YAPRAK DÖKÜMÜ

ABONE OL
18:56 - 01/10/2020 18:56
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Ne demişti koca Nazım, insanın can evinden vuran mısralarında?

Kimi insan otların, kimi insan balıkların

Çeşidini bilir

Ben ayrılıkların.

Kimi insan ezbere sayar yıldızların adını

Ben hasretlerin…

Biz ise ölümlerin…

Akşam İnternetten haberleri ararken, ”Server Tanilli yaşamını yitirdi.” Yazısı ile irkildim. Yazılarını okuyor, ondan her gün yeni bir şeyler öğreniyordum. Son günlerde yüzleşme demagojisinin gündeme taşınması nedeniyle Tanilli’nin Yüzyılların Gerçeği ve Mirası kitabındaki eskiden aldığım notları incelemeye başlamıştım.

Bu yaz çok istediğim halde ziyaretine gidemedim. Gelecek yaz kesin gideceğim sözü vermiştim kendime. Ölümü yakıştıramazdım ona.

Seksenli yıllarda Kenan Evren’in darbe döneminde, şimdi AKP’nin saflarında mangalda kül bırakmayan liboşların, Türk-İslam sentezcilerinden, kiminin arazi olduğu, kiminin darbeye övgüler dizdiği dönemde birçok aydın yurtsever Aydınlar Dilekçesi diye adlandırılan direniş belgesini imzalayarak darbecilerin kin dolu gözlerine sokuvermişlerdi.

Kenan Evren küplere binmiş, sıkıyönetim savcılarını, DGM’leri (Bu günkü Özel Yetkili Mahkemeler gibi) harekete geçirmiş, aydınlara karşı savaşını yurt gezileriyle sürdürmeye çalışmıştı.

Avrupa’da öncülüğünü Server Tanilli’nin yaptığı Aydınlarla Dayanışma çalışmalarına katıldık.

Onun kitaplarını okuyorduk, ama yakından tanışmamıştık. Avrupa’ya Aydınlarımızın amaçlarını kavratmaya çalıştık. Parlamenterlerden imzalarıyla destek aldık.

Türkiye’deki aydınlar tüm baskılara rağmen geri çekilmediler, Kenan Evren’e karşı dava açtılar. Aziz Nesin’in öncülüğünde süren Aydınlar Girişimi, sıkıyönetim mahkemelerinde çocukların bile ”Asmayalım da besleyelim mi?” diyerekten asıldığı dönemde Kenan Evren’e; ”Sizinle, değil aynı coğrafyada, aynı çağda yaşamaktan utanç duyuyoruz!” diyecek kadar aydın cesaretiyle onurlu bir duruş sergilemişlerdi.

Server Tanilli ile yüz yüze tanışmamız Münih’te yaptığımız, konuşmacı olarak verdiği konferansta oldu.

O, çağrımıza hemen yanıt verdi. Uçakla getirmeyi önermiştik.

”Uçak size pahalı olur. Benim için görevlendirilmiş bakıcım da gelecek. O nedenle biz her zaman kullandığımız minibüsle gelelim.” Demişti. Dokuz yüz kilometre yolu tekerlekli sandalyesinde gelmişti.

Konuşmasını kalabalık bir dinleyici kitlesine süre olarak uzun, ama heyecanlı, çabucak geçen bir zaman diliminde yaptı. Dinleyiciler tekerlekli sandalyede sanki kanatlanıp uçacakmış gibi canlı, coşkulu Server Tanilli’yi dakikalarla ayakta alkışladılar. Onu bırakmak istemiyorlardı. Ama uzun bir yorucu yolculuktan sonra ara vermeden saatlerce konuşmasından yorgun düştüğünü düşünerek, yemekten sonra oteline götürmek istediğimizde; ”Ben yorgun değilim çocuklar, ne yatması, biraz daha sohbet edelim.” Diyerek bir köşeye çekildik ve yaşamımda unutamadığım bir geceyi gün ağarırken bitirdik.

O söyleşide İsmail Bulan, Hasan Arslan, Güven Pamir, Remzi Yazgan, ben ve bir iki arkadaş bulunmuştuk. (Bu etkinliklerde özverili çalışmalarda bulunan İsmail Bulan ve Güven Pamir’e sevgilerimi ve teşekkürlerimi yolluyorum.)

Bilim adamlarını ağır, ciddi, hep akademik terimlerlerle konuşan arada sınırlar konulan ayrı bir kişilik olarak algılardım.

O gece onların büyüklüklerinin, bilgilerinin derinlikleri yanında alçak gönüllü, açık yürekli, içtenlikli olmalarından kaynaklandığını öğrendim. Onların, ısmarlama, aşırma, halkı küçümseyen, kendilerini erişilmesi güç yüksekliklerde gören etiket heveslisi, ederi olan sözde akademisyenlerden olmadıklarını da Server Tanilli’den öğrendim.

