HUDEYBİYE ANTLAŞMASI (I)

ABONE OL
18:58 - 01/10/2020 18:58
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

”Biraz daha sabret! Biraz daha maruz kaldıklarına göğüs ger! Bunların ecrini mükâfatını Allah’tan dile! Muhakkak Allah, senin ve yanında bulunan kimsesiz Müslümanlar için bir ferahlık, bir çıkar yol yaratacaktır. Onlara vermiş olduğumuz söze vefasızlık edemeyiz.”

…Elçi bu savaşlardan sıkılmıştı. Ölen ve şehit olan insanlar ve o insanların geride bıraktıları yakınlarının durumu Elçi’nin ciğerini dağlıyordu. O insanlara acı çektirmek için görevlendirilmemişti, O’nun görevi insanları mutlu etmek için çalışmaktı. Hendek savaşına kadar geçen sürede birçok küçüklü büyüklü savaşlar olmuştu. Elçi o savaşlarda can kaybı olmasın diye bir gayret içinde olmamış mıydı hep. Bu kadar kanlı savaşlardan sonra 110 kşinin ölmesi ve 93 kişinin şehit olması Elçi’nin asıl niyetini göstermiyor muydu…

Aklından geçenleri arkadaşlarıyla paylaştı Elçi. Onlar da Elçi gibi düşünüyorlardı. Savaş istemiyorlardı artık. Akşam evlerinde tatlı bir muhabbet olsun istiyorlardı. Çocuklarıyla mutluluk dolu bir hayat yaşamak istiyorlardı. Ölmenin ve öldürmenin sonu yoktu. Acı, ıstırap ve göz yaşı…

Elçi Mekkelilerle masaya oturmak istiyordu. Hayberlilerle müttefik olan Mekke devletiyle yapılan bir anlaşma, o coğrafyada yaşayan kabileler arasında barışın sağlanması demekti. Ticaret yollarının açılması demekti. Bölgeye yeniden canlılık gelecekti, huzur gelecekti. Yeniden panayırlar kurulacak insanlar çocuklarını ellerinden tutarak o panayırlarda eğlenecek, stres atacaktı, ürettiklerini satacaklar ve ihtiyaçları olan eşyaları alabileceklerdi…

Elçi amacını gerçekleştirmek için Mekke’nin nabzını da tutmak istiyordu. Bunun için gruplar halinde Mekke’ye seyahatlar düzenlenmeye başlandı. Başlangıçta bu seyahatlar Mekkeliler tarafından yadırgansa da, Mekke’nin ekonomisine olan katkılarından dolayı Medine’den gelenlere ikramda kusur etmediler. Bu heyet aynı zamanda Mekke’den istihbarat da topluyordu. Bu haberleri değerlendiren Elçi ve arkadaşları Mekke’ye barış için elçi göndermeye hazırlanırken; barış teklifi Mekkelilerden geldi. Körün istediği bir göz, Allah vermişti iki göz…

Mekkeliler de bıkmıştı aslında bu savaşlardan… İntikam nereye kadar diye düşünüyorlardı onlar da. Medine’li grupların Mekke’yi ziyaretlerinden aldıkları cesaretle Elçi’ye barış teklifinde bulundular.

Elçi Mekke’lilerin barış teklifini alınca, hemen gerekli istişarelerini yaptı ve barış teklifini kabul etti. İyi niyet göstergesi olarak da Mekke’ye hurma ve buğday karşılığı, onların elindeki işlenmiş derileri alabileceği teklifini yaptı. Teklif kabul edildi: Çünkü Meke’de kıtlık başlamıştı. Ticaret yapamıyorlardı. Oysa Mekke’nin can damarıydı ticaret. Ticaret yolları Medine devletinin sınırları içinden geçiyordu. Mekke devleti kansızlıktan ölmek üzereydi…

Elçi bu arada bir diplomatik adım daha attı. Ebu Sufyan’ın Habeşistan’da olan kızına evlilik teklifi yaptı. Kocası ölmüştü Ümmü Habibe’nin. Habeşistan’da dul kalmıştı. Evlilik teklifi Ümmü Habibe tarafından kabul edildi. Elçi Habeş Kralı Necaşiye haber göndererek nikahlarını kıymalarını istedi. Sonra da O’nun Medine’ye kadar can güvenliğinin sağlanmasını rica etti…Necaşi tekifi memnuniyetle kabul etti ve gerekenleri yaptı…

Bu arada Elçi Medine sokaklarında münadiler dolaştırmaya başladı. ”Hacca gidiyoruz…Hacca gidiyoruz…” Münadiler Medine sokaklarını çın çın çınlatıyorlardı…Sokaklarda bayram havası esmeye başladı. Herkes sevinçliydi, memleketlerine gideceklerdi, gurbet hasreti son bulacaktı, sevdikleriyle kucaklaşacaklardı. Hazırlıklar yapıldı ve yola çıkıldı. Elçi silahını almadı yanına…Mekke’lileri tedirgin etmek istemiyordu. Barış amaçlı olarak yola çıktığını savaşa niyeti olmadığını bu haliyle anlatmak istiyordu Mekke’lilere.

