Geçtiğimiz ay iki ayrı toplantıya katıldım. Berlin’de hizmet veren sivil toplum kuruluşları(STK)’nın davet edildiği toplantılardı bunlar. İlk toplantının evsahibi T.C.Berlin Başkonsolosu Muhammed Mustafa Çelik. İkinci toplantının ev sahibi T.C.Berlin Büyükelçiliği Eğitim Müşaviri Prof.Dr.Cemal Yıldız idi. Toplantılar zamanında başladı.
Başkonsolos M. Mustafa Çelik’in toplantısı; STK’ ler Çalıştayı olarak adlandırıldı. Farklı bir toplantıydı. Amacı itibarıyla değerlendirecek olursak Berlin’de yapılan ilk toplantıydı diyebiliriz. Başkonsolos M.Mustafa Çelik yaptığı konuşmada; Berlin’e Türk Kültür Merkezi’nin veya Türk İş Merkezi’nin çok yakışacağından bahsetti. Berlin’de yaşayan 300.000 Türkiyeli’nin başaramayacağı hiçbir işin olamayacağının da altını çizdi. Başkonsolosun aradığı o şey, yıllardan beri bizim de aradığımız ama birtürlü bulamadığımız şeydi: “Birlik ve beraberlik.”
M.Mustafa Çelik’in bizim bulamadığımız o şeyi bulmasını can-ı gönülden arzu ediyorum. Bunun için STK’ lerin bu oluşumda çalışmak için zaman ayırmaları, maddi açıdan destek olmaları gerekiyor.
Başkonsolos, Türkçe derslerine de değindi. Berlin’in bazı ilçelerinde, geçmişte Alman makamlarıyla karşılıklı atılan imzalarla yürürlüğe giren Türkçe ve Türk Kültür Dersleri için, sorunlar çıkmaya başlamış. Okullar, Türkçe dersleri için kullanılan sınıflardan kira almak isterlermiş. Kira ödenmezse Türkçe dersi verilemeyecekmiş. Üzüldük.
Yapabileceklerimiz üzerinde konuşulmak üzere “Sivil Toplum Kuruluşları” söz aldılar. Teklifler sundular, temennilerde bulundular. Böyle bir toplantının yapılması sevindirici. Devlet-Millet elele olursa çözülemeyecek problem mi olurmuş. Gözlerimiz ikinci toplantıya çevrilmiş durumda.
T.C.Berlin Büyükelçiliği
Toplantıya Eğitim Müşaviri Cemal Yldız davet etti. Milli Eğitim Bakanlı’ğı Dş Münasebetler Genel Müdiresi yanında bir heyetle Berlin’e gelmişler. Onların da sepetlerinde Türkçe dersi varmış. Burada resmi makamlarla görüşmeler yapmışlar, konuyla ilgili STK’lerin temsilcileriyle de görüşmek isterlermiş. ‘Hay hay…’ dedim ve verilen saatte ve yerde arkadaşlarımla birlikte hâzır ve nâzır idim.
Maalesef seviyesiz bir toplantı oldu. Genel Müdire Funda Kocabıyık makamını dolduramıyor. Tetikçi gibi davranıyor. Problem çözmek için değil de üretmek için konuşuyor. İkide bir söz verdiği kişilerin sözünü kesiyor. İki lafından biri; “Benim elemanım, Cemal Yıldız’ı göstererek bunları ben tayin ettim, ben elemanlarımı özellikle seçerek gönderiyorum…” olunca, ortada seviye falan kalmadı. Bardağı taşıran son damla; “ben sizi buraya usulen çağırdım” cümlesi oldu. Kalkıp gitsek Cemal Bey’e saygısızlık olacak, çaresiz yerimizde uslu uslu oturduk.
Toplantının detayı şöyledir:
Genel Müdire Funda Kocabıyık selamlama konuşmasını yaptı. Hemen sonra söz STK temsilcilerine geçti. Birkaç arkadaştan sonra Türk Eğitim Derneği adına ben söz aldım. Önce Türk Eğitim Derneği’ni tanıttım. Sonra da Diyaspora’nın Türkiye’deki halk gibi görünmemesi gerektiğini, diyasporanın Hristiyan kültür içinde yaşayan azınlık olduğunu bilerek proje üretmek gerektiğini söyledim…Sözüm kesildi, “Sen biliyor musun, ben bu konuların uzmanıyım, neyin nasıl olduğunu çok iyi bilirim…uzunca bir nasihattan sonra, sözüme devam etmem istendi.
