KANÇILARYA’DA KİFÂYETSİZ BİR MUHTERİSE

ABONE OL
18:05 - 01/10/2020 18:05
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best
KANÇILARYA’DA KİFÂYETSİZ BİR MUHTERİSE

Geçtiğimiz ay iki ayrı toplantıya katıldım. Berlin’de hizmet veren sivil toplum kuruluşları(STK)’nın davet edildiği toplantılardı bunlar. İlk toplantının evsahibi T.C.Berlin Başkonsolosu Muhammed Mustafa Çelik. İkinci toplantının ev sahibi T.C.Berlin Büyükelçiliği Eğitim Müşaviri Prof.Dr.Cemal Yıldız idi. Toplantılar zamanında başladı.
 
Başkonsolos M. Mustafa Çelik’in toplantısı; STK’ ler Çalıştayı olarak adlandırıldı. Farklı bir toplantıydı. Amacı itibarıyla değerlendirecek olursak Berlin’de yapılan ilk toplantıydı diyebiliriz. Başkonsolos M.Mustafa Çelik yaptığı konuşmada; Berlin’e Türk Kültür Merkezi’nin veya Türk İş Merkezi’nin çok yakışacağından bahsetti.  Berlin’de yaşayan 300.000 Türkiyeli’nin başaramayacağı hiçbir işin olamayacağının da altını çizdi. Başkonsolosun aradığı o şey, yıllardan beri bizim de aradığımız ama birtürlü bulamadığımız şeydi: “Birlik ve beraberlik.”
M.Mustafa Çelik’in bizim bulamadığımız o şeyi bulmasını can-ı gönülden arzu ediyorum. Bunun için STK’ lerin bu oluşumda çalışmak için zaman ayırmaları, maddi açıdan destek olmaları gerekiyor.
 
Başkonsolos, Türkçe derslerine de değindi. Berlin’in bazı ilçelerinde, geçmişte Alman makamlarıyla karşılıklı  atılan imzalarla yürürlüğe giren Türkçe ve Türk Kültür Dersleri için, sorunlar çıkmaya başlamış. Okullar, Türkçe dersleri için kullanılan sınıflardan kira almak isterlermiş. Kira ödenmezse Türkçe dersi verilemeyecekmiş. Üzüldük.
 
Yapabileceklerimiz üzerinde konuşulmak üzere “Sivil Toplum Kuruluşları” söz aldılar. Teklifler sundular, temennilerde bulundular. Böyle bir toplantının yapılması  sevindirici. Devlet-Millet elele olursa çözülemeyecek problem mi olurmuş. Gözlerimiz ikinci toplantıya çevrilmiş durumda.
 
T.C.Berlin Büyükelçiliği
Toplantıya Eğitim Müşaviri Cemal Yldız davet etti. Milli Eğitim Bakanlı’ğı Dş Münasebetler Genel Müdiresi yanında bir heyetle Berlin’e gelmişler. Onların da sepetlerinde Türkçe dersi varmış. Burada resmi makamlarla görüşmeler yapmışlar, konuyla ilgili STK’lerin temsilcileriyle de görüşmek isterlermiş. ‘Hay hay…’ dedim ve verilen saatte ve yerde arkadaşlarımla birlikte hâzır ve nâzır idim.
 
Maalesef seviyesiz bir toplantı oldu. Genel Müdire Funda Kocabıyık  makamını dolduramıyor. Tetikçi gibi davranıyor. Problem çözmek için değil de üretmek için konuşuyor. İkide bir söz verdiği kişilerin sözünü kesiyor. İki lafından biri; “Benim elemanım, Cemal Yıldız’ı göstererek bunları ben tayin ettim, ben elemanlarımı özellikle seçerek gönderiyorum…” olunca, ortada seviye falan kalmadı. Bardağı taşıran son damla; “ben sizi buraya  usulen çağırdım” cümlesi oldu. Kalkıp gitsek Cemal Bey’e saygısızlık olacak, çaresiz yerimizde uslu uslu oturduk.
 
