SİYERİ FARKLI OKUMAK VII/7 

ABONE OL
18:07 - 01/10/2020 18:07
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

SİYERİ FARKLI OKUMAK VII/7 

TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ 8. EĞİTİM KAMPI / PROF. DR. MEHMET AZİMLİ

Hz. Ali-Muaviye mücâdelesi: Sıffin Savaşı

Muaviye Hz. Osman’ın katledilmesinden Hz. Ali’yi sorumlu tutuyor ve halkı bu yönde kışkırtıyordu. Asıl hedefi bu konuyu kullanarak hilafeti ele geçirmekti. Bu sırada Mısır’da ilginç bir olay yaşandı. Hz. Ali’nin atadığı valiler arasında en kaliteli vali Mısır valisiydi. Ebubekir’e karşı çıkan Saad bin Ubade’nin oğlu Kays Mısır valiliğine atanmıştı. Kays çok zeki biriydi, kısa sürede arkasına bütün Ensar’ı aldı ve Mısır’a hâkim oldu. Muaviye Mısır’da olup bitenden çok büyük rahatsızlık duyuyordu. Muaviye ile Kays birbirlerine hakaretler içeren mektuplar yazıyorlardı. Muaviye Kays ile başa çıkamayacağını anlayınca uydurma mektuplar yazdı ve yazdığı bu mektupların Hz. Ali’nin eline geçmesini sağladı. Hz. Ali de hiçbir araştırma yapmadan, kendi valisine dahi mektupları doğrulatmadan Mısır Valisini görevden alıverdi. Büyük bir hata daha yaptı. Kendi valisine sormadan onunla konuşmadan Kays’ı görevden aldı. Muaviye’nin tezgâhladığı açık olan bir olayı doğru okuyamadı. Bu da yetmiyormuş gibi acil bir şekilde Yerine de Hz. Ebubekir’in oğlu Muhammed bin Ebubekir’i vali olarak Mısır’a atadı. Kays gibi zeki ve uyanık bir validen sonra Muhammed bin Ebubekir gibi saf birinin vali olması Muaviye’yi çok sevindirdi. Muaviye amacına ulaştı. Amr b. As komutasında bir ordu göndererek Mısır’ı kıskıvrak ele geçiriverdi. Amr bin As Muaviye’nin Mısır valisi oldu. Amr’ın da Muaviye’den istediği zaten Mısır’a vali olmaktı. Böylece Hz. Ali elindeki en güçlü yer olan Mısır’ı da kaybetmiş oldu. Hz. Ali’nin devlet yönetiminden anlamadığının en bariz örneğidir bu.

Sıffin Savaşı

Sonuçta Hz. Ali’nin ve Muaviye’nin orduları Sıffin’de karşılaşıyorlar. 3 ay boyunca 110 kadar heyet barışı sağlamak için karşılıklı olarak gidip geliyorlar. Ancak bir türlü anlaşma sağlanamıyor. Muaviye Hz. Ali’den Hz. Osman’ın katillerini kendisine vermesini istiyor. Vermesini istiyor da, asıl mesele katil meselesi değildir, asıl mesele halifelik makamına kimin oturacağıdır. Koltuk kavgasıdır. Katilleri bulmak işin bahanesidir. Nitekim Muaviye 5 yıl boyunca halifelik yapmış ve katillerin peşine hiçbir zaman düşmemiştir. Katiller meselesini masaya bile getirip tartışmamıştır.  Hz. Osman’ın katillerinin bazıları Haccac dönemine kadar yaşamıştır. 
Muaviye ile Hz. Ali arasında anlaşma sağlanamayınca, iki ordu karşı karşıya geldi. İki halife ve onlara bağlı Müslümanlardan oluşan iki ordu… Savaş sebebi olan olay ne? Halife kim olacak? Yani koltuğa kim oturacak?
Savaş başladı, başladı Müslümanlar birbirlerini koltuk için öldürmeye. Hz. Ali taraftarlarının neredeyse savaşı kazanmasına ramak kala, savaşın seyri birden değişiverdi. Tam bu sırada Muaviye’nin zeki ve zekâsını şeytanlıklara kullanan dâhi komutanı Amr bin As, mızraklara Mushaf sahifelerini taktı ve Hz. Ali’yi Kur’an’ın hakemliğine çağırdı.  Hz. Ali’nin bir kısım ordusu kılıç sallamayı bırakıverdi. Muaviye galip duruma geldi. Hz. Ali hakem olayının bir savaş taktiği olduğu konusunda ordusunu ikna edemedi. İster istemez savaşı bıraktı ve hakem teklifini kabul etti. 

