Hasan Arslan

Hasan Arslan

12 Ocak 2025 Pazar

    ERDOĞAN BİR KEZ DAHA CUMHURBAŞKANI ADAYI OLABİLİR Mİ?

    ERDOĞAN BİR KEZ DAHA CUMHURBAŞKANI ADAYI OLABİLİR Mİ?
    1

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Cumhurbaşkanının Başdanışmanı Mehmet Uçum; AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın adaylığına ilişkin olarak;

    “Terörsüz Türkiye hedefi bugünün konusudur. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a istisnai adaylık imkânı ise 2027 yılının ikinci yarısında gündeme gelebilir. Bu iki konu arasında ne zaman birliği açısından ilişki kurulabilir ne de özellikleri bakımından. Terörün sona ermesine yönelik Devlet İnisiyatifi çok nettir. Terör her anlamda ve her mecrada devamlı surette sonlandırılacaktır. Bunun hiçbir farklı konuyla ilişkisi yoktur. Bunun için bir müzakere ve pazarlık söz konusu değildir. Terörü sona erdirmek için mutabakat aramak, komisyon kurmak, yasama yetkisine atıf yapmak abestir. Bunlar işi yokuşa sürmektir. Devlet; terörün eylemine, diline, vesayetine, örgütüne her yerde ve her hal ve şartta son verecektir.” diyor.

    Tavşana; „Kaç! “demek, tam da budur.

    Uçum’a kalırsa;

    Cumhurbaşkanı Erdoğan 6 Ocak Kabine toplantısından sonra çok açık ve anlaşılır konuşmuş.

    „Biz iktidar ve ittifak olarak terörsüz Türkiye hedefimizi öyle veya böyle; ama, mutlaka gerçekleştireceğiz. “ demiş ya; bu sözleri, terörsüz Türkiye hedefine yönelik güvenlik uygulamasının yanında farklı olanakları devreye sokmak için alınan Devlet Girişimi’nin dile getirilmesiymiş, kötüye yorumlanmamalıymış.

    Bu girişimin; bu yeni aşamanın bir tartışma olarak gösterilmesi doğru olmazmış. 

    İmralı’yla yapılan görüşmelerin politik şovlara döndürülmesine engel olabilmek amacıyla konuya yeni aktörler katılmış. Bu tarihî fırsatın kaçırılmasına neden olacak tutumlardan kaçınılmalıymış

    Burada devletin açtığı olanaklarda sorumluluk alanların ve siyasi olarak sorumlu olanların en büyük özeni göstermeleri ve girişime zararı dokunacak tutumları bırakmaları, açıklamalarında son derece dikkatli olmaları zorunluymuş.

    Uçum’a göre; emperyalist bir proje olan Kürt sorununun anadili; bağımsızlık, özerklik gibi istemleri yeniden piyasaya sürülüyormuş. Yasal bağ olan Türk vatandaşlığı etnik kimliğe indirgenerek tartışmaya açılıyormuş.

    Bu sorun, Kürt sorunu; tümden ideolojik bir çarpıtmaymış ve işin gerçeği yapay bir sorunmuş.

    Eşit vatandaşlık isteminin ne anlam taşıdığı açıklanmıyormuş.

    Tüm bunlar Türkiye’nin bölünmesine yol açarmış.

    Uçum’a kalırsa; eşit vatandaşlık, etnik ve dinsel kimliğine bakılmaksızın, devlete yasal olarak bağlı herkesin vatandaş olmasıymış.

    Bizim yasalarımız vatandaşlığı etnisiteye, dine ya da ırka bir bağlı olarak değil, yasal bağ olarak düzenliyormuş.

    Yasalar gereği; eşit vatandaşlık konusunda bir sorunumuz yokmuş.

    Gazze örneği vererek devleti ve halkı kargaşa ve yıkımla tehdit eden sınır tanımazlar ortaya çıkmışlarmış.

    Kimileri; umut hakkını, ev hapsini, af gibi konuları yersiz yere ya da başka niyetlerle tartışıyorlarmış.

    Oysa; Sayın Bahçeli, salt terörün bitmesi, teröristlerin teslim olmaları ve terör örgütünün lağvedilmesi koşuluna bağlı olarak „Umut hakkı!“ demişmiş.

    Konuyu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir kez daha aday olmasına bağlayanlarsa; tam bir aymazlık içindelermiş.

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ayrıcalıklı (O; istisnai diyor) adaylığına olanak veren, anayasanın 116. maddesinin 3. fıkrası ortadaymış.

    Buna karşın; ayrıcalıklı adaylığa karşı çıkanlar, bu girişimleriyle adaylıktaki anayasal engelin kaldırılmak istendiğini ileri sürüyorlarmış.

    Uçum ‘un bu açıklamaları tam bir tavşana kaç anlayışı ya da cumhurbaşkanının çok sevdiği söylemiyle atı alıp Üsküdar’a geçmek cingözlüğüdür.

    Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel; AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yeniden adaylık açıklaması yapması, ayrıcalıklı adaylık safsatasının açıklanması üzerine erken seçim çağrısında bulunuyor.

    „Cumhurbaşkanı yeniden aday olmak istiyorsa; bunun bir yolu var. Meclis’te 360 milletvekilinin seçimlerin yenilenmesi kararını alması lâzım. Eğer varsa, biz varız. Hemen gelsin. İsterlerse bu hafta seçim kararını alabiliriz. Biraz zamana ihtiyacı varsa, 2025’in Ekim sonu, Kasım başını işaret etmiştik kendisine. Martta yapmak istiyorsa martta, ekimde yapmak istiyorsa ekimde…

    Biz dünden razıyız, bugünden hazırız.

