ATA’NIN MİRASI

ABONE OL
19:01 - 01/10/2020 19:01
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Kaplan
Best

 ”Bu antlaşma, Türk milleti aleyhine, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması’yla tamamlandığı zannedilmiş büyük bir suikastın yıkılışını ifade eder bir belgedir. Osmanlı dönemine ait tarihte benzeri görülmemiş bir siyasî zafer eseridir.”

24 Temmuz 1923, Mustafa Kemal Atatürk
Lozan Antlaşması’nın 87. yıldönümünde Didim’e tatil yapmak amacıyla gelenlerin bir kısmı güneş ve denizden birkaç saat ayırabildiler.
Didim’de de tıpkı Berlin’de tanıdığım gibi sanat, kültür, politika ve edebiyatla ilgilenen belli bir kesim, tanıdık yüzler böyle etkinliklere katılıyorlar.
Panel’de konuşmacı olarak görev alanlara imrenerek bakıyorum. Zira bu toplantıya gelenler hayli ilgimi çekiyor. Klima altında, sıcak havada bu kişilerin oldukça birikimli, bilimle donanmış insanlar olduğunu biliyorum. Konuşmacıların toplantı sürecinde gördükleri bu güzel insanlara oturduğum yerden arkama dönerek bakmaya çalışıyorum.
Didim Atatürkçü Düşünce Derneği’nin düzenlediği panelin açılış konuşmaları Dernek Başkanı ve Belediye Başkanı tarafından yapıldı.
İlk konuşmacı ve sunucu H. İbrahim Şahin Türk Toplumu’nun, Türkiye Cumhuriyeti’nin tapu senedi olan Lozan Antlaşması’nın nasıl kazanıldığını şu anda konuşmamız tarihimizi iyi öğrenmediğimiz anlamına geldiğine vurgu yaptı.
Tarihini bilmeyen insan hafızasını kaybetmiş birey gibidir. İnsanlar, ülkeler ekonomi ile taçlandırılmadıkça bağımsızlık elde tutulamaz.
Sosyal hukuk devleti, kimsesizlerin kimi olan devlettir. Direnişe geçmek haktır, dilenmeden geçilmelidir. O zaman 9 milyon nüfusun başardığını, bugün 74 milyon insan haliyle başarmalıdır.
Yukarıdaki ifade biz yurt dışında yaşıyanlara Türkiye’nin şu andaki durumuna aydınların çok karamsar baktıkları düşüncesi geliyor.
Panel açılışında Sevr Antlaşması benzeri Türkiye’yi parçalamak amaçlı gösterilen harita abartmadır. Bir amerikan gazetecinin çıkardığı bu fikri, ciddi bir sorunla tüm Batı’ya (Amerika + AB) mal etmek doğru değildir. Almanya’da böyle bir düşünceye sahip hiç politikacı görmedim. Bazı Hıristiyan Partisi milletvekilleri Türkiye’yi yok saymak eğiliminde, Türkiye’nin üye olması büyüklüğünden dolayı zorlaştığını söyleseler bile.
Almanya lokomotif gücünü Avrupa Birliğinde kaybetmek istemiyor. Türkiye’nin henüz üye olması için gereken şartlar hep yeni bahanelerle yenilenecektir.
Prof. Dr. Tülay Özüerman Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir’den gelmişti. Aynı günde Cumhuriyet Gazetesinde Vesayetin
Her Türlüsüne Hayır yazısını okumuş, neler söyleyeceğini merak etmiştim.
Anayasa değişikliği için yapılacak referanduma verilmesi gereken hayır kelimesinin anlamına vurgu vurmak için geldiğini, söyledi.
Siyaset biliminde beyin yıkama, gerçekten sorgulamamız gerekenleri sorgular gibi yaparak beyinleri meşgul etmektir.
Tek partili idare demokrasiyi yok eder, getirilerden ziyade götürüleri vardır. Hukuk sisteminde güvensizlik felâkettir.
Atatürk değişin demedi, gelişin dedi. Batı’yı örnek almak çağdaşlaşmak, hukuk içinde vatandaşa eşit muamele etmek demektir.
Burada çağa değişmeden nasıl uyulur, anlamakta zorlanıyorum.
12 Eylül 1980’de olanları red ediyoruz. Ama demokrasiyi yok ederek, başka bir sivil darbede istemiyoruz. 1982 Anayasa’sı bilimin dışına çıkmıştır. Ama biz hürriyetimizin kısıtlanmasını, özel yaşamda, iletişimde sınırlama istemiyoruz. Hak ve özgürlük bu anayasa değişikliği ile askıya alınmak isteniyor. Lâik Cumhuriyetin emanet edildiği ordunun şerefli subayları tutuklanarak, ayağınızı denk alın demek istiyorlar. Demokrasiyi getiriyoruz diyerek, demokrasiyi götürüyorlar.
