İçimizde büyüyen kötülük: Sıradan faşizm!

0

BEĞENDİM

ABONE OL

İnsanlık tarihine geçecek salgın günlerindeyiz. Kimimiz durumun ayırdında değil gerçi, bu türden deneyimler herkese doğrudan ya da dolaylı öğretiyor. “Kapitalizmin maskesi düştü” diye yazmıştım, yerine ne konacağı hususunda kuşkuluyum; endişem daha otoriter bir dünyaya uyanacağımız yönünde. Üstelik halklar bunu zorunlu sayacak, gönüllü teslim olacak. Korku her şeyi yaptırır, düşmanlığı artırır.

Nazilerin yargılandığı mahkemeleri izleyen felsefeci Hannah Arendt “Kötülüğün Sıradanlığı” kavramını geliştirmişti. Ortalama insanın ne yaptığının ayırdında olmadan, güdüleriyle, alışkanlıklarıyla faşizme boyun eğdiğini, dahası ürettiğini, parçası olduğunu söylemişti. Haklıydı kuşkusuz, herkes Hitler gibi ideolojik gerekçelerle tutum almıyordu; devlete bağlı olmak, kutsal saymak, emirleri yerine getirmek görevdi sıradan insan için. Çıldırtıcı günlerde benzeri duruma doğru hızla gittiğimizi görüyorum. Elbet mizah durmuyor, biri sosyal medyada şöyle yazmış: “Halkımız sokağa çıkması gerektiğinde evde, evde olması gerektiğinde sokakta!

***

Halkımıza layık bulduğumuz kimi değerlerin de hızla çöktüğünü görüyoruz. Yakın zaman önce “misafirperver” halkımızın sığınmacı düşmanı olduğunu tanık olduk. Evladına sevgiyle, duyarlılıkla bağlı annelerin, sosyal medya sağ olsun, nasıl ırkçıya dönüştüğünü gördük örneğin. “Çalışkan” olduğu savından çoktan vazgeçmiştik halkımızın da, buna bir de “büyüklerine saygılı olma” efsanesinin yıkılması eklendi. Şimdilerde sokaklarda yaşlı kovalayanlara sıkça rastlıyoruz. Yetmiyor, bir de elinde kamerayla belgeleyip çoğaltıyor gençler. Saygılı da değiller, merhametli de!

Devam edelim… Baştan beri tehlikeli bulduğum Mili Eğitim Bakanı’nın hazırladığı uzaktan eğitime şahit olduk karantina günlerinde. Mecburen eve tıkılan çocuklar, çok lazımmış gibi, şimdi televizyon ya da benzer araçlarla eğitim alıyorlar. İlk gün gördük ki “faşizm” devlet eliyle yayılıyor, çocuk zihinler korku ve hamasetle dolduruluyor. İlkin Menderes’in idamını izledi çocuklar, yetmedi IŞİD benzeri kafa kesenleri gördüler, ardından da bolca ilahi dinlediler. Ne laiklik, ne pedagoji, ne bilimden söz edebiliriz. Keşke çocuklarımızı korona sayesinde bir süre koruyabilseydik bakandan!

***

Sosyal medyayı Gezi döneminde böyle yoğun kullanmıştık. Elbette basın diye bir şey ortada kalmayınca insanlar el yordamıyla yolunu buluyor. Kirli bilgi hızla yayılıyor. Hekimler, sağduyulu insanlar dayanışmayı büyütüyor. Öte yandan hangi hakikatin gözden kaçtığını da fark ediyoruz. Sağlık düzeni paralı olunca eşit hizmet almanın mümkün olmadığına şahit oluyoruz. Virüs herkese eşit sanıyorlar, oysa değil. Yoksulun hizmete ulaşması çok güç! Yani sorun sınıfsal. Bireysel sağlık yaklaşımı yanlış, “halk sağlığı” düşünülmeli.