Sahabelerden bazıları şaşkınlıklarını dile getirdiler
Hz.Ömer:
– „Ya Resulullah! Seninle savaş halinde olan bir topluluğun üzerine silahsız ve atsız olarak mı gideceksin? Ebu Süfyan ve adamlarının bize saldırmasından endişe etmiyor musun?”
Elçi:
– „Umreye niyetlenmiş iken silah taşımak istemem!”
Sa’d bin Ubade:
– „Ya Resulullah! Keşke yanımızda silah taşısaydık, şüpheli bir davranışlarını görürsek onlarla savaşırdık.”
Elçi:
– „Ben ancak Umre niyetiyle yola çıkıyorum. Silah taşımam!”

Elçi tavrını koydu…
Hudeybiye’ye Mekke’liler Elçi’den önce gelmişlerdi. Mekke’ye 15 km. uzaklıktaydı Hudeybiye. Selamlaştılar. Elçi karargahını kurdu ve hemen arkadaşlarını oradaki bir ağacın altında topladı ve onlara barış amaçlı olarak burada bulunduklarını tekrar hatırlattı ve ekledi:„Karşılığı ne olursa olsun bugün burada Mekke’lilerle bir anlaşma yapılacaktır.” Elçi barışın sağlanması konusunda kararlıydı. Ancak, olası bir anlaşmazlık sırasında çatışma çıkarsa sonuna kadar savaşacaklarına dair onlardan yinede söz aldı. Bu biat tarihe „Rıdvan Biatı” olarak geçecektir.

Hudeybiye Antlaşması
Hicretin 6. senesi, Zilkâde ayı. (Milâdî 628 )Rıdvan Biatı, Kureyş’lileri fazlasıyla korkutmuştu. Haksız da değillerdi. O güne kadar yaptıkları savaşların hepsini kaybetmişlerdi. Ya Muhammed sözünde durmazda Mekke’yi işgal etmeye kalkarsa diye diken üzerinde duruyorlardı. Heyet başkanı Süheyl bin Amr’dı.
Kureyş’liler Süheyl başkanlığındaki bu heyete: ”Gidin, Muhammed’le sulh anlaşmasında bulunun. Fakat buradan dönüp gitmek şartıyla bu anlaşmayı yapın. Eğer bu şartı kabul etmezlerse anlaşmaya yanaşmayın.” Talimat böyleydi…
Elçi heyetin başında Süheyl’i görünce sevindi ve bu sevincini hemen arkadaşlarıyla paylaşıverdi. Yüzü gülüyordu Elçi’nin: ”Artık, işiniz bir derece kolaylaştı! Kureyş’liler, sulh yapmak istedikleri zaman hep bu adamı gönderirler” dedi. Ebû Sufyan da ticaret kervanının başında Suriye’ye gitmişti…Belliki O da olası bir anlaşmazlıkta sonradan araya girecek ve sorunu çözecekti…Elçi artık Ebû Sufyan’ın damadıydı…Aileden biri olmuştu…

Sulh Heyeti Peygamberimizin Huzurunda
Kureyş elçisi Süheyl bin Amr, Elçi’nin huzuruna vardı ve O’nunla .uzunca bir süre konuştu. Sonra Elçi’ye arkadaşlarının huzurunda sulh teklifinde bulundu. Elçi sulh teklifini kabul etti. Zaten Medine’den barış niyetiyle çıkmıştı yola. Barış şartlarının müzakeresine geçildi. Şartlarda anlaşmaya varıldı. Sıra antlaşma şartlarının yazılmasına gelmişti. Hz. Ali antlaşmanın şartlarını yazmak üzere kâtip tayin edildi.