Toplantının detayı şöyledir:
Genel Müdire Funda Kocabıyık  selamlama konuşmasını yaptı.  Hemen sonra söz STK temsilcilerine geçti. Birkaç arkadaştan sonra Türk Eğitim Derneği adına ben söz aldım. Önce Türk Eğitim Derneği’ni tanıttım. Sonra da Diyaspora’nın Türkiye’deki  halk gibi görünmemesi gerektiğini, diyasporanın Hristiyan kültür içinde yaşayan azınlık olduğunu bilerek proje üretmek gerektiğini söyledim…Sözüm kesildi,  “Sen biliyor musun, ben bu konuların uzmanıyım, neyin nasıl olduğunu çok iyi bilirim…uzunca bir nasihattan sonra, sözüme devam etmem istendi.
 
Sayın Müdirem biz Cemal Bey’in çağrısı üzerine  STK’ ler olarak buraya geldik, çağrılınca hep geliriz, ama biz kendi konularımızı konuşmaya başlayınca kavga ederiz…Sözüm yine kesildi.”Neden kavga ediyorsunuz, hepiniz Türkçe biliyorsunuz, ben meselelerinizi kavga etmeden de çözeceğinize inanıyorum….uzunca bir nasihat daha dinledik.
 
Tekrar sözüme devam etmem istendi.
Buradaki Türkçe dili öğrenme konusunun çözüme ulaşması için önce devlet, sonra STK’ler ve en sonunda aileler görevlerini yerine getirmelidirler. Mesela devlet; devlet yeteri kadar bu konuya eğilmiyor. Burada bu konuya ciddi olarak eğilen iki kişi tanıyorum, birisi geçmiş Eğitim Ataşelerinden Hayrullah Duman, ikincisi Sayın Müşavirimiz Cemal Yıldız’dır. Aradaki görevliler dişe dokunur bir çalışma yapmamıştır. “Sözümün başında söyledim, diyasporayı Türkiye gibi düşünemezsiniz.” dedim, “hakim kültür Hristiyanlıktır.” dedim.
“Mesela, bugün sizin bu heyetinizin içinde Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan da bir üye olmalıydı…
 
Sözüm kesildi ve yine uzunca bir nasihat…  Bayan Kocabıyık’ın bıyıklarının terlemeye başladığını en arka sıradan farkedebiliyordum.
 
Tekrar sözüme devam etmem istendi,
“Sayın Müdirem sözümü bir daha keserseniz ben konuşmayı bırakırım siz devam edersiniz. Ben tekliflerimi sunamıyorum. Bakın Almanlar Türkçe konusunda yaptıklarında kendilerine göre haklıdırlar, biz Almanların ne yaptıklarından ziyade biz bugüne kadar Türkçe için ne yaptık onlar üzerinde konuşmamız gerekiyor. Türkiye’de 3.5 milyon Almanın  olduğunu düşünelim ve bir empati yapalım…”
 
Sözüm yine kesildi… ve Genel Müdire iktidara geldiklerinden beri Almanlarla olan münasebetlerden bahsetmeye başladı ve açıkça AK Parti propagandası yapar gibi çıktı er meydanına…
 
Araya girdim ve “Siz hamasi konuşmalar yapıyorsunuz, bu konuşmalarla bir yere varamazsınız ve ben burada sözümü kesiyorum  buyurun siz konuşmaya devam edin.” dedim ve yerime oturdum. Cemal Yıldız bey konuşmamı tamamlamamı söylese de ben tekrar mikrofona dönmedim.
 
Toplantıdan sonra kapının önünde beklemeye koyuldum, gelsin de Sayın Müdire, derdinin ne olduğunu sorayım istedim; Müdire’den Önce Cemal Yıldız Beyefendi geldi ve yapmak istediğim şeyi yapmamamı benden rica etti ve ben de o ricaya uyarak evimin yolunu tuttum.
 
Dosya
 
Heyete sunmak üzere bir dosya hazırlamıştım. Dosyayı Sayın Müşavirimize verdim. Heyete sunamadığım o dosyayı bu vesileyle sizlerle paylaşmak isterim:
 
TÜRK ÖĞRENCİLERİN ALMANYA’DAKİ  EĞİTİM SORUNLARI
 
Türk Eğitim Derneğinin Tespitleridir
29.11.2017
 
Türk Eğitim Derneği
Reuterstr.58
12047 Berlin
 
GİRİŞ
 
Berlin’de Türk çocuklarının eğitim problemleri çok çeşitlidir. Ancak bunların temelinde 3 önemli konu yatmaktadır. Ana dil bilgisinin eksikliği, din anlayışının yanlış olması ve tarih bilgisinin ve bilincinin olmayışı.
 