Kimlerin hayır demesi konuşulurken yazılı, halka verilmiş bir taslak henüz benim elime geçmedi. Boşuna en çok kâğıt harcayan ülke Almanya değil. Bütün seçmenlerin evine yazılı postalanırdı orada olsa.
Prof. Dr. Ünsal Yavuz Başkent Üniversitesi, Ankara’dan gelerek panele konuşmacı olarak katıldı. Tarihten ders alamıyoruz, çünkü az okuyoruz. Osmanlı ekonomi, kültürel, sosyal, ulusal çıkarlarımızı tamamen kaybetmişti. Türkiye Cumhuriyeti Sevr’i yırtarak yokluklar içinde başarılmış bir savaşı Lozan’la noktalamış, siyasî zafer kazanmıştır. Arkasından hemen sonra Ankara başkent ilân edilmişti.
Lâiklik önce parti içinde görüşülmüş, çok sesliliğe adım atılmıştır.
İki Paylaşım Savaş arasındaki Türkiye’nin iç ve dış saygınlığı vardı. Bugün inanç adına konuşanlar bu hürriyetini Lâik Cumhuriyetin kuruluşuna borçlu olduklarını hatırlamak istemiyorlar.
Halbuki Anıt Kabir’e gidip dua etmeleri gerekir (!).
Avrupa Birliği’ne üye olunamama nedenleri Türkiye’den kaynaklanmadığını, Avrupa Birliği’nden kaynaklandığını tekrar etmek istiyorum. Benim düşünceme göre hepsi bahanedir, Nüfus çokluğu, bununla Brüksel’de çok sayıda Türk milletvekili olacağından ve tüm dünyada hortlayan din unsurları asıl sebepler olarak görmek gerekir.
Kemal Kılıçdaroğlu rüzgârını CHP iyi değerlendirmelidir, zorlu bir sene var. Cumhuriyet mitinglerine rehavete düşmeden başlamalıdır.
Konuşma sırası gazeteci, yazar, araştırmacı, İzmir’den gelen Vecdi Altay’a geldiğinde artık dinleyecek halim kalmamıştı.
Not alamıyordum, gitmeyi düşünüyordum. Fakat Vecdi Bey uyguladığı metodla dikkatleri çekmeyi başardı.
Adeta nasıl konuşmacı olunur, diyerek seminer verdi. Dinletme yerine katılımcılarla oyun oynadı. Ve son konuşmanın dezavantajını yendi.
Mikrofona gelince neden alkışladığımızı sordu. Kocaman bir alkış isteyen sunucular aklıma geldi. Halka ne zaman alkışlaması gerektiğini öğretiyorlar akıllarınca.
Başka yeşil bitki göremediği için, biz okurlarına gezi yazılarında ağaç ve çiçeklerle konuşmayı öğreten, ama şimdi tutuklu olduğu Silivri’de çimlerle konuşmak zorunda bırakılan Mustafa Balbay gibi gazetecileri alkışlamamızı istedi.
Sonra oyuna geçildi, üç cesaretli katılımcı salondan dışarı çıkarıldı, teker teker içeri girdiler. İlk giren şu metni okuyup, ikinci gelene hafızasında kalanları anlatmaya çalıştı:
“Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde bir ülkenin, bir iktidar döneminde, yolsuzluk ve yoksulluk hızla ilerlerken, gemicikler limanlarda gezerken, mısırlar tarlalarda çoğalırken, işsizlik, açlık hızla artarken, o ülkede yaşayanlar, anayasayı ne yapalım, diye soran iktidara karşı ne yapacaklarına karar verememişler. Birileri evet deyin derken, birileri hayır diyormuş, sizce hangisi olmalı? Evet mi, hayır mı?”
İkinci oyuncu üçüncüye iletirken metin, anlatanların duygu ve düşüncelerine göre değişmişti. Uygulamalı olarak iletişimin önemini kavramış olduk.
Son ödev sansürsüz bir Didim Gazetesi çıkarmaktı. Yani katılımcılar bugünki konu ile ilgili o anda aklına gelenleri yazacaktı.
Not aldığımı görünce bana da yazmam için kâğıt verildi. Ama yazamadım, çok yorulmuştum, öyle ya boşuna emekli olmamıştım.
Bir ders saati kırkbeş dakikadır. Yetişkinler için yüksek halk okulunda doksan dakikadır. Bu nedenle birbuçuk saati geçen konferans veya panel gibi etkinlikler faydalı olamaz. Toplantıların en ilginç kısmına yani katılımcıların sorularına hiç yer verilemiyor, bana göre.
Vecdi Bey bu yazımı okursa herhalde anlayış gösterecektir.
Hoşça kalın!
 
İlter Gözkaya – Holzhey 
Emekli Öğretmen

Inal

    Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.