TEDAVİ AMAÇLI İLAÇLAR ORUCU BOZMAZ

ABONE OL
18:15 - 12/04/2022 18:15
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Oruç, Bakara Suresi’nin 183-187’nci ayetlerinde detaylı olarak işlenir. Orucu tutmanın önemi, zamanı, süresi, nasıl tutulacağı, ne zaman kaza edileceği, detaylı olarak açıklanmıştır. Oruç tutmamızı isteyen Allah’tır, nasıl tutulacağını açıklayan da Allah’tır. Oruç ibadetine ilaveler yaparak zorlaştırmak ibadetin ruhuna aykırıdır. “Oruç tutunuz sıhhat bulunuz” tavsiyesini anlamsız hale getirmektir. Allah’ın konuşmaya başladığı yerde kula susmak düşer. Allah’ın önüne geçmek olmaz. Allah’a dinini öğretmek hiç olmaz.

Oruç tutmak aç kalmak susuz kalmak değildir. Oruç, Müslümanın kendisini kötülüklerden uzak tutması anlamına gelir. Ayetin buyruğuna göre amaç “arınmak” tır. Kişinin yaptığı kötülükleri, işlediği günahları gözden geçirerek Yaradan’na bir daha yapmayacağına dair söz vermesidir. Müslüman bu sözü helal olan şeyleri oruç ayı süresince kendisine haram kılarak verir. Ve o senenin kalan 11 ayında bir daha günaha bulaşmayacaktır. Nasuh tövbe denir buna.

Şuurlu bir şekilde tutulan oruç Müslümanın kendisini kontrol altına almasını sağlar, böylece iç disiplinini gerçekleştirir. Sosyal adaleti sağlamanın alt yapısını oluşturur. Teravih namazlarındaki coşku, koşuşturma, iftar sofralarındaki cömertlik, kucaklaşma o disiplini gerçekleştirmek içindir. Verilen fitre ve sadakalar da Müslümanı cimrilikten kurtarır, fedakarlık duygusunu geliştirir. Orucun sonunda bayram namazında gözle görülür bir mutluluğun yaşanmasını sağlar. Herkes güzel ve temiz elbiseleriyle gelir bayram namazına, bütün yüzler güler o gün, eller öpülür, hediyeler verilir. Bütün bunlar Müslümanın iç disiplinini sağlamasının sonucudur. Kendisinde olanı başkasıyla karşılıksız paylaşmanın sonucudur. Ne anlamlı bir davranış. Tüm bu güzelliklerin gerçekleşmesine oruç vesile olmuştur.

Oruç sadece aç kalmak, susuz kalmak olarak anlaşılmamalıdır. Bu bir eğitim sürecidir. Müslüman böylece kendini terbiye eder, maddi ve manevi arınmasını gerçekleştirir. İşte, oruç tutan Müslümandan istenen de bu arınmadır. Müslüman üçüncü kişiye dokunarak elde etmiştir bu arınmayı, sadece aç ve susuz kalarak değil.

Gelenekte, orucun süresi güneşin doğuşuyla ve batışıyla sınırlandırılmıştır. Oysa Kur’an oruç ayetlerinde güneş ifadesini kullanmaz. Başlangıç için “beyaz iplik ve siyah iplik” sonlandırma için “gece karanlığı” ifadelerini kullanır. Güneş ifadesini kullanmaya uygun olan bir coğrafyada, ekvatorda bu ifadenin kullanılmaması manidardır. Günün saatlerinin tam olarak teşekkül etmediği veya 6 ay gece ve 6 ay gündüzün olduğu coğrafyada yaşayan insanlara bir mesaj vardır burada. “Beyaz iplik ve siyah iplik” betimlemesiyle işe gitme saati, “gece karanlığı” betimlemesiyle de işten gelme saati vurgulanmış olmalıdır.

Günün saatlerinin tam olarak teşekkül etmediği coğrafyalarda güneşe endeksli bir süre sınırlaması yanlış olur. Sıkıntılı bir durum oluşturur. Müslümana taşıyamayacağı bir yük yüklenmiş olur. İnsan sağlığına uygun olmayan bir sınırlamadır bu. Sırf bu yüzden oruç tutmayı önemli saymayanlar olabilir. Vebaldir.

Böyle bir uygulamanın peşinden arınma gelmez. Hamasi duygularla sürenin uzatılması, zamanın tam olarak teşekkül etmediği coğrafyalardaki Müslümanlara zulümdür. 13-14 saatlik oruç süresini 19-20 saate kadar yükseltmek orucun esprisini anlamamak demektir, zulümdür. Burada sevap alma adına Allah’a fatura edilen bir zulüm vardır. Allah’ın gözüne girme yarışıdır bu. Oysa “Allah kimseye gücünün üzerinde yük yüklemez.” Bu önemli bir kuraldır.

Allah orucun başlangıcını ve sonlandırılmasını güneşin doğmasına ve batmasına bağlamamıştır. Aklını çalıştıranlar için bunda hikmetler vardır. Arap’ın 1400 sene önce o gün orada anladığını deforme etmeden aynıyla diğer bölgelere aktararak Kur’an’ı evrenselleştirmek gerekir. Bu bir görevdir, sorumluluk gerektiren bir görevdir. O yörelerde yaşayan dini önderlerin kanaat önderlerinin görevidir.