Hakem Olayı

Aralarındaki problemi çözmek için karşılıklı iki hakem seçildi. Muaviye’nin hakemi Amr bin As oldu. Hz. Ali İbn Abbas’ın hakem olmasını istedi, ancak ordusuna bu teklifini de kabul ettiremedi. Ordusu Ebu Musa el-Eş’ari’nin hakem olmasını teklif ettiler. Hz. Ali valilik görevinden aldığı ve kendisine düşman birisinin hakem olmasını istemese de ısrar edilince kabul etmek zorunda kaldı. Hakemler karar vermek için çekildiler çadırlarına ve Amr bin As; “Halifelerin ikisini de azledelim ve seçimi ümmete bırakalım” teklifinde bulundu. Teklif Ebu Musa el-Eş’ari tarafından kabul edildi. Amr bin As, daha yaşlı olduğu gerekçesiyle konuşma yapma önceliğini Ebu Musa el-Eş’ari’ye verdi. Ebu Musa da minbere çıkarak, “İnsanların sulha kavuşması ve akan kanın durması için, Ali ve Muaviye’yi azletmeye karar verdik. Ben bu yüzüğü çıkardığım gibi Ali’yi görevinden azlettim.” dedi ve indi kürsüden. Sonra kürsüye Amr bin As çıktı ve; “ Ey Müslümanlar şahit olduğunuz gibi, Ebu Musa Ali’yi görevinden azletti. Ben de sizin üzerinize Muaviye’yi halife olarak tayin ediyorum.” dedi. Ebu Musa kendisinin kandırıldığını, anlaşmanın böyle olmadığını söylese de, iş bitti ve çözüm bulunamadı. Muaviye halife oldu. Hemen aynı gün Şam ve Kudüs’te biatları almaya başladı. Hz. Ali öfkelendi, bağırdı-çağırdı ama sonuç değişmedi. “Hakemler hadlerini aştı” diyerek Kûfe’ye döndü. Muaviye Şam’da kaldı ve Basra’ya, Medine’ye, Yemen’e sürekli asker gönderdi. Hz. Ali artık asker toplayamaz, Muaviye’nin hamlelerine karşı yetişemez hale geldi. Hakem olayından sonra Hariciler grubu peydahlandı. Diyorlardı ki;  “Bu dünyada 3 tane zararlı adam var, Ali, Muaviye ve Amr bin As.” Bu üçünün de öldürülmesi gerekir diyorlardı. Oldukça fazla taraftar topladılar. Karar verildi ve üçü de eş zamanlı olarak sabah namazında öldürülecekti. Katiller seçildi. 3 Müslüman 3 Müslüman katil tarafından öldürülecekti, karar verenler de Müslümandı. Katiller harekete geçtiler, ancak Amr bin As o gün sabah namaza gitmediği için, öldürülemedi. Yanlışlıkla karanlıkta yardımcısı öldürüldü. Muaviye korumaları sayesinde yaralı olarak kurtuldu. Hz. Ali çok derin bir şekilde yaralandı ve bu yaranın tesiriyle suikasttan iki gün sonra vefat etti. Sonuçta dört halife dönemi kanlı bir şekilde Muaviye’nin lehine noktalanmış oldu.  

