22 Haziran 2025 Pazar
Almanya: İran'ın, ABD ile doğrudan görüşmeler yapmaya hazır olması gerekiyor
Hamburg’da Tiyatro 4 Çeyrek’ten Unutulmaz Gala: “Boşver Be Doktor” Ayakta Alkışlandı
FERDİ ZEYREK´İ YAŞATMAK!
HASAN ALİ YÜCEL, CAN YÜCEL VE GAZİ YAŞARGİL´İN YOL AYRIMI
BİRLİĞİMİZİ GÜÇLENDİRELİM!
İSRAİL-FİLİSTİN SAVAŞINDA TÜRKİYE´NİN TAKINMASI GEREKEN TAVIR
. Kendiniz için, halkınız için, yurdunuz için okuyun, araştırın, sorgulayın! Çözümlemeden, düşünmeden davranmayın!
Sürüye kapılıp, başkalarının yaptıklarını yapmayın! Kulaktan duyma bilgilerle, algı operasyonlarına kapılıp, modaya uyarak yaşamayın.
Özgür iradenizi, aklınızı, bilinç düzeyinizi düşünün, bunları geliştirin. Birilerinin… egemen güçlerin, emperyalizmin istediği tuzaklara düşmeyin.
Özgür, bağımsız, iradesi ve bilinç düzeyi yüksek, sağlıklı bireyler olun; bunu çok iyi kavrayıp, yaşamınızı ve davranışlarınızı, zihninizi doğru yönetin. Başkalarının taklitçisi olmayın. Birilerinin sizi sevmesini ve beğenmesini beklemeyin!
Eleştirel düşünmeyi, bireyselliği ve “öz güveni” öneren güçlü bir mesaj vermenin kimlere yararı olur?
“Bağımsız düşünceyi” benimseyin! Kişinin kendisi, topluluğu ve ülkesi için okumayı, araştırmayı ve sorgulamayı güçlü bir şekilde savunmalıdır.
“Analiz ve düşünce olmadan” hareket etmeye karşı birbirimizi “uyarmalıyız”
“Körü körüne” kalabalığın peşinden gitmemeliyiz. “Trend, Moda”… diye önümüze sunulanlara kapılmamalıyız.
Başkalarından gelen yanlış bilgilere, ezberlere yenik düşmemeliyiz.
”İçsel benliğinizi” geliştirin.
Kişinin kendi özgür iradesini, zekasını ve bilincini geliştirmeye yönelik çok açık bir vurgu yapmak isterim:
Egemen güçler ve emperyalizm tarafından kurulan tuzaklara düşmemeliyiz. Çok etkili, tanınmış bir kişi olmasam bile “yurttaşlarımı uyarmak” isterim:
Hemen, kibirli bir tutumdan kaçının:
“Ben en iyisini bilirim”. “Benim başkalarının düşüncelerine hiiiç ihtiyacım yok, kendi aklım bana yeter!” demeyin!
Akıl ve ruh sağlığımızı, zihnimizi, bilincimizi kendi öz varlıklarımız olarak “korumak”, “elimizde tutmak” zorundayız.
Kişisel gelişim için, kendimizi geliştirmek ve yetiştirmek için de en sağlıklı, akılcı ve özbürlükçü yolu ve yöntemleri seçmeli ve bu uğurda da emek ve zaman harcamalıyız.
Asla “hazırcılığa” kapılmamalı ve başkalarından gelenleri hemen üstlenmemeliyiz.
Amacımız yüksek düzeyde irade ve bilince sahip, bağımsız, özgür ve sağlıklı bir birey olmaktır .
Bu ise başkalarını “taklit etmek”, “dışarıdan onay aramak” yerine, kişinin yaşamını, tutum ve davranışlarını, zihnini en etkili bir biçimde kendisinin yönetmesini içerir.
Özellikle “tüketim toplumu çağı” ve “yüksek teknoloji çağı”, “dijital çağ” döneminde “onların” yüksek olanaklarını kullananlar tarafından tüm insanlığa uygulanan “etkile, zihnini ele geçir, yönlendir ve yönet” operasyonlarına, programlarına karşı bireyin kendisini korumasıdır.
Hiç gecikmeden uyanıp daha “bilinçli, bilgili ve özgün” bağımsız bir yaşama yönelik bir çağrı yapmak isterim.
“Trendleri” körü körüne “takip” etmenin ve yeni “norm”a uymanın tehlikelerinin arttığı çok önemli bir dönemi yaşıyoruz.
“Herkesin” yaptığını “benimsemenin” neden bu kadar “zararlı” olabileceğini açık bir akılla inceleyelim.
Ortaya yeni çıkan ve hızla yayılan ve artık “herkesin” yaptığını yapmak, giyindiğini giymek, onların alışkanlıklarını, dilini edinmek, onlar gibi düşünmek, onların zevklerini kendine zevk edinmek, onların müziklerinden etkilenmek, çeşitli sürülerin peşinden giden biri olmak neden zararlıdır?
Bunu düşünmek ve çözümsel araştırmalara girmek gerekir.
Çok basit ve hoş görülebileck “şey”lerin hızla yayılması birden bir tehlike yaratmayabilir.
Ama, çok çok sayıda ortaya dökülen o küçük “şeyler” arttıkça bireyin her bir alanını ve yönünü saracaktır ve ele geçireceklerdir.
