BİNDİK BİR ALAMETE…

ABONE OL
19:03 - 01/10/2020 19:03
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

Komşuya geçmiş olsun ziyareti akşam haberlerine denk gelince, yandaş kanalı dinlemeye başladık. Komşu hem dinliyor, hem de öfkeli öfkeli yorum yapıyordu:
‘’Bu teröristlerde kantarın topuzunu kaçırdılar. Yeter yahu!‘’ ofluyor pufluyor, öfkesi dinmiyordu. ‘‘’Bunları Salı pazarında sallandıracaksın! ”
Terörist dediği Tekel işçileri idi. Ben; ‘’Hacı, ne teröristi? Bunlar hak arayan tekel işçileri!”
Komşu onların terörist olduklarına emindi. ‘’Devletin bakan bunların PKK’lı olduklarını söylemedi mi?”

Yandaş kanal, başka habere geçti. Bizde NTV kanalına geçtik. Hayret, açılımları yürekten destekleyen, Basın Odalarında, Yazı İşleri’nde anayasa değişikliğini cansiperane savunan kanal, işçilerin yediği dayağı naklen veriyordu!
Başbakanın belirttiğine göre bu tekel işçileri zaten AKP’ye oy vermemişlerdi. Onlara neden destek verilsin? Bunları vali, biliyor, bakan biliyor, poliste biliyor… Hak-İş gibi yandaş değiller. Tekel demek zaten içki demek, haram demek değil mi? Onun işçilerinin PKK’lı olduğunu devletin bakanı belirtmişti. Ama PKK ile AKP’nin bir problemi yoktu. Asıl neden ne olabilir?
Tekel İşçileri ekmek kavgası veriyorlar. Ne şiddet, ne hakaret vardı eylemlerinde. Sendika merkezine gitmek istiyorlardı. Polis Ankara’nın giriş noktalarını tutmuş hak aramaya gelen işçileri taşıyan otobüsleri durduruyor, işçilerin şehre girmeleri engelleniyordu. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları, bu ülkenin emekçileri, düşman kuvvetleri olarak görülüyordu. Ve Başkentlerine girmeleri sakıncalı sayılıyordu. Polis AKP’li bakandan, validen aldığı emirle kararlı ve oldukça sertti.
Polisler tam takım, coplarıyla, gaz bombalarıyla, gaz maskeleriyle içişleri bakanının ve onun valisinin emrini yerine getiriyorlardı. İşçiler kararlıydı. Oturma eylemi yapacaklardı. Polisler aniden saldırıya geçtiler. Önce gaz bombalarıyla bombaladılar. Gaz maskelerini takıp önüne gelen işçiyi acımasızca coplamaya başladılar. Coplar inip kalktıkça, kadın -erkek yerlerde sürünüyorlardı. Sille- tokat yıldırmak, sindirmek istiyorlardı.
Çocukluğumda, DP iktidarının İsmet İnönü’yü Kayseri’ye sokmamak için, yolları kapatmaları, otobüsleri köprülerde durdurup engellemelerini hatırladım. Ama dayak yoktu. Bu haksızlığa askerler daha fazla dayanamamış, yurttaşlara selama durmuşlardı. Ama şimdi AKP’nin polis devleti ve onun polisleri işbaşındaydı.
Polislere her vurdukları cop, tekme karşılığı para ödense, hepsi rahat keseyi doldururlardı.

Ama gerçek teröristlere, PKK’lı yandaşlara öyle hoşgörülüydüler. Sanırsınız devlet desteği ile Atatürk Türkiye’sine başkaldırı provasıydı. Kadıköy Meydanında PKK bayrakları, Terörist başı posterleri, bölücü sloganlar, Türk Polisi korumasında özgürce ortaya konuluyordu. DTP Milletvekili Hasip Kaplan; ‘’Başbakan kafayı yemiş” diye demeçler verdi, ne AKP’den nede başbakandan tık çıkmadı.

