İNSAN HAKLARI

ABONE OL
18:53 - 01/10/2020 18:53
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

İnsanlık tarihinin en acımasız ve en kanlı savaşlarından biri olan 2. Dünya Savaşı’nda yapılan zulümlerin ardından, 24 Ekim 1945 tarihinde kurulan Birleşmiş Milletler Örgütü’nün amacı dünyada barışı ve güvenliği sağlamaktı. İnsanların onurlu, özgür ve eşit yaşamaları gerektiğini savunan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 10 Aralık 1948 tarihinde, otuz maddelik İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ni kabul etmiştir. Bildirinin imzalandığı 10 Aralık, Dünya İnsan Hakları Günü olarak kutlanmaktadır.

İnsanlar arasında ırk, din, renk, yaş, cinsiyet ayırımı yapmadan sevgi, saygı, dostluk, özveri duygularını geliştirmek, insanın insan olmak haysiyeti ile sahip olması gereken hakların hepsine ”İnsan Hakları” adı verilmektedir. İnsan hakları, kişiyi kendi özüyle yaşatacak kurallardır. İnsanın insana hükmetmesi ve onu ezmesi, insan onuruna yakışmayan ve kabul edilemeyecek bir davranıştır. Asıl amacı insan haklarının hiçbir kararsızlığa meydan vermeden uygulanmasını savunmak olan İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, günümüzde yaşadığımız olaylarla çelişmektedir.

Zaten emperyalizmin hüküm sürdüğü bir dünyada eşitlik, kardeşlik ve insan haklarına saygı gibi kavramlardan söz etmek anlamsızdır. Emperyalizmin yeni demokrasi getirme savaşlarında yüz binlerce insan öldürülürken, işkence görürken, sakat bırakılırken, hangi İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nden söz edilebilir?

Ülkemizde de durum, dünyadakinden farklı değildir. Emperyalizmin dayatmaları sonucunda, yıllardır ne ile suçlandıkları belli olmadan cezaevlerinde zulüm gören, sağlığını ve hayatını kaybeden insanların olduğu bir toplumda, insan haklarından söz etmenin bir değeri yoktur. Bunların yanında Türkiye’de yıllardan beri kadınlara bakış açısı da değiştirilmiş, kadınla sorunu olan bir ülke haline getirilmiştir. Cumhuriyet, kadını birey yapmıştı. Tek partili dönemde kadını eşit sayan cumhuriyet, çok partili dönemde bu eşitliği koruyamadı.

Bugün ülkemizde cumhuriyetin değerlerinden uzaklaşıldıkça, kadının mağduriyetinin arttığı gözlenmektedir. Bu mağduriyet çerçevesinde, kadına yönelik şiddetin sürekli olarak arttığı görülmektedir. Dövülen, tecavüze uğrayan, yaralanan, öldürülen kadınların sorunlarının nasıl çözümleneceğine ilişkin somut önlemler alınmamaktadır.

Kadın cinayetleri, 2002 yılından 2011 yılına kadar %1500 oranında artmıştır. 2002 ile 2010 yılları arasında dört binden fazla kadın öldürülmüştür. 2005 ile 2010 yılları arasında taciz ve tecavüz gibi cinsel saldırılarda %35 oranında artış olmuştur. Ülkemizde kadınlar %42 oranında fiziksel ve cinsel şiddete uğramaktadır. Her gün yazılı ve görsel basında, kadına yönelik cinsel taciz ve öldürme olaylarını görmekteyiz. Birleşmiş Milletler tarafından yapılan araştırmaya göre Türkiye, şiddet gören kadınlar sıralamasında 86 ülke arasında 75. sırada yer almaktadır. Türkiye’nin gerisinde kalan ülkelerin büyük çoğunluğu Afrika ülkesidir, aralarında tek bir Batılı ülke bulunmamaktadır.