Sağlık Bakanı’nı alkışlayanlar oldu başta, süreç ilerledikçe yetersizlikler görüldü. Malzeme sıkıntısı, kapsamlı test yapmanın önündeki engeller bir bir açığa çıktı. Pamuk ipliğine bağlı ekonomi çökecek diye, canı pahasına işçi, emekçi çalışmaya devam ediyor. Endişe, kaygı da salgın artık, evine nasıl ekmek götüreceğini bilmeyen insanlar ruhsal çöküntü yaşıyor. Bir de o korkulu saat yaklaşırken, bakanın açıklama zamanı, iyice gerilim artıyor.

***

Bir de yapmacık ünlüler var başımızda. Önüne gelen evinden canlı yayın yapıyor, diyeceğim yok. Yalnız sanki kendi okurmuş gibi kitap tavsiye edenler yok mu, pek sinir bozucu. Herkes entelektüel kesildi başımıza. Bakıyorum tavsiyelere, çoğu çer çöp. Ama suratlarda sahte gülümseme, burun üstüne iliştirilmiş gözlük konuşuyor ünlü kişi! Neyin ünlüsüyse, kendi meşrebine uygun anlatıyor. Bir yandan da “entelektüel sefalet” iyice açığa çıkıyor. Tam da bu günlere neden geldiğimiz anlaşılıyor böylece!

Camus’un “Veba”sını yeniden okudum. Din adamlarının peşine düşen halk, salgın artıp kapısına dayanınca öfkeleniyor, bu yoldan vazgeçiyor. Böyle dönemlerde şarlatanlar da meydanı boş buluyor elbette. Bir yerde şöyle diyor Camus:

… Çinlilerin bu gibi durumlarda, veba tanrısı karşısında tef çalacaklarını yazdıktan sonra, gerçekten önlemlerin mi yoksa tefin mi etkili olduğunu bilmenin kesinlikle olanaksız olduğunu belirtiyordu. Soruyu kestirip atmak için de bir veba tanrısının bulunup bulunmadığını araştırmak gerektiğini ve bu konudaki bilgisizliğimizin akla gelebilecek her türlü düşünceyi kısırlaştırdığını eklemekle yetiniyordu.

Korona tanrısı var mı, tef çalarak sorunu çözer miyiz acaba?

Devamını Oku

#Terörist

0

BEĞENDİM

ABONE OL

İnsanlık tarihi gericilerle aydınlanmacılar arasındaki kavgayla ilerledi. “Gerici” kavramı ile inanç sahipleri arasında bağ kurmak yanlıştır. İnanç sorgulanamaz. Bir kimsenin hangi dine, mezhebe ait olduğunu sormak suçtur. Laiklik; inanan insanı özgürleştirir; tarikatlar, cemaatler elinden kurtarır. Birey olmak önemlidir, bunu ancak Cumhuriyet sağlayabilirdi kuşkusuz ve elbette laiklikle, demokrasi yoluyla. İnsan, aklını esaretten kurtarmak için çok çabaladı. Bunu başardı mı, emin değilim. Bugün hâlâ dünyanın dört yanında din maskesi altında “yobaz” saldırganları gördükçe umut kırıklığı yaşıyorum.

***

Korona günlerinde, onca uyarıya karşın hâlâ bilimdışı yollarla çözüm arayan “yobaz”lara rastladık. Bunlar türlü türlü. Kimi “seküler gerici” dediğimiz türden. Aşı karşıtlığı güzel örnek! Uzmanlık alanı dışında ahkâm kesen ve ucu ırkçılığa varan genetikçiler gördük. Koronayı hafife alıp insanlara “kelle paça” önerenlere rastladık. Korkutucu bir durumdur bu, kitleleri etkileyen insanların yanlışı ağır sonuçlar doğurur.

Bir de yanmaz kefen satan, salt dua ile hastalıktan korunacağını öne süren din tacirleri, yobazlar var. Bunlar “Kültürel İslam” dışında kalan, siyasallaşmış düzenin adamlarıdır. Her fırsatta inançlı insanları sömürürler. Her dinde vardırlar ve tehlikelidirler. Özellikle kapalı çevrelerde etkin oldukları için, geniş kesimlere kolayca sızarlar. Bunların ne yapabileceğini, yani tarikat, cemaat ilişkilerinin siyasette, toplumsal yaşamda etkin olduğu zaman ne türden sonuçlar vereceğini 15 Temmuz’da gördük. Mesele bütündür.