    Devir teslim için sabırsızlanıyoruz. Gelsin, aday olsun. Yok; aday olacağım deyip sanki yeniden seçilme gücü varmış gibi gösterip kaçak dövüşmesin.

    Hemen grubuna talimat versin, kararı bu hafta alalım.

    O rüyada görülecek darı ambarı. Ancak aç tavuklar görür.

    Öyle; 2027’ye falan milletin dayanacak gücü yok! Millet aç… Millet zorda…

    14 bin 500 TL emekli maaşı vereceksin, sonra 2027’nin sonlarında falan…

    O güne kadar size orada kalmayı kim garanti ediyor da böyle bir şeye cesaret ediyorsunuz?

    O yüzden o darı ambarından çıksınlar, o rüyadan uyansınlar.

    Cesaretleri varsa, kendilerine güveniyorlarsa bu hafta içinde seçim kararı alabiliriz, hodri meydan!” diyor.

    Biz; bu çağrıyı,tazıya tut anlayışı olarak yorumluyoruz.

    Tavşan kaçabilecek mi?

    Atı alıp Üsküdar’a geçebilecek mi bir kez daha?

    Geçmişte yapılanları anımsarsak Hayır! “diyemiyoruz.

    CHP; bu kez, tazı kaçan tavşanı yakalayabilir mi?

    Atın bir kez daha ele geçirilip Üsküdar’a geçilmesine engel olabilir mi?

    CHP; ilk genel seçimlerden 1. parti olarak çıkar, CHP’li birini cumhurbaşkanı olarak seçtirebilir mi?

    Neden olmasın?

    Devamını Oku

    KARDEŞLİK, ÖZGÜRLÜK VE BARIŞ SAVAŞIMI

    KARDEŞLİK, ÖZGÜRLÜK VE BARIŞ SAVAŞIMI
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    2024 yılının son günleri ve 2025 yılının ilk günleri salt ülkede yaşayan 30 000 000 (otuz milyon) insanımızı doğrudan ilgilendiren en düşük işçi ücretinin saptanması, sosyal güvenlik kurumu, bağkur ve emekli sandığından emekli olanların aylıklarında yapılacak bilmem kaç yüzdelik artırma tartışılmalarıyla yaşandı.

    İnsanlarımızın 2025 yılını nasıl yaşayacaklarına karar verdiler, cumhurbaşkanlığından, çalışma ve sosyal güvenlik bakanlığına, hazine ve maliye bakanlığından işçi ve işveren sendikalarına ve hatta merkez bankasına gelene değin bu işlerin başındakiler.

    1 Ekim 2024’ten bu yana yoğunlukla sürdürülen bir tartışma konusu da ülkenin yarım asırdan buaya gündemindeki Kürt sorunu ve o sorunun çözümüne ilişkin düşünceler, öneriler…

    T.C. Adalet Bakanlığı; cumhurbaşkanından gelen yeşil ışıktan sonra DEM Parti’den Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder’in 28 Aralık günü İmralı’ya gidip Öcalan’la görüşmesine izin ver(ebil)di.

    Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder ve yerine kayyum atanan Mardin Belediye Başkanı Ahmet Türk sürece ilişkin görüşmelere başladılar.

    TBMM Başkanı ve MHP Genel Başkanıyla görüştüler.

    Yarın; 6 Ocak 2025 günü, AKP, CHP ve SP ile de görüşecekler.

    İYİ PARTİ görüşme isteğine olumlu yanıt vermeyeceğini açıkladı. ZAFER PARTİSİ, ANAHTAR PARTİSİ, BBP de görüşmeyeceklerini duyurdular kamuoyuna.

    Son duyumlar doğruysa; bu isimler, Edirne’de tutuklu Selahattin Demirtaş’la da görüşmeyi düşünüyorlarmış.

    Bu üçlü; önce yaptıkları görüşmelerden memnun, mutlu ve umutlu olduklarını açıkladılar.

    Tabii atılan adımdan memnun olmayanlar da var.

    İşin ilginci; AKP, MHP ve CHP “Kürt Sorununun Demokratik Çözümü” konusuna dip not ekliyorlar.

    Örneğin; bu oyunun baş rol oyuncusu olan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli;  

    “Çözüm veya açılım diye bir süreç yoktur!” diyor.

     O; öyle diyor da, arkasındaki güçler, sürecin kendi amaçlarının dışına çıktığını görüp onu sürecin dışına atabilirler de…

    Öyle olursa; onun bu işteki yeri,Öcalan bizim isteğimiz gibi terör örgütünü feshettiğini açıklasın,umut hakkından yararlansın”dan öteye gitmeyecek demektir.

    Cumhurbaşkanı Erdoğan da “Kürt sorunu yoktur, çözüm süreci yoktur. Ülkemizin önünde yeni bir yol açacak bu sürecin suhuletle, karşılıklı iyi niyet ve anlayış içinde yürümesi için her türlü gayreti gösteriyoruz, ama gerektiğinde devletimizin kadife eldiven içindeki demir yumruğunu devreye almaktan da çekinmeyeceğiz.” ”diyerek Bahçeli’yle boy hizasında olduğunu gösteriyor.

    Yakında birileri bir beyzbol sopasının yanında, elinde telefon, birilerini arama pozu verebilir.

    Kürt sorunu ve çözümü tartışmaları, son 40 yıldır CHP için, „Vur abalıya!“ deyimin tam karşılığıdır.

    ANAP’tan başlayarak AKP ve paydaşları, bu konuda, sürekli abalının sırtına indirdiler sopalarını.

