YENİ ANAYASAYA İLİŞKİN ÖNERİLER

ABONE OL
18:56 - 01/10/2020 18:56
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Yeni Anayasa uzlaşmaya dayanmalı ve en geniş kesimlerin desteğiyle hazırlanmalıdır!

Türkiye’de kapsamlı yeni anayasa hazırlığı başladı. Gerçek anlamda demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletinin temellerini oluşturacak anayasaya büyük gereksinim olduğu, konuyla ilgilenen herkesçe bilinmektedir. 1982 anayasasının, yapılan bir dizi değişikliğe karşın, çağdaş bir demokratik hukuk devletinin gereksinimlerini karşılayamadığı kabul görmektedir. Bu nedenle yeni anayasa projesi, Türkiye’nin geleceğe yönelik iddialı hedefleri bakımından büyük önem taşımaktadır.

Yeni anayasa, toplumun en geniş kesimlerinin katılımıyla hazırlanmalı ve halkın özgür iradesi ve bilinçli desteğini alarak yürürlüğe girmelidir. Anayasalar uzun süre değişikliğe gerek bırakmayacak istem ve beklentilerle hazırlanır. Bu nedenle de bu anayasa zaman baskısı olmaksızın hazırlanmalı ve enine boyuna toplumun tüm kesimlerinde tartışılmalıdır. Parlamento içinden ve dışından ve sivil toplum kuruluşlarından yapılan öneriler ve eleştiriler samimi olarak ciddiye alınmalıdır. Bu hazırlık ve oluşum sürecinde hiç vazgeçilmemesi gereken temel yaklaşım uzlaşma kültürünün en geniş ve en samimi biçimde uygulanması olmalıdır.

Anayasanın, meclisten geçtikten sonra halkın onayına sunulmasının hayati önemine karşın, çok belirleyici olmadığı bilinmektedir. Halk, anayasa gibi son derece kompleks ve özel bilgiler gerektiren bir konuda, ne yazık ki, tüm diğer ülkelerde de olduğu gibi, bunun gerektirdiği donanımdan çoğunlukla yoksundur. Nitekim bugün kıyasıya eleştirdiğimiz 1982 anaysasının da halk oylamasıyla ve büyük onayla kabul edildiği unutulmamalıdır. O halde esas önemli olan, bu yeni anayasa taslağının parlamentodaki ve parlamento dışındaki farklı kesimlerin ciddi bir tartışma sürecinden geçmesidir. Özellikle büyük çoğunlukla Mecliste temsil edilen Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bu tartışma, eleştiri ve önerilere samimi olarak açık olması, bu anayasanın uzun ömürlü ve geniş destekli olabilmesinin ön koşuludur. Yeni anayasa tam anlamıyla büyük bir toplumsal uzlaşmanın ortak ürünü olmalı ve farklı siyasi kesimler tarafından benimsenebilmelidir. Uzlaşmadaki temel kural, her siyasi ve toplumsal kesimin kendi maksimal istemlerinden diğer istemler yararına özveride bulunmasıdır.

Anayasalarda değiştirilemez temel ilkeler

İleri demokratik ülke anayasalarında, değiştirilmesi hiçbir çoğunlukla mümkün olmayan maddeler vardır. Genellikle bu maddeler anayasaların ilk bölümünde yer alırlar. Söz konusu bu maddeler, devletin temel felsefesini oluşturur, devletin şeklini belirler ve Evrensel Temel Hak ve Özgürlükleri içerirler. Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet şeklini ve cumhuriyetin niteliklerini belirleyen 1982 anayasasının birinci, ikinci ve üçüncü maddeleri, dördüncü maddede belirtildiği gibi değiştirilmesi mümkün olmayan maddelerdir. Bu ilk dört madde olduğu gibi kalmalıdır inancındayım.

30 yılı aşkın bir süre „Uygulamalı Hamburg Üniversitesinde” siyasal bilgiler dersleri vermiş bir öğretim üyesi ve Hamburg Eyalet Parlamentosu Anayasa komisyon üyeliği yapmış olmam nedeniyle, Federal Almanya anayasasından – yararlı olacağına inandığım – bazı örnekler vermek isterim.

