O GÜNKÜ DEVLET RİCALİ, DEVLET’İN ŞAİRİ’NE SAHİP ÇIKMAMIŞTIR!

ABONE OL
18:51 - 01/10/2020 18:51
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Yrd.Doç.Dr. Nazım Elmas Türk Eğitim Derneği’nde Mehmet Akif’i anlattı. (18.06.2012)
Konuşmasının bir bölümünü Mehmet Akif’in Berlin günlerine ayıran Elmas; ”İstiklal Marşı yol haritasıdır, Akif’in küçük bir Anayasa’sıdır” dedi. Dinleyicilere vebal de yükleyen Elmas Mehmet Akif’i alışılmışın dışında bir perspektiften anlattı, okuyalım:

”Şairleri bilmek, tanımak ve onları anlamak çok önemlidir, geleceğe emin adımlarla yürümek için önemlidir şairleri tanımak. Mehmet Akif de bir şairdir, hem de İstiklal Marşı’mızın Şairidir. İstiklal Marşı aslında küçük bir anayasa gibidir. Yol haritasıdır. 724 şiirin içinden seçilmiş bir yol haritası. ”Mehmet Akif’in şiirinin olmadığı bir yarışma eksiktir, mutlaka O’nun da şiir yazmasını sağlayın” iradesine mazhar olan bir şairdir Mehmet Akif.

Kurtuluş savaşı verilmiştir. Ancak Kurtuluş Savaşı’nın asıl kahramanları bir çırpıda unutulmaya terkedimiştir. Mesela Akif bu kahramanlardan biridir. ”Madem bana bu savaşta görev düştü, öyleyse ben orada olmalıyım” diyerek bir anda görevinden istifa edip orduya katılan bir şair. Balıkesir’den Kastamanu’ya gitmiş ve karargaha teslim olmuştur. Kastamanu Nasrullah Camii’nde yapılan konuşmaları Sebilü’r Reşad Dergisi’nde yayınlanmış ve ulaştırılması gereken her bölgeye ulaştırılmıştır. İnsanlara bu konuşmalarla ruh verilmiştir, mücadele ruhu verilmiştir, tekrar kıyama kaldırmıştır insanımızı bu konuşmalar. Bu ve benzeri sarıklı mücahidlerin yaptıkları konuşmalar sayesinde dökülmüştür denize düşman.

Durum böyle olmasına rağmen maalesef, II.Meclis’ten sonra Sebilü’r Reşad dergisi toplatılmış. Mehmet Akif takip altına alınmış. Akif maddi yönden de sıkıntı içindedir. Eşref Edib’e mektup yazar. ”10 liran varsa bana gönder, yoksa başkasından borç alma.”

Birinci Meclis’te Burdur Milletvekili olarak görev alan Akif’i, II.Meclis’te maalesef göremiyoruz. Mehmet Akif’in işi bitmiştir. Onunla yapılması gerekenler yapılmıştır. Yeni bir dünya kurulacaktır ve bu yeni kurulan dünyada Mehmet Akif’e yer yoktur. Eski bez parçası gibi buruşturulmuş ve kenara atılmıştır. Ağırına gider bu durum Akif’in.

Böyle bir kıskacın içinde rahatsız olan Akif Mısır’a gider. Abbas Halim Paşa O’na Mısır’da sahip çıkar. Yemeğe davet eder birgün Akif’i, restoranın bekçisi onu kapıdan içeri almaz: Çünkü O’nun restoran’ yakışan bir kıyafeti yoktur üstünde.
Mısır’da hastalanır ve tedavi için yıllar sonra Türkiye’ye gelir, İstiklal Marşı Şairi’nin Türkiye’deki tedavi masraflarını, Türkiye Cumhuriteti Devleti değil, Abbas Halim Paşa karşılar. 1936 yılında 63 yaşındayken Hakk’a yürür. Cenazesini caminin bahçesine dört kişi getirir ve cemaat sorar ”Bu garip kimdir”?. İsmi söylenince kısa süre içinde binlerce insan toplanıverir hemen orada. O halka mal olmuş bir Şairdir. Ancak o günkü devlet ricali Devlet’in Şairi’ne sahip çıkmamıştır.

Mücadele yıllarında hanımına, ”Birgün gelecek mutlu günlerimiz olacak, inan bana” diyen Akif, vefatından önce hanımına ”Nutlu olacağımız o gün gelmedi ve hayat bitti,” diyecektir. Allah rahmet eylesin.

İşte Mehmet Akif Ersoy böyle bir şairdir. Onun için İstiklal Marşı yol haritasıdır dedim, Akif’in anayasasıdır dedim..

Akif’in babası yargıçtır. Oğlunu küçük yaştan itibaren yanında camiye götürür. O zamanlar camiler aynı zamanda bir mektepti. Akif temel eğitimini camide alır. Bostan ve Gülistan’ı camide okur. Doğu ve Batı klasiklerini de okur Akif. Aynı zamanda hafızdır.

Spora ve musiki’ye de yatkın olan Akif, çok iyi bir yüzücüdür, güreşçidir ve Ney üfler.