Acaba işçileri bombalamak, coplamak, PKK’yı kollamak, özgürce ülkeyi bölme provalarını İstanbul’un merkezinde yapmalarına yasal olanak sağlamak Venedik kriterlerinde mi yazıyordu?
PKK’lı Baydemir’in, hükümete, devlete küfür etmesi bu kriterlerin içinde miydi?
Etik dışı üçkâğıtçılık nedeniyle gözden düştüğü için siyasete mahsustan ara verip, unutturduk siyasetiyle Yeşiller’in eşbaşkanlığına seçilen Cem Özdemir; ‘’Türkiye’de iyi şeyler oluyor” fetvasını bu olanlar için mi veriyor?
Diğer eş başkan Claudia Roth’un Diyarbakır’da Baydemir’i şapur şupur öpmesini saygıdeğer medyamızda tekrar tekrar göstermese, bu hanımın kilolu tombul yeni figürünü göremeyecektik. Almanya medyası pek rağbet etmiyor bu hazretlere. Onlarda işin kolayını bulmuşlar, medyada görünmek için en kolay yolu, Türkiye’de yaptıkları basit reklâm kokan uçukluklarla gündeme hop diye oturuveriyorlar!
Gerçi günahı ortaya atanların boynuna, Roth, hayatına bir Kürt siyasetçiyi arkadaş! olarak dahil etmişti.
Hani bir şarkı vardır; ‘’Unutulmaz unutulmaz” nakaratıyla biter! Unutulmuyor belki!
Eh Cem Özer efendinin, Claudia hanımın umurunda mı tekel işçileri, suçlarını bilmeden yıllardır yatan gazeteciler, yazarlar, bilim adamları, hele terörle savaşmaya cüret etmiş askerler?
Ne demiş ozan:
‘’Bir elinde cımbız, bir elinde ayna
Umurunda mı dünya”

Türkiye, yargının AKP’leşmesine odaklanmışken, işsizlik sayısının on milyonu aştığını, pahalılığın dayanılmaz boyutlara ulaştığını, peş peşe işyerlerinin kapandığını ancak arka sayfalarda bir-iki satırlık gözden uzak bölümlerde yazılıyor. Artık Türkiye’de, her an AKP’li maliyecinin sanki defterdarlık bürosu gibi medya odalarında mekân tuttuğu bir ortamda öyle yazmak kolay değil. Kaç tane, korkusuz, gerçekleri yazabilen, ekmeğini alın teriyle kazanan yazar, çizer kaldı? Ama yiğitçe korkusuzca direniyorlar.
Nice ‘’Yiğit‘’ takılanlara program verilince fır dönüp, Cübbelilerle günah çıkarmaya çalıştıklarını görünce ‘’ekran verildi, Yiğitlik bozuldu” diyesim gelir!
Bazı gazeteciler, yazarlar, parti başkanları, öğretim üyesi bilim adamları kendilerini 2002’den önceki devirde sanıp, konuşmaya, eleştirmeye kalkınca terör örgütü olmaktan, çete kurmaktan, hükümeti darbe ile düşürme düşüncesinden şüphe üzerine soluğu Silivri Toplama Kampında aldılar.
Yargılamaların birinde, mahkeme salonunu seller bastı, özellikli savcılar, yargıçlar canlarını zor kurtardı.
Bir keresinde duruşma salonunun tavanı savcıların üzerine çöke yazdı. Az kalsın özel seçilmiş savcı şişmanlığı nedeniyle çöküntü altında kalacaktı Şişmanlığı ( Obez ) nedeniyle zayıflasın diye, üçer aydan dokuz ay hava değişiminde kilo üstüne kilo alınca savcıyı ordu çürüğe çıkarmıştı. O’ da subayları tutukluluğa çıkarıp ödeşmiş oldu.
Baksanıza medyanın zenginleşen AKP kasidecilerine. Sade yandaş değil, ortadaki, sağa sola yalpa vuran kanallara bile nöbetleşe çörekleniyorlar. Üç kişi bir kanalda konuşacaksa mutlaka ikisi AKP rakkasesi olması kural haline geldi. Türkiye’de yüksek yargıda AKP’leşirse bu ücretli liboş kalemşörlere gereksinim kalmayınca onları bekleyen sonuç ne olur? Şimdilik; ‘’gözleri var görmüyorlar, kulakları var duymuyorlar, beyinleri var düşünmüyorlar” mı denecek. Yoksa olmayan göz görmez, olmayan kulak duymaz, olmayan beyin de düşünemez mi? denecek.
Başbakan, bazen hukukçu, bazen çevreci, bazen mühendis, bazen diplomat, bezende parlamenterlik oynuyor.
Şu fıkra anlatılıyor etrafta:
Balıkçılar iri bir balık yakalamışlar, cinsiyetini merak etmişler.
Ustalara sormuşlar, kimi erkek, kimi dişi demiş, bir türlü cinsiyetini belirleyememişler.
Bilge biri yol göstermiş: ‘’Başbakana sorun! ‘’
Bilgeye sormuşlar: ‘’Başbakan bilir mi?
Bilge başını iki yana sallayıp:
‘’Bilmesine bilmez, ama onun dediği dediktir !”
Ne diyelim irade irade diyerekten;
Bindik AKP denen alamete, gidiyoruz kıyamete!

Yıldız AKALIN

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.