Peygamberimiz, Hz. Ali’ye, ”Yaz!” dedi. ”Bismillahirrahmanirrahim.” diye yaz…
-Süheyl bin Amr, buna itiraz etti. ”Biz, Bismillahirrahmanirrahim’i bilmiyoruz. Sen böyle yazma!” dedi.
-Elçi, ”Öyle ise nasıl yazalım?”
-Süheyl, ”Bismike Allahümme, şeklinde yaz” dedi.

Kureyşliler, eskiden beri ”Bismillahirrahmanirrahim” yerine ”Bismike Allahümme’yi” kullanırlardı.
-Elçi, ”Bismike Allahümme de güzeldir” dedi ve Hz. Ali’ye, ”Haydi yaz: Bismike Allahümme” diye yaz dedi. Hz. Ali de aynı şekilde yazdı.

Anlaşma şartlarını yazdırmaya devam etti Elçi:
”Bu anlaşma, Muhammed Resûlullahın, Süheyl bin Amr’la üzerinde anlaşmaya varıp sulh oldukları, icabının taraflarca yerine getirilmesi kararlaştırılıp imzaladığı maddelerdir.”

Kureyş heyeti başkanı Süheyl yine itiraz etti,
-”Vallahi, biz senin gerçekten Allah’ın Resûlü olduğunu kabul edip tanımış olsaydık. Beytullahı ziyaretine mani olmaz ve seninle çarpışmaya kalkmazdık” dedi.
-Elçi peki söyleyin nasıl yazalım?
-Süheyl, ”Muhammed bin Abdullah diye kendi ismini ve babanın ismini yaz” yeter dedi.
-Elçi , ”Bu da güzeldir” dedi ve Hz. Ali’ye, ”Yâ Ali, sil onu. Sil de Muhammed bin Abdullah yaz” dedi.
-Hz. Ali, ”Hayır! Vallahi, ben Resûlullah sıfatını hiçbir zaman silemem” dedi.

Hz. Ali’nin bu itirazına sahabelerde katıldılar:
-”Biz, Resûlullah Muhammed’den başkasını yazdırmayız. Ne diye dinimiz uğrunda bu eksikliği, bu hakareti kabul ediyoruz?” diye kendi aralarında yüksek sesle konuşmaya başladılar. Ortalık bir anda karıştı. Bu kadarı da fazla diye sinirli sinirli el kol hareketleriyle volta atanlar bile vardı.
Elçi arkadaşlarını sükunete davet etti. Birden sustular. Elçi Hz. Ali’den kalemi aldı ve o kelimeleri silerek, yerine: ”İbni Abdullah (Abdullah’ın oğlu)” kelimelerini yazdı.
Musalaha Maddeleri
Nihayet sıra maddelerin yazılmasıne geldi:
1- Müslümanlar bu sene Kâbe’yi ziyâret etmeden dönecekler, Kâbe’yi bir yıl sonra ziyâret edeceklerdir.
2-Müslümanlar Kâbe’yi ziyâret için geldiklerinde, Mekke’de üç günden fazla kalmayacaklar ve yanlarında birer kılıçtan başka silah bulunduramayacaklardır.
3-Müslümanların Mekke’de bulunduğu günlerde, Kureyş’liler Mekke dışına çıkacaklar, Müslümanlarla temâs etmeyeceklerdir.
4-Mekke’lilerden biri Müslümanlara sığınırsa, Müslüman bile olsa, geri verilecek; fakat Müslümanlardan Mekke’lilere sığınan olursa, geri istenmeyecektir.
5- Kureyş dışında kalan diğer kabileler, iki taraftan istediklerinin himâyesine girmekte ve anlaşma yapmakta serbest olacaklardır.
6- Bu anlaşma on yıl süreyle geçerli olacak, bu müddet içinde iki taraf arasında saldırı ve savaş olmayacaktır.

Sahabelerin itirazı
Elçi her ne surette olursa olsun Kureyş müşrikleri ile bir anlaşma yapmak istiyordu. Bu surette Medine devletinin siyasî kudret ve mevcudiyetini hem onlara hem de bütün dünyaya göstermek ve tanıtmak istiyordu. Bu sebeple, Kureyş heyetinin başkanı Süheyl’in teklif ettiği anlaşma maddelerini kabul ediyordu. Bu inceliği bir anda kavrayamayan arkadaşları hiddetleniyor, hem de itiraz ediyorlardı.
Hattâ, Mekke heyetinin başkanı Süheyl, Peygamberimize, ”Sizden biri bize gelirse reddetmeyelim. Amma bizden size bir adam gelirse Müslüman olsa bile geri vereceksin” diye teklifte bulunduğu zaman, Müslümanlar birden hiddetlenerek, ”Sübhanallah! Müslümanların yanına gelmiş bir Müslüman, müşriklere tekrar nasıl geri çevrilir?” diye itiraz etmişler, sonra da Elçiye, ”Yâ Resûlallah! Bu şartı da kabul edecek misin?” diye hayretle sormaktan çekinmemişlerdi.
Eliçi de, ”Evet, bizden onlara gidecek olanları Allah bizden uzak etsin! Onlardan bize gelip, geri çevireceğimiz kimseleri de muhakkak Allah biliyor! Onlar için elbette bir genişlik, bir çıkar yol yaratacaktır.” diye cevap vermişti.