     O sopa; CHP ve Kürtler arasında oldukça derin ve kapanması son derece güç uçurum yaratmakta epey başarılı oldu.

    CHP Genel Başkanı Özgür Özel;

    Kürtlerin sorunu olup olmadığına devlet değil, Kürtler karar verir. Kürtler sorun yoktur diyene kadar vardır ve çözülmesi gerekir. Terör sorunu ve Kürtlerin sorunu birlikte çözülmediği sürece ikisi birbirini doğurmaya devam edecektir.” açıklaması yaparak Kürt sorunu konusundaki tartışmaları ve girişimleri, CHP’nin yumuşak karnıoyununu bozdu, sorunun demokratik çözümünün önemini vurguladı.

    Bunun farkında olanlar; Özgür Özel’in “Şehit ailelerinin ve gazilerin gözlerine bakamayacağımız hiçbir çözümün tarafı olmayacağız…” sözlerini ona karşı kullanmaya başladılar.

    Başarabilirler mi?

    Aklın yolu kullanılırsa, duygusallıktan öte somut söylemlerle, hayır!

    “Sorunun çözüm yeri Meclistir” o söylemlerden biri ve en önemlisi, en anlamlısı, en akılcısıdır.

    Abdullah Öcalan, DEM PARTİ ve CHP; Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni çözüm yeri olarak vurguluyorlar.

    AKP ve MHP; buna, „Olmaz! “ diyememektedirler.

    Hiç kuşkusuz meclis önemlidir.

    Ama, fakat ondan da önemlisi Türkiye’nin, halkımızın bu konuyu, her boyutuyla, tüm katmanlarında, özgürce tartışması, Kürtlerin istemlerinin toplumsal uzlaşmayla gerçekleştirilmesidir.

    Bu sorun bu yöntemlerle çözüme kavuşursa eğer; aşırı milliyetçi, ırkçı odakların kışkırtma anlamı taşıyacak sesleri kesilir, söyleyecek sözleri kalmaz.

    Türkiye’nin tüm katmanları derken;  ilerici demokratik güçler, demokrasi güçleri, sendikalar, emek ve meslek örgütleri, çeşitli türden kitlesel demokratik örgütler, demokrasi savaşımı içinde yer alan aydınlar, akademisyenler, kültür insanları, insan hakçılarından, toplumun tüm etken güçlerinden, Meclis’te temsilcileri olsun olmasın, tüm siyasi parti ve çevrelerden söz ediyoruz.

    Bu savaşım; hiç kuşkusuz, amasız, fakatsız, antiemperyalist, kardeşlikten, özgürlüklerden, barıştan yana, çok kapsamlı, çok önemli bir savaşımdır.

    Devamını Oku

    TÜRKİYE VE ONUN ÇÖZÜM BEKLEYEN SORUNLARI

    TÜRKİYE VE ONUN ÇÖZÜM BEKLEYEN SORUNLARI
    1

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    HDF – SOSYALDEMOKRAT HALK DERNEKLERİ FEDERASYONU, 30 YIL ÖNCE HAZIRLADI BU RAPORU.

    RAPORDA TÜRKİYE’NİN ÖNE ÇIKAN VE SON DERECE ÖNEMLİ SORUNLARI VE O SORUNLARIN ÇÖZÜMÜNE İLİŞKİN OLARAK FEDERASYONUN ÇÖZÜM ÖNERİLERİ VAR.

    ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

    22-24. 04. 1994 tarihlerinde, Extertal kentinde yapılan HDF- Temsilciler Kurulu Toplantısında karara bağlanan rapor

    TÜRKİYE’DE KÜRT SORUNU DEMOKRASİ İÇİNDE ÇÖZÜLMELİDİR

    Herkese insan hakları…

    Her yerde ve herkese daha fazla demokrasi…

    Ülkemizde gerçek bir demokratik düzenin kurulmasını amaç edinmiş sosyal demokratlar olarak,

    Türkiye’de; Kürt yurttaşlarımızın, her türlü baskıdan kurtulmuş olarak, tüm insan haklarından

    yararlanmalarının gerçekleşmesini, özlediğimiz demokratik yönetimin vazgeçilmez ve belirleyici bir

    özelliği olarak kabul ediyoruz.

    Cumhuriyetin kurulmasından bu yana ülkemizdeki yönetimlerin ortak özelliği, onların

    baskıcı karakterleridir.

    1960-70 arası gibi, bazı dönemlerde, insanların, belli bir ölçü içinde, görece

    anımsatmıştır… nefes alması olanaklı olmuşsa da; bu ölçünün üzerinde, yönetimlerin baskıcı karakteri varlığını korumuş ve kendini sürekli anımsatmıştır…

    1980 askeri darbesinden sonra ise kurulan ve kurumlaştırılan yönetim biçiminde devletin ve yönetenlerin baskıcı karakteri herkesi ve her kesimi etkiler düzeye ulaşmıştır.

    Bu baskılar varlığını Kürt yurttaşlarımız üzerinde daha da ağırdırlar.

    TÜRKİYE’DE DEMOKRASİ SORUNU VARDIR

    Türkiye’de; bugün, demokratikleşme sorunu vardır.

    Türkiye demokratikleşme sürecini tamamlayamadı.

    Başta askeri darbeler olmak üzere demokrasi süreci çeşitli tıkanıklıklar yaşadı.

    Türkiye; kendi zengin kültürel çeşitliliğini yaşayamadı.

    Yaşatmamak, ezmek, yok etmeye çalışmak, yok edilemese bile, yok saymak en kolay çözüm olarak görüldü.

