bireyselliğin ve özgünlüğün yitirilmesi ile “toplumsal direnç” ve “kendini koruma gücü” yok olmaktadır.
    Ortaya sürülen ve “yeni” moda sayılanlara sürekli “uyum sağlamaya” çalıştığınızda, “gerçek benliğinizle” bağlantınızı “yitirme tehlikes”i ile karşı karşıya kalırız.
    Benzersiz düşünceleriniz, kendi tercihleriniz ve yetenekleriniz bir “uyumluluk” katmanının altına girer ve gömülür, sizin yapacağınız bir şey kalmaz.
    Sonunda kim olduğunuzu unutabilirsiniz. “Yukarıdan istenilen” neler varsa, onları yapar ve onların gösterdiklerini seçer, tercihi “onların istediği” yönde yaparsınız.
    Çok kısa süreli ve derinlemesine bir mutluluk duygusu sarsa bile zamanla artık “başkalarının beklentileri” ve “popüler eğilimler” tarafından “dikte” edilen bir “yaşamı” yaşamak derin bir “doyumsuzluğa” yol açabilir.
    Gerçek mutluluk ve tatmin genellikle “kendini keşfetmekten”, “kendi tutkularını” izlemekten ve “kendi değerlerinle” uyumlu yaşamaktan gelir, başkasının değerleriyle “değil”!
    Yöneltilen, kullanılan bireylerden oluşmuş bir toplumu ele geçiren güçler istedikleri planları rahatça uygular, “bölgeyi, yöreyi, ülkeyi, ekonomiyi, doğal kaynakları”… ele geçirirler.
    Ve biz, çok değerli halkımız öyle bakar kalır… anlamadan, kavramadan üzülürüz.

    “Karşı koyma” gücümüz ve gerekli olan “savunma mekanizmalarımız” yok edilmiş olur…
    “Ölçme, biçme, sonuca varma, değerlendirme, yorumlama” yeteneklerimiz, çok zayıfladığı için de gerçek durumu, neden ve sonuçlarını tam algılayamayız; doğru çözüm yollarını bulup, mücadele edemeyiz.
    “Yaşam” ise gayet güzel, kendi yolunda ve o içine girdiğimiz toplumun beğeni ve yargılarına uygun akar gider…

    Neler değişse, ne denli kötü bir durum bile olsa o insan artık “kendine verilen” yönlendirmelerle “mutlu ve doyumlu” bir ruh yapısı ile oraya buraya koşturur durur.

    Ne “eleştirel, sorgulayıcı” düşünür, ne de “mücadeleci çabalara” girer, o artık her gün “bir şeyler yapar” hep bir “dinamiklik içinde” gözükür ve bunlar onu tatmin eder.

    Mutsuz değildir, öz güveni kendine göre yüksektir.

    Ülke ve bölge üzerinde hedefleri olan egemen güçler rahatça her istediklerini yaptırır duruma gelir.

    Siz yine en başa dönün ve düşünün Gazi Mustafa Kemal Atatürk neler yapmak istemişti, hangi güçler ile savaşmış ve onları yenmiş uygar bir ülke olmak yolunu açmıştı?

    Ülkenin halkı neden böyle bir duruma getirildi, neden bugün birlik ve bütünlüğe karşı, bölücü, ayrımcı düşünceleri savunanların neler yapmak istediklerine karşı güçlü bir yapılanmaya gidemiyorlar?

    Durum çok açık: Atatürk’e ve onun fikirlerine, ulusal bağımsızlık ve özgürlük hedeflerine karşı , “ulus devlete” karşı çıkanlar kimden yanadır?

    Biz yine de her şeye erişebildiğimiz bu dijital çağda kendimizi, ülkemizi ve özelliklerimizi, geleneksel değerlerimize sahip çıkmalı ve onları korumalıyız.

    Yeniden uyanmalıyız!

    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI

    Devamını Oku