***

Geçen hafta değerli çizer Birol Çün’ün bir çalışmasına rastladım. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana tasvir edilen “yobaz” tiplemesi ile bu günler arasında bağ kurup hicvetmişti. Ben de sorumlulukla sosyal medyada “Sorun bu” diye paylaştım. İnançlı insanları sömüren bu “yobaz”lara karşı uyanık olunması gereğini dile getiren çizimin önemli işlevi olduğunu düşündüm. Olağan koşullarda bu türden bir çalışma alkışlanmalı, hatta din üstüne düşünenler tarafından da paylaşılmalıydı. Virüs yüzünden umreden gelenlerin karantinaya alındığı, camilerin kapandığı şu günlerde “yobaz”la mücadele görevdir. Peki, ne oldu dersiniz?

***

Kimi AKP milletvekilleri, yalaka basın üyeleri, şarkıcı türkücü takımı ve paralı troller bir yerden düğmeye basılmış gibi beni hedefe koydular. Neden? Orada tasvir edilen çizimi “Müslüman” olarak algıladıkları için. Oysa benim toplumda karşılaştığım, bildiğim, saygı duyduğum pek çok inançlı insan, bilime, insan haklarına, hukuka saygılı; Cumhuriyet değerlerine bağlı! Şu günlerde bu inanç sahibi insanlar bilime kulak veriyor, izinden gidiyor. Bu saldırı sonucunda, değerli bir sanatçının çizimini paylaşan bendeniz “terörist” ilan edildim. Şaka değil, Aziz Nesin’lik bir durum işte. Beni Vatan Emniyet’e çağırdılar…

***

İşin ilginci, sokağa çıkma yasağının konuşulduğu günlerde, meğer en önemli mesele paylaşımımmış. Sordular: “Çizim senin mi?” diye. Nerede o yetenek bende? “Niye paylaştın” diye sordular. Anlattım. Yukarıda özetlediğim tüm gerekçeleri bir bir saydım. “Gazeteci olduğumu, toplumsal ödevim bulunduğunu, uyarı görevimi yerine getirdiğimi” söyledim. Alkış beklemediğimi ama hiç değilse mesleğini yapanlara saygı gösterilmesi gereğinden söz ettim. İmzaladım. Savcıya gitti metin, evime geldim.

Meselenin bir diğer boyutu da “ifade özgürlüğü” kapsamıdır. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde “irkiltici” olması dahil, her türlü ifadenin özgürce dile gelmesi esastır. Çizer arkadaşımız, tam da bunu yerine getirmiştir. Ben de etkilendiğim için paylaştım. Burada ne halkı kin ve nefrete sevk etmek vardır, ne de toplumu ayrıştırmak söz konusudur. Tersine, toplumu uyaran, içinden geçtiğimiz zor süreci sağlıklı atlatmamıza katkı yapar bir sanat eserleridir söz konusu olan.

***

Gelelim meselenin “terörist” boyutuna. Kalem kâğıda inanırım ben, okumaya yazmaya, söylemeye, tartışmaya ve düşünmeye. Dolayısıyla şiddetle hep mücadele ettim, edeceğim. “Önce söz vardı” ilkesi esastır benim için. Birilerinin beğenmedikleri fikirleri dile getirenlere utanmazca “terörist” demesinin ülkeye maliyetini gördük. Bu saldırgan söyleme katkı veren herkes suçludur. Ancak sözü olmayan kimse söver, saldırır. Bu kişiler hakkında da suç duyurusunda bulunduk elbette. Bana terörist etiketiyle sosyal medyada saldıranların neredeyse tümümün FETÖ güzellemesi var geçmişinde mesela. Kim terörist, kim değil tarih hemen gösteriyor

Devamını Oku

Korona günlerinde Diyanet!

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Korona salgınıyla ilgili gösteri amaçlı basın toplantısı yaptı diye Sağlık Bakanı’na destek veren muhalifler de dahil olmak üzere, herkes söyleniyor: “Olmadı sayın Bakan cuma namazı kararı, umreden dönenlerle ilgili uygulama olmadı” diye. Acı acı güldüm. Nasıl da aldanıyor insanımız?