İşte, tüm bu görülen ve görülemeyen o küçük “etki” yaratıcalardan kendimizi, akıl ve bilincimizi, zihnimizi korumalıyız.
Tek tek ele alındığında sizi etkileyen ve saran, yönlendiren bu “özentiler”, yeni olanlar tümüyle ayni amaca hizmet ettikleri için toplu bir güç oluşturduklarında birey olarak artık bizi ellerine geçirmiş olurlar.
“Taklitçiliğin, özentilerin” yerleşmiş örnekleri o kadar çok ki… Bakın:
Herkes “sigara” içiyor, ben de içerim. (İçmeliyim)
Herkes “dağınık görünüşlü” olarak geziniyor, ben de öyle gezinirim.
Herkes sakal bırakıyor, ben de…
Herkes açık giyiniyor, ben de…
Herkes elinde kadehlerle fotoğraf çektiriyor, ben de…
Herkes çocukların fotoğrafını internete koyuyor, ben de…
Herkes “kanka” diyor, ben de…
Herkes “aynen” diyor, ben de…
Herkes bir sevgili ediniyor, ben de…
Herkes yabancı ülkelere tatile gidiyor, ben de…
Herkes yırtık pantalon giyiyor, ben de…
Herkes dövme yaptırıyor, ben de…
Herkes vücuduna çeşitli halkalar, küpeler taktırıyor, ben de…
Herkes göbeğini açarak dolaşıyor, ben de…
Herkes konçsuz çorap giyiyor, ben de…
Herkes takım tutuyor, futbol fanatiği oluyor, ben de futbol fanatiği olmalıyım…
Bireyselliğin ve özgünlüğün yitirilmesi ile “toplumsal direnç” ve “kendini koruma gücü” yok olmaktadır.
Ortaya sürülen ve “yeni” moda sayılanlara sürekli “uyum sağlamaya” çalıştığınızda, “gerçek benliğinizle” bağlantınızı “yitirme tehlikes”i ile karşı karşıya kalırız.
Benzersiz düşünceleriniz, kendi tercihleriniz ve yetenekleriniz bir “uyumluluk” katmanının altına girer ve gömülür, sizin yapacağınız bir şey kalmaz.
Sonunda kim olduğunuzu unutabilirsiniz. “Yukarıdan istenilen” neler varsa, onları yapar ve onların gösterdiklerini seçer, tercihi “onların istediği” yönde yaparsınız.
Çok kısa süreli ve derinlemesine bir mutluluk duygusu sarsa bile zamanla artık “başkalarının beklentileri” ve “popüler eğilimler” tarafından “dikte” edilen bir “yaşamı” yaşamak derin bir “doyumsuzluğa” yol açabilir.
Gerçek mutluluk ve tatmin genellikle “kendini keşfetmekten”, “kendi tutkularını” izlemekten ve “kendi değerlerinle” uyumlu yaşamaktan gelir, başkasının değerleriyle “değil”!
Yöneltilen, kullanılan bireylerden oluşmuş bir toplumu ele geçiren güçler istedikleri planları rahatça uygular, “bölgeyi, yöreyi, ülkeyi, ekonomiyi, doğal kaynakları”… ele geçirirler.
Ve biz, çok değerli halkımız öyle bakar kalır… anlamadan, kavramadan üzülürüz.
“Karşı koyma” gücümüz ve gerekli olan “savunma mekanizmalarımız” yok edilmiş olur…
“Ölçme, biçme, sonuca varma, değerlendirme, yorumlama” yeteneklerimiz, çok zayıfladığı için de gerçek durumu, neden ve sonuçlarını tam algılayamayız; doğru çözüm yollarını bulup, mücadele edemeyiz.
“Yaşam” ise gayet güzel, kendi yolunda ve o içine girdiğimiz toplumun beğeni ve yargılarına uygun akar gider…
Neler değişse, ne denli kötü bir durum bile olsa o insan artık “kendine verilen” yönlendirmelerle “mutlu ve doyumlu” bir ruh yapısı ile oraya buraya koşturur durur.
Ne “eleştirel, sorgulayıcı” düşünür, ne de “mücadeleci çabalara” girer, o artık her gün “bir şeyler yapar” hep bir “dinamiklik içinde” gözükür ve bunlar onu tatmin eder.
Mutsuz değildir, öz güveni kendine göre yüksektir.
Ülke ve bölge üzerinde hedefleri olan egemen güçler rahatça her istediklerini yaptırır duruma gelir.
Siz yine en başa dönün ve düşünün Gazi Mustafa Kemal Atatürk neler yapmak istemişti, hangi güçler ile savaşmış ve onları yenmiş uygar bir ülke olmak yolunu açmıştı?
Ülkenin halkı neden böyle bir duruma getirildi, neden bugün birlik ve bütünlüğe karşı, bölücü, ayrımcı düşünceleri savunanların neler yapmak istediklerine karşı güçlü bir yapılanmaya gidemiyorlar?
Durum çok açık: Atatürk’e ve onun fikirlerine, ulusal bağımsızlık ve özgürlük hedeflerine karşı , “ulus devlete” karşı çıkanlar kimden yanadır?
Biz yine de her şeye erişebildiğimiz bu dijital çağda kendimizi, ülkemizi ve özelliklerimizi, geleneksel değerlerimize sahip çıkmalı ve onları korumalıyız.
Yeniden uyanmalıyız!
Öğretmen Gönen ÇIBIKCI