    Sorumlular; büyük bir sorumsuzluk içinde, gündemdeki sorunları gelecek kuşaklara bırakmayı seçtiler.

    Ne Kürt sorunu demokratikleşme sürecinin önündedir. Ne de demokratikleşme süreci Kürt sorununun önündedir.

    Bunlar iç içedirler. Çözümleri  de iç içedir.

    TÜRKİYE’DE KÜRT SORUNU VARDIR

    Türkiye’nin bir Kürt sorunu vardır. Bu sorunun temelinde, Kürt kimliğinin tanınmaması yatmaktadır.

    Kürt kimliği üzerindeki baskı ve yasaklar toplumsal bütünleşmeyi engellemiş ve Kürt kökenli

    yurttaşlarımızca ayrımcılık olarak algılanmıştır.

    Bu nedenle Kürt kimliği üzerindeki tüm baskı ve yasaklar ivedilikle kaldırılmalıdır.

    Kürt kimliğinin tanınmasının, Türkiye’de toplumsal bütünleşmenin derinleşmesine büyük bir katkısı olacaktır.

    Kürt kökenli insanlarımızın geçmişte devletle sorunları, çatışmaları oldu.

    Ancak; halk, hiçbir zaman, kendi içinde çatışmadı. Düşman olmadı. Bugün halkın içine düşmanlık tohumlan ekilmesinden politik çıkar umanlar var. Bu olumsuz gelişmeyi yurtdışındaki yurttaşlarımız arasında da görüyoruz.

    Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında Türkiye toplumunun etnik çoğul yapısı, böylelikle de

    Kürt varlığı, tanınmıştır.

    Daha sonra, on yıllar içinde, değişik tarihsel nedenlerle bu gerçek unutulmuş, Kürt varlığı yadsınmıştır.

    Etnik kimlikleri ve farklılıkları yok sayan bir toplum ve devlet anlayışı geliştirilmiştir.

    Türkiye’de, bugün bile, bu anlayışı savunan, etnik kimlikleri yadsıyan ve sorunu teröre indirgeyen güçler bulunmaktadır.

    Bu anlayış; Türkiye’de devletin ve toplumsal yasamın artan ölçüde demokratikleşmesini engellemektedir.

    Türk ulusu; tek etnik gruba dayanmayan, etnik çoğulluğu olan bir toplumdur. Toplumun bu etnik çoğul yapısı herkes tarafından kabul edilmek zorundadır. Bu nedenle de Türk kavramı Türkiye’de barış içinde birlikte yaşamak isteyen insanların ortak söylemidir.

    Türkiye’de ulusal bilinç ve kimlik, toplumun bu etnik çoğul yapısını yansıtan bir olgunluk düzeyine kavuşturulmalıdır.

    Toplumun çoğul yapısı siyasal-toplumsal yaşamın bütün alanlarına yansımalıdır. Türkiye’de etnik çoğulculuğun, korunması gereken bir değer ve zenginlik olduğu bilinmelidir.

    SHP- DYP koalisyon hükümetinin kuruluşuyla birlikte Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türkiye’de

    Kürt gerçeğini tanımıştır.

    Kürt gerçeğini tanımak, Türkiye’de bir Kürt sorunu olduğunu ve Kürt kimliğini kabul etmek anlamına gelmektedir.

    Bu tarihsel açıklama ile Türkiye, Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne değin izlenen ve Kürtlerin varlığındı yok sayan görüşten büyük ölçüde ayrılmıştır.

    Ancak; ne yazıktır ki, Kürt gerçeğini tanımanın gerekleri yerine getirilmemiştir. Artık daha fazla zaman kaybetmeden bunun gerekleri yerine getirilmelidir.

    Bunun ilk adımı, Kürt sorununun bütün boyutlarıyla ve özgürce tartışılmasını sağlamaktır.

    Bir yandan “Kürt gerçeğim tanıyoruz!”, deyip, diğer yandan kültürel hakları vermede geri durulacak, askeri çözümler öne sürülecek.

    Demokrasiyi bayrak edinmiş kişilerin bunu içlerine sindirmeleri olanaksızdır.

    Türkiye’de ayrılıkçılığın hiçbir temeli yoktur.

    Kürtlerin yoğun yaşadıkları bölgeler, Türkiye’nin işgal ettiği bir sömürge değildir.

    Türkiye’de Türkler, Kürtler ve diğer etnik gruplar büyük ölçüde içice, kaynaşmış bir

    biçimde yaşamalarında sayılamayacak kadar ortak kültürel değerleri taşımaktadırlar.

    Türkiye’de Türkler ve Kürtler derin tarihsel bağlarla bütünleşmişlerdir. Bu kaynaşma, bu bütünleşme ve ortak kültürel değerler; her türlü, ayrılıkçı düşünce ve çözümü anlamsız kılmaktadır.

    Türkiye’de Kürt sorununun çözümü, Türklerin ve Kürtlerin barış içinde ve birlikte yaşama istemi ve kararlılığında aranmalıdır.

    Sokaktaki deyimiyle ne “Ver kurtul!” ne de “Vur kurtul!” bir çözümdür.

    HDF; bunun, hangi etnik kökenden olursa olsun, Türkiye insanının ezici çoğunluğunun ortak inancı ve istemi olduğu düşüncesindedir.

    Ulusların kendi kaderini belirleme haklarına saygılıyız.

    Ancak; bu hakkın her zaman ve her yerde ayrılma hakkı anlamına gelmeyeceğini düşünüyoruz. Yüzyıllardır bir arada yaşayan, büyük ölçüde kaynaşmış ve bütünleşmiş etnik grupların birbirinden ayrılamayacaklarına inanıyoruz.

