UTANÇ TABELALARININ ÜLKEYİ İSTİLASI

ABONE OL
11:48 - 23/10/2020 11:48
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

UTANÇ TABELALARININ ÜLKEYİ İSTİLASI

Günaydıııınnn… Günaydın efendim, günaydın! 
Baş efendimiz, özentilerle dilimize sokulan yabancı sözcüklerin, özellikle tabelalarda görülen hilkat garîbesi yazılımların dilimizi kirlettiğini, kültür değerlerimize ters düştüğünü… Buna benzer başka şeyler de söylemişler… İnanılmaz bir saptama. Hayret! Nasıl da görmüş ve değerlendirmişler? Şimdi buna “Günaydııınnn!” denmez de ne denir?

Yıllardır dilimizde tüy bitti. Israrla her fırsatta ve ortamda gündeme getirdik. “Eğer buna dur denilmezse gün gelir içinden çıkılmaz bir hâl alır.” dedik. Sesimizi kimileri duydu, duymazdan geldi; kimileri de duydu “Tek iş bu mu kaldı?” dercesine önemsemedi. Hatta badem bıyık altı gülüp geçtiler. Nihayet bunca zaman sonra işin ciddiyetine vakıf olmaya başlamışlar. Buna da şükür. Amma ve lakin çok geç değil mi? Atı alan tabelaları da istila etmiş yola devam ediyor.

Şimdi sözüm ona çözüm üretmeye çalışıyorlar. Belediyeler bu konu ile yeterince ilgilenemediklerini ve ellerinden bir şey gelmediğini(!) söylüyormuş. Allah Allah çok ilginç! Zavallı yetkililer… Ya hu buna kargalar bile güler. İzni veren siz değil misiniz? Vermeyin uygunsuz girişimde bulunanlara. Ya da iptal edin. Çok mu zor? Olmaz, yapamazsınız elbette. Onlara gücünüz yetmiyor değil mi?  Oysa sokaklarda atık kâğıt toplayanlar, bahçesinde yetiştirdiği üç-beş dal soğanı, naneyi satıp rızkını çıkarmaya çalışan yaşlı teyzeler söz konusu olunca aslan kesilirsiniz.

Yok beyim, yok efendim bu iş belediyelerle falan olmaz. Olur, ama olmaz. Yapmazlar, yapamazlar. Bu bir “Dayın var mı?” meselesi. Hatır, gönül ya da bilmem ne  -bilirim de ulu orta söylenmiyor işte- meselesi. 

En baş yetkili, bir gün -aklına nerden geldiyse- “arena” olmasın “stadyum” olsun diyerek fetvayı veriyor. O da ne! Hemen tüm arena adındaki yerler hemen tabelalarını sökmeye başlıyor. Demek ki neymiş? İsteyince oluyormuş. Hadi göreyim yiğitliğinizi çıkarın bir yasa, yasaklansın tabelalara giren kirlilikler. Gözümüz gönlümüz açılsın, caddelerimizde yukarılara baktığımızda utanca bürünmeyelim.
Efendim, “arena” sözcüğü zurnanın son deliği. Sanki “stadyum” Türkçeymiş gibi… Neyse hadi eskilerin deyimiyle ehven-i şer diyelim. Konumuz bu değil. Arenaya gelene kadar önümüzde aşılması gereken öylesine uzun, çetrefilli yollar var ki anlatmakla, yürümekle bitmez. Özellikle büyük şehirlerimizde çarşıya çıktığında başını hafifçe yukarı kaldırıp tabelaları okuyarak -çok değil 100-200 metre- yürüdükten sonra “Ya hu ben neredeyim, burası Türkiye değil mi?” diye iç geçirmeyen, yüzü kızarmayan bir kişi var mıdır acaba? Çok merak ediyorum. Sanmıyorum…

Caddelerimizdeki tabelaların dil kirliliği sonucu ülke görünümünün ortaya koyduğu bu resim, sanki İngiliz, Fransız sömürgesi bilmem kaçıncı sınıf ülkeleri andırmakta, yansıtmaktadır. Dilini, ülkesini, kültürünü, değer yargılarını zerre kadar seven ve onlara değer veren hiç kimse bu durumu onaylamayacaktır, onaylamamaktadır. Herkes şikâyetçidir. En tepedekilerden tutun da sıradan(!) benim gibi vatandaşlara kadar.  Buna rağmen milletin, pardon kişilerin gücü sadece, gerek sanal ortamda gerekse dost meclislerinde yağıp gürlemeye yetiyor. Verip veriştiriyoruz ağız birliği etmişçesine, tabelaların bu saçma sapan özenti yansıması kirliliğine. Sonuç: Sıfıra sıfır, elde var yine sıfır. Ertesi gün yine aynı tas, aynı hamam. Mangalda kül bırakmayan biz, yine o tabelaları sineye çekmeye devam ederiz. Çünkü kişisel olarak “Ben tek başıma ne yapabilirim ki?” söylemini pelesenk etmişizdir dilimize. Bu nedenledir ki kişisel olarak güçlerimizi birleştirip milletçe birlik olamadığımız sürece, âdeta bilmem neresine nişadır sürülmüş gibi önüne geçilemeyen bu kervan hızla yola devam edecektir. 
Şimdi size bu işin tek, son derece etkili ve çok güzel bir çözümünü sunacağım. Bunu yıllardır her tatile gelişimde kendi adıma uyguluyorum. %90 başarıya ulaştığımı söylemekten de gurur duyarım. Geri kalan %10’dan haberim yok. Umarım onlar da gereğini yapmıştır. Eğer diline sevdalı kişiler aynı yolu izlerse ve çevresindekileri buna teşvik ederse kesinlikle tabelalar kendiliğinden temizlenecektir. Yeter ki yukarıda da dediğim gibi “Ben tek başıma ne yapabilirim ki?” diye acze düşüp yılmayalım. Bu işin sırrı aşağıda anlatacağım bir “icraat”tan geçmektedir. 