İçinde bulunduğumuz yılda (2017), Alman okulları Türkçe dersi için kullanılan sınıflardan ücret alma peşine düşmüştür. Kendi göbeğimizi kendimiz kesmek zorundayız. Yapacağımız çalışmaların aile ayağı vardır, okul ayağı vardır, STK ayağı vardır, devlet ayağı vardır. Çevre ve medya ayağını da unutmamak gerekir.
 
İstisnasız bütün sivil toplum örgütleri toplantılarında bir vesileyle konuyu eğitime getiriverirler. Duyarlı iki Türk bir araya gelse “Ne olacak bizim çocukların hali!” diye başlarlar eğitim konusunda sohbete. Eğitimi konuşmak kolaydır. Ancak, eğitime yatırım yapmak zordur. Fedakarlık ister, irade ister, cesaret ister. Ciddi bir çalışma içine girmek söz konusu olunca ortalıkta kimse kalmaz. Eğitime yapılan yatırımların boşuna gideceğine inanılır. Beklemeye tahammülümüz yoktur. Hemen netice isteriz.
 
Problem tespiti ve temel çözüm önerileri
Endişemiz var, endişelerimiz var, boş ver diyenimiz var. Çocuklarımız, okullarda aşağılanıyor, öğretmenler tarafından yanlış yönlendiriliyor, üniversite okuma yerine meslek edinmeleri tavsiye ediliyor. Teneffüslerde Türkçe konuşmaları yasaklanıyor, barbar diye, çingene diye kendileriyle alay ediliyor, sözde soykırım iddialarıyla hakarete uğruyorlar. Bizim üzerinde durmak istediğimiz birilerinin çocuklarımızı aşağılaması, onu yargılaması değil. Bizim derdimiz çocuklarımızın bu konularda muhataplarına verecekleri sağlam bilgilerinin olmamasıdır. Kendisinin barbar olmadığını muhataplarına anlatamamasıdır. Zavallı bilmiyor, tanımıyor kendisini.
Bazıları kabulleniyor barbarlığı, demek ki öyleymişiz diyor. Bazıları da karşı koyuyor, hem de kaba kuvvetle karşı koyuyor, ben öyle değilim diyor, hakaretleri kabullenemiyor. Ancak haklılığını bilgi ile destekleyemediği için haksız duruma düşüyor.
 
Birinci kuşak hizmetler zincirinde yerini almış ve gerekli hizmetleri ne pahasına olursa olsun, o bilgisiz ama saf ve cesur haliyle bugüne kadar getirmiştir. Cami ise cami, dernek ise dernek, para ise para ne gerekiyorsa yapmış ve görevi ikinci kuşağa iç huzuruyla devretmiştir. Ancak ikinci kuşak emanete gereği gibi sahip çıkamamış ve birinci kuşağa büyük ölçüde problem olmuştur. Problemler büyümüş ve kartopu haline gelmiştir. Problemlerin çözümü, eğitim faaliyetlerinin yer, zaman, şahıs ve cemiyet açısından bilinçli olarak yürütülmesine bağlıdır.
Bugün dini motiflerle süslediğimiz bir eğitime eskisinden daha fazla ihtiyaç vardır. Geleneklerin güzellikleri ile süslenen, milli şuur ile tarih şuuru ile desteklenen bir dini eğitim, ancak gençlerin kimlikli hale gelmelerine yardımcı olacaktır. Bilinçsiz olarak verilen dini eğitim ve ırkçılığı ön plana çıkaran ulus bilinci gençleri saldırganlaştırabilecektir. Her ikisi de gelecek için tehlikelidir. Doğru olan, kendi hakkına sahip çıktığı kadar başkalarının hakkına da sahip çıkacak görüp gözetecek olgunlukta bir genç yetiştirmektir. Vatan sevgisi, millet sevgisi, bayrak sevgisi, Allah sevgisi eğitimde mutlaka belirleyici bir rol üstlenmelidir.
 