Yüksek tahsiline Mülkiye’de başlayan Akif, babasının isteği üzerine Baytar (Veteriner) mektebine devam eder ve bitirir. Hayata erken atılmak para kazanmak için meslek değiştirmiş olmalıdır. Mesleği sayesinde, Anadolu’yu, Rumeli’yi, Ortadoğu’yu ve Asya’yı dolaşır. İnsanlarla içiçe yaşar, onların kültür zenginliklerinden istifade eder.

Akif’in yaşadığı dönem çok haraketlidir. Abdulhamid tahttan indirilmiştir, İttihatçıların becereksizliği ve acemiliği yüzünden Balkanlar alev alev yanmaktadır. Yanan ateşe biraz da olsun su serpmek için Sırat-ı Müstakîm(183. sayısından sonra Sebilü’r Reşad olarak çıkacaktır) dergisini çıkarmaya başlar Akif. Bütün İslâm Dünyası’na gönderilir bu dergi. Müslümanların ataletten, gafletten kurtulması için gerekli olan yazılar yazılır bu dergide. Ancak Avrupalı bu dergiye soğuk bakar ve her fırsatta tenkit eder.. Bu eleştiriler de gazetede yayınlanarak halk bilinçlendirilmeye çalışılır.

Meclis, Akif’e bir de Kur’an Meal’i yazması görevi verir. Meal yazılır. Ancak bu arada ezan Türkçe okutulmaya başlanır. Akif ”Benim yazdığım bu meal de Türkçe ibadet yapılırken okutturulabilir ”diye endişe etmektedir. Bu endişeyle o meali Yozgatlı İhsan Efendi’ye emanet eder ve şöyle der: ”Ben sağ olur da gelirsem, noksanlarını ikmal der, ondan sonra basarız. Şayet ölür de gelemezsem bunu yakarsın.”

Akif 1914 yılının Aralık ayında Berlin’dedir. Almanlar müttefikimizdir. İngilizler’den, Fransızlar’dan alınan esireler vardır Almanya’nın elinde. Zossen’de esir kampında tutulmaktadırlar, sayıları 20.000 civarındadır. Almanlar esir kampına Hilal adını vermişler. Bu esirler Afrika’dan, Asya’dan, Pakistan’dan getirilen müslüman askerlerdir: ”Osmanlı’nın başkentini ve Halifesi’ni işgal altından kurtarmak!” için kandırılmışlardır. Canla başla savaşmaları da bunun içindir.
Akif bu askerlere işin doğrusunu anlatmak için Berlin’dedir, onları motive edecektir ve aynı zamanda Almanlar müslüman esirlere nasıl muamele yapıyorlar bu konuda rapor hazırlayacaktır. Alman İmparatoru da bu şekilde Osmanlının güvenini kazanacaktır. Akif’i Berlin’e davetin sebebi budur.

Osmanlı’ya şirin gömrünmek için, İmparator Zossen’e Mescid’i Aksa’nın benzeri bir de cami yaptırmıştır. Yıl 1914. Bu cami ne yazık ki, 1926 da yıktırılmıştır. Caminin yerine tank fabrikası yapmışlar, o fabrika bugün çalışmıyor. Moscheestr.’de cami. Orada bir müze var. O müzede o günlerin hatırasını yansıtan eserler sergilenmektedir.

Akif 4 ay kalıyor Berlin’de ve 1915 yılının Nisan ayında Berlin’den ayrılır.
Mehmet Akif’in 12.000 beyitlik Safahatı’nın 5. bölümü Berlin hatıralarını anlatır. Safahat’ında niçin savaş şiirleri vardır diye sorarlar Akif’e, cevaben; ”Gül diyarında yaşasaydım mutlaka o gülün bülbülü olurdum”. der.
…”Korkma!
Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz;
Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz!
Düşer mi tek taşı, sandın, harîm-i nâmûsun?
Meğer ki harbe giren son nefer şehîd olsun.
Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa;
Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa;
Bu altımızdaki yerden bütün yanardağlar,
Taşıp da kaplasa âfâkı bir kızıl sarsar;
Değil mi cebhemizin sînesinde îman bir;
Sevinme bir, acı bir, gâye aynı, vicdan bir;
Değil mi sînede birdir vuran yürek… yılmaz!

Cihan yıkılsa, emin ol, bu cephe sarsılmaz!
Nasıl ki yarmadan âfâkı pare pare düşer,
Hudâyı boğmak için saldıran cünûn-i beşer;
Nasıl ki nûr-i hakikatle çarpışan evham;
Olur şerâre-i gayretle akıbet güm-nâm,
Şu karşımızdaki mahşer de öyle haşrolacak.
Yakında kurtulacaktır bu cephe…
– Kurtulacak?..
Demek yıkılmayacak kıble-gâh-ı amalim… Demek ki ölmüyoruz.
Haydi arkadaş gidelim!

Berlin: 5 Mart 1331 *

Sizler neler yapabilirsiniz:
Akif’in hatırasını yaşatmak için, Zossen’e O camiyi tekrar yaptırabilirsiniz. Caminin planı ve resimleri sözünü ettiğim o müzede var. Böylelikle Çanakkale ruhu tekrar canlanabilir. Berlin’de 50 seneden beri yaşayan sizler için, orada bir caminin yapılmaması en büyük ayıbınız olur.

*Berlin Hatıraları I (Safahat)

Rüştü Kam

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.