Sorunları doğru tahlil edemediğimiz müddetçe çözümler konusunda hep düş kırıklığı yaşarız. Bizim gibi geri kalmış ülkeler, popülist siyasilerin elinde oyuncak hale gelir. Diyeceksiniz ki: “E, ABD; e, AB ülkeleri, farklı mı?” Orada hiç değilse kurallar, kurumlar var. Siyasileri dizginleyecek gelenek var. Hukuk var, bilim var. Bizde hamaset, cehalet, bir de Diyanet var!

Saray’ın sözü üstüne söz olur mu?

Sarayın onayı olmadan herhangi bir iktidar üyesinin nefes alması bile söz konusu değildir. Acı ama böyle. Bu RTE’yi olduğundan öte kudretli saymak değil, hakikat. RTE patron, kabine üyeleri, vekiller de çalışan. Üstelik aralarında makul ilişki de yok. Biri buyuruyor, diğerleri yapıyor. Siyasal İslamcı bir partinin cuma namazını durdurma kararı kolay değildir. Umreden gelenleri karantinaya alması da!

Burası Türkiye. Yıllar önce bir toplumsal deney yapılmıştı. Travesti kılığına giren oyuncu, yol kenarında fuhuş için müşteri bekliyordu. Yanaşan araçlardakilere ücretinden önce: “Ben AIDS’liyim” diyordu. Aldığı yanıt hep aynı oldu: “Biz Türküz, bize bir şey olmaz!” Benzer günlerdeyiz. İnsanımız olayın ciddiyeti konusunda ne denli bilgili, duyarlı görüyoruz!

Neye yarıyor Diyanet?

Diyanet, on binlerin toplandığı cuma namazında: “Kalabalığa girmeyin” uyarısında bulundu yurttaşlara. Gülmek isterdim ama kim bilir nasıl bir felaket o gün tetiklendi! Aynı Diyanet, peyderpey gelen umrecilerin karantinaya alınması konusunda irade koymadı. Başarılı sanılan Sağlık Bakanı, boynunu büküp: “Kendinizi karantinaya alın!” tavsiyesinde bulundu! O saatlerde AKP yöneticileri boy boy umreden dönenlere yaptıkları ziyaretlerin fotoğraflarını paylaşıyordu sosyal medyada!

Şarlatanlara kanıp kelle paça yiyerek salgından kurtulacağını sanan insanımız, yakında evine dek sızan virüsle yaşamaya alışır belki. Bu süreç bize, bilimden ne denli uzak olduğumuzu bir kez daha gösterdi. Canla başla toplumu bilgilendirmeye çalışan gerçek bilimciler ya ekranda yer bulamadı ya da çok izlenmek için uydurulmuş medya maymunlarına maruz kalarak dert anlatmaya çalıştılar. Diyanet bu süreçte ne anlattı ahaliye derseniz, abuk sabuk masallar işte!

Acı ama hakikat bu!

Etik sorunumuzun ne boyutta olduğunu da gördük süreçte. Evlerin kapısını tıklatıp: “Sağlık Bakanlığı’ndan geldik” diyen soyguncular; hastanelerde hekimler için hazır bulunan maske ve dezenfekte malzemesini çalan hasta yakınları utandırdı doğrusu beni! Bu duruma alışmak çok acı aslında. Okulların kapanmasını tatile çeviren fırsatçılara ne diyeceğiz ki? Okuryazar kesim bunlar sözde! Bu arada üfürükçüler, hacı hoca takımı da işi ticarete döktü çoktan. Koronadan korunmak belki bir ölçüde mümkün ama bu bataklıktan imkânsız!

Hiçbir işlevi olmadan, sınırsız bütçesiyle halkın parasını gasp eden Diyanet’e getireceğim yine lafı. Ülkenin ne bu kadar camiye, ne bu kadar imama, ne de bunların söylediklerine ihtiyacı var. Bu korkunç, ikiyüzlü dayatma karşısında boğuluyoruz. Halka: “Faiz haramdır” deyip, parasını faize yatıran bir yapıdan söz ediyoruz. Bugün Diyanet’e harcanan fuzuli parayla pek çok önlem alınabilirdi.