Sayın Müdirem biz Cemal Bey’in çağrısı üzerine STK’ ler olarak buraya geldik, çağrılınca hep geliriz, ama biz kendi konularımızı konuşmaya başlayınca kavga ederiz…Sözüm yine kesildi.”Neden kavga ediyorsunuz, hepiniz Türkçe biliyorsunuz, ben meselelerinizi kavga etmeden de çözeceğinize inanıyorum….uzunca bir nasihat daha dinledik.
Tekrar sözüme devam etmem istendi.
Buradaki Türkçe dili öğrenme konusunun çözüme ulaşması için önce devlet, sonra STK’ler ve en sonunda aileler görevlerini yerine getirmelidirler. Mesela devlet; devlet yeteri kadar bu konuya eğilmiyor. Burada bu konuya ciddi olarak eğilen iki kişi tanıyorum, birisi geçmiş Eğitim Ataşelerinden Hayrullah Duman, ikincisi Sayın Müşavirimiz Cemal Yıldız’dır. Aradaki görevliler dişe dokunur bir çalışma yapmamıştır. “Sözümün başında söyledim, diyasporayı Türkiye gibi düşünemezsiniz.” dedim, “hakim kültür Hristiyanlıktır.” dedim.
“Mesela, bugün sizin bu heyetinizin içinde Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan da bir üye olmalıydı…
Sözüm kesildi ve yine uzunca bir nasihat… Bayan Kocabıyık’ın bıyıklarının terlemeye başladığını en arka sıradan farkedebiliyordum.
Tekrar sözüme devam etmem istendi,
“Sayın Müdirem sözümü bir daha keserseniz ben konuşmayı bırakırım siz devam edersiniz. Ben tekliflerimi sunamıyorum. Bakın Almanlar Türkçe konusunda yaptıklarında kendilerine göre haklıdırlar, biz Almanların ne yaptıklarından ziyade biz bugüne kadar Türkçe için ne yaptık onlar üzerinde konuşmamız gerekiyor. Türkiye’de 3.5 milyon Almanın olduğunu düşünelim ve bir empati yapalım…”
Sözüm yine kesildi… ve Genel Müdire iktidara geldiklerinden beri Almanlarla olan münasebetlerden bahsetmeye başladı ve açıkça AK Parti propagandası yapar gibi çıktı er meydanına…
Araya girdim ve “Siz hamasi konuşmalar yapıyorsunuz, bu konuşmalarla bir yere varamazsınız ve ben burada sözümü kesiyorum buyurun siz konuşmaya devam edin.” dedim ve yerime oturdum. Cemal Yıldız bey konuşmamı tamamlamamı söylese de ben tekrar mikrofona dönmedim.
Toplantıdan sonra kapının önünde beklemeye koyuldum, gelsin de Sayın Müdire, derdinin ne olduğunu sorayım istedim; Müdire’den Önce Cemal Yıldız Beyefendi geldi ve yapmak istediğim şeyi yapmamamı benden rica etti ve ben de o ricaya uyarak evimin yolunu tuttum.
Dosya
Heyete sunmak üzere bir dosya hazırlamıştım. Dosyayı Sayın Müşavirimize verdim. Heyete sunamadığım o dosyayı bu vesileyle sizlerle paylaşmak isterim:
TÜRK ÖĞRENCİLERİN ALMANYA’DAKİ EĞİTİM SORUNLARI
Türk Eğitim Derneğinin Tespitleridir
29.11.2017
Türk Eğitim Derneği
Reuterstr.58
12047 Berlin
GİRİŞ
Berlin’de Türk çocuklarının eğitim problemleri çok çeşitlidir. Ancak bunların temelinde 3 önemli konu yatmaktadır. Ana dil bilgisinin eksikliği, din anlayışının yanlış olması ve tarih bilgisinin ve bilincinin olmayışı.
İçinde bulunduğumuz yılda (2017), Alman okulları Türkçe dersi için kullanılan sınıflardan ücret alma peşine düşmüştür. Kendi göbeğimizi kendimiz kesmek zorundayız. Yapacağımız çalışmaların aile ayağı vardır, okul ayağı vardır, STK ayağı vardır, devlet ayağı vardır. Çevre ve medya ayağını da unutmamak gerekir.