    Türkiye’de üniter devlet, federasyon ve özerklik gibi değişik çözüm önerileri toplumun bütün kesimlerince, sınırsızca tartışılabilmelidir.

    Özgürce tartışmanın engellendiği ortamlarda terörün geliştiği ve çözümsüzlüğün kalıcılaştığı

    unutulmamalıdır.

    HDF; Kürt sorununun ancak; Türkiye bütünlüğü ilkesinden ayrılmadan ve üniter devlet içinde,

    hangi etnik kökenden olurlarsa olsunlar, insanlar arasında toplumsal barışı sağlayarak,

    demokrasiyi tüm kural ve kurumlarıyla işleterek çözülebileceğine inanmaktadır.

    Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vatanı ve ulusuyla bölünmez bir bütün olduğuna inanıyoruz.

    Ancak; ulusun ve vatanın bölünmez bütünlüğü asker ve polis gücüyle sağlanamaz, sağlanmamalıdır. Devletin tekliği ve ulusun bütünlüğü ilkesi özgürlük içinde ve gönülden benimsenmeli ve gerçekleşmelidir.

    Ülkemizde şiddete ve teröre başvurmamak koşuluyla, her türlü çözüm önerisi savunulabilmelidir. Demokrasinin temel değerlerinden biri olan düşünce özgürlüğü; bu bağlamda da, hiçbir gerekçe ile sınırlandırılamaz.

    Türkiye’de; başta Türkler ve Kürtler olmak üzere, bütün etnik gruplar, büyük ölçüde kaynaşmış ve

    bütünleşmişlerdir. Bu kaynaşma ve bütünleşme derinleştirilebilir.

    Bunun önünde duran bütün engeller kapsamlı bir demokratikleşme programı çerçevesinde kaldırılmalıdır.

    Bu çerçeve içinde ulusumuzun barış içinde birlikteliğini sürdürerek özgürlük ve esenlik dolu bir geleceğe yöneleceğine inanıyoruz.

    Bu olanakları gördüğümüz ve bu inancı taşıdığımız için, Türkiye’de değişik devlet kurumları, partiler ve kamuoyu içinde yer alan, dar ve otoriter bir devlet anlayışını, milliyetçi, bağnaz ve militarist çözümleri savunan tüm kişi ve güç odaklarının bu tutumlarını terk etmelerinin zorunlu ve yararlı olacağı kanısındayız.

    Aynı şekilde; basta PKK olmak üzere, tüm Kürt terör örgütlerinin ve diğer ayrılıkçı

    grupların terörizmden vazgeçerek silahlarını bırakmalarının ve etnik fanatizmden uzaklaşmalarının

    zorunlu ve yararlı olacağını çok açık bir şekilde ve ısrarla vurgulamak isteriz.

    KÜRT SORUNU EKONOMĐK VE SOSYAL KALKINMA SAĞLANMADAN ÇÖZÜLEMEZ

    Kürt kökenli yurttaşlarımızın yoğun olarak yaşadıkları Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgeleri; yalnızca, demokrasi ve insan hakları yönünden değil, ekonomik ve sosyal açılardan da acil çözüm bekleyen yörelerdir.

    Bu bölgedeki gelir düzeyi, diğerlerine oranla çok düşüktür. Ekonomik etkinliklerin önemli bölümünü

    tarım ve hayvancılık oluşturmaktadır. Özellikle bölgedeki toprak dağılımının dengesiz oluşu, toprakların hala feodal güçlerin denetimi altında bulunuşu, ekonomik ve sosyal sorunların oluşumuna temel nedendir.

    Bunun sonucunda ailelerin büyük bir bölümü topraksızdır. Feodalizm bölgede yalnız ekonomik

    yaşamı değil, aynı zamanda politik yaşamı da belirlemektedir.

    Özellikle son yıllarda bölgedeki yatırımlar durma noktasına gelmiş, işsizlik giderek artmıştır. Ana gelir kaynaklan olan hayvancılık ve sınır ticareti son yılların politik gelişmeleri sonucu, özellikle Körfez Bunalımı ve Irak’taki siyasi belirsizlik sonucu büyük ölçüde yapılamaz duruma gelmiştir. Ekonomi can çekişirken, bu bölgelerde zaten çok geri düzeyde olan, sağlık ve eğitim hizmetleri de hızla durma noktasına gelmektedir.

    TÜRKİYE’DE TERÖR SORUNU VARDIR

    Türkiye’de bugün bir terör sorunu vardır.

    Ancak; Kürt sorununu salt terör ve PKK sorununa indirgemek de yanlıştır. Kürt sorunu ile terör sorunu kesinlikle birbirinden ayrılmalıdır.

    PKK’nın kendisi, her şeyden önce, 12 Eylül’ün, baskıcı ve askeri anlayışının ürünüdür.

    PKK’nın siyasi yenilgisinin ön koşulu; 12 Eylül artığı anlayış ve yasakların kaldırılmasıdır. Onun ideolojik gıdası ve varlık nedeni ancak böyle siyasi önlemlerle ortadan kaldırılabilir.

    Kanla yazılan, insanları birbirine düşman eden, şovenizmle beslenen politikalar çözüm değildir.

    Demokrasiden yana olan her yurttaşımız; şiddet kullanılmasına dur demeli, çözüme demokrasi içinde siyasal ve barışçıl yöntemlerde aranmalı ve sağlanmalıdır.

    Kürt sorununu teröre başvurarak, Kürt kimliğini yok sayarak ve salt askeri yöntemlerle çözmek

    olanaklı değildir.