Hekimler savunmasız

Konuştuğum uzmanlar; “bu süreçte en büyük sorunun acil servislerde yaşanacağını, yatak sayısının kesinlikle yetersiz olduğunu, hekimlerin önlemsiz çalıştığını” söylüyor. Bilgi kirliliği de işin cabası. Elbette bu rezaleti kapitalist ilişki biçimi körükledi. Parası olan tedaviye daha kolay ulaşacak belki. Peki, ya büyük yığınlara ne olacak? İşte orada Diyanet girecek devreye, ölenlerin cenaze namazını kıldıracaklar!

Toplum koronadan çok önce cehalet, siyasal İslam, bayağılık virüsüyle boğuşuyordu zaten. Bağışıklık mı kazandık, öldük de haberimiz mi yok, bilemiyorum. Ancak korona günleri, yakın zaman sonra yaşanacak İstanbul depremi konusu için de gösterge oldu. Tarikatların, cemaatlerin elinde esir vaziyetteyiz. Her yerde yobazlık salgın! Gamsızlık, bencillik, adam sendecilik de cabası! Diyeceğim; korkutucu karanlık bu ve tünelin ucu görünmüyor!

NOT: Onca uyarıya karşın CHP’nin dün kadın kongresi yapması umudumu iyice yitirmeme neden oldu. Daha örnek çok, ama neyse…

Devamını Oku

İnsanlığın korkacağı esas virüs siyasal İslamdır!

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Şevket Kazan öldü. İki tip tepki vermek gerekir bu tür siyasal kimliklere: Ya insanlığa yaptıkları katkılar için saygıyla anılırlar veya lanetlenirler. Bugün Hitler nasıl anılıyor örneğin? Herhangi bir kimse Hitler’den, onun partisinden olumlu söz edebilir mi? Şevket Kazan tipik bir siyasal İslamcıydı. Öyle davrandı hep. Maalesef hesap vermeden öldü.

Şevket Kazan ideolojik bir isimdir. Türkiye’deki siyasal İslam hareketinin önde gelen kuramcılarından, uygulayıcılarından biridir. Gerici örgütlerde görev yapmış biridir. Sivas Katliamı davasında katillerin avukatlığını yapmıştır. Sola düşmandır. Açlık grevi yapanlar için “Ben biliyorum, onlar gizli gizli yiyorlar” diyebilmiştir. Anlayacağınız; insanlığın kanını emen dinci siyasal yapının tipik kahramanıdır.

Türkiye’de oluşan yapay kutuplaşma, insanları olduğundan farklı kimliklerde davranmaya itiyor, giderek içerikten/ilkelerden yoksun siyasal birlikteliklere zorluyor. Oysa bugün ortaya çıkan tablo, tam da zoraki seçeneklerle çözüm aramanın ne denli yanlış olduğunu belgeliyor. Kazan’ın izinden giderek yol bulmak mümkün değildir. Onu ardından hayırlı anan her kim varsa mücadele etmek gerekir. İnsan yakanların avukatlığına soyunan birine sevgi, saygı besleyen biri, yarın eline benzin alıp aynı eylemi yaparsa şaşırır mısınız? O halde? Kimle ittifak yapıyorsunuz, kimle muhabbet halindesiniz bilmekte yarar var!

Hükümet ayrıdır, yurttaş ayrıdır

Türkiye gericiliğin bedelini ağır ödeyecek, her olayda, her an. Suriye bataklığına girip, fetihçi anlayışla yola çıkıp, Rus devlet başkanının kapısında bekler hale gelmek çok üzücü. Yalnız basında, siyasette görülen şu tavra katılmıyorum: “Bu görüntüler hoş değil ama hepimiz aşağılandık. Görüntüleri paylaşmayalım bu milli meseledir” deniyor.