Söz konusu coğrafyalarda, Mekke ve Medine’nin oruç tutma süresinin ortalaması alınarak orucun süresi tespit edilmelidir. Ya da şartlar oluşmadığı için o yörelerdeki Müslümanlara oruç farz değildir denilmelidir. Sorumlu bir görev adamına yakışan budur.

Orucu bozan şeylere ilaveler yapılmıştır. Orucu bozan şeyler Kur’an’ın ifadesine göre 3 tür. “Yemek, içmek ve cinsel ilişki.”  Bu üç şeyden başka orucu hiçbir şey bozmaz. İğne vurulmak, bir miktar su ile hap almak orucu bozmaz. Kronik hastalar zaten oruç tutma konusunda serbest bırakılmışlardır. Çünkü Allah kimlerin oruç tutmaktan muaf olduğunu sıraladıktan sonra, “Oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.” Vurgusunu yapmıştır. Müslüman bir bardak su ile ilacını alıp orucuna devam edebilecekse bu hayırlı işten mahrum bırakılmamalıdır. Karar mazeretli olan o kişinindir. Burada genel bir kuraldan bahsedilemez.

Bir ilave de orucu bozma konusunda yapılmıştır. Bilerek ve isteyerek orucu bozan kişiye 60+1= 61 gün kefaret orucu tutması icap ettiği söylenir. Hem de arkası arkasına tutulacaktır. 61 gün kefaret orucu uydurma bir şeydir. Kur’an ve sünnetten hiçbir dayanağı yoktur.

Gelenek oruçta bir de eksiltme yapmıştır. Mesela, fidye vermenin hastalar için olduğu özellikle vurgulamıştır. Hastalar fidye verecektir bu doğrudur. Ancak “Oruca güç yetiremeyenler” de fidye verecektir. İkisi ayrı kişilerdir, burada güç yetiremeyenler hasta değildir. Sağlıklı insanlardır. Ancak işinin zorluğundan dolayı oruç tutmaya gücü yetmeyen kişilerdir bunlar. ‘İnşaat işçileri, haddehanede çalışanlar, bütün gün ateşin karşısında döner kesenler, maden işçileri v.b.’, işte bunlar fidye verecektir. Böylece orucun bereketinden istifade etmiş olacaklardır. Ayrıca sosyal adaletin gerçekleşmesi için maddi olarak destek sağlamış olacaklardır. Tabiki maddi bir güce sahipseler. Maddi güce sahip değillerse fidye verme zorunluğu da yoktur. O zaman dua edeceklerdir. “Yarabbi gücüm yetseydi orucumu tutacaktım biliyorsun ki bu mümkün değil, maddi durumum da belli, beni affet ve ramazanın bereketinden mahrum eyleme.”

Fidye vermek isteyenler 2 öğün yemek karşılığını vereceklerdir. Berlin şartlarında bu miktar en az 20 Euro olmalıdır.

Zekâta gelince: Zekât ibadettir. Vergi değildir. Fakirin hakkıdır. Sekiz yere verilir. Zekât, yaşanılan bölgenin, ülkenin dışına çıkarılmamalıdır. Bir şekilde çıkarılmışsa geriye getirilmelidir. Önce herkes kendi bölgesinin fakirinden sorumludur. Şafii, Maliki ve Hambeli mezheplerinin görüşü böyledir.

Kurumlara zekât verilmez diye bir kural yoktur. Zekât ayeti özellikle kurumlara zekâtın verilmesini emreder. Fakir ve miskin ifadesi 2 maddeden oluşur. 100 Euro zekâtımız varsa bunu sekize böldüğümüzde her bir madde için yüzde 12.5 düşer.  İki tane yüzde 12.5 yüzde yirmi beş eder. Fakirin ve Miskinin zekâttan payına düşen tam da bu kadardır. Kalan yüzde yetmiş beşi kurumlar aracılığıyla fakirlere intikal ettirilecektir. Bunun için ‘fabrika kurulabilir, hastane yapılabilir, araştırma enstitüleri kurulabilir, oteller yapılabilir, tercüme büroları kurulabilir, hukuk büroları kurulabilir, yurtlar, özel okullar, üniversiteler kurulabilir.’ Bu kurumlarda fakir öğrenciler hizmet alırlar. Finansmanı da zekât fonundan karşılanır. Böylece yüzde yetmiş beşe ulaşılabilir.

Müslüman fakirin yemek için paraya ihtiyacı olduğu gibi çalışmak için işe de ihtiyacı vardır. Fakir öğrencilerin kalmak için yurtlara, ihtiyacı vardır. Zekât fonu kullanılarak özel okullar açılabilir, üniversiteler açılabilir. Yolda kalmışların konaklaması için otellere ihtiyaç vardır. Fakir hastaların tedavisi için özel hastaneler açılabilir.

