YÖNETİM CEMAATE – EĞİTİM ALLAHA EMANET

ABONE OL
18:49 - 01/10/2020 18:49
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Kente sırtını dönmüş dört camili Dicle Üniversitesi’nin yönetimi cemaatler konfederasyonu adlı bir kurumun elindeymiş. Yönetim öğrencileri dini konferanslara zorla götürüyormuş. Rivayet bileşik zamanını kullanıyorum, çünkü; bunları yerinde görmedim, gazete haberi olarak okudum. Günahı haberi yapanın boynuna…
Ankara-Diyarbakır uçağında yan yana oturan gazeteci ile avukat bir söyleşiye başlarlar. Söyleşi sırasında konu; bölgenin “olağanüstü” yaşamına ve yaşam öykülerine gelir. Avukatın Dicle Üniversitesi öğrencisi olan müvekkili 2,5 yıldır hapisteymiş. Polise taş attığı gerekçesiyle ve terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlediği savıyla yargılanıyormuş.
Müvekkili için söylediklerine bir bakar mısınız lütfen!
“Öğrenim hayatı bitti. Üstelik Batman’da cezaevinde yatıyor. 5 vakit namaza başlamış. Baskı altında. Malum, orada Hizbullah etkili.”
Dicle Üniversitesi, adını Mezopotamya ovalarını sulayan Dicle Nehri’nden alıyormuş. 1966 yılında Ankara Üniversitesi’ne bağlı olarak Diyarbakır Tıp Fakültesi’nin açılmasıyla ilk temellerini atmış. 1974 yılında ise fen fakültesinin açılışı ile kuruluşunu tamamlamış. Anadolu’daki eski, köklü üniversitelerdenmiş ve 26 bin öğrencisi varmış. Çok ilgi gören bir üniversite de değilmiş, bazı bölümleri hiç tercih edilmiyormuş. Fen fakültesi, biyoloji ve kimya bölümleri için açılan 80 dolayında kontenjanların sadece 8 i doluymuş. Fizik bölümünde durum daha da acıklıymış. 77 kontenjandan sadece 1 i doluymuş.
Son yaşanan olaylar sırasında Hizbullah “Ben de varım!” dese de, Dicle Üniversitesi kampusunda PKK-BDP li gençler egemenlermiş. Üniversite yönetiminde ise cemaatler ağırlıktalarmış, farklı cemaatler rektörlük ve rektör yardımcılıklarını paylaşıyorlarmış. Dicle Üniversitesi Rektörlüğü’ne 2008 yılında,
– önceki seçimlerde AKP’den Diyarbakır milletvekili adayı olan- Prof. Dr. Ayşegül Jale Saraç atanmış.
Rektör 450-500 arası öğretim üyesi almış 2008-2012 arasında. Alınan elemanların büyük çoğunluğu dışarıdan ve belli bir görüşün adamlarıymış. 150 ye yakın öğretim üyesi, (Nedendir bilinmez! HA), üniversiteden ayrılmak zorunda kalmışlar. Buna muhafazakâr öğretim üyeleri de dâhilmiş. Bu kadrolaşmada AKP’yi kimsenin dinlediği yokmuş. Çünkü seçimi Cemaatler Konfederasyonu yapıyormuş. Konfederasyon üç cemaatin birleşmesinden oluşan bir yapıymış.
Gülen Cemaati,
Kırkıncı Cemaati,
Menzil Cemaati. Menzil biraz zayıf kalıyormuş. Asıl belirleyici olan diğerleriymiş.
Üniversitenin akademik görünümü sorunluymuş, üniversite-kent işbirliği yokmuş. Üniversite sadece fiziksel değil, ruhen de kente sırtını dönmüşmüş. Üniversiteli gençler gelecek kaygısı taşıyorlarmış. Çok politiklermiş. (Ne demekse? HA)
Eğitim-Sen Diyarbakır Şubesi temsilcileri de, üniversitede “cemaat kadrolaşması”nın örgütlenmeye de yansıdığını, Eğitim-Bir-Sen üye sayısının 64 ten 650 ye yükseldiğine dikkat çekiyorlarmış.
En temel sorun cemaat eksenli kadrolaşmaymış. Yönetimin yandaş olarak görmediği personele sürekli idari soruşturma açılıyor, mobbing uygulanıyor, kadro verilmiyormuş. Rektörlük; gerek personeliyle, gerekse öğrencisiyle sürekli savaş hali görüntüsü veriyormuş. Bu durum, fakülteler arasına duvar örülecek kadar ileri bir noktaya taşınmış. Dicle Üniversitesi’nde, öğrencilerle personeli birbirinden ayırmak için, tıp fakültesi ile fen fakültesi arasına duvar örmeye kalkışmışlar, tepkiler üzerine yarım bırakılmış.
Öğrenci kulüpleri arasında ayrım yapılıyormuş. Yapmak istedikleri etkinlikleri cemaatlere yakın kulüpler aracılığıyla yaptırıyorlarmış. Yandaş olmayanlara hiç salon verilmiyormuş. Kongre merkezindeki etkinliklerin çoğu bilimsel değil, dini konularla ilgiliymiş.