Soru şu: Suriye konusunda baştan beri uyarı yapan bizler, neden hükümete ve başkanına yapılan muameleyi üstümüze alınıyoruz? Cihatçılarla kol kola olma kararını kim verdi? Türkiye’yi bilmediği topraklarda savaşa kim sürükledi? Başka ülkeye rejim ihraç etmeye kim kalktı? Dahası, milyonlarca insanı göçe zorlayarak sığınmacı krizini kim yarattı? Şahsen benim tüm bunlarda hiç payım yok. Neden hükümetle kendimi özdeş tutayım? Ben bu ülkenin ötekisiyim ve bedelini ödüyorum. Bir kez milliyetçilik zehri bünyeyi zerk edilince kişi körleşiyor, yanlıştır bu. Siyasal İslamcılarla yan yana anılmak için ne yaptım söyler misiniz? Bu soruyu herkes sormalı kendine!

Ya hekimler ya imamlar!

Dünya ürkütücü bir virüsle boğuşuyor. Bizde virüs bulgusunun açıklandığı gün insanı kuşkuya düşürüyor. Hani derler ya, o kadar çok vukuatları var ki: “Allah bir deseler inanmam” diye düşünüyor insan. Yeterli hazırlık yapıldığına, doğru testlere sahip olduğumuza, sağlıklı bilgilendirme olduğuna inanmak güç. Bedelini ödeyeceğiz elbette. Sorunun aslını tartışmak için bu zemini kullanmak lazım. Bu ülke tarikatlara, cemaatlere, Diyanet’e milyarlar harcıyor. Soruyorum; bu adamlardan hangisinin zerre faydası var topluma, insanlığa? Kaynaklar boşa harcanıyor. İmam yetiştirmenin boş iş olduğu, yaratana avuç açarak bir yere varılamayacağı kanıtlarıyla ortada işte! Devam edelim: Bu ülkenin sağlık çalışanları güvencesiz, her an tehdit altında, üniversiteler çökmüş ve bilimden uzak, sağlık piyasalaşmış, yani tablo felaket. Acil servislerde dövülen hekimler her gün haber oluyor. Öldürülenler de cabası. Şu halde, böyle bir toplumdan ne bekleyeceğiz? Bu da gericiliğin ürünü işte. Sonuç; ülkenin imama hiç ihtiyacı yok ama yetişmiş hekime susamış haldeyiz. Karar zamanı.

Esas virüs

Şevket Kazan’la başladık, oradan yürüyelim. Siyasal İslam insanlığın kanını emen esas virüstür. Bilime, sanata, kadına her şeye düşman garip bir dindir bu. Sadece paraya, çıkara tapanlardan oluşan bir din. Bunlarla yan yana gelen herkese bulaşır ve öldürür. Dün Sivas’ta ne idiyseler, bugün de öyledirler, yarın da öyle olacaklar. Eğer vaktinde mücadele edilmezse ne memleket kalır, ne aydınlık. Diyeceğim; hazır virüslerle mücadele günlerindeyiz, herkes bir düşünsün. “Barış” demenin yasaklandığı bir ülkede yaşıyoruz, ne zaman bunu idrak edeceksiniz!

Devamını Oku

Şeriat devleti kurulur mu?

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Azgın siyasal İslamcı hükümetler küresel güçlerce desteklenir. Hiçbirinin kapitalizme itirazı yoktur, İslamcıların. Alma satma işlerinde pek becerilidir İslamcılar. Herhangi etik bir değer taşımadıkları için de yaşam kolaydır. Kolay yalan söylerler. Suçluluk duygusu taşımazlar. Siyasal İslam insanlığın kanseridir.

Küresel kapitalizm bu fırsatı iyi değerlendirerek, İslamcı hükümetlerle işbirliği yapar, sırtlarını sıvazlar liderlerin, bolca övgü boca eder üstlerine ve işini yürütür. Emperyalist devletler, küresel şirketleriyle bu işi başarıyla yapar. Bu çağda bilişim olanaklarını elinde tutan, teknoloji üreten ülke egemenlik alanını geliştirir. Şimdilik petrol zengini İslam ülkeleri de har vurup harman savurarak gününü gün eder.

Ya biz?