Onun içtenlikle, bir çocuk saflığı ile anlattıklarını dinlerken hem şaşırdım, hem mutlu oldum. Öyle sevecen bir yüreğe sahipti ki sanal aşklarını anlatırken bizim gibi diye yüreğimde ona ayrı bir yer ayırmıştım.

Daha sonraki yıllarda Frankfurt’ta, Manheim’da Köln’de ve daha başka şehirlerde birlikte olma onurunu yaşadım. Manheim’de ayrılıkçı terörü destekleyen bir lafazanın (demagog) ”Siz Burjuvalar” sözüne tepki duyanlara ve konuşmacılardan birinin ”Tanilli ayaklarını mafya çatışmalarında kaybetmedi, o halkının ve ülkesinin aydınlığını savunduğu için kaybetti.” Konuşmasıyla daha da öfkelenen izleyicilere engel oldu. Provakotör’e sözlü bile olsun tepkiyi; Ben öğretmenim, öğretmenler kızar ama belli etmezler. Ben ona sonra anlatırım.” Diyerek engellemesi bile onun insana verdiği değeri göstermişti.

Onu kurşunlayarak tekerlekli sandalyeye oturtarak saf dışı ettiklerini sanan katiller, işbirlikçiler, hainler yanıldılar. O tekerlekli sandalyede iki ayağı olmadan, maddi olanaklar içinde beslenen Pof’lardan daha hızlı, daha, güçlü ilerleyerek onları fersah fersah geçerek elindeki bayrağı zirveye dikebildi.

Muammer Aksoy, Bahriye Üçok katledilmişti. Muammer Aksoy’u Münih’te tanımıştım.

Uğur Mumcu’yu da Münih’te HDF’in konuğu olarak geldiğinde tanımıştım.

Ahmet Taner Kışlalı’yı yakından tanıma olanağı bulmuştum, O’da kahpece katledildi.

Aydınlarımız, değerlerimiz kahpece katlediliyordu. Bilim, demokrasi, aydınlık, çağdaş Türkiye’den yana olanlar kahpece katledildiler.

Sivas’ta, Maraş’ta, Çorumda topluca katledilenleri aynı odaklar katletti, katlettirildi… Katillerin amacı aynıydı. Aydınlık istemiyorlardı. Bağımsız, çağdaş, laik bir Türkiye istemeyenlerin tetikçilerince işliyorlardı cinayetlerini. Bazılarının tetikçileri bulundu ama asıl katiller bulunmadı. Bulmak istemediler.

Tetikçilere bazen ırkçı, bazen şeriatçı gömleği giydiriliyordu.

O tetikçilere emirleri verenler, asıl katiller ise daha yükseklerden aldıkları emirleri uygulatarak ülkeyi karanlıklara götürmeyi amaçlamışlardı.

Bugün o işbirlikçiler, milletvekili, dekan savcı, yargıç, rektör olarak belirli makamlara getirildiler.

Şimdi köşe yazarlarını bombayla, kurşunla öldürtmüyorlar, ama Silivri Toplama Kamplarında ölmelerini bekliyorlar.

O katledilenler, kurşunlananlar, yakılanlar yılmadılar. Korkmadılar, kendilerini satmadılar.

Onlar sararmadan dipdiri dökülen yapraklar gibidirler. Onlar toprağın altında dipdiri yatıyorlar. Onların anıları, mücadeleleri, eserleri, ilkeleri her bir yurt köşesinde üzerimize bir ışık olup yansıyacaktır.

Onların izinde yüreği insanlık sevgisi dolu, inançlı yığınlar yürüyorlar, yürüyecektirler.

Kitaplarına kitaplar ekleyecekler.

Hapiste, esir kamplarında, sınıflarda, kitaplarda, tarlalarda, üniversitelerde, fabrikalarda yani yaşamın her alanında her engeli aşarak umuda ulaşacaklardır.

Işıklar içinde yatın.

Biz size inandık.

Siz de bize güvenin!!!

Yıldız AKALIN

Not: AKP’li bakan Silivri Toplama Kampındaki yazarları, gazetecileri başbakanın yatak odalarında gizli kayıt yaptıkları iftirasını attı. Ulusal Kanal, hangi kasetlerin kendilerine ulaştırıldığını açıkladı. Bu listede başbakanın veya AKP’lilerin özel yaşamları, özellikle yatak odası kasetlerinin olmadığını açıkladı O gazetecilerin başbakanın yatak odasına kadar girme olanakları kesinlikle olamaz. O zaman o kasetler başbakanın yatak odasına kadar girebilecek yakın çevresi olur ki, daha mantıklıdır. Melih Gökçek’in basında milyonları harcayarak Başbakan hakkında belge topladığı, bu nedenle Ankara Belediye Başkanlığına son anda aday yapıldığı yazıldı. Bir itiraz gelmedi.

Bakan doğru söylediğini kanıtlamalı, o kasetin kaynağını açıklamalıdır.

Ergenekoncular yaptı masalını Avrupalı dostlarınıza yutturabilirsiniz, ama bize asla.

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.