MÜZİĞİN GÜCÜ

ABONE OL
18:53 - 01/10/2020 18:53
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 Hiç bir sanat dalı müzik gibi insanın duygularına hitap etmiyor. Kültürlerin hepsinde tüm dünyada insan hayatında çok önemli rol oynuyor. Ritimle elde edilen rezonans vücudun tüm organlarına, hücrelerine etki ediyor.

Yüzlerce insan bir konser salonunda yan yana otururken, müzik birbirine yabancı bu insanları benzer duygularda yaklaştırıyor.
Müzik dinlemek için belli bir tahsile gerek yok. Ama müzik üretme, müziği duygulara iletme becerisi olanlar yaptıkları tahsil ile hünerlerini daha çok geliştiriyorlar.
Müzikle uğraşan, şarkı besteleyen uzmanların beyninde belli hücrelerde başka gelişme, hücre sinyalleri oluşuyor. Yıllar önce beyinde belli bir sinir hücre merkezi olduğu düşünülüyordu. Ama bugün beyinde bu hücrelerin dağılarak geliştiği var sayılıyor.
Titreşim dalgaları ölçebilecek bilim tekniği gelişeli müziğin yalnız kulakla vücuda alınmadığı düşünülüyor. Sağır olduğu halde enstrüman çalan bir sanatçı yalın ayak melodiler besteleyebiliyor. Vücudun alt kısmı kalın, belin üst kısmı ince tonları algılayabiliyor. Böylece Beethoven’in sağır olduktan sonra nasıl beste yapabildiği bugün anlatılabiliyor.
Bebek daha doğmadan müziğin etkisinde kalıyor, gülümsemeden, üzülmeye veya korkmaya geçiş duyguları bilgi sayar araştırmalarında tespit ediliyor.
Konser biletleri en az altı ay önce satılmaya başlanıyor. İzleyiciler iki saat tüm üzüntüleri, korkuları dışarıda bırakarak dinlenmek, eğlenmek istiyor. Günlük hayatta sorunlarla orantılı müzik dinleme ihtiyacı çoğalıyor. Kiliseler boşalırken halk akın akın konser salonlarını dolduruyor.
Batı müziği ile yapılan konserler ara ile birlikte iki saati geçmiyor. Türklerin Berlin’de düzenlediği şahane konserler maalesef saatlerce sürüyor. En güzel şarkılar, programın en güzel bölümü en sona bırakılıyor. Konserden çıkınca aşırı yorgunluk hissediyor insan. Çoğu emekliler bu nedenle gitmiyorlar.
Hâlbuki elli yıl sonra klasik müzik icra eden yalnız Berlin’de üç koro var. Bavullarda getirdiğimiz müzik kasetleri zamanı ile kıyaslarsak dev gibi gelişmeyi görüyoruz.
Müzik dinlemede belli bir zaman dilimi gerektirir. Ara verip dinlenmeden zevk alınmaz. Didim’de yıllar önce bahçıvanımızın beş yaşındaki oğlu televizyonumuzu kapalı görünce bozuk mu diye sormuştu. Çünkü onun evinde gece gündüz televizyon açık. Berlin’de çalıştığım okulda aile ziyaretlerinde ben söylemezsem televizyon kapanmazdı. Bugün hâlâ öyle olduğunu zannetmiyorum.
Diskoteklerde gençler müziği dansla birleştirirken tüm vücutlarıyla duygu yüklendikleri için günlük sorunlardan kaçış yapıyorlar. Duyma esnasında kulaktaki kılçıklar kuvvetli müzikten hasar görürse, bir daha tedavi edilemiyor, işitme kaybına yol açıyor.
Mozart gibi müzik dâhilerin hayranları olduğu kadar onları kıskananlar, yerini kaybetmek korkusuyla öldürmek isteyen düşmanları bile olmuştur. 1980 yılında çevrilen Amadeus dramı böyle bir hikâyeyi anlatıyor.