Konuyu biraz farklı açıdan ele alıp da “Bu tabelaları yazdıran kişilerin en büyük savundukları nokta nedir acaba?” diye küçük bir araştırma yaptığımızda, sanki anlaşmışlar gibi hep aynı beylik sözlerin arkasına sığındıklarını görürüz. Artık bunu bilmeyen, duymayan kalmamıştır. “Efendim, müşteriye daha cazip geliyor ve havalı oluyor. Üstelik satışımız artıyor. Bilmem ne bilmem ne…” Oldu canım, suyundan da koy…  Aslında bilmeden sarf ettikleri bu söylemler, sadece ve sadece kapitalist sistemin, kültür emperyalizminin duymasını bilemediğimiz çamurlu ayak sesleri, görmesini bilemediğimiz sinsi gölgesidir. Maalesef kişisel çıkarlar ön plana çıkınca her şey değişiyor. “Yeter ki kesem dolsun, gerisi bana vız gelir, tırıs gider…” diyebiliyorsak, tüm bu olanları içimize sindirebiliyoruz demektir. Unutmamak gerekir ki bu yapılanlar küçükten küçükten vatanı gözden çıkarmanın emareleridir. İşte tam bu noktada iş bize düşüyor. Elimizden kayıp gitmesinden korktuğumuz, başta dil olmak üzere tüm değer yargılarımıza sahip çıkmalıyız. Bu iş de öyle bağırıp çağırarak, sanal ortamlarda yalancı pehlivanlık yaparak olacak iş değildir. Tabiri caizse herkes elini taşın altına uzatmasını bilecek ve işin ucundan asılacak. İcraat gerekecek efendim, icraat. 

Nedir bu icraat? Çok basit: Derler ya “En iyi savunma saldırıdır.” İşte biz de bu ilkeden yola çıkacağız. Tabelalardaki güzelliği savunmak için beğenmediğimiz, içimize sindiremediğimiz tabelanın asılı olduğu dükkânlara, mağazalara saldıracağız. Yok, yok, öyle itiş-kakış, kavga falan değil. Bu bize yakışmaz. Biz yılanı tatlı sözlerimizle dışarı çıkaracağız. Kaleyi içten vuracağız. Yapılacak tek şey o dükkân veya mağazadan alış verişi kesmek olacaktır. Üstelik bunu da yetkililere nazik bir dille duyurmamız gerekecektir. “Bakın, buraya geliyorum, ama hiç içime sinmiyor. Lütfen şu tabelalarınızı değiştirin! Bu sadece benim değil çevremde tanıdığım pek çok kişinin isteğidir. Aksi halde hepimiz başka seçenekler bulup bir daha gelmeyebiliriz.” demeyi bilecek, bunu kendimize görev edineceğiz. İşte bizim saldırımız bu olacak. Ticarette ve her türlü beklentilerde bir kural vardır: “Arz talep meselesi.” Bu doğrultuda aklıselim sahibi işletmeciler er veya geç bu talepler doğrultusunda hareket etmek zorunda kalacaklardır. Sonuç olarak birlikten güç doğduğunun nasıl bir şey olduğunu göreceğimizden eminim.

Belki birileri bizi tersleyebilir. Hatta belki maddî açıdan üç-beş kuruş zarara da girebiliriz. Olsun… Varlığımızın, birliğimizin temel taşı olan dilimiz için buna katlanmaya değmez mi? Yılmayacağız. Hoca’nın, olmazı olur yapma derdiyle göle maya çalarken “Ya tutarsa!” demesi boşuna mıydı? Biz onların torunları olarak olması çok daha muhtemel bu “icraat” için neden çaba göstermeyelim ki?
Gayret tek tek hepimizden, kazanım millet olarak hepimize olsun. Ne mutlu diline saygı duyan ve onun için elinden geleni yapan, elini taşın altına sokmaktan çekinmeyenlere. 

Sözlerimizin havada kalmaması dileklerimle.

Tahsin MELAN

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.