Dicle Üniversitesi öğrencilerinin büyük bölümü, 2002 de kaldırılan OHAL (Olağanüstü Hal Bölgesi) Bölgesi’nin çocuklarıymışlar Herkesin çekindiği birileri varmış. Bazıları PKK’den, bazıları Hizbullah’tan, bazıları cemaatlerden, bazıları da iktidardan çekiniyorlarmış bu gençlerin. O nedenle konuştuklarında adlarının yazılmasına izin vermiyorlarmış. Kadrolaşmada liyakat, bilimsel yetkinlik aranmıyormuş. „Bizim cemaatten mi, değil mi?” ona bakıyorlarmış. Üniversitede bilim yokmuş. Üniversite içindeki sosyal kurumlara önce alkol yasağı uygulanmış, arkasından “Zarar ediyorlar!” gerekçesiyle kapatılmışlar.
27 bin dekar alan üzerine kurulan Dicle Üniversitesi kampusu içinde 3 cami varmış. Dördüncüsü de inşaat halindeymiş. Camilerden biri, Suudi Arabistan kökenli Rabıta Örgütü tarafından yaptırılmış. Üniversitenin bir Merkez Kütüphanesi varmış, ancak; birçok akademisyenin varlığından bile haberi yokmuş. Başbakan Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem ve Yrd. Doç. Dr. Vahap Coşkun; Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “akil insan”ları arasında görev yapıyorlarmış. Her ikisi de üniversitenin hukuk fakültesinde öğretmenmişler. Bir profesöre göre; üniversitenin doğru dürüst bir kütüphanesi bile yokmuş. Hukuk fakültesinin bir kütüphanesi varmış, merkezi kütüphane oluşturulacak diye birkaç kez bu kütüphane boşaltılmışsa da sonuç alınamamış. “4. camiye gereksinim var mı?” diye sorulduğunda; “Neden gereksinim olsun? Ama konuşamıyoruz. Muhafazakâr insanlarız, ama söyleyemiyoruz. Çünkü; onun üzerinden siyaset yapılıyor.” yanıtı veriliyormuş.
Kafe Kampus’ta bir grup meslek yüksekokulu öğrencisi; “İyi bir eğitim yok. Sosyal aktivite yok! Oturduğumuz kafede son olarak okey oynanmasını yasakladılar. Elektrik dersi yapılıyor. Hoca biraz elektrik anlatıyor, sonra araya bir hadis atıyor, ders bitiyor. Din adamları sık sık konferans veriyorlar, bu konferanslara zorla götürülüyoruz. Gelmeyen yok sayılıyor ya da orada imza attırıyorlar. Burada eğitim yok. Diyarbakır’ın çocuklarıyız, kimliğimize sahip çıkıyoruz. Ama bir örgüte üye değiliz.” demişler. Gelecek kaygıları da büyükmüş.
Üniversitedeki olaylar tedirginlik yaratmış, bir erkek öğrenci yanındaki arkadaşına; “Bari namaza başlayalım, Hizbullah bizi öldürmesin!” diyesiymiş.
Üniversiteli üç genç kızdan biri; “Üniversite dışında her şey güzel. Üniversitede hiçbir sosyal faaliyet yok. Eğitim kısıtlı ya da sık sık sekteye uğruyor. Üniversite dışında kendi arkadaşlarımızla oluşturduğumuz ortamda rahatız.” derken,
„ İlk geldiğimiz yıl Atatürk kolyesi takıyordum, sanki gözleriyle parçaladılar. Üniversitede PKK lilerin bildirisini alıp yere atamazsınız. Burada Kürt ve Sünni olman gerekiyor! Üniversitelerde türbanlıların da özel desteği var. Otobüste mesela ayaktayız hepimiz, ‘Kızım, sen gel!’ diye türbanlı olanlara özel olarak yer veriyorlar.” demişmiş birisi.
Bir diğeri; giyim konusundaki baskılardan yakınmışmış. “Bir şort giyip dışarı çıkamazsınız…” diyormuş. İçlerinden biri, bir yaz günü kapri şort giymiş; “Burada deniz var da bizim mi haberimiz yok?” diye laf atmışlar.
Olacağına bak! Bindik bir alâmete, gidiyoruz kıyamete!
Haberi okuyunca aklıma bir fıkra geldi:
İki Kürt ıhmış bir deveye rastlarlar yol üstünde. Hasso, hazır ıhmışken biner devenin sırtına. Devedir bu. Hasso biner binmez yekinir, kalkar ayağa. Hasso sırtında düşer yola.
Hasso arkadaşına şöyle anlatır bu umarsız durumunu:
„Ula Memo! Get bizim horantaya haber et! Tasalanmasın! Hasso bindi deveye. Getti İskendere’ye. Yan geliiir, yan gelmez.” de!
Nedeceksin? Akılsız başın ceremesi…

Hasan Arslan
Türkçe Öğretmeni

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.