Başta anne ve babalara görev düşüyor. Sonra da sivil toplum örgütlerine. Sonra da devletimize düşüyor bu görev. Kimse “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” dememelidir. Bu deyimi “gençliğimizin, geleceğimiz olmasını isteyenler”  hiç dememelidir. Türkçe, Türk tarihi, İslâm tarihi, Selçuklu tarihi, Osmanlı tarihi, yakın tarih kültürümüzün ayakta duran eserleri, folklorumuz, masallarımız, hikâyelerimiz, edebiyatımızın diğer örnekleri, gençlerimize bilgi olarak verilmelidir.
Gençlerimize örnek alabilecekleri insanlar ve o insanların başarıları anlatılmalıdır. Hedefe giderken sapmaların olmaması için, rehber gereklidir.
 
SORUMLULARA DÜŞEN GÖREVLER:
 
Anneler ve babalar
Bilgi sunmak, eğitmek bedel ister. Bedelini ödemediğimiz hiçbir şey bizim değildir. Bu bedeli, önce anneler ve babalar ödemelidir. Önümüze çıkan her fırsat çocuklarımızın geleceği için değerlendirilmelidir.
 
Sahip olunan gayrimenkuller, bankada duran paralar, sadece övünmeye yarayan kazanımlarımız olmaktan öteye geçmiyorsa gençliğimiz, geleceğimiz olamayacak demektir. Maddi varlıklar mutlaka yarınki nesiller için aktif hale getirilmelidir.
 
Birinci kuşak, geleneğindeki büyükanne ve büyükbaba rolünü üstlenerek tarihteki yerini mutlaka almalıdır. “Ben emekli oldum bundan sonra altı ay Türkiye’de altı ay burada yaşarım” anlayışından vazgeçilmelidir. “Ben torunlarımın başında duracak ve onlara yapabildiğim kadar eğitmenlik yapacağım, benim bundan sonraki görevim budur.” anlayışıyla hareket edilmelidir. Türkiye’yi sadece yıllık izin için ziyaret eden her bir Türkiyeli insan için bu böyle olmalıdır.
 
İnsan ömrü çok kısadır. Zaman ise çok kıymetli. Bu süre ne kadar akıllı kullanılırsa mutluluk açısından ve kimlik sahibi bir genç yetiştirme açısından o kadar faydalı olacaktır. Türkiye’ye yapılan yatırımlar çoğu insanımıza mutluluk yerine sıkıntı getirmiştir. Mümkünse bu sıkıntılardan kurtularak buradaki neslin gelecekteki mutluluğuna katkı sağlaması için gerekli adımlar acilen atılmalıdır.
 
Sivil Toplum Kuruluşları
Onlar da bedel ödemek zorundadırlar. Almanya’da hizmet veren STK‘lar eteklerindeki taşları dökerek meselelerini konuşmayı öğrenmelidirler. Almanya’da yaşayan Türkiyelilerin üzerinde konuşacak ortak değerleri oldukça fazladır. Asgari değil, azami müştereklerimiz vardır. STK‘ları bir araya getirmek zor değildir. Ancak onların kavga etmeden konuşmalarını sağlamak zordur.
 
Almanya’da yaşayan insanımızın beslendiği kaynak Türkiye’dir. Türkiye’deki partilerdir, dini cemaatlerdir, tarikatlardır, örgütlerdir. STK‘lar Türkiye ile elbette paslaşacaktır, ancak oyun alanı mutlaka Almanya olmalıdır.
 
Yabancılar, Türkler ve özellikle de Türk gençleri arasında işsizliğin yoğun olduğu günümüzde, gençlerin başarı durumları da göz önünde tutularak meslek eğitimi olanakları geliştirilmelidir. STK’lar, özellikle işadamları dernekleri bu konularda Türk işletmelerine bilgilendirme ve maddi imkanlar sağlayarak, onların meslek eğitimi verecek konuma gelmeleri için çalışmalıdırlar.
 