Ebû Cendel Hadisesi
Antlaşma maddelerinin yazılması bitmişti. Fakat taraflarca henüz imzalanmamıştı. Tam o sırada, zincire vurulmuş birinin kendini Müslümanların arasına attığı görüldü. Gariptir ki bu, Kureyş murahhas heyeti başkanı Süheyl bin Amr’ın oğlu Ebû Cendel idi. İslâm şerefiyle şereflenmesine, müşrikler, ayaklarını zincire vurmakla karşılık vermiş ve onu hapsetmişlerdi. Ebû Cendel hapsedildiği yerden bir fırsatını bularak kaçmış ve Mekke’nin alt tarafından kimsenin göremeyeceği yollardan binbir zorlukla Elçi’nin huzuruna çıkagelmişti.

Ebû Cendel, bizzat babasın kendisine revâ gördüğü dayanılmaz işkence ve eziyetlerden kurtulmak için kendisini Elçi’nin ayaklarının dibine atmış ve O’na yalvarıyordu: ”Ey Allah’ın Elçisi beni kurtar bunların elinen ” diyordu.
Ne var ki, az evvel yapılan anlaşma buna imkân vermiyordu. Süheyl, onu Elçi’den geri istedi ve devam etti:
-”İşte! Sulh şartları gereğince bana geri vereceğin kişilerden ilki budur” dedi.
-Elçi, ”Biz, sulh anlaşmasını henüz imzalamış değiliz” dedi ise de Süheyl diretti ve tehdit savurmaya başladı: ”Vallahi ben de sizinle hiç bir madde üzerinde anlaşma yapmam!” dedi ve restini çekti.
-Elçi adeta Süheyl’e yalvarıyordu,”Haydi, bu seferlik bunu bana bağışla, hatırım için bağışla ” diyordu. Süheyl’in restini göremiyordu.
-Süheyl son olarak :”Ben bunu asla yapamam” dedi ve son sözünü söyledi.

Elçi’nin işi zordu. Ebû Cendel’i geri vermek demek, onu bile bile eziyet ve işkence çemberi içine atmak demekti. Vermediği takdirde, Kureyş heyeti anlaşmayı feshedecekti. Halbuki o Medine devletinin ve müslümanların geleceği için bu anlaşmanın şart olduğunu biliyordu. Mekke devletinin tanımadığı bir devleti dünya devletleri asla tanımayacaktı. Evet O bunu çok iyi biliyordu.

Hepsinden de önemlisi söz vermişti bir kere Elçi Süheyl’e. Anlaşma imzalansa da imzalanmasa da O sözünde durmalıydı. Sözünden dönmek O’na yakışmazdı.

Elçi, Ebû Cendel’i babasına teslim etti. Etti etmesine de Ebû Cendel’in feryadı hem O’nun hem de Müslümanların gönlünü dağlıyordu: ”Yâ Resûlallah! Ey Müslümanlar! Siz, beni bana eziyet etsinler, işkence etsinler diye mi, bunlara teslim ediyorsunuz? Siz benim eziyet çekmeme rıza mı gösteriyorsunuz?” diyordu.
Kelimeler Elçi’nin boğazında düğümleniyordu, bakamıyordu bile Ebû Cendel’in yüzüne. Göz yaşları sel olmuş akıyordu yanaklarından aşağıya doğru. Ebû Cendel’e güçlükle şöyle diyebildi.: ”Biraz daha sabret! Biraz daha maruz kaldıklarına göğüs ger! Bunların ecrini mükâfatını Allah’tan dile! Muhakkak Allah, senin ve yanında bulunan kimsesiz Müslümanlar için bir ferahlık, bir çıkar yol yaratacaktır. Onlara vermiş olduğumuz söze vefasızlık edemeyiz.” Diyerek O’nu teselli etmeye çalışıyordu…

Devam edecek

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.