GÜNEYDOĞU ANADOLU GEZİSİ (II)

ABONE OL
18:22 - 01/10/2020 18:22
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 GÜNEYDOĞU ANADOLU GEZİSİ (II)

Ne mutlu insanlığın mutluluğu ve Allah’ın tarihteki yürüyüşünü gerçekleştirmek için yaşadığı toplumu terk edip mücadele edenlere. Onlar korkak birer kaçak değil, imkânını bulduklarında, tıpkı Peygamber’in Mekke’nin kalbine dönmesi gibi, içinde yaşadıkları topluma dönüp ıslah için mücadele edecek olan  kahramanlardır.

Ashâb-ı Kehf’in kötülükle dolmuş dünyayı, işgal edilen memleket topraklarını terk ederek dağlara, mağaralara çekilen direnişçi grupların sembol ismi olduğu anlaşılıyor. Gençler kötülüklerin ve zulmün egemen olduğu dünyaya ve bu şartların oluşturduğu düzene teslim olmayacaklarını ifade etmektedirler.  

Sure şöyle devam eder

“Biz de bunun üzerine mağarada onların kulaklarını yıllarca dış dünyaya kapalı tuttuk ve sonra onları uyandırdık, ki mağarada geçen sürenin iki bakış açısından hangisiyle daha iyi değerlendirildiğini insanlara gösterelim.

Şimdi onların kıssasını bütün gerçeğiyle sana anlatacağız. Onlar gerçekten de Rablerine yürekten inanan yiğit gençlerdi; ve biz de kendilerini doğru yolda derin bir bilinç ve duyarlıkla güçlendirmiş, kalplerini pekiştirmiştik; öyle ki, doğrulup birbirlerine:

“Rabbimiz göklerin ve yerin Rabb’idir”, demişlerdi “Biz asla O’ndan başkasına yalvarıp yakarmayacağız, çünkü böyle bir şey yaparsak çok çirkin bir şey dile getirmiş oluruz! “Şu bizim halkımız var ya, işte onlar tuttular O’ndan başka tanrılar edindiler. Onların tanrı olduklarına dair açık delil getirmeleri gerekmez miydi? 

Uydurduğu yalanı Allah’a mal edenden daha zalim kim olabilir ki?” Bunun içindir ki, şimdi siz onlardan da, onların Allah’tan başka tapındıkları bütün o asılsız şeylerden de uzaklaşıp şu mağaraya sığının ki, Rabbiniz rahmetini size ulaştırsın ve sizi durumunuza göre ruhlarınızın ihtiyaç duyabileceği şeylerle donatsın!” 

Ve yıllarca güneşin, doğarken onların mağarasını sağ yandan yalayıp geçtiğini, batarken de onlara dokunmadan sol yandan geçip gittiğini ve onların, mağaranın genişçe bir odasında bulunduğunu görürdün: Rabb’inin alametlerinden biriydi bu; Allah kime yol gösterirse doğru yolu bulan odur ve kimi de sapıklık içinde bıraksa, artık onun için doğru yolu gösteren bir dost, bir koruyucu bulamazsın.

Uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırdın. Öyle ki, Biz onları bir sağa çeviriyorduk, bir sola; ve köpekleri de eşikte ön ayaklarını uzatıp uyuyakalmıştı. Onlara bu halleriyle rastlamış olsaydın arkanı dönüp kaçardın; onlardan yana için korkuyla dolardı.

İşte, onları nasıl uyuttuysak öylece de uyandırdık. Derken aralarında konuşmaya başladılar. Birisi: “Ne kadar uykuda kaldınız?” diye sorunca bazıları: “Bir gün, belki bir günden de az!” diye cevap verdiler. Diğerleri de: “Uykuda ne kadar kaldığınızı tam tamına ancak Rabb’iniz bilir.” dediler. “Siz onu bırakın da, açlığımızı gidermeye bakalım. Şu akçeyi verip içinizden birini şehre gönderin de baksın hangi yiyecek daha hoş ve helâl ise ondan size azık tedarik etsin.” “Bir de gayet nazik ve tedbirli davransın, varlığınızı ve bulunduğunuz yeri sakın hiç kimseye hissettirmesin.” “Çünkü onlar sizi ellerine geçirirlerse ya taşa tutar, ya da kendi dinlerine döndürürler, bu takdirde de ebediyen felah bulamazsınız.” 
Çünkü, bakın, sizin varlığınızı öğrenirlerse ya sizi taşlayarak öldürürler ya da zor altında sizi kendi dinlerine döndürürler ki, bu durumda, bir daha asla kurtulamazsınız!”