Photoshop’lanmış tarih

Bütün bu olup bitenler görmezden gelindi ve 4 halife dönemi Sünni camia tarafından koruma altına alındı. Siyer kitaplarının faziletler bölümüne bakıldığında 4 halife dönemine göre fazilet sıralaması yapıldığı görülür. Hz. Ebubekir,  Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, onlardan sonra Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin vardır. Daha sonra da Aşere-i Mübeşşere şeklinde bir sıralama yapılır. Şia da belli kişilerin sıralamasını yapar. Sünnilerin koruma altına aldığı o Cennet’le müjdelenen 10 kişiye baktığımızda, onların o günkü siyasi olaylara karışan kişiler olduğunu görürüz. Bu konuda oldukça fazla uydurma rivayet vardır. Bununla şu kastedilmektedir: “Bu kişiler birbirleriyle savaştılar, birbirlerini öldürdüler ama hepsi cennetliktir.” Sünni anlayış böyle bir algı geliştirmiştir: “Sahabeler birbirleriyle savaşmışlardır, ama içtihat yaparak savaşmışlardır. Biri içtihadını doğru yapmıştır diğeri içtihadında yanılmıştır. İçtihadında yanılanlar bir sevap kazanırken yanılmayanlar iki sevap kazanmışlardır.”
Oysa Kur’an bize “Bir kişiyi öldürdüğünüz zaman ebediyen cehennemliksiniz” der.  Ancak Sünniler; haksız da olsa bir sevap kazanır içtihat yapanlar diyor. Varın kararı siz verin, Kur’an mı doğru söylüyor yoksa Sünniler mi? Sünnilerin, “onlar günah işlemez” anlayışı Müslümanları nereye götürür? Tarih formasyonu böyle mi algılanmalıdır? Böyle algılandığı için de biz tarihten ibret alamıyoruz. Tarih fotoğraf çekmektir. Bizim tarihçilerimiz fotoğrafı olduğu gibi çekmemiş, Photoshop yaparak çekmişler, o şekliyle de Müslümanlara sunmuşlar. Oysa tarihçilik Photoshop yapmak değildir, fotoğrafı olduğu gibi yansıtmaktır. Ancak o zaman tarihten ibret alınabilir. Mesela, Sünniler Halid bin Velid ’in hep ‘Seyfullah’ yönünü anlatılırlar, zamparalık yönlerini anlatmazlar. Biz tarihi gerçeklerin olduğu gibi anlatılmasını savunuyoruz yoksa bizim Halid bin Velid’le bir alıp veremediğimiz yoktur. Kur’an diyor ki, “Onlar bir ümmettiler geldiler geçtiler, sizin günahınız size, onların günahı onlaradır.” (Bakara 134)

Hz. Hasan

Hz. Hasan’ın babasından daha uyanıktır. Siyasette babasından birkaç gömlek fazladır. Hz. Hasan olup bitenleri doğru okumuş ve neleri yapamayacağını çok iyi anlamıştır. Mesela, Muaviye varken onunla halifelik yarışı yapılamaz. Bunu çok iyi anlamıştır. Muaviye Hasan’ın ordusunu komutanını parayla satın alarak başsız bırakmıştır. Hz. Hasan siyaset sahnesinden çekilmek için planlar hazırlarken; Muaviye Hasan’a altı imzalı bir boş bir kâğıt göndermiştir, “ne yazarsan yaz kabul ediyorum” anlamında. Hasan’ın isteği de zaten barış yapmak olduğundan yazmıştır isteklerini o kâğıda: “Beytülmâl’ın parası bana verilecek, bize ve ailemize dokunulmayacak, o yapılmayacak bu yapılmayacak…” Muaviye hepsine ‘Tamam’ demiştir ve itiraz etmeden ‘Hepsi kabulümdür.’ demiştir. 
Barış sağlanmıştır. Muaviye satrancı öyle bir oynuyor ki, Hasan’ı hareketsiz bırakıyor ve mat ediyor. Hasan her taraftan kuşatılmış ve eli çökertilmiştir. 
Muaviye o imzalı kâğıdı eline almıştır almasına da, sonrasında kabul ettiği anlaşmanın tam tersine uygulamalar başlatmıştır.  Meselâ, ilk önce Hasan’ı öldürtmekle işe başlamıştır. Hasan’ı, hanımı Câde’ye zehirleterek öldürtmüştür, o ciğerleri parçalanarak ölmüştür. Câde’ye demiştir ki; seni oğlum Yezid’e alacağım, çünkü Hasan ölünce oğlum Yezid halife olacaktır, sen de halife hanımı olacaksın.” O da halife hanımı olma hayaliyle kocasını zehirlemiştir. 
Câde Hasan’ı öldürünce Muaviye’ye müjdeyi vermiş ve sözünü tutmaya davet etmiştir. Muaviye de “Ben o kadar aptal mıyım? Halife hanımı olacağım diye Hasan’ı öldürdün, yarın benim oğlumu öldürmeyeceğini nereden bileyim” demiştir. 
Muaviye siyaseti, tilkiliği, alavereyi- dalavereyi çok iyi bilen birisidir. Hasan’ı havada karada hemen avlayıvermiştir. Maalesef bu kabul edilemez acıklı olay hakkında da hadisler uydurulmuştur. “Benim torunum Hasan bir gün göreceksin iki tane milletin arasını birleştirecek.” Hasan’ın Muaviye ile anlaşmasına ışık tutuyor. Damadı Ali’yi atıyor çöpe, Muaviye’nin halifeliğini onaylıyor. Bir uydurma daha: “Hilafet 30 yıldır, ondan sonra zalim sultanlar dönemi gelecektir.” Bu Muaviye aleyhine Şia’nın uydurduğu bir şeydir. Ben Muaviye taraftarı değilim, Muaviye’nin ne kadar kötü biri olduğunu anlattım ama Muaviye aleyhine uydurulan bir şeyi de söylemem lazımdır. 