Devlet
Devlet kurumlarının çalışmaları sıkıntılıdır burada. Sorumlulukları vardır ancak şahit olduğumuz kadarıyla yetkileri sınırlıdır. Halkla devlet elele olmalıdır, halkımız bu birlikteliği görmelidir.
 
Almanya’daki gençlerin Türkiye’yi tanımaları için altyapı oluşturmaları gerekmektedir. Bunun Türkiye’ye geziler düzenlenebilir. Bu gezilerin konaklama, ulaşım, rehber vb. masrafları karşılanmalıdır.  
 
Almanya’nın önemli şehirlerinde kültür merkezleri açılmalıdır. Gereken personel Almanya’dan temin edilmelidir. 4 seneliğine gelen görevlilerin o kadar da çok verimli olduğunu söyleyemeyiz. Mantalite farklılığı, kültür farklılığı istenilen sonucun alınmasına mani oluyor.
Diyasporadaki insanımızın ihtiyacı olan eğitim araç ve gereçleri kendilerine verilmelidir.
Almanya’nın farklı büyük şehirlerinde Türk kütüphaneleri açılmalıdır.
 
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ:
 

  1. Halkımızın sorunlarını rahatlıkla iletebileceği eğitimi amaçlı danışma merkezleri oluşturabiliriz.
Bu merkezlerde oluşturulacak danışma grupları, gelen sorunları gruplandırarak ilgili makamlara ulaştırır ve takibini yapar.
 
  1. Ana dil öğretim ve eğitim kursları açabiliriz.
Kelimeler, deyimler, espri ve estetik anlayışında, gençler kendi kültürlerine tamamen yabancılaşmışlardır. Kendi kültürümüze ait güzelliklerin gençlere sunulmayışı, gençleri ister istemez yabancı kültürlerin ağına düşürmüştür. Türkçe bütün kuşaklar için önümüzde duran büyük bir problemdir. Bu konuda Türk konsoloslukları ile iş birliğine girilmelidir. Bu konuda gerekli olan araç ve gereçlerin temininde onlardan azami derecede yardım alınmalıdır.
 
Türkçe kursları ihtiyaca göre her ilçede açılabilir. Bu konuda o ilçelerde hizmet veren sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yapılabilir.
 
Çocuklarımıza ana dilleri Türkçe olan çocuk yuvaları açılmalıdır. Türkçenin, sınıf geçmeyi etkileyen notlu biçimiyle örgün ve yaygın olarak öğretilmesi için mücadele verilmelidir. Ana dili öğrenimi bir haktır ve ayrıca diğer dillerin öğrenilmesinin ön koşuludur. Türkçe Almanya’da en çok konuşulan ikinci ana dilidir. Dünyada 300 milyon insanın ana dili ve dünyada en çok konuşulan 5. dildir. Türkçe’nin bu konumundan yola çıkarak, okullarda öğretilen diğer yabancı diller yanında 2. yabancı dil olarak da sunulması gereklidir. Ayrıca bunun toplumsal birlikte yaşamaya katkısı da gözardı edilemeyecek önemdedir.
 
  1. Almanca eğitimine önem vermeliyiz.
İçinde yaşanılan ülkenin lisanı, bir kitabı veya gazeteyi okuyup anlayabilecek derecede mutlaka öğrenilmelidir. Verilmeyen hakların alınabilmesi, savunulabilmesi, aldıktan sonra da korunabilmesi için dil öğrenmek bir zorunluluktur. O ülkede doğup büyüyenler ise ülke lisanını en üst seviyede konuşmalı, anlamalı ve yazmalıdır.
Çocuklar Almanca kitap okumaya teşvik edilmeli, bunun için imkanlar sağlanmalıdır.
 