Fakat bizim takdirimiz başka idi. Nasıl onları uyutup sonra uyandırdıksa, aynı şekilde öbür kullarımızı da Ashab-ı Kehf’in durumundan haberdar ettik ki, Allah’ın haşir vaadinin gerçeğin ta kendisi olup hakkında hiçbir şüphe olmayacağını onlar da anlasınlar. Derken onları bulan halk, kendi aralarında onlar hakkında ne yapacaklarını tartışmaya girişti. 


Bazıları: “Onların anısına bir anıt dikin, biz gerçek durumlarını anlayamadık, onların Rabb’i hallerini pek iyi bilir” derken, görüşleri ağır basan mü’minler ise: “Mutlaka onların yanı başlarına bir mescid yapacağız.” dediler.

Fakat bizim takdirimiz başka idi. Nasıl onları uyutup sonra uyandırdıksa, aynı şekilde öbür kullarımızı da Ashâb-ı Kehf’in durumundan haberdar ettik ki, Allah’ın haşir vaadinin gerçeğin ta kendisi olup hakkında hiçbir şüphe olmayacağını onlar da anlasınlar. Derken onları bulan halk, kendi aralarında onlar hakkında ne yapacaklarını tartışmaya girişti. 
Hiçbir şey için, “Ben bunu yarın kesinlikle yapacağım.” deme. Bunu ancak “Eğer Allah dilerse” sözcüğüyle birlikte söyle. Ve bunu unutursan hatırladığın zaman Rabb’ini anarak de ki: “Umarım ki Rabbim beni doğru olana bundan daha yakın olan bir bilgi ve duyarlık düzeyine eriştirir!”

Ve bazıları, onların mağaralarında üç yüz yıl kaldığını ileri sürüyor ve kimileri de bu sayıya dokuz yıl daha ekliyorlar.


De ki: “Onların orada ne kadar kaldığını en iyi Allah bilir. Göklerin ve yerin gizli gerçekleri yalnızca O’nun elindedir; O ne eşsiz bir görücü, ne eşsiz bir işiticidir! Onların O’ndan başka koruyucusu, kayırıcısı yoktur; çünkü O hükmünde kimseyi kendine ortak tutmaz!”

Evet, Kur’an’da hikaye edildiği gibi, karınları acıktığı için, Yemliha’yı  şehre gönderirler.  Yemliha, şehre geldiğinde çok değişmiş bir şehir bulur. Elindeki para da çok eski bir paradır, tedavülde değildir. Anlattıklarından şüphelenen dükkân sahipleri onu, o zamanın hükümdarına götürürler. İnanca göre bu hükümdar gençlerin dinindendir. Başlarından geçenleri bir de hükümdara anlatır. Sorgulamadan sonra, Yemliha alışverişten döner ve başından geçenleri  arkadaşlarına anlatır. Sonrasında çok geçmeden hepsi Hakkın rahmetine kavuşurlar.  İşte Ashab-ı Kehf denilen mekan bu hikayenin geçtiği mekandır. Tarsus’a yolu düşenler bu mekâna mutlaka uğramalıdırlar.  

