ALMANYA’DAKİ TÜRKLERİN GİYİM KUŞAMI

ABONE OL
11:54 - 23/10/2020 11:54
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Almanya’ya çalışmaya ilk gelen yurttaşlarımızın o günkü konumuyla, şimdi burada yaşayan yurttaşlarımızın giyimi arasındaki farkı bir düşünelim. İlk gelenlerin anlattıklarına göre, Türk erkekleri takım elbiseyle gezer, kravat takar, günlük tıraş olurmuş. Kadınlar ise etek, pantolon giyer başı açık gezerlermiş. Ya şimdi? Bir Alman komşumun sorusu bana çok ilginç geldi. Komşum, “1980 yılından sonra Türklerin giyimi bozulmaya başladı. Erkekler başlarına takke taktılar, ütüsüz elbise ile gezer oldular, sakal uzatmaya başladılar. Kadınlar ise iyice kapandı, türban takmaya, yaz ortasında bile ayaklara kadar uzanan pardösüler giymeye başladılar. Size ne oldu böyle?” dedi.

Ben de size soruyorum; bize ne oldu böyle?

Okul müdürüm iyi insandır. Kızı bir İtalyan ile evli. Yabancılara karşı önyargısı da yok denecek kadar az. Böylesini bulmak kolay değil. Okulumdaki öğretmen arkadaşlarla bir okul gezisine çıkmıştık. Ruhr Havzası’nda bir kent merkezinde gezerken bize doğru yaklaşan türbanlı iki bayanı işaret ederek; “Deine Landsleute!” (Hemşerilerin!) dedi. Bunu söylerken yüzündeki küçümser ifadeyi okumuştum. “Evet” dedim, “N’olmuş?” Sonra kadınların arkasından bakarak, “Bak!” dedi. “Bilirsin, ben yabancılara karşı değilim. Ama şu Türk kadınlarının giyimine bak. Başlarında türban, üstlerinde yerlere kadar uzanan pardösü. Bu sıcak havada bunları nasıl giyiyorlar? Üstlerindeki renkler bile birbirine uymamış. Bir de öteki insanların giyimine bak.”

“Olabilir, burada demokrasi var, herkes istediği gibi giyinebilir. Biz sizin giyiminize karışıyor muyuz?” dedim. “Hele hele karnaval kıyafetleriniz yok mu?”

Müdür yüzüme baktı; “Karnaval başka!” dedi. “Şu kadınların giyimi caddenin manzarasını(!) bozuyor. Bu giyim bize rahatsızlık veriyor. Göze batıyorsunuz. Bu da sizi Alman toplumundan uzaklaştırıyor. İyice dışlanıyorsunuz. Avrupa Birliği’ne bu kıyafetle mi gireceksiniz?”

Bunları bana dostça söyleyen müdürüm böyle düşünüyor. Bu sözler üzerine epey düşünmek gerekiyor. Elbette herkes giyiminde özgürdür ama insan çağa ve çevresine uymazsa gülünç duruma düşebilir. Almanlar, “Kleider machen Leute”, Nasrettin Hoca, “Ye kürküm ye!” demiş. Elbette kafamızın içi, düşüncemiz, insanlığımız hepsinden önemlidir ama içimizdeki güzelliği dışımıza da yansıtmak zorundayız. Bir topluluğa girdiğimizde kimse kafamızın içini okuyamıyor; ama tıraşsız yüzümüzü, ütüsüz pantolonumuzu, boyasız ayakkabımızı, çağa uymayan giyimimizi hemen fark ediyor ve bizi adam yerine koymuyor; bizi arasına almıyor; toplantıda, trende, otobüste yanımıza bile oturmuyor. Giyimimizi alay konusu yapıp fıkralar üretiyorlar. Sonra da her fırsatta, “Türkler bu topluma uyum sağlamıyor” diye bas bas bağırıyorlar. İçinizden, “Giyimimiz düzelse, sanki başka gerekçeler öne sürmeyecekler? “diyebilirsiniz. Olabilir ama, hiç olmazsa bu gerekçelerinden birini ortadan kaldırmak bizim elimizdedir.

Elbette modern giyinen, giydikleri üstüne yakışan gençlerimiz ve yetişkinlerimiz de çok. Ama imgemizi (imajımızı) sanki ötekiler belirliyormuş gibi bir hava var burada. “Hele siz ama, hiç Türk’e benzemiyorsunuz?” demeleri yok mu? Adamı çileden çıkarır. Akıllarınca iltifat etmek istiyorlar; ama yaptıkları düpedüz hakaret… “Yahu, ben de çağdaş bir Türk’üm. Kafanızdaki klişeye uymuyorum” diye haykırasınız geliyor. Demek ki Batılı bize çatmak için öteki Türk imajını yeğliyor ve bu fırsatı onlara biz vermiş oluyoruz.

Mustafa Kemal Atatürk’ün giyimle ilgili şu sözleri unutulmamalıdır:

“Bizim kılığımız uygar ve uluslararası mıdır? (Hayır, sesleri) Size katılıyorum. Deyimimi hoş görünüz. Altı kaval üstü şişhane diye anlatılabilecek bir kılık, ne ulusaldır ve ne de uluslararasıdır. Öyleyse kılıksız bir ulus olur mu arkadaşlar? Böyle nitelenmeye razı olur musunuz arkadaşlar? (Hayır, hayır, kesinlikle sesleri)

Çok değerli bir taşı çamurla sıvayarak dünyanın gözüne göstermekte anlam var mıdır? Ve bu çamurun içinde değerli taş gizlidir, ama anlayamıyorsunuz, demek doğru mudur? Değerli taşı gösterebilmek için çamuru atmak gereklidir, doğaldır. Değerli taşın korunması için bir koruncak (mahfaza) gerekirse onu altından ya da platinden yapmak gerekmez mi? Bu denli açık gerçek karşısında duraksamak olabilir mi? Bizi duraksatanlar varsa onların bönlüğüne, aptallığına hüküm vermekte bugün de duraksayacak mıyız?

“…Uygar ve uluslararası kılık bizim için de çok değerli, ulusumuza yaraşır bir kılıktır. Onu giyineceğiz.” (Atatürk Cep Kitabı, 2000, s.82)

Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde etkinlik gösteren Türk toplum kuruluşları, öteki konularda olduğu gibi giyim kuşam konusunda da yurttaşlarımızı uyarıcı, aydınlatıcı çalışmalar yaparlarsa çok yararlı olur. Yıllar önce Krefeld kentinde, Türk kadınlarının düzenlemiş olduğu defilenin büyük bir ilgi gördüğüne tanık olmuştum. Genç kızlarımız diktikleri elbiselerle katılmışlardı bu defileye. Eğer bu toplumda kendimize yer edinmek, çağdaş Türkiye’nin aydınlık yüzünü Avrupa’da temsil etmek istiyorsak Atatürk’ün şu sözlerinin gereğini yerine getirmek zorundayız:

“…Uygarım diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı aile yaşamıyla, yaşayış biçimiyle uygar olduğunu göstermek zorundadır. Kısacası, uygarım diyen Türkiye’nin, gerçekten uygar olan halkı, başından aşağıya dış biçimiyle de uygar ve yetkin insanlar olduğunu edimli olarak göstermek zorundadır.” (Atatürk Cep Kitabı, 2000, s.74)

Bahattin Gemici

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.