Berlin’de fakirlere hizmet eden bir tane kurum yoktur. Her sene en azından 5 milyon Euro zekât parası çıkar Berlin’den. Bunların çoğu camilerde toplanır, bağış kuruluşları aracılığıyla toplanır. Kimisi Afganistan der götürür, kimisi Filistin der götürür, kimisi Suriye der götürür ve götürür… Yıllarca Çeçenistan deyip götürdüler, bugün Çeçenistan’dan geriye kalan zekat parasıyla besleyip büyüttüğümüz o malum Kadirov kalmıştır!

Berlin’de hizmet veren dini cemaatlerden rica ediyorum; etmeyin eylemeyin, kendi ayağınıza kurşun sıkmayın. Çocuklarınızın geleceğini karartıyorsunuz. Lütfen geleceğinize yapın yatırımınızı. Duygusal nutukların peşine takılarak zekâtlarınızı ve sadakalarınızı Berlin’in dışına çıkarmayın. O toplanan 5 milyon Euro’yu burada yatırıma dönüştürelim. Üniversite öğrencileri için yurtlar yapalım. Üniversite öğrencilerine, doktora öğrencilerine hatırı sayılır burslar verelim. Binlerce öğrencimiz heba olup gidiyor.

Kültür merkezi açarak kendi kültürümüzün vazgeçilmezleri için o merkezde kurslar açalım. Dil kursu açalım, Osmanlı mutfağının vazgeçilmez yemeklerinin kurslarını açalım, el sanatlarımız için kurslar açalım, müzik kursları açalım ve bu kurslar fakir öğrenciler için ücretsiz olsun. Dergi çıkaralım, gazete çıkaralım. Konferanslar düzenleyelim.

Eğer bu işe bugün başlarsak göreceksiniz 10 sene sonra göğsümüzü kabartan nesiller yetişecektir.

Bizler unutulan nesilleriz. Yurtdışı Türkler Başkanlığı (YTB) adıyla bir kurum kurmuş Türkiye. Buraya gelip nutuk çekip gidiyorlar. Yardım ediyoruz diyorlar ama kimlere yardım ettikleri belli değil. Hepsinin gayesi sicillerine pozitif bir şeyler yazdırmak belli ki.

“Berlin Kurban Şenliği” yapıyoruz Neukölln’de 7-8 bin insan geliyor bu şenliğe. Kurbanlarımızı burada kesiyoruz ve pilav üstünde ve ayran eşliğinde halka ücretsiz olarak dağıtıyoruz. 2018 yılında on ikincisini yaptık bu şenliğin. Pandemi dolayısıyla ara verdik. Destek istedik YTB’ den. Müracaatımıza “Kurban şenliği kültürel bir etkinlik değildir. Size yardım yapamayız” diye cevap geldi.  “Almanya’da Türk İzleri” gezisi düzenledik, rehber olarak Dr. Latif çelik bizimle olacaktı, yine müracaat ettik, “biz bu tür gezilere destek vermiyoruz.” dediler. Yine reddedildi.

Anlatmaya çalıştığım şey şu, biz kendi göbeğimizi kendimiz keseceğiz. Beklentilerimiz olmayacak. İmkanlarımız var, zenginlerimiz de var. İlave bir masrafa da gerek yoktur. Sadece her yıl verdiğimiz zekatımızı Berlin’deki fakirlerin ihtiyacına kanalize edelim o kadar. Her sene tanesi 2 milyondan 10 senede 10 tane milyonluk kurum. 20 sene sonra inanın parmakla gösterilecek eserler bırakacağız Berlin’e. Geleceğimizi ancak bu şekilde inşa edebiliriz. Yeterki hamasetten biraz uzak duralım. Burası sevabın zirveye çıkacağı yerdir.

Bu kurumlar neslimizin şuurlanmasına vesile olacaktır. Gençlerimizin silkinip kendilerine gelmelerine vesile olacaktır. Bu ve benzeri etkinliklerin yapılabilmesi sizlerin zekâtlarınızı bir kurumda toplamanıza bağlıdır. “Fisebilillah, Yolda kalmışlar, Köleler, Zekât memuru ve Müellefe-i Kulub” maddeleri çerçevesinde bu kurumlar kurulabilir. Devamlılığı sağlanabilir. Bu mümkündür.

Yaşadığımız ülkelerde fakirlere hizmet için kurumlarımızı kurarsak, dünyanın her tarafından fakir öğrencileri getirip o kurumlar aracılığıyla okutma ve eğitmek mümkündür. Tedavi ettirip geriye göndermek mümkündür. Sonra da o kişiler balık tutmayı öğrenmiş olarak ülkelerine dönecekler ve hizmet etmeye başlayacaklardır. Böylece o insanlara en güzel hizmet verilmiş olacaktır.

Yıllardır zekât paralarımızı Berlin’in dışına çıkardık da neyi başardık, lütfen bir düşünün… Afganistan’ı mı kurtardık, Filistin’i mi kurtardık, Suriye’yimi kurtardık yoksa Çeçenistan’ı mı, Irak’ı mı?

 

 

Inal

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.