Hz. Hüseyin

Hasan’dan sonra Hüseyin’i Kerbelâ’da görüyoruz. Hüseyin’in, ağabeyinin ve babasının başına gelenler daha sımsıcak önünde dururken, halife olacağım diye 70 kişi ile yola çıkması mantıklı değildir. Hüseyin siyasi bir yanlış yapmıştır. Bütün uyarılara rağmen bu yanlışı yapmıştır. Karşıda koskoca bir devlet var, onun düzenli ordusu var. Sen halife olacağım diye yola çıkıyorsun. Hem de iddialı bir şekilde çıkıyorsun yola, hanımların ve çocukların da içinde bulunduğu 70 kişi ile:  “Ben o devletin varlığını ortadan kaldıracağım” diyorsun. Devlet sana gel beni yok et diye izin verir mi? vermez.  O da vermiyor zaten. Dünya tarihinde hiçbir devlet, bir isyancıya “gel beni yok et” diye izin vermez. Halife Muaviye onu isyancı olarak görüyor. Hüseyin’in yaptığı siyasi bir öngörüsüzlüktür. Hüseyin’e bütün sahabeler nasihat etmiş ve böyle bir yolculuğa çıkmamasını tavsiye etmişlerdir. Hüseyin o tavsiyeleri dinlememiştir. Sonunda İslâm tarihinin en dramatik olayı Kerbelâ’da meydana gelmiştir. Hâlâ Şia bu olayı kullanıyor. 70 kişi öldürüldü diye Suriye’de yüzbinlerce kişiyi öldürüyorlar. Kerbelâ’nın intikamını alıyorlar. Ya Hüseyin diye kan döküyorlar. Bu Kerbelâ’yı nasıl okumalıyız? Hüseyin mi haklıdır, Muaviye mi haklıdır, durum nedir? 

Kölelik

İslâm bir anda köleliği kaldıramazdı. Realitede bu mümkün değildi. İslâm köleliğin yasaklanmasına giden yolu açmıştır. Toplumların değişmesi bir anda olmaz. İçki meselesi de tedricen yasaklanmıştır. Aişe’nin bir sözü vardır, “Eğer Mekke’de içki yasaklansaydı kimse uymazdı” diye. 1824’te Abraham Lincoln köleliği kaldırıyor. Köleler 3 gün sonra daha kötü şartlarda geri dönüyorlar çünkü zemin hazır değildir. İslâm realiteye uygun bir dindir. Köleliğin kaldırılması ile ilgili ayetler vardır elbet. Ancak Peygamber köleliği tamamen kaldıramamıştır: Çünkü zemin daha kaygandı. Şimdi savaş yaptınız, sonra siz köleleri bıraktınız, karşı taraf bırakmıyor sizin kölelerinizi… Ondan sonraki gelenler aynı yolu takip ederek sonuç alabilirlerdi. Maalesef o da yapılamamıştır. Eğer bu yapılabilseydi; şimdi Avrupalılar köleliği biz kaldırdık diye övünemezlerdi. 
Bir arkadaşım Moritanya’ya gitmiş İHH ile birlikte. Diyor ki, Moritanya’da kölelik yeni kalkmış. Köleler kenarlardaki evlerde filan kalıyorlar diyor. Bu büyük bir süreçtir. Ben hatırat düşkünü bir insanım. Bir Fransız’ın hatıratını okudum. 1920’lerde Mısır’a gidiyor ve “bir tane Müslüman köle satın aldım” diyor. Bu böyledir. Eğer Peygamber’in çizdiği yol takip edilseydi yakın tarihte kölelik kalkacaktı. Ama Emeviler bu işi tam tersine çevirdiler. Eski Arap geleneklerini hatırladılar ve köle pazarları kurdular, köle yağmalatmaları yaptılar. Abbasiler döneminde bir isyan var. Adı Zenc isyanıdır. Sudan’dan getirilen zenciler Basra’daki bataklıklarda karın tokluğuna çalıştırılmışlardır. Açlıktan çalışamaz hale gelmişlerdir, bütün emekleri sömürülmüştür. Sonra çok büyük bir isyan çıkarmıştır. İslâm tarihinin kara lekelerdir bunlar. İslâm dünyasına giren ilk Türklerin adı, Gulamu Etrak’tır. Köle Türkler demektir. Bağdat’a asker olarak getirilmişlerdir. Sudan’dakiler bataklık için getirilmişlerdir, Orta Asya’dakiler de savaş için getirilmiştir. Dünyaya hâkim olduğumuz dönemde bizimkiler de ‘Bunu biz kaldıralım.’ çabasına girmemişlerdir. 