Bizdeki siyasal İslamcıların ilk talihsizliği Arap olmayışlarıdır. Dolaysıyla palavradan atıp tutmaları pek para etmez. İslam dünyasında en küçük etkileri yoktur. Üstelik petrol zengini olmadıkları için de ötekiler gibi muamele görmezler. Elde kalan nedir peki? Güzel coğrafyanın olanakları elbette! Satışa çıkan memleket toprağıdır. Bir de Soros’un dediği gibi “En değerli ihraç malı asker”dir. Yani toprak ve kan! Siyasal İslamcıların gözü para hırsıyla karardığı için, her tür akıldışı kararı alırlar. Onlar için bilim yoktur, çıkar vardır. Aslında onlar için öteki dünya hesabı falan da yoktur, bu dünyada cenneti yaşamak için ne gerekirse yaparlar.

Kanal İstanbul ve İstanbul Havaalanı çevresinde yeni kent kurma girişimi zorunludur siyasal İslamcılar için. Rant üretmediği gün devrileceğini gören RTE, gözlerimizin içine bakarak “yapacağız” diyor. Bakanlarına, yandaşlarına da aynı talimatı vermiş anlaşılan. Her yanda bağırarak “çatlasanız da patlasanız da kanalı yapacağız” diyorlar. Oysa daha dün deprem oldu, İstanbul ölümü bekliyor. Siyasal İslamcılar için ne gam! Garip bir pervasızlıkla sadece laik(!) kesimin öleceğini sanıyorlar depremde! Nasıl bir kafayla muhatap olduğumuzu anlayın işte!

Savaşlar

Bizdeki şarlatan televizyon tartışmacılarına bakmayın siz, mesele derin ve başka. Dünyanın acil savaşa gereksinimi var. Bildik durum, kapitalizm her krizde bu yola başvurur. İyi de bize ne oluyor? Kullandığın silah senin değil, iktisadi krizin dibindesin, üstelik hükümet kararının meşruiyeti de tartışmalı! Eline al mikrofonu, oku önünden akan yazıyı ve pazarla neo-Osmanlı düşlerini!

Dünya gözü dönmüş liderler elinde şu günlerde. Büyük tehlikedir bu. Her biri iç pazara, seçmenine yönelik türlü hayaller satan bu insanlar, gezegenimizin sonunu getirmek üzere. Elbette bu süreci her ülkenin satılık akademisyenleri, gazetecileri de destekliyor. Düzen bu. Bizim gibi üçüncü dünya ülkelerine de, belki, bu oyunda sus payı düşecek, emin değilim ya, neyse. Bir Putin’in soğukkanlı diplomasi trafiğine bakıyorum, bir de bizimkilere… Arada yüzyıllara dayanan mesafe var, kapanması güç.

Bir çift söz de muhalefete

Bu ortamda gülünç bir muhalefete mahkûm oluşumuz acıdır. Sadece olan bitene tepki veren, vaziyeti idare etmek üzere kurulu bir muhalefet anlayışıdır bu ve tehlikelidir. Durduğu yerde özgün fikir yoktur. Muhalif liderler çapsız isimleri yanlarında tutmayı severler. Parlak zekâlı, yaratıcı olan insanlardan hoşlanmazlar. Dünyayı farklı okuyan, yeni açılımlar getirecek insanları hemen iterler, dahası, eleştirilmekten hiç hoşlanmazlar.

Erdoğan, nasıl ülkenin “baba”sı olarak sayıyorsa kendini, muhalefet liderleri de partilerinin “babası” ya da “anası” olmak derdindedir. Bizde gerçek anlamda parti yoktur. Sadece biat edenlerin adım adım yükseldiği, tuhaf dernek benzeri otoriter yapılar vardır. Buradan kayda değer verim elde etmek söz konusu değildir. Tüm kurullar baskı altındadır, özgür tartışma iklimi yoktur. Dolayısıyla siyasal İslamcıların kuyruğuna takılı, geçici başarılarla(!) övünen kimseler vardır. Talihsizlik değildir bu, bildiğiniz kâbus işte!

Diyeceğim, bu iktidar ve muhalefetle “Türk Tipi Şeriat Devleti” çoktan kuruldu da, haberimiz yok!

Okurdan bir yazı izin

Geçen seneyi ameliyatla kapadım, bu sene de öyle başlıyor. Doktorlarıma güveniyorum, çarşamba başarılı geçecek ameliyat. Bir yazı eksik olacak o yüzden, şimdiden anlayışınız için teşekkür ederim.

Devamını Oku