DEMOKRASİ SERÜVENİMİZ VE 23 NİSAN

ABONE OL
19:06 - 01/10/2020 19:06
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Türkiye, 1946 yılında aslında halkının bu yönde herhangi bir talebi olmadan çok partili düzene geçti. Sistemin değişmesi, yani batı tipi demokratik düzene geçilmesi için verilen kararda, ülkemizin bu yöndeki ihtiyacından çok o dönemdeki Türkiye’ye yönelik Stalin tehdidine karşı ülkeyi yönetenler tarafından batı bloğunda yer alma gerekliliğinin duyulması rol oynamıştı. Sonuçta, şaibeli olduğu tarihe geçen bir seçimle Cumhuriyet Halk Partisi’nden kopan bir grubun kurduğu Demokrat Parti’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girmesiyle “çok partili demokratik sistem” biçimsel olarak ülkemize gelmiş oldu.

1946 seçiminde hakkı yenen Demokrat Parti (DP) 1950 seçimlerinde ezici bir çoğunlukla iktidarı ele geçirdi. 1957 seçimleri DP’nin parlamento içindeki gücünü arttırdı ve hükümet ülkeyi hızla bir dikta rejimine kaydırdı. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ciddi kırılma noktalarından biri olan ve çağdaş bir Anayasa’nın çıkarılmasını da beraberinde getiren 27 Mayıs 1960 ihtilali sonucunda DP iktidarının devrilmesi ile bir başka sürece, yani demokrasi serüvenimize askeri müdahalelerle ara verilme sürecine girmiş olduk. 21 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963’de Talat Aydemir olayları, 12 Mart 1971 Askeri Muhtırası, 12 Eylül 1980 Türk Silahlı Kuvvetlerinin yönetime tümüyle el koyması ve 28 Şubat 1995 MGK kararları sonucunda hükümetin değişmesi gibi olaylar yakın tarihimizde etkileri sürmekte olan kilometre taşları olarak orta yerde durmakta. Türkiye, parlamenter demokrasiyi yürütüyor. Halkımız da bu sisteme alışmış görünüyor. Ancak günümüzde henüz katılımcı bir demokratik sisteme kavuşmuş olduğumuzu söylemek çok gerçekçi olmayacak.

1923-1946 yılları arasındaki tek parti yönetiminin aleyhine sonraları pek çok propaganda unsuru taşıyan sözler söylenmiş, bu dönemde ülkedeki rejimin demokrasi sayılamayacağı ileri sürülmüştür. Fakat Türkiye’nin son yıllarda genellikle yabancılara satılan ve kalkınmamızı inanılmaz bir hıza kavuşturan ulusal kamu yatırımlarının temelleri bu dönemde atılmış, toplumunun “yukarıdan hızlı değişimi” bu dönemde gerçekleştirilmiştir. Türk toplumu tarihte örneği belki bulunamayacak bir süratle “modernleşme” yoluna sokulmuş, tüm zorluklara karşın bunda ciddi mesafeler kat edilmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nda zorunlu olarak yaşanan sıkıntılar, sonraları tek partinin “kötü yönetimi” olarak değerlendirilmiştir; günümüzde halen de öyle söyleyenler çıkıyor.

Yaşayan en büyük tarihçimiz Halil İnalcık “Atatürk ve Demokratik Türkiye” adlı yapıtında Cumhuriyeti kuran iradenin daha işin başından itibaren halkoyuna verdiği önemi çarpıcı biçimde anlatıyor (1). Bu kitabı okurlarıma da önermek isterim. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, daha ulusal kurtuluş savaşımızın başından itibaren, Sivas ve Erzurum Kongreleriyle ve nihayet 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kurulmasında ve Cumhuriyet’in kuruluşunda milletin iradesi ile hareket etmiş, toplumun değişimi ve devrimler için “yukarıdan inkılap” yöntemini uygulamak zorunda olmasına karşın demokratik bir geleceğin temellerini atmıştır. Tek parti dönemi dediğimiz 26 yıllık süre, meşruiyetin demokratik zemine oturtulduğu, anayasal düzenin yapıtaşlarının sağlamlaştırıldığı ve tek parti olmasına karşın içinde farklı siyaset anlayışlarının barındırıldığı parlamenter bir düzenin olduğu dönemdir.

Hiç kuşkusuz, halen geçerli olan anayasamızın da özünü oluşturan ve artık geri dönülmeyecek kadar benimsendiğine inanmak istediğim çoğulcu demokrasimizin güçlenmesi, sadece demokrasinin toplumun tüm katmanlarınca tartışmasız kabul görmesi ve farklı arayışlara gidilmemesi ile mümkündür. Demokrasinin güçlenmesi, hukukun üstün kılınmasıyla, parlamentodaki millet iradesinin gerektiğinde yürütme erki ile fazla iç içe girmeden işlevsellik kazanmasıyla ve en önemlisi de bireysel hak ve özgürlüklerin katılımcılık noktasında engellenmemesi ile mümkün olacaktır. Hukuk, demokrasinin, ülke bütünlüğünün ve kişi hak ve özgürlüklerinin tek teminatıdır. Hukuk kurallarının pervasızca çiğnendiği bir düzende demokrasiden falan söz edilemez. O rejimin adı farklıdır.

23 Nisan’da 89. kuruluş yıldönümünü kutlayacağımız Türkiye Büyük Millet Meclisi, ancak toplumun gerçek anlamda demokratik katılımının ve temsilinin önünün açıldığı, hukukun üstünlüğünün tümüyle kabul gördüğü ve çağdaş uygarlık yolunda hiçbir engelin kalmadığı bir ortamda kurucusunun amacına tam olarak hizmet etme konumuna gelecektir.

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızı kutlar, iyi bir haftalar dilerim.

Dr. O. Can Ünver

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.