  1. AKültürel değerler unutturulmamalıdır.
Kültürel eğitim uygulanmadığı için, genç kendisine ve çevresine yabancılaşmış, huyları ve davranışları değişmiş, duygusallığı kaybolmuş, elektronik aletlere tutkunluğu artmış, internet merakı hastalık haline gelmiştir. Genç, insanlardan kaçmaya başlamış, yalnızlığı tercih eder duruma gelmiş, sosyal planda gerilemiş ve mahcuplaşmıştır. En kötüsü; okumaya, öğrenmeye, güzel sanatlara, çalışmaya karşı isteksizleşmiş, ilgisizleşmiş, dağınıklık hoşuna gider olmuş, giyim kuşamıyla kendisine yabancılaşmış, dîni kurallara ve değerlere bîgâne hale gelmiştir. Fertler ile toplum arasındaki kaynaşmanın yerini bireyselliğin almış olmasıyla ne pahasına olursa olsun ayakta durmak zorunda olan genç, zamanla yalnız kalmıştır. Çağın baş döndürücü hızı iki toplum arasında sıkışıp kalan talihsiz genci örseleyip bir köşeye atıvermiştir.
 
Arkadaşlık etme, eğlenme ve evlenme kuralları değişmiştir. Arkadaş seçiminde ailenin tavsiyesi kalktığı için, olumsuz kişilerle arkadaşlık yapanların sayısı çoğalmıştır. Evliliklerde eşlerin birbirlerine verebilecekleri ahlaki değerler ve moral gücü kaybolmuş yerini cinsel ilişki, şekilcilik, maddecilik almıştır. Gençlerin, çocukların, eğlenme ve yemek yeme zevkleri, alışkanlıkları tamamen değişmiştir. Gerek dini otoritenin gerekse aile otoritesinin ortadan kalkması, gençlerde saldırganlık eğilimini de kamçılamıştır. Kültürel eğitime katkı için: Folklor kursları, musiki kursları, resim ve elişi kursları, biçki dikiş ve yemek kursları, okul öncesi eğitim için çocuk yuvaları, bilgisayar kursları, tiyatro kursları, hitabet kursları açılmalıdır.
 
Sofra geleneği Türk örf ve âdetinde önemli bir yere sahiptir. Bu önemli geleneğimiz ne yazık ki bugün anlamını yitirmiştir. Yitirmiştir değil hatta tedavülden bile kalkmıştır. Aile fertleri sofrada bir araya gelememektedirler. Ailenin üyeleri kendi hallerine bırakılmışlar, karınlarını istedikleri yerde doyurur hale gelmişlerdir. Sofranın en ucunda oturan aile büyüğü yok artık bugün. Yemeklere besmele ile başlanmıyor, sofradan kalkarken dua edilmiyor, artık sofralarımızda Allah’ın verdiği o güzel nimetlerin şükrü eda edilmiyor. Elleri yıkayarak sofraya oturmak, sofradan kalkarken izin almak, sofradan kalktıktan sonra dişleri temizlemek v.b. adetlerimiz neredeyse yok denecek kadar azalmış. Ağız temizliği için bir mendille ağzı silmek yetiyor.
 
Dini bayramlar tamamen olmasa bile unutturulmuştur. Bayram geleneği unutulunca büyükler ile küçükler arasındaki kaynaşma otomatik olarak ortadan kalkmıştır. Kendi kültürlerinden kopan ailelerin, geleneksel değer yargıları da değişmeye başlamıştır. Çocuklar bu durumdan etkilenmiş ve yaşadığı toplumun kültürünü ve inancını kendi inanç ve kültürünün yerine koymuştur. Böylece çekirdek aile bireyleri arasında ikinci bir bölünme başlamıştır.
 
  1. Dini eğitim çocukların kimlik kazanmaları için çok önemli bir unsur olduğu için dini eğitim konusunda doğru adımlar atılmalıdır.
Almanya’da din eğitimi Kuran merkezli ve mezhepler üstü bir eğitim olarak verilmelidir. Bilhassa ilmilah konularında herhangi bir mezhebin görüşü yerine Kuran’ın bu konudaki buyruğu esas alınmalıdır. Savaş ayetleri ile günlük yaşamla ilgili ayetler birbirinden ayırt edilerek çocuklara öğretilmelidir. Bunun için dini cemaatler biraraya gelerek ortak bir müfredat oluşturmalıdır.
Neuköllen Belediye Başkanının organizasyonuyla, oruç tutma yaşı ile ilgili olarak 2016 yılında bir çalışma yürütülmüştür. Tüm dini cemaatlerin davet edildiği toplantılarda konu tartışılmış ve bir sonuç bildiri hazırlanmıştır. Benzer çalışmaları Berlin’de hizmet veren dini cemaatler kendi aralarında yapmalıdırlar.
Bizim insanlarımızın büyük çoğunluğu Cuma günleri camiye giderler. Dini cemaatlerle diyalog içine girilerek vaazlarda ve bilhassa hutbelerde eğitim ve öğretim konusunda veliye düşen görevler sık sık hatırlatılmalıdır. Bu çalışma, devamlılığı olan bir çalışma olmalıdır. Bu çalışmanın içine dini cemaatlerin eğitimcilerinden ve hocalarından da birer temsilci alınmalıdır.
 