    Çözümse; temel konulardaki toplumsal uzlaşmalardadır.

    Şiddet; sorunların çözümü olamaz.

    Hukukun egemen olduğu toplumlarda şiddet kullanma hakkının tekeli devlettedir. Ancak; bu, hiçbir zaman devletin kullandığı şiddetin her zaman meşru olduğu anlamına gelmez.

    Ülkemizde her gün tırmanan şiddet eğilimini ancak bu anlayışla kırabiliriz.

    Şiddet kullanarak demokratik çözüm olmaz, şiddeti savunarak demokrat olunmaz.

    Çözüm; daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlüktür.

    Ya terörden yana olunur ya da teröre karsı olunur.

    Herkesin seçimi bu olmak zorundadır.

    Terörü mahkum etmeden demokrasi gerçekleşmez.

    Ulusların kendi kaderlerini belirleme hakkı adına; toplumun içine kin, düşmanlık, etnik fanatizm

    tohumları serpmeye hiç kimsenin hakkı yoktur.

    Ayrıca; Türkiye’de Kürt sorununun çözümü için teröre başvurmanın hiçbir ahlaki, siyasal, hukuksal temeli yoktur.

    Terör; Türk’üyle, Kürt’üyle bütün Türkiye toplumunun ve devletinin varlığım tehdit etmektedir. Şiddet ve terör Kürt sorununun demokratik siyasal çözümünü engellemekte, bu sorunu kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak isteyen demokrasi karşıtı, emperyalist ve militarist iç ve dış güç odaklarının işine yaramaktadır.

    Bütün bu düşüncelerimizin ışığında aşağıdaki somut istem ve önerilerimizi tartışılmak üzere

    kamuoyuna sunmak istiyoruz:

    1) Türkiye’de demokrasi içinde siyasal ve barışçıl çözümler aranmalıdır. Bunun başında Kürt

    kimliğinin tanınması yer almalıdır.

    2) Türkiye’nin etnik ve kültürel çoğulcu yapısının siyasal, toplumsal ve kültürel sisteme yansıması

    sağlanmalıdır.

    3) Kürt kimliği ve dili üzerindeki bütün baskı ve yasaklamalar kaldırılmalıdır. Kürtçenin, eğitim ve

    kültür yaşamımıza eksiksiz bir şekilde entegrasyonu sağlanmalıdır.

    4) Etnik kimlik ve farklılıkları yadsımadan Türkiye’de toplumsal bütünleşmenin nasıl

    derinleştirilebileceği araştırılmalı ve belirli bir program geliştirilmelidir.

    5) Kürtlerin yoğun yaşadıkları bölgelere yönelik kapsamlı bir ekonomik kalkınma programı

    geliştirilmeli ve ivedilikle uygulanmalıdır.

    6) Türkiye’de üniter devlet, federasyon ve özerklik gibi değişik çözüm önerilerinin tüm boyutlarıyla tartışılmasını sağlayacak platformlar oluşturulmalıdır.

    7) Benzeri veya farklı tarihsel-toplumsal koşullar altında diğer ülkelerin etnik sorunlarını nasıl

    çözdüklerini araştırmak üzere Türk ve Kürt politikacı, bilim adamı, gazeteci ve yazarlardan oluşan bir araştırma ve çalışma komisyonu kurulmalıdır.

    8) Tüm Kürt örgütleri; etnik bağnazlığa dayanan militarist mücadele anlayışını ve şiddete dayalı

    yöntemleri bırakmaya ve barışçı, demokratik siyasal mücadele zeminine katılmaya çağırılmalıdır.

    9) Türkiye toplumunun bütün etnik gruplarının siyasal, kültürel ve ekonomik bütünleşmesinin

    önündeki tüm yapısal-kurumsal engeller araştırılmalı ve ivedilikle ortadan kaldırılmalıdır

    Devamını Oku

    MENEMEN’İN BELEDİYE BAŞKANINA AÇIK MEKTUBUMDUR

    MENEMEN’İN BELEDİYE BAŞKANINA AÇIK MEKTUBUMDUR
    2

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    İki güvenlik görevlisinin arasındaki bu cani; 29 Aralık 1930 günü, Menemen’de, Yedek Subay Kubilay’ı, boğazını kör bağ bıçağıyla kesen, başını gövdesinden ayırarak, hunharca katleden Derviş Mehmet adlı kuduz yobazdır.

    Bu yobaza türbe yapılmış ve 2024 yılının son günlerinde Menemen’in AKP’li Belediye Başkanı AYDIN PEHLİVAN bu caninin, bu gözü dönmüş vahşinin, bu insanlık ve cumhuriyet düşmanının türbesini ziyaret ederek, ruhuna Fatiha okumuşsun.

    Gaflet budur!

    Dalâlet budur!

    İhanet budur!

    Ağzı salyalı, kuduz yobazlar; her kimseniz ve her neredeyseniz, biz; cumhuriyet ve devrimlerinin yıkılmaz kaleleri olarak, dimdik karşınızda olacağız.

    Kuduzunuzu o gün de bulaştıramadınız bize, bugün de bulaştıramayacaksınız.

    Kudurarak geberecek, kendi pisliğinizde batarak yok olacaksınız.

    Biz; size inat, o barış Türkiye’sini ve dünyasını koruyacak ve savunacak güçteyiz.

    Yaşasın tam bağımsız, çağdaş, insandan yana, laik, demokrat Türkiye Cumhuriyeti…

    ha-ber.com gazetesinde yer alan aşağıdaki yazımı, bir yıl önce, Menemen Olayı’nın 93. yıldönümünde yazdım.