Arap dini bize uymuyor

Bir zamanlar Mesut Yılmaz 28 Şubat döneminde Anadolu İslâm’ı diye bir şey söylemişti. Bizim dindarlar da çok tepki vermişlerdi bu söyleme. Aslında doğrudur. Kuzey İslâm’ının yorumuyla, yani Maturidi, Hanefi, İranlılar, Türkler, Bosnalılar, Endülüs de dâhil buna, güney İslâm’ı dediğimiz çöl bölgesinin İslâm’ı çok farklıdır. Onun için bu farklılık mezheplere de tesir etmiştir. Maturidi kuzeydekilerdir. Aklı ön palana alır. Hanefiler itikatta Maturidi dir. Hanefilik aklı ön plana alır. Güney daha çok Hambeli, Maliki gibi Eş’ari itikattadır, Ehl-i Hadis gibi farklıdır. Coğrafyaya göre İslâm farklılık gösterir. İslâm su gibidir, farklı coğrafyada farklı kaplara konulmalıdır, İslâm yine İslâm’dır. Farklı kaba konunda farklılaşmaz, sadece daha anlaşılır hale getirilir. 

Halifelerin iyi yönleri yok mu?

Hz. Osman sivil hayatta çok iyi bir insan olmuş olabilir, ama yöneticilikte öyle değildir. Hiç devlet malı yememiştir belki ama çok yedirmiştir. Peygamber istediği zaman, ona istediğini veren, halim selim, kimseye öte git demeyen birisidir Osman. Ebubekir Peygamberimiz’e her şeyini feda etmiş bir insandır. Malını mülkünü feda etmiştir. İslâm’ın bir numarasıdır. Ömer’i zaten söyledik. Hz. Ali’nin de en iyi çalışan tarafı bileğidir, aklı değildir. Savaşlarda adam öldüren birisidir, iyi bir savaşçıdır. Siyasi yönü çok zayıftır. İlmi yönünün üstünlüğü ile ilgili rivayetler vardır onlar Şia uydurmasıdır. “Ben ilmin eviyim Ali de onun kapısıdır “ gibi. Aslında Ali hayatı boyunca çok önemli bir iş başarmamıştır. Fatıma sürekli babasına Ali’yi şikâyet etmiştir, hatta Ali’den kurtulmak istemiştir. Ali’nin cem evlerinde fotoğraflarını görürsünüz yakışıklı birisidir. Ama kaynaklarda kısa boylu, kel tıknaz, göbekli birisidir. Hz. Peygamber Hz. Fatıma’yı Ali’ye verdiği zaman Fatıma itiraz ediyor, niye bu gözü arızalı adama beni veriyorsun diyor. Peygamber onu ikna ediyor ve evlendiriyor. (Dört Halifeyi Farklı Okumak) 