  1. Eğitim Senatörlüğü ve ilçe eğitim müdürlükleri ile işbirliği içine girilerek konu ile ilgili bilgi alışverişinde bulunulabilir.
Problemlerimiz ve çözüm yollarını gösteren yazılı bir metin kendilerine sunulabilir. Bu konularda velileri bilgilendirici seminerler düzenlenebilir, açık oturumlar yapılabilir. Ancak, sorunların tespitinde ve çözümünde hedef kitlenin dünya görüşleri, dini hassasiyetleri, kültürleri ve içinde yaşadıkları toplumun “mahalle baskısı” göz ardı edilmemelidir.
 
  1. Partilerin eğitim sözcüleri ile ilişki kurularak bilgi alışverişinde bulunulabilir.
Problemlerin çözümünün önemli ayaklarından biri siyaset makamıdır. Milletvekilleriyle mecliste eğitimi konularında alınacak kararlar üzerine çalışmalar yapılmalıdır. Gençler farklı partilerde yer almaya teşvik edilmelidir.  
 
  1. Çalışmalara önce okullardan başlanmalıdır.
Hangi okullarda çalışma yapılacaksa belirlenmelidir.
Yapmak istenilenler okul yönetimine birebir anlatılmalıdır.
Sorunların tek taraflı çözülemeyeceği konusunda okul yönetimi ikna edilmelidir.
Sorunlara suçluluk psikolojisi içinde yaklaşılmamalıdır: Biz Berlinliyiz. Burada çalışıyoruz, vergimizi ödüyoruz. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Berlin’in yeniden imarında büyük katkımız var. Çocuklarımız burada doğdu, büyüdü. Saçları siyah olmasaydı onlara Alman denirdi. Bu çevrede dolaşıyorlar. Temel eğitimlerini çocuk yuvalarında aldılar. Yanlış yapıyolarsa bu yanlışlık bize ait değildir, Alman eğitim sistemine aittir. Bundan dolayı meydana gelen yanlışlıklardan tek taraflı olarak sorumlu tutulamayız.
 
  1. Okullarda veli toplantısına katılarak, taleplerimiz öğretmenlere anlatılmalı ve onların talepleri de alınmalıdır.
Alman öğrencilere ve onların velilerine Almanya’daki yabancı gerçeğini, Müslüman gerçeğini anlatacak olanlar, okul yönetimidir, öğretmenlerdir.
Bu konularda okul yönetiminin, öğretmenlerin olumlu yönde aktif görev almaları sağlanmalıdır.
Yabancıları ve Müslümanları ötekileştirmenin, eğitimin önünde duran önemli engellerden biri olduğu gerçeği konusunda okul yönetimi ve öğretmenler uyarılmalı ve ikna edilmelidirler.
 
  1. Bazı okullarda öğrencilerin kökenleri, tarihi, dili, inancı ve gelenekleri konusunda aşağılandığı duyumları alınmaktadır.
Yaşanılan ülkelerdeki resmi ideolojiler Türkleri barbar olarak, çingene olarak tanıtırken genç bu tanıtım karşısında aktif olamamış ve söylenenleri kabul etmek zorunda kalmıştır: Çünkü genç kendi tarihini bilmemektedir. Bu durum genci aşağılık kompleksine düşürmüştür. “Türkler barbar değildir, çingene değildir” demek onun için belki kolaydır ama bunu ispat edecek bilgi donanımı onda yoktur.
Aşağılanmaya vesile olacak davranışlar konusunda veliler ve öğrenciler bilgilendirilmelidirler.
Yetkililerle görüşülmeli ve gerekli alt yapı çalışmaları yapılmalıdır.
El ilanı, broşür vs. ile hedef kitle aydınlatılmalıdır.
Televizyon, gazete ve dergilerde, Almanya’nın geleceği için yabancılarla “birlikte yaşama kültürü” oluşturulması konusunda, programlar yapılması teklif edilmeli ve bu tekliflerde ısrarcı olunmalıdır.
Alman eğitim sistemindeki yanlışlıklar tespit edilerek ilgililere ve yetkililere çeşitli kanallardan ulaştırılmalıdır.
 
