UNUTMADIK SENİ

ABONE OL
18:50 - 01/10/2020 18:50
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 

Gazeteci, yazar Uğur Mumcu, öldürülüşünün 20. yıl dönümünde Berlin’de anıldı.
24 Ocak 1993 yılında arabasına konan bombalı bir tuzak sonucu onu yitirmiştik. Vurularak ölümü bekleniyordu, gazete yönetimi koruma için çelik yelek almıştı.
Halkçı Devrimci Birliği (HDB), Berlin Brandenburg Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) ve Tiyatrom tarafından her yıl gelenek haline gelen anma töreni ortaklaşa düzenlendi.
Katılan devamlı aynı yüzler, sorumluluk duygusu gelişmiş insanlardı. Müzikle toplantıya renk verildi, Sıddık Doğan öğrencileriyle Uğur Mumcu’nun sevdiği türküleri söyledi.
Kimlerin katıldığı en az konuşmacılar kadar önemlidir. Her etkinlikten sonra eleştiri aldığı halde Tiyatrom salonu karanlık, loş tutuluyor. Çok modern fotoğraf makinesi olan gazeteciler hariç kimse fotoğraf çekemiyor, ışık olmayınca gazeteciler not alamıyorlar.
Birlik onursal başkanı Ahmet İyidirli ve dernek başkanı Olcay Başeğmez’in kısa açılış konuşmalarından sonra kürsüye gelen Cumhuriyet Gazetesi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Güray Öz, Türkiye’de demokratik işleyişi, medyanın durumunu izah etti. Her yerde herkese demokrasi ve adalet gerektiğini özetledi.
Dernekler birleşerek etkinlik organize ederse, hem katılım çok oluyor, hem de düzenleme kaliteli oluyor. Az etkinlik öz olursa, Almanlarla birlikte çalışmalarımıza, örneğin partilerde görev almaya zaman kalır.
Organize edenler ve katılanlar Uğur Mumcu’nun şahsında daha iyi bir Türkiye, daha gelişmiş bir demokrasiye ulaşmaya çaba gösterdikleri için öldürülen bütün gazetecileri, aydınları unutmadıklarını gösterdiler.
Toplantıdan sonra yılda bir gün anmak, birlikte üzülmek, ölen yurtseverin şahsiyetinin paha biçilmez olduğunu vurgulamak elbette çok önemli, ama yeterli mi, diye kendi kendime sordum. Gazeteler, bilhassa Cumhuriyet Gazetesi bir hafta konuyu yazmaya devam etti.
Türkiye’de 24 – 31 Ocak Adalet ve Demokrasi Haftası olarak ele alındı, Uğur Mumcu ölümsüzdür, daha çok Uğur Mumcu’yuz şimdi, ana başlık olarak seçildi. Mustafa Balbay o gün köşesinde neden ölümsüz olduğunu şöyle yazdı:
“O daha yaşarken ölümsüzlüğü yakalamış bir aydındı. Gazeteciliğiyle, yazarlığıyla, militan duruşuyla, düşünceleriyle, mücadele azmiyle harmanlayıp oluşturduğu kişiliği, onu benzersiz bir aydın yapmıştı.”
Yine bir anma etkinliğine gönderdiği mektubu “Gün ayağa kalkıp, ben Uğur Mumcu’yum” deme günüdür, sözü ile noktalıyordu.
 