2002 yılında Mardin’de yaşanan bir olay, toplumda büyük öfke uyandırmıştı. On üç yaşında, 26 erkek müsveddesine satılan küçük bir kız hakkında Mardin 1. Ağır Ceza Mahkemesi, ”tecavüzlere karşı koymadığı, kendi rızasıyla birlikte olmayı kabul ettiği ve her şeyin farkında olduğu” yorumu ile sanıklara hafif cezalar vermişti. Yargıtay 14. Ceza Dairesi, bu kararı onayladı. Sekiz yıl süren dava sonucunda küçük bir kıza iki yıla yakın bir süre tecavüz edenleri, erkek egemen toplum kurtarmış oldu. Kararı veren Yargıtay 14. Ceza Dairesi’nin 11 üyesinden 8 tanesini, 12 Eylül 2010 halk oylamasından sonra oluşturulan yeni HSYK atamıştı.

2008 yılında Vakit Gazetesi’nin eski yazarlarından 80 yaşındaki Hüseyin Üzmez, on dört yaşındaki küçük bir kıza cinsel tacizde bulunduğu için 13 yıl hapis cezası aldı. Yaklaşık üç yıl hapis yattığı için, tahliye edilen Üzmez, dilerim artık kimseyi üzmez.

Otuz yaşında bir erkeğin, on beş yaşında küçük biz kızla evlendiği ve toplumda önemli mevkilerde bulunduğu bir ülkede, kadınlara bakış açısının sapkınlık üzerine olması doğal karşılanmalıdır. Çünkü bu olay, toplumdaki çürümüşlük ile cumhuriyetin kadına verdiği değerin anlaşılamaması ve terk edilmesinin sonucudur.

İzmir Karabağlar Polis Karakolu’nda elleri kelepçeli bir kadının, polisler tarafından dövülmesinin görüntüleri medyada yayınlanınca, erkeklerin kadınlara bakış açısının yavanlığı tüm açıklığıyla gözler önüne gelmiştir. Böyle bir olay sonrasında binlerce kez özür dilemesi gereken emniyet yetkililerinin ”kadın zaten konsomatristi” şeklinde açıklama yapması ise çok üzücü bir durumdur. Konsomatris olarak çalışan bir kadının insan hakları yok mudur? Laik demokrasilerde, bu açıklamayı yapanların, bu olaya karışanların ivedilikle meslekten çıkartılmaları, psikolojik tedavi altına alınmaları ve yetkililerin de istifa etmeleri gerekir.

İnsanları uyuşturan ve ülke gerçeklerine karşı ilgisiz kalmalarını sağlayan uyku aracı televizyonlardaki dizilerin büyük çoğunluğunda, kadınlara karşı taciz ve tecavüz gösterilmektedir. Böylece cinsel suçlarla izlenme rekorları kırdırılarak, sanki kadına karşı şiddet teşvik edilmektedir.

Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün; ”bir toplum aynı amaca bütün kadınları ve erkekleri ile beraber yürümez ise, ilerlemesine teknik olarak olanak ve bilimsel olarak ihtimal yoktur” sözü, cumhuriyet devrimiyle birlikte düşünüldüğünde, kadınlarımızın toplumsal saygınlığının hızla arttığının kanıtı olmuştur. Avrupa’da kadınlara seçme ve seçilme hakkını ilk veren ülkelerden olan Türkiye’de, son yıllarda kadınlarımızın haklarıyla ilgili büyük bir geri gidiş gözlenmektedir. Bu geri gidişin nedeni, ideolojiktir. Günümüzde ülkemize egemen olan ideoloji, kadınları aşağılayıp, çalışma hayatının dışına iterek, yalnızca çocuk doğurmakla görevli saymaktadır.

Kadınlar, yaşadıkları toplumların nadide çiçekleridir. Kadınlar, güneşidir dünyanın, hem aydınlatır, hem ısıtırlar. Bulundukları ortamlara güzellik, zarafet ve seviye getiriler. Atatürk’ün; ”şuna inanmak gerekir ki, dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir” sözü, kadınlara verdiği değeri anlatmaktadır. Günümüzde kadınlarımıza değer vereceğimize, acı ve eziyet veriyoruz. Bugünlerde özür dilemek modası başladı. Eğer özür dileyeceksek, kadınlarımızdan özür dilememiz gerekir.

Suay Karaman
Tüm Öğretim Elemanları Derneği (TÜMÖD) Genel Sekreteri

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.