İstisnasız bütün sivil toplum örgütleri toplantılarında bir vesileyle konuyu eğitime getiriverirler. Duyarlı iki Türk bir araya gelse “Ne olacak bizim çocukların hali!” diye başlarlar eğitim konusunda sohbete. Eğitimi konuşmak kolaydır. Ancak, eğitime yatırım yapmak zordur. Fedakarlık ister, irade ister, cesaret ister. Ciddi bir çalışma içine girmek söz konusu olunca ortalıkta kimse kalmaz. Eğitime yapılan yatırımların boşuna gideceğine inanılır. Beklemeye tahammülümüz yoktur. Hemen netice isteriz.
Problem tespiti ve temel çözüm önerileri
Endişemiz var, endişelerimiz var, boş ver diyenimiz var. Çocuklarımız, okullarda aşağılanıyor, öğretmenler tarafından yanlış yönlendiriliyor, üniversite okuma yerine meslek edinmeleri tavsiye ediliyor. Teneffüslerde Türkçe konuşmaları yasaklanıyor, barbar diye, çingene diye kendileriyle alay ediliyor, sözde soykırım iddialarıyla hakarete uğruyorlar. Bizim üzerinde durmak istediğimiz birilerinin çocuklarımızı aşağılaması, onu yargılaması değil. Bizim derdimiz çocuklarımızın bu konularda muhataplarına verecekleri sağlam bilgilerinin olmamasıdır. Kendisinin barbar olmadığını muhataplarına anlatamamasıdır. Zavallı bilmiyor, tanımıyor kendisini.
Bazıları kabulleniyor barbarlığı, demek ki öyleymişiz diyor. Bazıları da karşı koyuyor, hem de kaba kuvvetle karşı koyuyor, ben öyle değilim diyor, hakaretleri kabullenemiyor. Ancak haklılığını bilgi ile destekleyemediği için haksız duruma düşüyor.
Birinci kuşak hizmetler zincirinde yerini almış ve gerekli hizmetleri ne pahasına olursa olsun, o bilgisiz ama saf ve cesur haliyle bugüne kadar getirmiştir. Cami ise cami, dernek ise dernek, para ise para ne gerekiyorsa yapmış ve görevi ikinci kuşağa iç huzuruyla devretmiştir. Ancak ikinci kuşak emanete gereği gibi sahip çıkamamış ve birinci kuşağa büyük ölçüde problem olmuştur. Problemler büyümüş ve kartopu haline gelmiştir. Problemlerin çözümü, eğitim faaliyetlerinin yer, zaman, şahıs ve cemiyet açısından bilinçli olarak yürütülmesine bağlıdır.
Bugün dini motiflerle süslediğimiz bir eğitime eskisinden daha fazla ihtiyaç vardır. Geleneklerin güzellikleri ile süslenen, milli şuur ile tarih şuuru ile desteklenen bir dini eğitim, ancak gençlerin kimlikli hale gelmelerine yardımcı olacaktır. Bilinçsiz olarak verilen dini eğitim ve ırkçılığı ön plana çıkaran ulus bilinci gençleri saldırganlaştırabilecektir. Her ikisi de gelecek için tehlikelidir. Doğru olan, kendi hakkına sahip çıktığı kadar başkalarının hakkına da sahip çıkacak görüp gözetecek olgunlukta bir genç yetiştirmektir. Vatan sevgisi, millet sevgisi, bayrak sevgisi, Allah sevgisi eğitimde mutlaka belirleyici bir rol üstlenmelidir.
Başta anne ve babalara görev düşüyor. Sonra da sivil toplum örgütlerine. Sonra da devletimize düşüyor bu görev. Kimse “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” dememelidir. Bu deyimi “gençliğimizin, geleceğimiz olmasını isteyenler” hiç dememelidir. Türkçe, Türk tarihi, İslâm tarihi, Selçuklu tarihi, Osmanlı tarihi, yakın tarih kültürümüzün ayakta duran eserleri, folklorumuz, masallarımız, hikâyelerimiz, edebiyatımızın diğer örnekleri, gençlerimize bilgi olarak verilmelidir.
Gençlerimize örnek alabilecekleri insanlar ve o insanların başarıları anlatılmalıdır. Hedefe giderken sapmaların olmaması için, rehber gereklidir.
