“BATI”NIN BİZLERE BAKIŞININ TEMELLERİ

ABONE OL
19:06 - 01/10/2020 19:06
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Türkler’in Asya’dan yola çıkıp batı yönünde ilerlemesi yüzyılların işi bir süreç. Tarihçilerin artık tartışmasız olarak kabul ettiği gibi, Anadolu’ya ilk gelişimizin tarihi 1071 Malazgirt Savaşından da önce ve bugünkü yurdumuzda bu tarihten önce de Türk boyları gelip yerleşmişlerdi. Önceki bin yıllarda “Öntürkler” olarak da anılan grupların Anadolu’da bir takım izler bıraktığına ilişkin arkeolojik buluntulara da rastlanıyor, hatta kullandıkları dilin bugünkü dilimizin öncüsü olduğu ileri sürülüyor. Ancak, tarihin bu çok eski dönemlerini bir yana koyup bugünümüzü etkileyen daha yakın tarihe değinmek istiyorum.

Türkler Müslüman olup da batı yönünde ilerledikçe doğal olarak batıda karşıt güçlerle karşı karşıya geldiler. Haçlı Seferleri bu çatışmaların yüzyıllar süren ilk aşamasıydı. İnsanlar din için, dinin arkasına saklanan başka çıkarlar için ve salt ekonomik nedenlerle kan akıtmaktan çekinmediler.

Bildiğiniz gibi, milliyetçilik ideolojisi çok sonralarının, Ondokuzuncu yüzyılın işi. Yani, uzun yüzyıllar içinde Türklerin önce Anadolu’ya, daha sonra da “suyun öteki yakasına” geçmeleri, Balkanlar, Macaristan, Avusturya, Polonya topraklarında at koşturmaları bugünkü milliyet anlayışıyla yorumlandığında geçmişteki karşıtlıkları yeniden üretmekte. İşte bu, günümüzde, sadece bizim coğrafyamızda değil, dünyanın hemen her yanında beşeri çatışmaları körükleyen, çoğu zaman da yapay tarihi kan davalarına neden olan bir paradigmaları, yani değerler dizisini tetikliyor. Farklı nesnel koşullarda ve genellikle ulusal bilinçler yeşermemiş iken çok değişik hareket noktalarından yola çıkılarak yapılan savaşları, barışları, fetihleri, akla gelebilecek her türlü devletlerarası ilişkileri, sanki bugün olmuş gibi şimdiki zamanın değer yargıları ile açıklamaya kalkışmak bence insanlığın barış içinde yaşayıp gelişmesini engelleyen ciddi tehlikelerden birini oluşturmakta.

Çoğu zaman bugünkü Türkiye’nin ve çağdaş Türklerin Batı dünyasındaki kanaat önderleri, bilim adamları ve medya erbabı tarafından statik, yani değişmez bir yargılama alışkanlığı ile çağlar öncesindeki kriterlerle değerlendirilmesinin doğrusu ben yukarıda değindiğim yanıltıcı yaklaşımdan kaynaklandığını düşünüyorum. Bilim dışı bu yaklaşımın kurbanı oluyoruz ister istemez.

Bu olumsuz yaklaşımın müsebbipleri “oryantalist” olarak nitelendirdiğimiz ve ne yazık ki aralarında bilim adamlarının da bulunduğu ve etkisi hiç azalmayan bir grup. Avrupa’da ve Amerika’da Türkiye denince bunların ağırlığını hissetmemek olanaksız. Eleştirdiğim oryantalizm, yerini ve sınırlarını kendisinin belirlediği “hayali bir doğu” yaratmış ve bu doğunun statik, değişmeyen bir yapısı olduğunu anlata anlata sözünü ettiğim çağdışı düşünce tarzını herkese kabul ettirmiştir. Bu tarz da gereğini yapmaktan geri durmayanların elinde hep aleyhimize işletilmektedir. “Geceyarısı Ekspresi” kepazeliği örneğin hala hatırlarda ve sanatsal değeri sıfırın altındaki bu abuk sabuk filmi zaman zaman Almanya’da da televizyonlarda gösteriveriyorlar. Gösterim günleri de ne hikmetse hep ulusal günlerimize isabet ediyor… Gerçi daha sonraki yıllarda bu filmi de aratan yazılı ve görsel medyada çok daha fazla “yapıtla” (!) karşılaştık ya, neyse!

İşte bu anlayış Türkiye’nin AB üyeliğini, Avrupa’daki Türklerin entegrasyonunu, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin varlığını, vs., kendi çizdiği paradigmanın sınırları içerisinde değerlendiriyor ve politikalar da hep bu temeller üzerinde yükseliyor. O politikaların, bizi bırakın, kimselere yararı olmadığını ve uygulayanların çıkarlarına da hizmet etmediğini bilmem söylemeye gerek var mı?

Şimdi bu dostane olmayan ve ulusların arasındaki ilişkileri zehirleyen, barış ve karşılıklı anlayış ortamını zorlaştıran tavırlar karşısında ne yapılması gerekiyor? Bu konu kısa bir yazının çerçevesine sığmayacak kadar önemli ve derinlemesine irdelenmeli. Ne yapılmaması gerektiği öncelikle düşünülmeli bence. Şu kadarını söylemeden geçmeyelim: “Oryantalizme” karşı “oksidentalizm”, yani batıyı oryantalistlerin metotlarıyla yargılayıp mahkûm etme yoluna biz Türkler kesinlikle başvurmamalıyız. Aksini yapmak, “hayatta en hakiki mürşidin ilim” olduğu gerçeğine ters düşmek olur ve husumete aynı husumetle cevap vermenin bir yarar getirmediğini söylemek isterim.

Cannes Film Festivali’nde “En İyi Yönetmen Ödülünü” alan Nuri Bilge Ceylan, bu ödülünü “tutkuyla bağlı olduğu yalnız ve güzel ülkesine” ithaf ettiğini söylerken ülkemizin birden fazla gerçeğine değinmiş oldu. Doğrudur, güzel ülkemiz Türkiye, sınırların ve mesafelerin önemini yitirdiği bu dünyada pek çok bakımdan gerçekten yalnızdır. Bu yalnızlıkta hiç kuşkusuz yukarıda dilim döndükçe anlatmaya çalıştığım ve hükümranlığını en azından son 250 yıldır elinden bırakmayan bilim dışı “oryantalist” sapkınlığın rol oynadığını unutmamamız gerektiğini düşünüyor ve bu konuya ileride de değineceğimi belirterek yazımı noktalıyorum.

Dr. O. Can Ünver

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.