Unutmadık seni demek kâfi değil, eyleme dönüştürmek gerekir. Bunu en iyi şekilde 1994 yılında Güldan Mumcu ve ailesinin kurduğu Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı üstleniyor.
Şimdiye kadar 600 öğrenci gazetecilik öğrenimi görmüş. Bunlardan birçoğu kitap yazıyor. Önerim gelecek seneye bir yıl beklemeden bu başarılı genç yazar ve gazetecilerden bazılarını Berlin’e davet edip, toplantı düzenlemek olmalı.
Adını taşıyan kültür evi öğrencilere aynı düşüncede eser vermek isteyenlere yuva olunca verim artıyor. Bu satırları yazarken önümde 1996 yılında yazılmış bir kitap ve müzik eşliğinde bir kaset duruyor. Kitap dostları ve yakınlarının işbirliği ile hazırlanmış. Kitabın adı Vurulduk Ey Halkım.
1975 yılında yazdığı “Sesleniş” haykırması fotoğrafla dile getirilmiş, bu metin bir marş gibi dilden dile dolaşmalı. Ritim yazısı adeta şiir tadında okunuyor. Kendisi için değil geçmişten öyküler yazmış, aynı kaderin kendi geleceği olacağını bilmeden kaleme almıştı. Zekâsı, cesaretini araştırma ile birleştirmiş. Yarınlara daha umutla bakmayı öğretiyor okurlarına.
“Dağ gibi, karayağız birer delikanlıydık. Babamız, sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı ekmeğimizi. Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken, bizler bir mum ışığında bitirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık. Vurulduk hey halkım unutma bizi.
Fidan gibi genç kızlardık. Hayat şakırdayan bir şelâle gibi akardı gözbebeklerimizden. Direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden. Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi.
Bağımsızlık Mustafa Kemal Atatürk’ten armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara. Mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler. Amerika üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular. Vurulduk, asıldık, öldürüldük
ey halkım, unutma bizi. Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi.
Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi!
Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak
ey halkım, unutma bizi!”
Dostu, arkadaşı Ali Sirmen, o günkü köşe yazısında Uğur Mumcu’nun mutlu olarak bu dünyaya veda ettiğini yazıyor. Zira o istediği gibi yaşadı ve istediğini uyguladı. Korkak her gün defalarca ölürken, cesur bir kere ölür.
Silivri’yi yayınevine çevirip dimdik ayakta durmayı başaran Mustafa Balbay’ın aynı gün köşe yazısında tespiti şöyle:
 
“Uğur Mumcu’ların bedenini ortadan kaldırmakla ruhunu yok edemediklerini görenler, yöntem değiştirdiler. Bedenleri hayatta tutup ruhlarını öldürmeye giriştiler. Şimdi Türkiye’nin durumu böyle. Bugün “Uğur Mumcu ölümsüzdür” diye haykıran herkes karanlığa karşı bir ışıktır.”
 
Sevgili okurlarım, unutmadığını nasıl gösterebileceğini herkes düşünmeli. Örneğin her katılımcı o akşam en az bir kitap almalıydı. Okudukça Uğur Muncu’ları daha iyi anlatamayız, ama onları daha iyi anlarız.
Avrupa’daki dernekler Uğur Mumcu Araştırmacı ve Gazetecilik Vakfı ile nasıl birlikte çalışabileceklerini, vakfı nasıl destekleyeceklerini düşünüp, birleşme organize olmayı daha iyi bir düzene oturtabilirler. Aziz Nesin Vakfını Koruma Derneği gibi bir dernek kurulabilir örneğin.
Senede bir gün yetmez, destek sürekli olmalı. Bir tek gün ışık saçıp aydınlatıp, 364 gün karanlıkta oturmak aydınların işi değildir. Bir kişiye yapılan haksızlık bütün bir topluma yapılmış gibi karşılanmalı.
Johann Wolfgang von Goethe’nin dediği gibi Anadolu’da halklar birbirini yerse bize ne, Türkiye bize uzak düşüncesi yanlıştır. O zaman da yanılgıydı, zira her iki Paylaşım Savaşın’da Türkiye’nin Almanya’ya uzak olmadığı görüldü. Şimdi ise küresel anlayışa hiç uymaz.
Türkiye’de yapılan yanlışları gerekli, mercilere Avrupa’da ulaştırılmalıdır. İnsan sosyal varlık olduğuna göre, insanların oluşturduğu halklar da sosyal düzendir. Halkların birbirini uyarması, birbirine yardım etmesi elzemdir.
Hafızayla kalın!
İlter Gözkaya – Holzhey 
Emekli Öğretmen 
Kaynak ve kitap tavsiyesi:
Vurulduk Ey Halkım unutma bizi, Uğur Mumcu unutmadık seni,
Um:ad Vakfı Yayınları 1
ISBN 975-8084-00-3
www.umag.org.tr
Okunması gereken köşe yazıları:
Cumhuriyet Gazetesi, 24 Ocak 2013

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.