Hz. Aişe’nin evlilik yaşı

Bununla ilgili yığınla örnek verebiliriz. Mesela Hz. Ömer Hz. Ali’nin kızıyla o yaşlarda evlenmiştir. Tam tersi bir örnek vereyim. Amr bin As’ın oğlu Abdullah, babasından 11 yaş küçüktür. İklim gereği, coğrafya gereği, kültür gereği böyle olmuştur. Bundan hiç gocunmaya gerek yoktur. Bizim İslâmcı hocalarımız bunu nasıl izah edeceğiz diyerek Hz. Aişe’nin yaşını büyütmeye çalışıyorlar. 17’ye çıkartmaya çalışıyorlar. Yanlış yapıyorlar. Yani 17 yaşında biriyle 54 yaşında peygamberin evlenmesi çok mu makuldür. Bu iş böyle çözülmez. Bireyler kendi tarih dilimlerinde değerlendirilir. Yapılan o tarih diliminde ayıpsa o zaman ayıplayalım,  yok o tarih diliminde ayıp değilse ayıplamayalım. O tarih diliminde sıkıntı yoksa yoktur. Biz anakronizme düşerek olayları yorumlarsak olmaz. Sanki Hz. Aişe ile Peygamber’in evliliği bizim için örnekmiş gibi ‘Peygamber evlendi hadi evlenelim’, böyle olmaz. Afganistan’da yapıyorlar biz de yapalım… Böyle örnek olmaz. O tarih, o dilimin insanının tarihidir. O tarihte o insan deveye binmiştir, kılıç kuşanmıştır. Sen şimdi ne deveye binebilirsin ne kılıç kuşanabilirsin ne de 9 yaşındaki kızla veya erkekle evlilik yapabilirsin. Şimdi insanların evlilikleri 30’a doğru yükseliyor. Hepinizin dedesine nenesine sorun 13 yaşında evlenmiştir. Kültür bunu kabul ediyor. 1400 yıl öncesine ait bir olay var biz onu 1400 sene sonra doğrudur yanlıştır diye masaya yatırıyoruz, böyle olmaz. 
Biz bu yapılanları Avrupalılara nasıl kabul ettireceğiz diye uğraşıyoruz. Yanlıştır. Onlar da 1400 sene öncesine giderlerse kendi insanlarında benzer şeyler bulacaklardır. Kültürü ayıplayamazsınız. Avrupa’nın kafasıyla, anakronizm yaparak tarihi yargılayamazsınız. Mesela, “bu Osmanlı da çok zalimmiş be, hiç de demokratik davranmamış” diyemezsiniz. Çünkü o dönemde demokrasi vardı da onlar mı uygulamadı. Tarih böyle bir şey değildir. Tarih dilimine gidersin, o tarih diliminde bu yanlışsa yanlış dersin. Bugün yanlış gördüğün şeyle o günü yargılayamazsın böyle tarih olmaz. 

Hilafetin Kureyşiliği

Emevi, Abbasiler, Memlükler 1514’e kadar bu böyle devem ediyor. Yavuz Sultan Selim İstanbul’a gelince bu sefer başka bir problem oluyor. “Halife Kureyş’tendir” hadisi var ne olacak. Âlimler düşünüp duruyorlar. Başka şeyler üretiyorlar. “Osmanlı da Kureyş’tendir.” diyorlar. Şeceresini Hz. Osman’a kadar dayandırıyorlar. Durumu kurtarmaya çalışırken bir kitap keşfediyorlar. İbn Haldun’un mukaddimesi. İbn Haldun, kuzey Afrika’da yaşamış. Şöyle bir iddiada bulunuyor; “Halife’nin Kureyşiliği o döneme aittir. Çünkü o dönemde Kureyş’in asabiyeti vardı.” Osmanlı’da ilk tercüme edilen kitaplar İbni Haldun’un kitaplarıdır. O gün bu kitaplar devletin işine gelmiştir ve Osmanlılar bu kitaplar sayesinde rahatlamıştır. 
Peygamber zehirlendi mi?

Peygamber Hayber’de zehirlenmiştir. Bişr adlı sahabe et parçasını ağzına aldı ve hemen yuttu. Peygamber de ağzına attı lokmayı, fark etti ve geri çıkardı. Bişr orada öldü. Peygamber de lokmayı ağzına attığı için zehir vücuduna girdi. Bunun için peygamber her yıl hacâmat yaptırırdı. Buna rağmen Bişr’in annesiyle konuşurken ona “hâlâ vücudumda Hayber’de yediğim etin acısını hissediyorum” dedi. Bunun için bazı bilginler Hz. Peygamber’in şehit olarak öldüğünü ifade ederler. 

Bitti

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.