SORUMLULARA DÜŞEN GÖREVLER:
Anneler ve babalar
Bilgi sunmak, eğitmek bedel ister. Bedelini ödemediğimiz hiçbir şey bizim değildir. Bu bedeli, önce anneler ve babalar ödemelidir. Önümüze çıkan her fırsat çocuklarımızın geleceği için değerlendirilmelidir.
Sahip olunan gayrimenkuller, bankada duran paralar, sadece övünmeye yarayan kazanımlarımız olmaktan öteye geçmiyorsa gençliğimiz, geleceğimiz olamayacak demektir. Maddi varlıklar mutlaka yarınki nesiller için aktif hale getirilmelidir.
Birinci kuşak, geleneğindeki büyükanne ve büyükbaba rolünü üstlenerek tarihteki yerini mutlaka almalıdır. “Ben emekli oldum bundan sonra altı ay Türkiye’de altı ay burada yaşarım” anlayışından vazgeçilmelidir. “Ben torunlarımın başında duracak ve onlara yapabildiğim kadar eğitmenlik yapacağım, benim bundan sonraki görevim budur.” anlayışıyla hareket edilmelidir. Türkiye’yi sadece yıllık izin için ziyaret eden her bir Türkiyeli insan için bu böyle olmalıdır.
İnsan ömrü çok kısadır. Zaman ise çok kıymetli. Bu süre ne kadar akıllı kullanılırsa mutluluk açısından ve kimlik sahibi bir genç yetiştirme açısından o kadar faydalı olacaktır. Türkiye’ye yapılan yatırımlar çoğu insanımıza mutluluk yerine sıkıntı getirmiştir. Mümkünse bu sıkıntılardan kurtularak buradaki neslin gelecekteki mutluluğuna katkı sağlaması için gerekli adımlar acilen atılmalıdır.
Sivil Toplum Kuruluşları
Onlar da bedel ödemek zorundadırlar. Almanya’da hizmet veren STK‘lar eteklerindeki taşları dökerek meselelerini konuşmayı öğrenmelidirler. Almanya’da yaşayan Türkiyelilerin üzerinde konuşacak ortak değerleri oldukça fazladır. Asgari değil, azami müştereklerimiz vardır. STK‘ları bir araya getirmek zor değildir. Ancak onların kavga etmeden konuşmalarını sağlamak zordur.
Almanya’da yaşayan insanımızın beslendiği kaynak Türkiye’dir. Türkiye’deki partilerdir, dini cemaatlerdir, tarikatlardır, örgütlerdir. STK‘lar Türkiye ile elbette paslaşacaktır, ancak oyun alanı mutlaka Almanya olmalıdır.
Yabancılar, Türkler ve özellikle de Türk gençleri arasında işsizliğin yoğun olduğu günümüzde, gençlerin başarı durumları da göz önünde tutularak meslek eğitimi olanakları geliştirilmelidir. STK’lar, özellikle işadamları dernekleri bu konularda Türk işletmelerine bilgilendirme ve maddi imkanlar sağlayarak, onların meslek eğitimi verecek konuma gelmeleri için çalışmalıdırlar.
Devlet
Devlet kurumlarının çalışmaları sıkıntılıdır burada. Sorumlulukları vardır ancak şahit olduğumuz kadarıyla yetkileri sınırlıdır. Halkla devlet elele olmalıdır, halkımız bu birlikteliği görmelidir.
Almanya’daki gençlerin Türkiye’yi tanımaları için altyapı oluşturmaları gerekmektedir. Bunun Türkiye’ye geziler düzenlenebilir. Bu gezilerin konaklama, ulaşım, rehber vb. masrafları karşılanmalıdır.
Almanya’nın önemli şehirlerinde kültür merkezleri açılmalıdır. Gereken personel Almanya’dan temin edilmelidir. 4 seneliğine gelen görevlilerin o kadar da çok verimli olduğunu söyleyemeyiz. Mantalite farklılığı, kültür farklılığı istenilen sonucun alınmasına mani oluyor.
Diyasporadaki insanımızın ihtiyacı olan eğitim araç ve gereçleri kendilerine verilmelidir.
Almanya’nın farklı büyük şehirlerinde Türk kütüphaneleri açılmalıdır.
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ:
ALMANYA
6 saat önceAVRUPA
7 saat önceABD
7 saat önceDÜNYA
8 saat önceABD
8 saat önceGÜNCEL
9 saat önceDÜNYA
9 saat önce