Saray konser salonunda şefliğe yükselen Salieri küçücük yaşta çabayla başladı ve binbir zahmetle o mertebeye yükseldi. Mozart gibi bir dahi gelir onun düşüncesine göre kolayca bu başarıya ulaşır. Konser salonunda halkın kendini tamamıyla müziğe vermiş, o kendilerinden geçmiş haline tahammül edemiyor. Salonda konser esnasında ustayı öldürmeye karar verir. Viyana yıl 1823, kutsal gecede Antonio Salieri tüm gücü ile bağırarak:” Beni affet Mozart, seni öldürmek zorundayım,” der. Öyle ya 1781 yılında gelen genç adam nesil olur da ondan daha iyi olur, yüzyılın en büyük bestecisi. Bu film sekiz dalda Oscar almıştı.
Konser salonu sessiz, çıt çıkmıyor. Konserin en önemli görevlisi sahneye giriyor. Yeri biraz yukarda, orkestra şefin elinde bir çubuk var. İdare ettiği orkestraya tamamen hakim. Müziği yaşayarak canlandırıyor. Çubuk ile müzisyenlerin ne yapacağını işaret ediyor. Kulakları ile havadan aldığı seslere yasağı diğer eliyle işaret ediyor. Bakışları keskin, her şeyin üstesinden geliyor. Biraz önce ölmüş gibi giden sesleri, notaları işaretle geri getiriyor. Önden orkestrayı, arkasından izleyicileri gizemli büyülü bir ortama sürüklüyor.
Müzisyenler teker teker bir ağaç gibi, birlikte bir orman gibi hareket ediyorlar. Bu düzen, bu disiplinle konser bitiyor. Sonunda konseri izleyenler yaşadıkları güzel anlar için, belki de duyguların yoğunluğundan gözyaşları döktükleri konsere alkışlarıyla veda ediyorlar.
Sevgili okurlarım, böyle anlarda hem Türk müziğinden hem batı müziğinden zevk almanın coşkusunu çok yoğun hissediyorum. Her konuda olduğu gibi Müzik Reformu’nu uygulayan Mustafa Kemal Atatürk ve onun reformlarının yerleşmesinde yardımcı olan, tüm gücüyle çalışan arkadaşlarına, öğretmen okullarının müzik öğretmenlerine, aileme ve müziği ikinci branş dersim olmasına vesile olanlara minnettar oluyor, şükranlarımı sunuyorum. Müzik derslerinin iyi yapılmasını sağlayan Carl Zuckmayer’i unutmadan.
O zaman tahsil yapmak için Avrupa’ya müzisyenler seçilerek gönderiliyordu. Bugün fırsat, şans Batı Avrupa’da yaşayanların çok yakınında. Genç anne babaların bunun farkında olduğunu, başarılarını basın ve medyadan duyduğum genç müzisyenlerden anlıyorum. Müziğe daha fazla sahip çıkmamızı ümit ediyorum.
Ülkelerarası müzik festivallerinde müzisyenler birbirlerinin konuştukları dili anlamadıkları halde, birlikte müzik yaparken müzik dilinde hiç zorluk çekmeden anlaşıyorlar.
Müzik ruhun gıdası, dili ve insan duygularını açan bir anahtardır.
Yeni yılda müzikle kalın!
 
İlter Gözkaya – Holzhey 
Emekli Öğretmen 
 
 
Not:
Yazılarımı dikkatle takip eden okurlarım, bilhassa emekli meslektaşlarım kitap tavsiyelerime çok sevindiklerini söylüyorlar. Sözlü ve yazılı tüm yorumlara teşekkür ediyorum.
Kitap tavsiye:
Was wäre das Leben ohne Musik – Gedanken und Gedichte,
Michael Fischer, Patmos Verlag
ISBN 3-491-45030-6
ARTE-Video:
http://videos.arte.tv/de/videos/noten_und_neuronen-4299516.html

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.