  1. Alman medyasıyla iletişime geçilerek taleplerimiz Alman halkına iletilmelidir.
Sorumlu olanlar sadece yabancılar değildir. Almanlar da sorumludur. Yabancıları hedef tahtasına koyan Alman siyasetçileri ve bürokratları da sorumludur.
Almanların yaptıkları yanlışlıklar da medya ile paylaşılmalıdır. 
Bu konularda açık oturumlar ve sempozyumlar düzenlenmelidir.
Almanlar empati yapmaya davet edilmelidir.
 
  1. Zaman zaman eğitim kampları düzenlenerek öğrencilere ve ailelere görevleri anlatılmalıdır.
Ailelere çocuklarının içinde bulunmuş oldukları şartlar hakkında bilgi verilerek çocuklara nasıl davranmaları gerektiği anlatılmalıdır.
Bu kamplarda; arkadaş seçiminin önemi anlatılmalıdır, çocuklara okuma sevgisi aşılanmalıdır, okuyabilecekleri Türkçe ve Almanca hikaye, masal ve şiir kitapları tavsiye edilmelidir.
Ayrıca okuma saatleri düzenlenmelidir. Okuma etkinliğine velilerin de katılmaları sağlanmalıdır.
Okuma günleri düzenlemenin önemi buralarda anlatılarak diğer zamanlarda da rutin olarak bulundukları çevrede okuma günleri düzenlemeleri tavsiye edilmelidir.
 
  1. Almanya içine ve Almanya dışına geziler düzenlenerek öğrenciler arasında arkadaşlıkların güçlenmesine yardımcı olunmalıdır.
Toplu geziler çocukların üzerinde unutulması mümkün olmayan tatlı hatıralar bırakacaktır, bilgilerini ve görgülerini artıracaktır.
Sağlam arkadaşlıkların oluşmasına vesile olacaktır.
Özellikle Türkiye’ye kültür gezileri yapılmalıdır. Çocuklar bu gezilerde eğlenirken tarih ve kültür miraslarını tanımalıdır. Dillerini geliştirmelidirler.
 
  1. Eğitimin önemi ve ailelerin bu konulardaki görevleri hakkında hazırlanacak kamu spotları sosyal medyada, radyolarda ve değişik yayın organlarında yayınlanmalıdır.
Kitle iletişim araçları insanların günlük yaşamda vazgeçilmezidir. Bu araçlarla insanlara ulaşmak daha kolay olacağından buralarda sunulan bilgiler akıllarda kalıcı olacaktır.
 
  1. Gençlerin sosyal ve psikolojik danışmanlık alabileceği merkezler olmalıdır.
Kimi zaman geçlerimiz sorunlarını kendi başlarına çözmek zorunda kalabiliyorlar. Böyle durumlarda bir uzmana kolayca ulaşmaları için zemin hazırlanmalıdır. 
 
  1. Bütün bu çalışmalar için gerekli olan maddi destek sağlanmalıdır.
Arkasında maddi desteği olmayan hiçbir oluşum, lazım gelen çalışmayı yapamaz. Yapılan çalışmalar çok cılız kalır.
Eğitime yapılan yatırım uzun vadede geriye döner, aceleci olmamak gerekir, sabırlı olmak gerekir.
 
 
Rüştü Kam
 
Not.:
Ben herhangi bir partnin düşmanı falan değilim. Beni Berlin’de en sağından en soluna kadar her fraksiyon tanır. İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu ile 3 sene aynı çatının altında çalıştık, o beni daha iyi bilir. 

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.