Almanya anayasasının 79. maddesinin 3. fıkrasında, “Devlet şeklini belirleyen esaslara ilişkin bir anayasa değişikliği yapılamaz” kaydı vardır. Anayasanın değiştirilmesi mümkün olmayan 20. maddenin 1. fıkrasında “Federal Almanya Cumhuriyeti, demokratik ve sosyal bir Federal Devlettir” denilmektedir. Ve hatta 20. maddenin 4. fıkrasında da “Bu anayasa düzenini ortadan kaldırmak isteyen herkese karşı, başka bir olanağın bulunmaması halinde, bütün Almanların direniş hakkı vardır.” vurgusu – anayasal bir hak olarak – yer almaktadır. Yine anayasanın 1. maddesinden 19. maddesine kadar olan ve insan hak ve özgürlüklerini içeren maddelere ilişkin olarak da 19. maddenin 1. fıkrasında ” Bir temel hakkın özüne hiç bir şekilde dokunulamaz” denilmektedir.

Bu maddelerin, ancak üçte iki çoğunlukla ve özüne ve temel felsefesine aykırı olmayacak biçimde değiştirilebileceği veya ekler yapılabileceği vurgulanmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni anayasasında da evrensel haklar niteliği taşıyan bireylere ilişkin temel hak ve özgürlükler ve devletin bu temel haklara ilişkin görevleri, benzer nitelikte güvence altına alınmalıdır. Bu hakların özüne ve ruhuna aykırı ek ve değişikliklerin yapılamayacağı özenle ve önemle belirtilmelidir.

Federal Almanya Anayasası’nda güvence altına alınan temel hak ve özgürlükler üst başlıklarıyla şunlardır: yaşam hakkı; yasa önünde eşitlik, kadın ve erkeğin eşitliği; din, vicdan, inanç, düşünce, basın, sanat ve bilimin özgürlüğü; ailenin korunması; okul sisteminde devlet denetimi; toplanma ve örgütlenme özgürlüğü; mektup, posta ve telekomünikasyon gizliliği; dolaşım özgürlüğü; meslek edinme özgürlüğü; konut dokunulmazlığı; mülkiyet, miras hakkı ve toplum yararına toprak, arazi, doğal kaynaklar ve üretim araçlarının kamulaştırılması; vatandaşlıktan çıkarılamama hakkı; sığınma hakkı; dilekçe hakkı…

Hiç kuşkusuz yeni anayasa hazırlanırken, bazı demokratik ülke anayasaları da titizlikle incelenmelidir. Özellikle temel hak ve özgürlükler bölümü bakımından Federal Almanya anayasasının önemle incelenmesinde yarar gördüğümü belirtmek isterim.

Yasaların tümüne dayanak olacak olan yeni anayasa üzerinde uzlaşma gereği, toplumun en geniş ve farklı kesimleri tarafından bilinçli olarak kabul görmesi ve uzun ömürlü olabilmesi isteğinden kaynaklanır. Anayasa kolay kolay değişmemeli ve hatta değişememelidir. Anayasa sadece hazırlanan tarihteki gereksinime değil, gelecekteki on yılların ihtiyaçları göz önünde tutularak kaleme alınmak zorundadır. Türkiye’de son elli yılda hazırlanan anayasalar, bu anlayışla ve özenle hazırlanmadığından sık sık değiştirilme ve hatta yenilenme gereği doğmuştur, doğmaktadır.

Bunun karşıtı bir örneği Federal Almanya’dan vermek isterim. 23 Mayıs 1949’da toplumun en geniş kesimlerinin katılımıyla uzun bir süreçte hazırlanan bu ülke anayasası, bugüne değin Alman toplumunda, Neo-Naziler dışında, hiçbir kesim tarafından – bazı maddeleri dışında – değiştirilme istemiyle karşı karşıya kalmamıştır. Hiçbir siyasi partiden veya kuruluştan „bu anayasayı değiştirelim” istemi dillendirilmemiştir. Aksine sağcısından liberaline, yeşillerinden, sosyal demokratından komünistlerine değin her kesim, bu anayasaya bugün bile sahip çıkmaktadırlar. Kuşkusuz bu 62 yıllık sürede, toplumsal gereksinimler karşısında anayasanın bazı maddeleri değiştirilmiştir. Ancak bu değişiklikler için de üçte iki çoğunluk gerektiğinden, geniş bir uzlaşma zorunluluğu doğmuş ve sağlanmıştır.