    Yukarıdaki açık mektubu, Kubilay’ı hunharca katleden Derviş Mehmet’in türbesinde saygı duruşunda bulunan ve dua okuyan Menemen’in AKP’li Belediye başkanına yazdım.

    Ağızları salyalı, kuduz yobazların 23 Aralık 1930 günü, yedek subay olarak görev yaptığı sırada canice katlettikleri meslektaşım MUSTAFA SUPHİ KUBİLAY’ı katledilişinin 94. Yıldönümünde özlemle arıyor, en derin saygılarımla anıyorum.

    MENEMENLİ HASANLAR

    Turgut Özakman’ın Cumhuriyet Türk Mucizesi adlı kitabında okudum aşağıdakileri.

    Etkilendim.

    Kemalist bir Hasan olarak yazmak istedim bu konuda.

    Ben bir Kemalistim.

    Atatürkçü değilim.

    Hiç olmadım.

    Kemalizm benim dünya görüşümdür.

    Ben, O’nun izinde de olmadım hiç.

    Yolunda olmaya çalıştım.

    Benim yolum O’nun yoludur.

    LAİK CUMHURİYETİMİZ, DEVRİMLERİMİZ VE VATANIMIZ UĞRUNDA TOPRAĞA DÜŞEN TÜM ŞEHİTLERİMİZİN ANILARI ÖNÜNDE EN DERİN SAYGILARIMLA…

    23 Aralık 1930 …

    Derviş Mehmet ve beş adamı, sabah vakti, namazdan önce ulaşırlar Menemen’e.

    Önce; cami cemaatiyle sabah namazını kılarlar bu ağzı salyalı, kuduz yobazlar.

    Namazdan sonra kendini mehdi olarak tanıtan cani, dini korumaya geldiğini, halife ordusunun da yolda olduğu yalanını sallar.

    Müjdeyi alan müezzin, minareye çıkar ve bu müjdenin şerefine bir el ateş eder havaya.

    Ağzı salyalı kara yobazlar, camiden aldıkları yeşil sancağı bir Menemen’in hükümet alanının ortasına açtığı çukura diker ve çevresinde dönerek tekbir getirmeye, zikr etmeye başlarlar.

    “Şapka giyenler kâfirdirler! Yakında fes yeniden giyilecektir.” diye naralar atarlar.

    Yedek subay Mustafa Kubilay, bu sırada kışlada birliğini eğitime hazırlamaktadır.

    Jandarma komutanının yardım istemesi üzerine birliğini olay yerine ulaştırması buyruğunu alır.

    Askerde salt manevra mermileri vardır.

    Olay yerine varan Kubilay, kara yobazlardan silahlarını bırakmalarını ve teslim olmalarını ister.

    Derviş, hiç tartışmaz.

    Karşısındaki cumhuriyetin subayıdır.

    Onlardan nefret etmektedir.

    Silahını ateşler ve Kubilay’ı vurur.

    Ağzı salyalı kara yobaz, iki adamıyla yığılıp kalan ve daha canlı olan   cumhuriyet subayının başını bir taşa dayar.

    Torbasından çıkardığı testere ağızlı bağ bıçağıyla Kubilay’ın başını gövdesinden ayırır.

    Menemenli bu vahşeti alkışlamaktadır.

    Kara yobaz, onun başını yeşil sancağın tepesine bağlar.

    Bu kuduza göre artık cumhuriyet bitmiştir.

    Bu ağzı salyalı caniye yardım eden iki adamının adları Hasandır.

    Biri 50, diğeri 18 yaşındadır bu Hasanların.

    Olayda bir Hasan daha vardır.

    ÇARŞI BEKÇİSİ HASAN…

    İş arkadaşı Şevki’yle durumu gören Bekçi Hasan; silahını çeker, kara yobazın adamlarından birini yaralar.

    Şevki de silahına sarılır.

    Oracıkta şehit edilirler ağızları salyalı kuduz canilerce.

    Bu kuduruk katilleri yetişen alayın makineli tüfek birliği ateş açıp kalbura çevirerek durdurabilir ancak.

    Bu olay onu, kurtarıcı ve kurucuyu, Gazi Mustafa Kemâl’i çok üzer.

    O sırada İstanbul’dadır. Kendisini ziyarete gelen Van Valisi Bekir Sami (Baran) Bey’e şöyle der:

    “Olayın failleri arasında iki Hasan var. Biri 50 yaşında, biri 18 yaşında. Menemen olayı elbette çok önemli, çok üzücü. Ama; beni, olayın kendisinden de daha çok üzen 18 yaşındaki Hasan’ın 50 yaşındaki Hasan’la aynı şeyi düşünmüş ve yapmış olmasıdır. Genç bir insandan bunu beklemiyordum.”

    Mustafa’m, Kemâl’im, Atatürk’üm.

    Ben, 75 yaşında bir Hasan’ım.

    Yolun yolumdur.

    Işıklar içinde rahat uyu!

    İnanıyorum ki; sen de inan, ülkemin her yaştan Hasanları arasında milyonlarca ÇARŞI BEKÇİSİ HASAN var.

    Ben onlardan biriyim.

    Yolunu yol olarak seçen Hasanlar cumhuriyetini ve devrimlerini sonsuza değin yaşatacaklar.

    Ağızları salyalı, kuduruk kara yobaz çeteleri, onların bu sarsılmaz inançlarında boğulacaklar.

    Ne diyorsun “Gençliğe Söylev”inde?

    “Gereksinim duyacağın güç damarlarındaki soylu kanda vardır.”

    Biz bu inancımızı hiç yitirmedik.