Hikayenin bir başka yorumu da şöyledir

Mağara arkadaşları dünyada süre gelen haksızlıklara boyun eğmeyeceklerini açık bir söylemle dile getirmişler, tepki görünce de içinde yaşadıkları çağın zulmüne karşı açık bir şekilde başkaldırmışlardır.  Böylece yılarca herhangi bir haber almadan dış dünyada olup bitenlerden habersiz dağlarda yaşamışlardır. Bir süre sonra dış dünyaya dönerek bir direniş hareketi başlatmaya karar verirler. Buradaki kritik soru şudur: Yılarca dış dünyadan habersiz yaşatılmalarında Allah’ın muradı ne olabilir? “İstiyorduk ki, zaman zaman böyle dünyadan dışlanıldığında, üzerinden zaman geçtiğinde, tarihin ve çağın gerisinde kalma durumuyla karşılaşıldığında yeniden nasıl başlanacak, tekrar hayata, tarihe, topluma, zamana, mekana ve çağa dönüş hangi yöntemlerle gerçekleşecek görsünler. Dünyadan kopmanın nelere mal olduğunu anlasınlar. Hayatın ve olayların içinde olmakla, dışında kalmak nasıl bir fark yaratıyor iyi hesaplasınlar. Zulüm ve kötülük dolmuş bir dünyaya teslim olmayı reddedip kopmak ile bilfiil hayatın içinde bulunmak sorumluluğu arasındaki denge nasıl kurulacak bunu görsünler”(Direniş Teolojisi, İlhami Güler, s:84)




Sure mağarada kaç yıl kalındığı üzerinde durmuyor. Zira bunun anlatılmak istenen konu ve verilmek istenen mesaj açısından hiçbir önemi yoktur. Amaç tarihin, hayatın dışında kendi mağarasında yaşayanlara dış dünya  ile aralarında olan mesafeyi göstermektir. 

Mağara arkadaşları adeta şöyle demektedirler: İçinde bulunduğumuz toplum gerçekleri bırakıp sahte ilahlara tapınmaya başladı veya ülkemiz işgal edildi. İçeride kalarak bu işgalle mücadele etmenin imkanları tükendi. Bu durumda yapacağımız tek seçenek, yeniden güç kuvvet toplayıncaya kadar buraları terk etmektir. Yapılan, toplumdaki ahlaksızlıklara isyan eden gençlerin dağlara çıkmasından ibarettir. 

Aslına bakılırsa mağara arkadaşları, toplumlarının içine düştüğü küfür ve şirk söyleminden dolayı, içinde yaşadıkları toplumu terk edip dağlara yerleşen bütün hanif insanları sembolize etmektedir. Diğer bir deyişle Mağara arkadaşları yıllarca dağlarda sadece Allah’la baş başa kalan muvahhitleri temsil etmektedir. 




Sözü edilen kişiler mağarada sürekli  uyumamışlardır. Burada uyumaktan kastedilen dünyada olup bitenlerden yıllarca habersiz oluşlarıdır. Mağara arkadaşları eve dönmeye karar verdiklerinde gerçek dünya ile yaşadıkları dünya arasındaki farkla hemen yüzleşirler (alışveriş olayı) ve yıllarca gerçek hayattan çekilmiş olmanın yarattığı yabancılaşma duygusunu yaşarlar. 
Mağara arkadaşları mağarada sadece uyumamışlardır. “Lebi su” ifadesi analiz edildiğinde,  bu ifadenin sadece uyudular değil, içinde uyumanın da olduğu bir süre geçirdiler anlamına geldiği görülür. 
Sonuç olarak Ashab-ı Kehf’in kötülükle dolmuş dünyayı, işgal edilen memleket topraklarını terk ederek dağlara, mağaralara çekilen direnişçi grupların sembol ismi olduğu anlaşılıyor. Kıssada sonraki çağların insanlarına esaslı mesajlar verilmektedir.

Öyle görünüyor ki bu mesajları üç maddede toplamamız mümkündür:


1-Zulüm ve kötülüklerle dolmuş bir dünyaya teslim olmamak, işgallere direnmek, bunun için gerekirse dağlara çekilmek gerekir.

2- Zulmün ve kötülüğün inşa ettiği bir dünyaya yıllar sonra tekrar dönüldüğünde, yeni hayatın atardamarlarına girerek içten içe bir uyanış hareketi başlatmak gerekir. Dünya kötülere zalimlere bırakılamaz. Şehirler sonsuza kadar da terk edilemez.

3- Üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin, üzerine ölü toprağı serpilmiş bir halkın, çağın, uygarlığın veya devrin uyanması, dirilmesi, işgale uğramış bir toprağın tekrar kurtarılması mümkündür. Bunun gibi dünyada kim olursa olsun, kötüler ne kadar azarsa azsın dünya hayatı ne kadar sürerse sürsün nihayet bir gün yaratılışında yenilenmesi, mezardaki ölülerin bile hesaba çekilmek için diriltilmesi de aynı şekilde mümkündür. Çünkü yaşatan ve öldüren Allah’tır. Allah tarihin tüm yelpazesindedir. Allah hesaba katılmaksızın tarih yapılamaz. Bu dünyanın bir sahibi vardır. Size düşen her ne şartla olursa olsun kötülüğe ve zulme direnmek, hak ve adaleti yükseltmek ve ister şehirde, ister dağda daima ’O’nun ile olmak’ tır.” (İhsan Eliaçık)




Bu yorumlarda katılmadığımız yerler olabilir. Ancak bu farklı ve özgün yorumları boğarak ölüme mahkum etmemek gerekir.

Sonuç olarak;

1-İnsan zaman zaman içinde yaşadığı toplumun içine düştüğü derin krizlerle savaşma imkânını yitirebilir.

2- Bunun için Kur’an o toplumdan uzaklaşıp dağlara çekilmeyi bir imkân olarak önümüze koyuyor.

3- Ancak bu ilânihaye verilmiş bir ruhsat değildir. Nitekim mağara arkadaşlarının yeniden topluma dönmeleri bunu göstermektedir. 

4- O halde toplumsal sorunlardan kendini sıyırarak dağlarda zahit hayatı yaşamak bir mücadele biçimi değil, kaçıştır. 

5- Modern devrimcilerin önemli bir kısmı, belirli bir süreçte toplumlarını terk ederek sürgün hayatı yaşamışlardır.

6- Dağ metaforunun yozlaşmış bir toplumu değiştirmek için sığınılacak, arınılacak bir sembol olarak düşünülmesi ilginçtir.

7- Peygamberimizin de içinde yaşadığı toplumun anlayışından içi sıkıldığı anlarda dağa çıkması, kendini toplumun kirli ilişkilerinden korumak için mağaraya sığınması, dağın özgürlük arayışlarında ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Bu açıdan bakıldığında Hz. Peygamber’in vahyi bir mağarada alması ne kadar da anlamlıdır.

8- Unutmamak gerekir ki, Hz. Peygamber gerekli donanımı sağladığı anda  Mekke’nin kalbine inerek devrimci faaliyetine hemen başlamıştır.

9- “Bu kıssa varoluşun iki kutbu olan hayat ve ölümün mahiyetine dikkat çeker. ‘Bozulmuş bir toplum içinde direnerek mi yaşamalı, yoksa toplumu terk mi etmeli?’ sorusuna cevap teşkil eder . Zımnen der ki: İmanı yaşayacak bir mağaralık yeriniz varsa korkmayın!”(Mustafa İslamoğlu, Kur’an Surelerinin Kimliği, Kehf Suresi bölümü)




Ne mutlu insanlığın mutluluğu ve Allah’ın tarihteki yürüyüşünü gerçekleştirmek için yaşadığı toplumu terk edip mücadele edenlere. Onlar korkak birer kaçak değil, imkânını bulduklarında, tıpkı Peygamber’in Mekke’nin kalbine dönmesi gibi, içinde yaşadıkları topluma dönüp ıslah için mücadele edecek olan  kahramanlardır.
Ashâb-ı Kehf’in kötülükle dolmuş dünyayı, işgal edilen memleket topraklarını terk ederek dağlara, mağaralara çekilen direnişçi grupların sembol ismi olduğu anlaşılıyor. Gençler kötülüklerin ve zulmün egemen olduğu dünyaya ve bu şartların oluşturduğu düzene teslim olmayacaklarını ifade etmektedirler.  

Kehf Suresi’nin 9. ve 10. ayeti tekrar okunduğunda gerçek anlaşılacaktır: “Yoksa sen mağara arkadaşlarını ve yazma nüshalarını ayetlerimizden şaşılacak bir olay mı sandın? “Hani o gençler mağaraya çekilmişler ve şöyle demişlerdi: “Ey Rabbimiz, üzerimizden sevgi ve merhametimizi eksik etme ve içinde bulunduğumuz şartlarda bizi doğruluktan ayırma.”  




Devam edecek

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.