Türkiye’de, ne yazıktır ki, uzlaşma kültürü henüz gelişebilmiş ve toplumda, özellikle de siyasi partiler arasında, yerleşebilmiş değildir. Uzlaşma kültürü, bir siyasi partinin veya görüşün, parlamentoda çoğunluğu olsa bile, özellikle bu türden önemli konularda, muhalefet partilerinin de desteğini arama ve sağlamayı istemesiyle olasıdır. Toplumsal barışın sağlanabilmesi, çözüm bekleyen önemli toplumsal sorunların aşılabilmesi, zıtlaşmayla ve didişmeyle değil uzlaşmayla olabilir. Kuşkusuz bu konuda ana sorumluluk ve temel uzlaşma yaklaşımı çoğunluk partisinden, yani iktidar partisinden gelmek zorundadır.

Uzun ömürlü ve geleceğin Türkiye’sine ışık tutması arzu edilen bir anayasa, evrensel insan temel hak ve özgürlüklerine dayanan ve bunların dokunulmazlığını içeren, gerçek anlamda ileri demokrasiyi, laik ve sosyal bir hukuk devletini güvence altına alan ve bunu yaşama geçirmek için, devleti ve iktidarları yükümlü kılan bir anayasa olmak zorundadır.

Böyle bir anayasa, ancak en geniş toplumsal katılımla, TBMM’de temsil edilen siyasi partilerin, üniversitelerin, baralor birliğinin, sendikaların ve sivil toplum kuruluşlarının uzman temsilcilerinin katılımlarıyla oluşacak bir ortak ön çalışma komisyonunun ürünü olabilir. Ancak bu ürün, uzlaşma kültürü şemsiyesi altında, uzun bir çalışma ve tartışma sonucu elde edilebilir. ĺktidar partisi olarak özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, Türkiye’nin ve Türk halkının çıkarlarını ön planda tutarak, son derece büyük önemi olan yeni anayasanın uzlaşma temelinde ve olası en geniş destek ve onayla hazırlanması anlayışından hareket etmesi gerekmektedir. Kuşkusuz muhalefet partilerinin de aynı sorumluluğu göstermeleri kaçınılmazdır.

Tüm demokratik ülke anayasalarında ülke ve ulusal kimliğe vurgu yapılmaktadır!

Yukarıda belirtildiği gibi, 1949’da toplumun en geniş kesimlerinin katılımıyla ve uzun bir zaman sürecinde hazırlanmış olan Federal Almanya anayasası, Alman toplumunun tüm kesimleri tarafından onay görmektedir. Irkçı ve faşist Nazi Almanya’sının neden olduğu İkinci Dünya Savaşından hemen sonra hazırlanan bu anayasada, “Alman” kavramına çekinilmeden birçok maddede vurgu yapılmaktadır. „Almanya”, „ Alman Halkı” ve hatta birçok maddesinde olduğu gibi, „Her Alman”, „Bütün Almanlar” kavramları kullanılmaktadır. Hem de bu anayasa, Dünya’da 60 milyon insanın yaşamını yitirmesine neden olan bir savaşın hemen sonrasında ve henüz işgal altında bulunan bir Almanya’da hazırlanmıştır.

Şahsen ben, bünyesinde birçok farklı etnisiteleri barındırdıkları halde, kendi ulusal kimliğine vurgu yapmayan hiç bir anayasa tanımıyorum ve var olabileceğini de düşünemiyorum. Hiçbir devlet, Fransa, Amerika Birleşik Devletleri, İtalya, Çin, Rusya ve de akla gelebilecek herhangi diğer bir devlet, kendi anayasasında ulusal kimliğine vurgu yapmaktan kaçınmaz, kaçınmamaktadır.