    Korkmuyoruz.

    Ağızları salyalı, kuduz, kara yobaz Derviş Mehmetler korksunlar!

    Devamını Oku

    EVRİM NEDİR? YOK SAYILABİLİR Mİ?

    EVRİM NEDİR? YOK SAYILABİLİR Mİ?
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Başlıktaki ilk sorunun yanıtını verelim başlarken.

    Evrim; canlılardaki gen ve özellik dağılımının, kuşaklar içerisinde, seçilim baskısıyla değişmesidir. Organik evrim ya da biyolojik evrim olarak da adlandırılır.

    Çağdaş biyolojinin temel taşıdır. Evrim Kuramı’na göre Dünya’daki tüm canlıların kökeni kendilerinden önce yaşamış türlere dayanır ve o nedenle de canlılar birbirilerinden ayırt edilebilirler.

    Farklılıklar, kuşaklarda meydana gelen genetik değişikliklerin bir sonucudur.

    Ancak; İki yıl önce, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi evrimin olmadığını kanıtladığını savunan bir toplantı düzenler. 

    İki yıl sonra da; Üsküdar Üniversitesi, „Evrim yoktur!“ bildirgesi açıkladı.

    Bu bildirgeye, Ekşi Sözlük dışında, hiçbir yalanlama, hiçbir eleştiri ya da bir karşı görüş gelmedi.

    İstanbul Aydın Üniversitesi; uzun bir süredir, bilimsel dayanağı olmayan, gerçekdışı astrolojinin sertifikasını veriyor.

    Sayısız üniversite var Türkiye’de. Tamamı; adları geçen üniversitelerin yaptıkları, bilimsel dayanağı olmayan açıklamaları sessizliklerini bugüne değin bozmadılar.

    MEB’in ÇEDES uygulamasına dayanaktır evrime karşı yapılan açıklamalar.

    Evrim; fen bilimleri ve biyoloji kapsamındadır. Kanıtlanmış, bilimsel gerçektir.

    Osmanlı döneminde bile evrim karşıtlığı yoktur.

    Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın İnsanlar Maymun muydu? adlı, dönemin evrim konulu tartışmalarını ele alan, tepkiler çekmeyen bir romanı vardır.

    Evrim karşıtlığı; batı dünyasında, 20. yüzyılda evrim konusu tartışılır durumu alınca, bizde de “Evrim yoktur!”  savında olanların sayısı arttı.

    “Evrim yoktur!” denilemez mi? Kuşkusu denilebilir. Ama; bunun “Güneş yoktur!” demekten bir farkı yoktur.

    O nedenle de adı geçen üniversitelerin yayınladıkları evrim karşıtı bildirgelerin bilimsel bir değerleri yoktur.

    Bildirgelere eklenen, yüzden çok kaynağın neye dayandıkları da bir bilinmezdir.

    Yerli ya da yabancı bu kaynaklar evrime karşı değildirler.

    Bildirgede Prof. Dr. Caner Taslaman‘ın adı evrim karşıtı olarak veriliyor. 

    Doğru bilgi değildir.

    Sayın Taslaman’ın “Bir Müslüman Evrimci Olabilir mi?” adlı yapıtını okumadıkları ortadadır.

    Ayrıca; Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk kitaplarında ve konuşmalarında, din adamlarına salık vermiş ve “Bilim insanlarının işine karışmayın, evrimi nasıl istiyorlarsa öyle açıklasınlar!”  demiştir.

    Bu salık; yaşamın gerçek yol göstericisinin bilim ve fen olduğuna inanmaya çağrıdır.

    Evrim karşıtlığı; laiklik dışı ve yanlı bir bakıştır.

    Bir zamanlar adı Mendel Kuramı olan kuramın adı günümüzde Mendel Yasası‘dır.

    Bu değişiklik Evrim Kuramı adına Evrim Yasası olarak yansımıştır.

    Evrim Karşıtı bildirgeleri yayınlayan, sözün ona üniversiteler; bu bilgiden, Vatikan’ın ve İngiliz Kilisesi’nin yayınladıkları Darwin’den özür dileyen mektuplarından da habersizdirler.

    Bakın bu evrim karşıtları bu bilimdışı savlarını nasıl kanıtlama çabasındalar?

    20 yıl öncesinde İstanbul’daki balıkçı lokantalarının giriş kapısına 10 milyon yıllık sazan, lüfer fosilleri koyuyorlar, altına da; “Bu balıklar milyonlarca yıl önce de böyleydiler, hâlâ böyleler. Demek ki; değişmemişlerdir. Tüm canlılar ilk yaratıldıkları formdadır, sonuçta evrim yoktur!” yazıyorlar.

    İyi de; daha eskisine gidildiğinde, o balıkların formları başkaydı. Zaman içinde evrimleşmişlerdir. Kaplumbağa; 90 milyon yıldır şimdiki formadır. Ancak; 100 milyon yıl önce başka formdaydı. Kısacası o sazan fosillerini koyanlar vatandaşları sazan yerine koymuşlardır.

    Bunlara, bu evrim karşıtlarına Prof. Dr. Ali Demirsoy’un konuya ilişkin olarak yazdıklarını okumalarını öneririz.

    İbn-i Haldun’un Mukaddemesi,  İbrahim Hakkı Bey’in Marifetnamesi de önerilerimiz arasındadır.

    Evrim‘in Arapçadaki adı tekâmüldür.

    Tekâmül; olgunlaşma, olgunluk, gelişim, gelişme, evrim demektir.

    EVRİM; BİLİMSELDİR. YOK SAYILAMAZ!

    Devamını Oku