Pek tabiidir ki, yeni anayasada da gerekli yerlerde Türk, Türk Halkı ve Türk Milleti kavramları yer almalıdır. Bu vurgulamadan kaçınanlar, kendi ulusal kimliklerini inkâr etmiş olurlar.

Etnik farklılıklara dayanan „Federal veya Eyalet Sistemlerinin” bir bir nasıl çöktüğünü Sovyetler Birliği ve Yugoslavya örneklerinde daha 20 yıl önce hep birlikte gördük, yaşadık. Hatta AB’nin başkentinin bulunduğu Belçika’da bile, hükümet, etnik sürtüşmeler nedeniyle ancak 1,5 yıllık bir süre sonar kurulabilmiştir. Bu ülkenin etnisiteye dayanan istemler ve bölgesel yapısı sonucu bölünme aşamasına geldiğine uzunca bir süredir tanık olmaktayız. Günümüzde yaşanan bu gerçekleri görmezlikten gelerek, etnik farklılıklara ve isteklere dayalı bir bir bölgecilik sistemini Türkiye için önermek, nesnel olarak Türkiye’nin giderek yakın bir gelecekte ayrışmasına ve hatta bölünmesine kapıları açmak olacaktır. Bu nedenle anayasanın değişmez ilk üç maddesi tartışma konusu bile yapılmamalı ve aynen korunmalıdır.

Anayasa değişikliği tartışmalarından bağımsız olarak, Türkiye’nin dört bir yanında milyonlarca ortak evlilikleriyle etle kemik haline gelmiş olan Türk ve Kürt halkını birbirinden ayrıştırma stratejileri yerine, tüm vatandaşlarına ülkenin ve toplumun her alanında eşit hak ve benzer yaşam koşulları sağlamak hedef alınmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı şemsiyesi altında, farklı etnisitelere dayanan kültürlerin Türkiye için önemli bir zenginlik olarak benimsenerek, Kürt kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının, kendi kimliklerini kanımca “Kürt kökenli Türkler” olarak tanımlamaları, kültürel haklarının sağlanması, bölgeler arasındaki ekonomik ve sosyal farklılıkların giderilmesi ve böylece de terörün ana kaynaklarının kurutulması, Türkiye’de tüm siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının öncelikli amacı olmalıdır. Ana görev, ayrışmaya yönelik istemlerin yanlışlığını, gerekçelerle ve gerçekçi uygulamalarla ortaya koyarak, bin yıla varan birlikteliğimizin daha da pekiştirilmesi ve kalıcılaştırılması olmalıdır.

Almanya’da henüz 50 yıldır yaşamakta olmamıza karşın biz Almanyalı Türklerin kendimize, “Türk kökenli Alman” diyebildiğimize göre, bin yıldır bir arada yaşayan Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı Kürt kökenli insanlarımızın, kendilerine inançla ve samimiyetle “Kürt kökenli Türk” demeleri ve bu ortak kimliğe vurgu yapabilmeleri, Kürt sorununa çözüm sağlayabilecek çok önemli bir yaklaşım olacaktır.

Prof. Dr. Hakkı Keskin

Siyasal Bilimci

2005-2009 Federal Almanya Parlamentosu Milletvekili ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Üyesi

Not: Yeni Anayasa çalışmalarına ilişkin bu önerim, Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’e, TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek’e, TBMM başkan yardımcısı Sayın Güldal Mumcu’ya, AKP Genel Başkanı ve Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a, CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçtaroğlu’na, CHP Grup Başkan Vekili Sayın Muharrem İnce’ye, MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’ye, Barış ve Demokrasi Partisi eşbaşkanı Sayın Selahattin Demirtaş’a ve Anayasa Uzlaşma Komisyonu ve Anayasa Komisyonu üyelerine E–Posta yoluyla gönderilmiştir. Bu önerilerimin kamuoyuyla da paylaşılmasını gerekli görüyorum.

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.